TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ESMA BAŞBAKKAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1128)
|
|
Karar Tarihi: 8/5/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Özcan ÖZBEY
|
Başvurucu
|
:
|
Esma BAŞBAKKAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Esra BAŞBAKKAL KARA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, “cinsel taciz” suçundan “mağdur” sıfatıyla ve “hakaret” suçundan ise “sanık” sıfatıyla yer aldığı Eskişehir 2.
Sulh Ceza Mahkemesinde görülen davada, gerek sanık gerekse kendisi hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmek suretiyle, sanığın
caydırıcı bir şekilde cezalandırılmaması ve cinsel dokunulmazlığına karşı
işlenen suç karşısında hak arama hürriyeti kapsamında hakkını aramasına rağmen
kendisinin de işlemediği bir suçun sanığı olarak yargılanarak, yetersiz gerekçe
ile mahkumiyetine karar verilmiş olması nedenleriyle Anayasa’nın 10., 17., 20., 36., 40. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 17/12/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 22/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Üniversite öğrencisi olan
başvurucu, 26/9/2011 tarihinde saat 10.00 sularında
üniversiteden çıkıp evine gittiği sırada yanından geçmekte olan araçta bulunan
sanık tarafından korna ile uyarılıp, öpücük işareti ve cinsel içerikli sözler
sarf edilerek “cinsel taciz”
eylemine maruz kalmıştır.
6. Başvurucu, bu eylem nedeni
ile araç plakasını alarak, yanına gelmesi için arkadaşı A. Ş.’yi aramıştır. Başvurucu, tanık arkadaşı ile birlikte aynı
gün Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş ve olay yerine
yakın güvenlik ve mobese kamera kayıtlarının
soruşturma kapsamında dosyaya eklenmesini talep etmiştir.
7. Tanık A. Ş. Savcılıktaki
beyanında, başvurucunun şikâyetinde ileri sürdüğü hususları, olaydan sonra
çağırmak suretiyle kendisine de anlattığını belirtmiştir.
8. Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığınca Sor. 2011/23318 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturma
kapsamında, 28/9/2011 tarihinde, olay mahalline yakın mobese kameralarının kayıtları Tepebaşı İlçe Emniyet
Müdürlüğünden istenilmiştir. Emniyet tarafından 6/10/2011
tarihinde gönderilen cevabi yazıda, “Kent
güvenlik yönetim sitemine ilişkin kayıtların kendi sistemi içerisinde 10 güne
kadar saklanabildiği” ifade edilerek olaya ilişkin kayıtlara
ulaşılamadığı belirtilmiştir. Ayrıca emniyet müdürlüğünce tespit edilen plakaya
bağlı olarak araç bilgileri ve sahibine ilişkin kayıtlar Savcılığa
gönderilmiştir.
9. Araç sahibi olan tanık L. G.
beyanında, aracı damadı olan Ü. N. ve babası A.N.’nin
kullandığını söylemesi ve A. N.’nin de olay tarihinde
aracın oğlu Ü. N. tarafından kullanıldığını belirtmesi üzerine Ü. N. emniyete
çağrılarak 21/11/2011 tarihinde ifadesi alınmıştır.
Ayrıca, başvurucu da 12/1/2012 tarihinde Ü. N.’yi fotoğrafından teşhis etmiştir.
10. Şüpheli Ü. N. ifadesinde, “olay günü aracı kendisinin kullandığını, yanında
arkadaşı S. Ç.’nin de bulunduğunu, başvurucunun yola
inmesi nedeniyle bir kaza meydana gelmesin diye korna çaldığını, bunun üzerine
başvurucunun kendisine el kol hareketi yaptığını, sonrasında ‘manyak, s.. git lan’ demek suretiyle hakaret ettiğini, arkadaşının ‘boşver’ demesi üzerine bir şey demeden yoluna devam
ettiğini, bu nedenle şikâyetçi olduğunu” belirtmiştir.
11. Tanık S. Ç. beyanında, “olay tarihinde sanığın kullandığı araçta seyir
halinde olduklarını, şikâyetçinin yola adım attığı sırada sanığın korna
çaldığını ve ‘bayan kazaya sebebiyet vereceksiniz’ diye uyardığını,
şikâyetçinin el kol hareketleri yaptığını, sanığın aracı durdurur gibi
davrandığını, bu sırada şikayetçinin ‘sana mı soracağım s..
git lan’ diye söylediğini, o esnada arkalarından araçlar da geldiğinden yola
devam ettiklerini” söylemiştir.
12. “Hakaret” suçundan şüpheli sıfatıyla
ifadesi alınan başvurucu, suçlamanın doğru olmadığını, anlattığı şekilde
kendisinin mağdur olduğunu belirtmiştir.
13. Eskişehir Cumhuriyet
Başsavcılığınca “hakaret”
suçundan yapılan soruşturma sonucunda, 25/1/2012
tarihinde başvurucu hakkında, “müşteki Ü. N.’in iddiası ile tanık S.Ç.’nin
beyanının birbiriyle örtüşmediği, Ü. N. beyanında yolda trafik ışığının
bulunmadığını ve yayanın yol kenarında beklediğini belirtmekte iken, tanık S.
Ç.’nin beyanında, yayanın kırmızı ışıkta geçtiğini,
arkadaşının korna çalması üzerine şahsın aracı el kol hareketleriyle
durdurduğunu beyan ettiği, dolayısıyla müşteki Ü. N.’in
iddiası ile tanık beyanı arasında çelişki bulunması nedeniyle tanık beyanına
itibar edilmediği ve Ü. N.’ye hakaret edildiğine dair
iddiası ve çelişkili tanık beyanı dışında başkaca da delil bulunmaması”
gerekçesi ile “kovuşturmaya yer olmadığına”
karar verilmiştir.
14. Şüpheli Ü. N. tarafından bu
karara itiraz edilmesi üzerine, Kütahya Ağır Ceza Mahkemesinin 13/3/2012 tarih ve 2012/33 Değişik İş sayılı kararında, dava
açılması için yeterli şüphe bulunduğu belirtilerek “kovuşturmaya yer olmadığına” dair karar kaldırılmıştır.
15. Savcılıkça şüpheli Ü. N.
hakkında 25/1/2012 tarihinde “cinsel taciz” suçundan, başvurucu hakkında
ise 4/4/2012 tarihinde “hakaret”
suçundan Eskişehir 2. Sulh Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.
16. Anılan Mahkemece, 5/6/2012 tarihinde, başvurucunun katılan sıfatıyla yer
aldığı E.2012/134 sayılı dosya ile sanık olarak yargılandığı E.2012/431 sayılı
dosya arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle iki dosyanın
birleştirilmesine ve yargılamanın E.2012/134 sayılı dosya üzerinden devam
ettirilmesine karar verilmiştir.
17. Eskişehir 2. Sulh Ceza
Mahkemesi 18/10/2012 tarihli kararı ile “cinsel taciz” suçundan sanık Ü. N.
hakkında 1500 TL adli para cezasına, “hakaret”
suçundan ise bu eylemin haksız tahrik altında işlendiğini belirterek başvurucu
hakkında 500 TL adli para cezasına hükmetmiş ve her iki cezaya yönelik olarak “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına”
karar vermiştir.
18. Mahkeme tarafından verilen
kararın gerekçesi şöyledir:
“Olay tarihinde katılan sanık Esma'nın okuldan
çıkıp evine doğru yürüdüğü sırada sanığın sevk ve idaresindeki araç ile yanında
tanık S. Ç. de bulunduğu halde seyrettiği sırada, katılan sanık Esma'ya korna
çaldığı, daha sonra ‘pışt pışt’ diyerek öpücük
gönderdiği ve ‘s… seni’ diyerek cinsel
tacizde bulunduğu, bunun üzerine katılan sanık Esma'nın sanığa ‘s… git lan’ diyerek hakaret ettiği mahkememizce kabul edilmiştir.
Her ne kadar sanık
mahkememizdeki savunmasında, üzerine atılı cinsel taciz suçunu kabul etmediğini
beyan etmiş ise de; katılan sanık Esma'nın olay tarihi öncesinde sanığı
tanımadığı, katılan sanık Esma'nın olayın akabinde tanık olarak dinlenen A. Ş.’yi aradığı, daha sonradan aracın plakasını vererek
şikâyetçi olduğu, sanığa suç isnat etmesi için herhangi bir sebebinin
bulunmadığı, aralarında herhangi bir husumetin bulunmadığı, katılan sanık
Esma'nın cinsel taciz suçu yönündeki aşamalardaki ısrarlı ve tutarlı ve
mahkememizce de inandırıcı bulunan anlatımı, tanık A. Ş.’nin
beyanı, iletişimin tespiti tutanağı, sanığın dolaylı anlatımı bir arada
değerlendirildiğinde olay tarihinde sanığın yukarıda açıklandığı şekilde
katılan sanık Esma'ya karşı cinsel taciz suçunu işlediği mahkememizce kabul
edilmiş ve sanığın müsnet cinsel taciz suçunu kabul
etmediği yolundaki savunması mahkememizce inandırıcı bulunmamıştır. Tanık S. Ç.’nin sanığın cinsel taciz suçunu
işlemediğine dair anlatımı, dosya kapsamı itibariyle mahkememizce inandırıcı
bulunmamıştır.
Her ne kadar katılan sanık Esma Başbakkal mahkememizdeki savunmasında üzerine atılı hakaret
suçunu işlemediğini beyan etmiş ise de; katılan sanık Ü. N’nin aşamalardaki
hakaret suçu yönündeki ısrarlı ve mahkememizce de inandırıcı bulunan anlatımı,
tanık S. Ç.’nin soruşturma aşamasındaki ve
mahkememizdeki anlatımı birlikte değerlendirildiğinde, olay tarihinde sanık
Esma’nın diğer sanık Ü.’nün kendisine karşı cinsel
taciz suçunu işledikten sonra yukarıda açıklandığı şekilde katılan sanık Ü.’ye hakaret ettiği, her ne kadar iddianamede sanık
Esma’nın ‘manyak’ diyerek de hakaret ettiği iddia
edilmiş ise de; tanık S.’nin anlatımı da nazara
alındığında olay tarihinde sanık Esma’nın diğer sanık Ü’ye ‘sinkaflı
sözler’ demek suretiyle hakaret ettiği mahkememizce kabul edilmiş ve sanık
Esma’nın suçu kabul etmediği yolundaki savunması mahkememizce inandırıcı
bulunmamıştır. Sanık Esma’nın üzerine atılı hakaret suçunu, kendisine karşı
yapılan cinsel taciz şeklinde gerçekleşen haksız fiile tepki olarak işlediği
anlaşıldığından, sanık Esma hakkında TCK. 129/1 maddesi gereğince tahrik
hükümlerinin uygulanması gerektiği mahkememizce kabul edilmiş ve bu madde
uyarınca sanık Esma’nın cezasından takdiri indirim yapılmıştır.
Tanık S.’nin
ifadesinde birtakım çelişkilerin bulunduğu ve olay tarihinde sanık Ü.’nün yanında bulunmadığı iddia edilmiş ise de; olayın 26/9/2011 tarihinde gerçekleştiği, tanık S.’nin ilk olarak ifadesinin 3/12/2011 tarihinde alındığı,
mahkememizce tanığın ifadesinin l2/6/2012 tarihinde alındığı, gerek soruşturma
aşamasında ve gerekse mahkememizde alınan ifade tarihleri ile olayın olduğu
tarih arasında geçen zaman aralığı göz önüne alındığında tanık S.’nin ifadelerinde davanın esasına etki etmeyecek nitelikte
birtakım çelişkilerin bulunmasının hayatın olağan akışına aykırı olmadığı, olay
tarihinde sanık Ü.’nün aracında bulunduğunun
mahkememizce kabul edildiği, tanık S.’nin gerek
soruşturma aşamasında gerek Mahkememizde sanık Esma’nın diğer sanık Ü.’ye ‘sinkaflı’ sözler
söylediğini ısrarlı bir şekilde beyan ettiği, tanık S.’nin
bu beyanının sanık Ü.’nün kendisine hakaret edildiği
yolundaki iddialarını destekler nitelikte olduğundan, sanık Esma’nın
mahkumiyeti yönünde hükme esas delil olarak mahkememizce değerlendirilmiştir…”
19. Başvurucu, kendisi ve sanık
hakkında verilen “hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Eskişehir
2. Asliye Ceza Mahkemesi 20/11/2012 tarih ve 2012/328
Değişik İş sayılı kararında, “Mahkemenin,
ceza hükmünün açıklanmasının geri bırakılması ile ilgili verdiği kararın, asıl
olarak, CMK 231. maddesine uygun olduğu, Mahkememizin, salt CMK 231. maddesinde
tarif edilen, hüküm açıklamasının geri bırakılması usuli
işleminin kanuna uygunluğu yönünde itiraz incelemesi yapmaya yetkili olduğu,
katılan sanık Esma Başbakkal müdafiinin
itirazlarının temyiz kanun yolu gerekçeleri niteliğinde olduğu” gerekçesiyle
itirazı reddetmiştir.
20. Sanık ve başvurucu hakkında
itirazın reddi yönünden verilen kararların 29/11/2012
ve 5/12/2012 tarihlerinde tebliği üzerine, başvurucu, 17/12/2012 tarihli
dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
21. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun “Cinsel taciz” başlıklı
105. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden
kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis
cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur.”
22. 5237 sayılı Kanun’un “Hakaret” kenar başlıklı 125. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını
rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek
suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında
hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek
işlenmesi gerekir.”
23. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(5)…Hükmün açıklanmasının geri bırakılması,
kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebilmesi için;
a)
Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b)
Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları
göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c)
Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan
önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir. Sanığın
kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmez.
(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi
tutulur.
…
Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.
(10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç
işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun
davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak,
davanın düşmesi kararı verilir.
(11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç
işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması
halinde, mahkeme hükmü açıklar. …
(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına itiraz edilebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 8/5/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
17/12/2012 tarih ve 2012/1128 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, “cinsel taciz” suçundan “mağdur” sıfatıyla yer aldığı Eskişehir 2.
Sulh Ceza Mahkemesinde görülen davada, sanık hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararı verilmek suretiyle caydırıcı bir şekilde
cezalandırılmadığını, dolayısıyla etkili bir yargılama yapılmadığını, ayrıca
mağduru genel olarak kadın ve çocuklar olan cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar
bakımından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin eşitlik
ilkesine aykırılık oluşturduğunu, zira bu tür suçları işleyen sanıkların 6352
sayılı Kanun gereği cezasını açık ceza infaz kurumunda yerine getirecekler
arasında sayılmadığını, bu nedenlerle Anayasa’nın 10.,
17., 20. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Başvurucu, aynı davada,
cinsel dokunulmazlığına karşı işlenen suç karşısında hak arama hürriyeti
kapsamında hakkını aramasına rağmen kendisinin de işlemediği “hakaret” suçunun sanığı olarak
yargılandığını, delillerin geç toplandığını, çelişkili tanık anlatımına
dayanılarak ve yetersiz gerekçe ile hakkında hüküm kurulduğunu, verilen sonuç
para cezasının temyiz sınırının altında olduğunu, bu hükme karşı yaptığı
itirazın da şekli koşulların varlığının bulunup bulunmadığı açısından
denetlenerek reddedildiğini, bundan dolayı Anayasa’nın 36. ve 141. maddelerinin
ihlal edildiğini belirtmiş ve ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve
5.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kişinin Dokunulmazlığı Maddi ve
Manevi Varlığı Yönünden
27. Başvurucu, Mahkemenin “cinsel taciz” suçundan sanık hakkında
yapmış olduğu uygulama nedeniyle Anayasa’nın 10., 17.,
20. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, bu yöndeki tüm
iddiaların Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
28. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
29. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
30. Başvuru konusu olay, üçünü
bir kişi tarafından başvurucuya cinsel saik ile yöneltilmiş sözlü saldırı
nedeniyle yürütülen adli işlemin etkisizliği ile ilgili olduğu için, öncelikle
burada korunan hakkın kapsamı tespit edilmeli ve sonrasında ise bu hakkın
yeterince korunup korunmadığı belirlenmelidir.
31. Somut olay incelendiğinde,
sanığın başvurucuya yönelik cinsel taciz eyleminin anlık geliştiği,
sürdürülmediği ve ayrıca daha sonra da haksız eylemin devam ettiğine ilişkin
bir iddianın da bulunmadığı anlaşılmaktadır. Anlık bir saldırıdan öte geçmeyen
ve herhangi bir fiziksel müdahale içermeyen bu eylemin, kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.
32. Herkesin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrası insan onurunu korumayı amaçlamıştır. Bu hüküm bir
taraftan devlete insan onurunu zedeleyen fiillerden kaçınma ödevi yüklerken,
diğer taraftan bu tür fiillerin devlet görevlileri ya da üçüncü kişiler
tarafından meydana gelmesi halinde bu fiilleri etkili bir şekilde soruşturma ve
failleri cezalandırma ödevi yüklemektedir (B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 22).
33. Bireyin, bir devlet
görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17.
maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin
savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır (B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 25).
34. Etkili bir başvurudan söz
edebilmek için, başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli
olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın
ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru
yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme
veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir
tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir.
Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat
ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü
güvencelerin sağlanması gerekir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ramirez Sanchez / Fransa. 59450/2000,
4/7/2006, §§ 157, 160;
Aksoy / Türkiye. 21987/93, 18/12/1996, §
95).
35. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil,
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen
değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara
üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı
(benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70)
ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, 26129/95, § 111) yüklediği
anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
36. Bu açıklamalar ışığında
somut olay incelendiğinde, başvurucunun maruz kaldığı eylemden dolayı yaptığı
şikâyet üzerine adli soruşturmanın bağımsız birimlerce denetime açık olacak
biçimde derhal başlatıldığı anlaşılmaktadır. Ancak, başvurucunun etkisiz olarak
ileri sürdüğü yargılama sonucunda verilen “hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” (bkz. anılan kuruma ilişkin
açıklamalara aşağıda yer verilmiştir §§ 51-54) kararının etkililiğinin de ihlal
konusu hakka bağlı olarak Anayasa Mahkemesince denetlenmesi gerekir.
37. Somut olayda, başvurucuya
yönelik cinsel taciz suçunu işleyen sanık, bu eyleminden dolayı 1.500 TL adli
para cezası ile cezalandırılmış ve Mahkemece hakkındaki hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına ve beş yıl süre ile denetim altında tutulmasına karar
verilmiştir.
38. Bireylerin cezai sorumluluğuna
ilişkin hukuki sorunların incelenmesi Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında
olmayıp, konu derece mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Yine bu bağlamda
suçlu-suçsuz kararı vermek ya da daha hafif veya ağır ceza belirlemek de
Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmamaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 35).
39. Ancak, Anayasa Mahkemesinin
kararlarında da belirtildiği gibi cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de
kuralların, önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı
olması gerekir (E.2010/104, K.2011/180, K.T. 29/12/2011).
Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında
makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren
düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet
ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca, yaptırımlarda güdülen asıl amaç,
işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp, tekrar topluma
kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere
getirilecek sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtirken, 5237 sayılı TCK’nın 3.
maddesine göre de, suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla
orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerekmektedir (B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 36). AİHM de suçun niteliğinin
ve verilen cezaların ağırlığının, yapılan müdahalenin orantılılığı bakımından
dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu kaydetmiş ve gerçekleştirilen
müdahalenin “demokratik bir toplum için
zaruri” olması gerektiğini belirtmiştir (Varlı ve diğerleri/Türkiye, 38586/97, 19/10/2004).
40. Bu açıdan Mahkemenin sonuç
kararı değerlendirildiğinde, başvurucuya yönelen ve Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında belirtilen ağırlık seviyesine ulaşmayan eylemden dolayı
soruşturmanın derhal başlayarak, gerekli delillerin toplanması sonucunda makul
sürede tamamlandığı, gerçekleşen haksız eylemin mağdur üzerinde oluşturduğu
etki ile belirlenen ceza ve beş yıllık denetim yaptırımının orantılı olduğu,
birey onuruna ve vücut dokunulmazlığına saygı duyulmasını garanti eden hukuk
hükümlerinin ve özellikle de cezai yaptırımların caydırıcı işlevinin mevzuat
çerçevesinde etkin bir şekilde uygulanmasının sağlandığı saptanmıştır. Dolayısıyla, somut olayda
kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı hakkının korunması kapsamında
yürütülen yargılama ve sonucunda verilen kararın etkisiz olmadığı sonucuna
varılmıştır.
41. Açıklanan gerekçelerle,
başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesi kapsamındaki iddialarına yönelik bir
ihlalin olmadığı açıkça anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
a. Mahkumiyetin Hukuka Aykırı Olduğu İddiası
42. Başvurucu, cinsel
dokunulmazlığına karşı işlenen suç karşısında hak arama hürriyeti kapsamında
hakkını aramasına rağmen kendisinin de işlemediği “hakaret” suçunun sanığı olarak aynı davada yargılandığını,
delillerin geç toplandığını, çelişkili tanık anlatımına dayanılarak hüküm
kurulduğunu, verilen sonuç para cezasının temyiz sınırının altında olduğunu, bu
hükme karşı yaptığı itirazın da şekli koşulların varlığının bulunup bulunmadığı
açısından denetlenerek reddedildiğini, bundan dolayı Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlal edildiğini belirtmiştir.
43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
45. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
46. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel
başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır.
Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
47. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
48. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
49. Diğer taraftan adil yargılanma hakkı bireylere, dava
sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup
olmadığını denetletme imkânını verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil
yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama
sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu süreçte karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının
oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya
da bariz takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş
olması gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
50. Somut olayda başvurucu hakkında “hakaret” suçundan yapılan yargılama
sonucunda “hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” kararı verilmiştir.
51. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 5271
sayılı Kanun’un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan
mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu
sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve
yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan
kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun’un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi
sonucu doğurduğundan, bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai
nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 30).
52. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması için; yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha
az süreli hapis veya adli para cezası olması, sanığın daha önce kasıtlı bir
suçtan mahkûm olmamış bulunması, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun
uğradığı maddi zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen
giderilmesi, mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları göz önünde bulundurularak, yeniden suç işlemeyeceği hususunda
kanaate ulaşılması gerekmektedir. Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle
denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır. Denetim süresi içinde sanığın
kasten yeni bir suç işlememesi ve yükümlülüklere uygun davranması halinde,
açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, 5271 sayılı Kanun’un
223. maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilecektir. Sanığın
denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya yükümlülüklere aykırı davranması
halinde ise mahkemece açıklanması geri bırakılan hüküm açıklanacaktır (B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 31).
53. Diğer taraftan kanunda belirtilen koşulların
gerçekleşmesine karşın, sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilemeyeceği 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin
(6) numaralı fıkrasının son cümlesinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın,
yargılamanın hukuki kesinliği ifade eden bir hükümle sonuçlanmasını ya da
cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını tercih
etme imkânı bulunmaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 32).
54. 5271 sayılı Kanun’un (12) numaralı fıkrasında, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz kanun yoluna
başvurulabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte, denetim süresi içinde
kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu süre
içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama nihai
olarak sona erdiğinden, hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna
başvurulabilir ve esasa ilişkin itirazlar bu aşamada ileri sürülebilir (B. No:
2012/969, 18/09/2013, § 33).
55. Başvurucu, yargılama sonunda hakkında
beraat kararı verilmemesi hâlinde lehe hükümler kapsamında hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece de 500 TL
adli para cezasına hükmedilerek, bu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve
beş yıl süre ile denetim altında tutulmasına karar verilmiştir. Kural olarak
bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin hukuki sorunların incelenmesi Anayasa
Mahkemesinin görevleri arasında olmayıp, konu derece mahkemelerin takdirine
bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz kararı vermek ya da daha hafif
veya ağır ceza belirlemek de Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmamaktadır. Dolayısıyla, yargılama sonunda
eksik incelemeye dayalı olarak verilen mahkûmiyet kararının temel hakları ihlal
ettiği iddiası, başvurucunun talebi üzerine hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiş olması, temyiz yoluna başvurmayı mümkün kılan bir
karar verilmesini başvurucunun tercih
etmemesi ve denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmemesi
halinde ise mahkemece davanın düşürülmesine karar verilecek olması hususları dikkate alındığında açıkça dayanaktan yoksun
görünmektedir.
56. Buna göre, başvurucunun iddialarının esas itibarıyla
derece Mahkemesi tarafından delillerin yorumlanmasında isabet olmadığına ve
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görülmekte ise de; yapılan incelemede,
derece Mahkemesince yürütülen yargılama sırasında başvurucunun, iddialarını
Mahkemeye sunabildiği ve Mahkemece bunların yeterli düzeyde değerlendirildiği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, somut olayda tüm bilgi ve belgeler dikkate
alınarak yapılan yargılama ve kurulan hükümde bariz takdir hatası veya açık
keyfilik tespit edilmemiştir.
57. Açıklanan gerekçelerle,
başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece
mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün
“açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mahkeme Kararının Gerekçesiz Olduğu İddiası
58. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi
kararının gerekçesiz olduğunu, hangi delillere hangi sebeplerle itibar
edildiğinin belirtilmediğini, bu nedenle Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü
fıkrasının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
59. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
60. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013,
§ 30).
61. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir
gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların
kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında
kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek
zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün
olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma
hakkının ihlalinden söz edilemez. (B. No: 2013/1235, 13/6/2013,
§ 23).
62. Makul gerekçe; davaya konu
olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi
nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve
olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira
tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız
görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde
oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren,
ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe
bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (B. No:
2013/1235, 13/6/2013, § 24).
63. Bununla birlikte derece
mahkemelerinin, taraflarca ileri sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğu
bulunmayıp, hükme esas teşkil eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunu ortaya
koyması yeterlidir. Diğer taraftan kanun yolu mercilerince; onama, itiraz veya
başvurunun reddi kararları verilmesi hâlinde alt derece mahkemelerinin
kararlarında gösterdikleri gerekçeler kabul edilmiş olacağından, anılan
kararlarda ayrıca gerekçe gösterilmesine gerek bulunmamaktadır. Nitekim Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da bu yöndedir (B. No: 2013/1235, 13/06/2013, § 25;Benzer bir karar için bkz. Van de Hurk/Hollanda,
B.No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
64. Somut olayda, ilk derece
mahkemesi kararında, hangi delillerin hangi gerekçelerle hükme esas alındığı
gösterilmiş, bu bağlamda Mahkeme, iddia, savunma, katılanın beyanı, tanık
anlatımları, iletişimin tespit tutanağını delil olarak değerlendirmiş, hükmün
gerekçesinde somut olaylarla bağlantı kurarak bunları incelemiş ve tanık
beyanlarına neden üstünlük tanıdığını açıklamıştır. İtiraz mercii tarafından da
ilk derece mahkemesinin kararı hukuka aykırı bulunmayarak başvurucunun itirazı
reddedilmiştir. Dolayısıyla derece mahkemelerinin kararlarında yer verilen gerekçenin
yetersiz veya keyfi olduğu söylenemez.
65. Açıklanan nedenlerle, derece
mahkemelerinin kararlarının gerekçesiz olduğuna ilişkin açık bir ihlal
saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiasının da “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Kişinin dokunulmazlığı maddi ve manevi varlığı ile ilgili
kısmının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2. Mahkûmiyetin hukuka aykırılığı ve Mahkeme kararının gerekçesizliği iddialarını içeren adil yargılama hakkıyla
ilgili kısmının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
8/5/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.