TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUHARREM KESERCİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/575)
|
|
Karar Tarihi: 8/5/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Özcan ÖZBEY
|
Başvurucu
|
:
|
Muharrem KESERCİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Cavit ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Türk Silahlı
Kuvvetleri (TSK) bünyesinde sözleşmeli uzman erbaş olarak çalışmaktayken haksız
olarak sözleşmesinin feshedildiğini, bu nedenle idare aleyhine açtığı davanın
da Mahkemece reddedildiğini, davalı idare tarafından sunulan veya Mahkemece
incelenen gizlilik dereceli olduğu belirtilen belgeler ve karardan önce dosyaya
sunulan Başsavcılık görüşü ile Raportörün düşüncelerinin kendisine tebliğ
edilmeyerek savunma olanağından yoksun bırakıldığını, davayı açtığı tarihten
sonra yürürlüğe giren Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereğince, geçmişe
uygulanacak biçimde vekâlet ücreti ödenmesine hükmedildiğini belirterek,
Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ve 38.
maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/11/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 29/3/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm, 24/7/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin
birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 30/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 23/9/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 10/10/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 25/10/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, imzaladığı bir
yıllık sözleşmeye istinaden 7/12/2009 tarihinde
Jandarma Uzman Çavuşu rütbesiyle TSK’ye katılmış ve 7/12/2010 tarihinde tekrar
bu sözleşmesi bir yıllığına uzatılmıştır.
9. Başvurucu, Şırnak Milli J. Komd. Tabur Komutanlığında görev yapmakta iken, kendisinin
de kalmış olduğu misafirhanede 11/5/2011 tarihinde bir
uzman onbaşı tarafından diğer bir uzman onbaşı bıçakla öldürülmüştür.
10. Başvurucu, olayla ilgili
olarak aynı tarihte alınan ilk ifadesinde, olay hakkında bilgi ve görgüsünün
olmadığını belirtmiştir. Bir gün sonraki ifadesinde ise vicdani rahatsızlık
duyduğunu belirterek bildiklerini anlatmıştır.
11. Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığının cinayetle ilgili olarak yürüttüğü soruşturma çerçevesinde
başvurucu hakkında da yalan tanıklık suçundan soruşturma açılmıştır.
12. Anılan soruşturma devam
etmekte iken, başvurucunun olayla ilgili olarak alınan ilk ifadesinde olayı
görmediğini söyleyerek “yalan beyanda
bulunduğu”, ayrıca 4 ayrı disiplin cezası ve toplam 8 gün göz hapsi
ve aylıktan kesme cezalarını aldığı gerekçesiyle uzman erbaşlık sözleşmesi
feshedilerek, 6/6/2011 tarihinde TSK’den ilişiği
kesilmiştir.
13. Feshe hukuki dayanak olarak
18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi, Uzman Erbaş
Yönetmeliği’nin 13. maddesi ile J.Gn.K.lığı
Erbaş Yönergesi’nin Üçüncü Bölümünün 16. maddesi
gösterilmiştir.
14. Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığınca başvurucu hakkında yalan tanıklık suçlamasıyla yürütülen
soruşturma sonucunda, 15/6/2011 tarihli ek kararla,
başvurucunun ilk ifadesinin “tanık”
sıfatıyla alınmadığından “yalan tanıklık
suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya
yer olmadığına karar verilmiştir. Bu kararda, fail dışında, başvurucu ve diğer
şüphelilerin bir gün arayla verdikleri ifadelerle ilgili olarak şu hususlara
yer verilmiştir:
“Olay sonrası misafirhanede kalan …
diğer şahısların şüpheli olarak alınan ifadelerinde olay ile ilgili belli
hususları sakladıkları, olaydan sonraki gün şüphelinin suçunu itiraf etmesi
üzerine Cumhuriyet Başsavcılığımızca şüpheli olarak yeniden alınan ifadeleri
ile Diyarbakır askeri Savcılığınca tanık olarak alınan ifadelerinde, şüpheli
ile maktul arasındaki sözlü münakaşayı ve küfürleşmeyi, olay öncesinde şüpheli
ve maktulün alkol aldıkları, yine bağrışma sonucu uyandıklarında şüphelinin
‘ben İsmail’i bıçakladım, koşun yardım edin’ şeklinde cümle kurduğu hususlarını
doğruladıkları … yine
şüphelilerin ilk ifadelerinde yalan söyledikleri ve haklarında bu hususla
ilgili işlem yapılması gerektiği düşünülse bile ifadelerinin tanık sıfatıyla
alınmadığı ve atılı yalan tanıklık suçunun unsurlarının da oluşmadığı
anlaşılmakla… şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına.”
15. Başvurucunun, sözleşmesinin
feshi nedeniyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinde açtığı dava,
anılan Mahkemenin 8/5/2012 tarih ve E.2011/1123,
K.2012/552 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Başvurucu ve vekili, davalı idare
vekili ve Savcının da katılımıyla gerçekleştirilen duruşma sonucunda verilen
kararın ilgili bölümü şöyledir:
“…dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işlemi
değerlendirildiğinde; davacının da istirahat halinde olduğu misafirhanede, bir
uzman erbaş arkadaşı tarafından başka bir uzman erbaşın öldürülmesi olayına
tanık olduğu halde, arkadaşının suçu ilk önce kabul etmemesi nedeniyle onu
koruma gayreti içine girdiği ve amirlerine ve olayı soruşturan savcılık
makamına verdiği ilk ifadelerde, olayla ilgili bilgi ve görgüsünün bulunmadığı
yönünde yalan beyanda bulunduğu, ancak bir gün sonra pişmanlık duyarak
ifadesini değiştirdiği ve bildiklerini anlattığı; jandarma sınıfından olması
nedeniyle suç ve suçlularla mücadele temel görevi bulunan davacının, adam
öldürme gibi ciddi bir suç nedeniyle yürütülen soruşturmayı ilk başta yanlış
yönlendirip bildiklerini anlatmayarak faili koruma gayreti içine girmesinin
hiçbir şekilde kabul edilemeyeceği; henüz meslek hayatının başında olmasına
rağmen dört farklı disiplin suç/tecavüzü işleyerek, askeri disipline uyum
konusunda da zaafını ortaya koyan, mevcut disiplin ve ahlak yapısı itibariyle
kendisinden istifade edilmesine ve kamu hizmetine devamına imkân kalmadığı
anlaşılan davacı hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi
işleminde idarece takdir yetkisinin; objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi
yararı ile kamu yararı arasında bir denge gözetilerek ve kamu yararı amacına
uygun olarak kullanıldığı, bu itibarla dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin
feshi işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
16. Kararda, ayrıca, duruşmalı
yapılan yargılama sonucunda hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi hükümleri ile 26/9/2011 tarih ve 659
sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk
Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesi
gereğince 2.400 TL avukatlık ücretinin başvurandan alınarak davalı idareye
verilmesine karar verilmiştir.
17. Başvurucu 31/5/2012
tarihli dilekçesiyle karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dilekçede başvurucu,
hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara atıfla, yalan
tanıklıktan bahsedilemeyeceğini ve dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren yasal
düzenlemeyle getirilmiş bulunan hüküm uyarınca davalı idare lehine vekâlet
ücretine hükmedilmesinin kanuna aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
18. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 9/10/2012 tarih ve E.2012/1248, K.2012/1035
sayılı kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede, 4/7/1972
tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 66. maddesindeki
karar düzeltme sebepleri sayıldıktan sonra dilekçede ileri sürülen sebeplerin
yerinde görülmediği ve düzeltilmesi istenen kararın kanuna ve usule uygun
olduğu belirtilmiştir.
19. Bu karar başvurucuya 18/10/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu,
12/11/2012 tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 3269 sayılı Kanun’un “Başarı gösteremeyenler ve ceza alanlar” başlıklı
12. maddesi şöyledir:
“Sözleşmenin imzalanmasından sonra ilk beş aylık intibak
dönemi içerisinde göreve intibak edemeyenler ile ayrılmak isteyenlerin
sözleşmeleri feshedilerek, Türk Silâhlı Kuvvetleri
ile ilişikleri kesilir. Peşin olarak ödenen aylık ve aylık ile birlikte ödenen
diğer tüm özlük haklarının çalışılmayan günlere ait kısmı geri alınır.
Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro görev yerleri
ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime
gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade
edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine
bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri
kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar.
Görevde başarısız olma, intibak edememe ve kendilerinden
istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler, çıkarılacak
yönetmelikte düzenlenir.
Ayrıca;
a) Almış oldukları sicile göre kademe ilerlemesi
yapamayanların,
b) Verilen ceza, tecil edilse veya para cezasına çevrilse dahi;
1) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile basit ve
nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık,
sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin,
cürüm tasniî, ırza geçmek, sarkıntılık, kız, kadın
veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik, gayri tabiî
mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı
suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve
alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar, amir
veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet,
fesat, isyan suçlarından dolayı mahkûm olanların,
2) Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde yazılı
suçlardan mahkûm olanların,
c) Taksirli suçlar hariç olmak üzere diğer suçlardan adlî
veya askerî mahkemeler tarafından otuz günden daha fazla süreli hürriyeti
bağlayıcı bir ceza ile mahkûm olanların,
ç) Taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha fazla süre
ile hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olanların,
d) Disiplin mahkemeleri veya en az iki disiplin amirinden
disiplin cezası aldığı tarihten geriye doğru son bir yıl içerisinde toplam otuz
günden daha fazla hürriyeti bağlayıcı disiplin cezası alanların,
e) Yabancı uyruklu kişilerle evlenenlerden; bu evlilikleri,
ilgili yönetmelikte belirtilen esaslar dahilinde
Genelkurmay Başkanlığı tarafından uygun görülmeyenlerin,
f) Çeşitli nedenlerle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin veya
Türk vatandaşlığından çıkartılanların,
Sözleşmeleri feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı
Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir.
Her ne sebeple olursa olsun, sözleşmesi feshedilerek Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen uzman erbaşlar,
tekrar Türk Silâhlı Kuvvetlerine alınmazlar.”
21. 20/9/2005 tarih ve 25962 tarihli
Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Uzman
Erbaş Yönetmeliği’nin “Görevde başarısız
olma, kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin feshedilmesi
sebepleri” başlıklı 13. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Görevde
başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği (atış, spor, eğitim,
operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde ve davranışlarında
askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen istenen düzeye
ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor, tutanak ve her
türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme yılı içerisinde
yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları kadro
görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime
gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların, barışta
sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri
kesilir. Bunlar yedekte er kaynağına alınır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 8/5/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
12/11/2012 tarih ve 2012/575 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, TSK’den ayırma
işleminde gerekçe olarak belirtilen “yalan
beyanda bulunma” suçlamasına konu olay hakkında henüz hazırlık
soruşturması devam etmekteyken, soruşturma ve yargılama sonucu beklenmeden, “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz” şeklinde Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında
belirtilen ilkeye ve buna bağlı olarak masumiyet karinesine aykırı bir şekilde
hakkında ilişik kesme işleminin tesis edildiğini iddia etmiştir.
24. Başvurucu ayrıca, davalı
kurum tarafından mahkemeye ibraz edilen ve gizlilik dereceli olduğu belirtilen
belgeler ve Başsavcılık tarafından hazırlanan yazılı mütalaa ile Raportörün
düşüncelerinin kendisine tebliğ edilmemesi suretiyle söz konusu bilgi ve
belgeleri inceleyerek savunmasına esas almasına imkân tanınmadığını, başvuruya
konu davanın daha evvel açılmasına rağmen, 2/11/2011
tarihinde yürürlüğe giren 659 sayılı KHK uyarınca, aleyhine avukatlık ücretine
hükmedilmesinin Anayasa’nın 36. ve 91. maddeleriyle 13. maddesindeki ölçülülük
ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Buna bağlı olarak başvurucu,
öncelikle yargılamanın yenilenmesine, bilirkişi marifetiyle tespit edilecek
maddî ve takdir edilecek bir miktar da manevî tazminata ve ayrıca yargılama
giderlerinin ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
25. Başvurucunun iddialarının
adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin ihlaline yönelik olduğu
anlaşıldığından, bu iddiaların ayrı ayrı incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin
(1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal
edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
tanınmıştır.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
29. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel
başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır.
Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a.
Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
30. Başvurucu, davalı kurum tarafından AYİM’e sunulan gizlilik dereceli belgelerin kendilerine
tebliğ edilmediğini ve savunmalarında değerlendirmelerine fırsat verilmediğini,
keza AYİM tarafından davanın reddine karar verilmeden önce AYİM Başsavcılığının
yazılı düşüncesiyle Raportörün görüşünün kendilerine tebliğ edilmediğini, bu
nedenle Anayasa’nın 36. maddesiyle Sözleşme’nin 6. maddesindeki adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini, ayrıca 2/11/2011 tarihinde
yürürlüğe giren 659 sayılı KHK uyarınca bu tarihten önce açılmış davalarda
aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesinin Anayasa’nın 36. ve 91. maddeleriyle 13.
maddesindeki ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
31. Başvurucunun bu başlık
altındaki şikâyetlerinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir.
i.
Gizlilik Dereceli Belgelerin Tebliğ Edilmediği İddiası
32. Başvurucu, davalı idare
tarafından sunulan gizlilik dereceli belgelerin kendisine tebliğ edilmediğini
ve bu suretle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.
33. Bakanlık görüş yazısında, 30/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren 1602 sayılı Kanun’un 52.
maddesinde, “Dava dosyasındaki bilgi ve
belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki;(…) taraf ve vekillerine
incelettirilemez. Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve
belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye
itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından
incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha
önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa
incelettirilebilir.” düzenlemesine yer
verildiğini, anılan maddeye göre başvurucunun gizli olduğu belirtilen bilgi ve
belgeleri inceleme konusunda talep hakkı bulunduğunu, ancak başvurucunun söz
konusu Kanun hükmü uyarınca Mahkemeden bu yönde bir talepte bulunduğuna ilişkin
her hangi bir bilginin bulunmadığını, bu itibarla, “başvurucunun idari
ve yargısal başvuru yollarının tamamını bireysel başvuru yapmadan önce tüketip
tüketmediği” konusunda değerlendirme
yapılırken, göz önüne alınmak üzere yukarıda belirtilen hususların Anayasa
Mahkemesinin dikkatine sunulması gerektiği yönünde kanaatini bildirmiştir.
34. Başvurucu ise cevap
dilekçesinde, yargılama aşamasında dava dosyasına sunulan gizli belgelerden
haberdar edilmediği için bu konuda herhangi bir talepte bulunmadığını
bildirmiştir.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
36. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
37. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
38. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
39. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim
mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin
ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu
yapılamaz (B. No: 2012/1049, 16/4/2013, § 32).
40. Diğer taraftan, adil
yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların eşitliği ilkesidir.
Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli
haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine
göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir
şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza
davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir (B. No:
2013/1134, 16/5/2013, § 32).
41. Bu açıklamalar ışığında
somut olay incelendiğinde, yargılama sonucunda verilen 8/5/2012
tarihli kararda davanın reddi ile birlikte gizlilik dereceli belgelerin
iadesine de karar verildiği ve kararın tebliği ile beraber başvurucunun,
kararda ifade edilen gizlilik dereceli belgelerden haberdar olduğu
anlaşılmaktadır. Öte yandan Mahkeme kararı, sadece gizli olduğu belirtilen
belgelere dayanmamış olup, başvurucunun diğer şahsi halleri de dikkate
alınmıştır. Ayrıca, başvurucunun 31/5/2012 tarihinde
yaptığı karar düzeltme talep dilekçesi incelendiğinde, başvurucunun davalı
idare tarafından sunulan gizlilik dereceli belgelerin kendisine tebliğ
edilmediği ve bu belgelerin hükme esas alındığına ilişkin herhangi bir iddiayı
ileri sürmediği de görülmektedir.
42. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun, anılan ihlal iddialarını öngörülmüş olan kanun yollarında ileri
sürmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, başvurunun bu
kısmının “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Başsavcılığın
ve Raportörün Düşüncesinin Bildirilmediği İddiası
43. Başvurucu, ayrıca, AYİM
tarafından davanın reddine karar verilmeden önce Başsavcılığın yazılı düşüncesi
ile Raportörün görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini ve bu suretle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Bakanlık görüş yazısında,
AYİM Başsavcılık düşüncesinin davacıya tebliğ edilmemesinin AİHM tarafından
silahların eşitliği ilkesine aykırı görüldüğünü, Anayasa Mahkemesinin,
davacının lehine olan AYİM Başsavcılığı düşüncesinin davacıya tebliğ
edilmemesini silahların eşitliği ve çekişmeli yargılama ilkelerine aykırı
görmediğini, ancak başvuruya konu dosyada sözü edilen davadan farklı yönler
bulunduğunu, karar düzeltme aşamasında Başsavcılık düşüncesinin başvurucuya
tebliğ edildiği ve başvurucunun bu düşünceye cevap verdiği, yapılacak
değerlendirmede bu hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
45. Başvurucu cevap
dilekçesinde, Bakanlık tarafından verilen görüşte yer alan Başsavcılık
düşüncesinin tebliğ edilmemesinin ihlal oluşturduğu kısmına katıldığını
bildirmiştir.
46. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü
mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ
edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin
ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Miran/Türkiye,
B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Başsavcılık
düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve
karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi çelişmeli yargılama ilkesi ile
ilişkili olarak adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33). Çelişmeli yargılama ilkesi, dosyada yer
alan bilgi ve belgelerin taraflar açısından ulaşılabilir olmasını gerekli
kılar. Dolayısıyla belgelere ulaşamama çelişmeli yargılama ilkesi açısından
sorun oluşturabilir.
47. Bu kapsamda kanun koyucu
yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22/5/2012 tarih ve
6318 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 47. maddesine
Başsavcılık düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara tebliği ve tebliğden
itibaren yedi gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye
bildirebilmesi imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 34).
48. Dosyanın incelenmesinden ilk
derece yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ
edilip edilmediği hususu anlaşılamamaktadır. Başvurucu 31/5/2012
tarihli karar düzeltme istemli dilekçesinde Başsavcılık düşüncesinin kendisine
tebliğ edilmediğini de ileri sürmemiştir. Karar düzeltme incelemesi sırasında
alınan Başsavcılık düşüncesinin ise başvurucuya tebliğ edilerek başvurucunun bu
düşüncelere cevap verdiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucu ilk derece
yargılaması aşamasında tebliğ edilmemiş olsa bile karar düzeltme aşamasında
Başsavcılık görüşünden haberdar olmuş ve buna yönelik görüşlerini hazırlama ve
mahkemeye sunma imkânı bulmuştur (B. No: 2012/660, 7/11/2013,
§ 46).
49. Başvurucu aynı zamanda
Raportörün düşüncesinin de kendisine tebliğ edilmemesinin adil yargılanma
hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
50. 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 54. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Daireler ile Daireler Kurulunda, üye raportörün
açıklamaları dinlendikten ve Başsavcılığın yazılı düşüncesi okunduktan sonra
işin görüşülmesine geçilir…”
51. Aynı Kanun’un geçici 2.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ise şöyledir:
“Raportörler, Daire Başkanlarının kendilerine havale
ettikleri işleri vaktinde inceleyerek Daire veya Daireler Kuruluna gerekli
açıklamaları yaparlar.
Kendi düşünce ve kanaatlerini sözlü ve yazılı olarak
bildirirler, karar taslaklarını yazarlar, gerekli tutanakları düzenlerler,
Başkanın ve Daire Başkanlarının verecekleri diğer görevleri yerine getirirler.”
52. Raportörler, Daire Başkanı
gözetiminde kendilerine havale edilen davaları inceler, düşüncelerini sözlü ve
yazılı olarak bildirir, karar taslaklarını ve tutanakları hazırlarlar. Dolayısıyla
dava dosyası hakkında karar verecek heyet ile birlikte çalışır ve heyet adına
inceleme yaparak uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlarlar. Raportör
düşüncelerinin, daire üyelerini etkileyebilecek kanaatleri taşımaları mümkün
olmakla birlikte bu düşünceler mahkemenin iç işleyişine ilişkin ve nihai
kararın verilmesi sürecinde hazırlanan bir görüş olup, raportörler
bu görevi mahkeme veya Daire Başkanını temsilen yerine getirmektedirler.
Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının bir unsuru olan
silahların eşitliği ilkesi, davanın tarafları arasındaki çelişmeli yargıyı
güvence altına almakta olup, bu ilke mahkemenin iç işleyişine ilişkin usuller
yönünden uygulanamaz (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02,
27/11//2007, § 40-42).
53. Somut davada AYİM Raportörü
tarafından, dava dosyası incelenmiş ve uyuşmazlığa ilişkin açıklamaları AYİM
Daire Başkanı ve üyelerine sunulmuştur. Raportörün açıklamalarından sonra Daire
Başkanı ve dört üye tarafından dava hakkında karar verilmiştir. Mevcut davada,
Raportörün önyargılı davranmasına neden olacak düşünce sunduğunu gösteren
herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Raportörün düşüncesi başvurucuya tebliğ
edilmemişse de bu durum adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemez.
54. Diğer taraftan başvurucu
eğer ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık ve Raportörün düşüncesi
tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri
ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamış olup,
somut olayda çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.
55. Açıklanan nedenlerle, AYİM’in kararlarında çelişmeli yargılama ilkesine yönelik
açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii.
Başvurucu Aleyhine Vekâlet Ücretine Hükmedildiği İddiası
56. Başvurucu, vekâlet ücreti
ile ilgili yapılan düzenlemenin hak arama özgürlüğünü kısıtladığını, temel
hakların 659 sayılı KHK ile düzenlenmesinin Anayasa’ya aykırılık teşkil ettiğini,
davanın açılmasından sonra yapılmış olan bu düzenlemenin ölçülülük ilkesine
aykırı olduğunu iddia etmiş olup, bu iddia, dava açmanın zorlaştırılması ve
hakkaniyete aykırı olması yönlerinden adil yargılanma hakkının bir unsuru
olarak mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
57. Bakanlık görüş yazısında,
vekâlet ücretinin maktu olarak düzenlendiğini, daha önce Anayasa Mahkemesinin
bu konudaki iddialar hakkında karar verdiğini belirterek, yapılacak
değerlendirmede bu hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
58. Başvurucu cevap
dilekçesinde, başvuru formunda yer alan iddialarını tekrar etmiştir.
59. Aynı konuya ilişkin benzer
gerekçelerle ileri sürülmüş olan ihlal iddiaları, Anayasa Mahkemesince 2/10/2013 tarih ve 2013/1613 başvuru numaralı kararda
incelenmiştir. Söz konusu kararda, bir yasama işlemi veya düzenleyici idari
işlemin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda, bireysel
başvuru yoluyla doğrudan bu işlemlere değil ancak yasama veya düzenleyici idari
işlemin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru
yapılabileceği, başvuruya konu davada, 659 sayılı KHK ile getirilen düzenleme
gereğince idare lehine vekâlet ücretine hükmedildiği, dolayısıyla bu
düzenleyici idari işlemin öngördüğü hükümlerin davaya uygulandığının
anlaşıldığı, somut başvurunun da bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği
öncelikle ifade edilmiş ve iddialar mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmiştir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37, 39).
60. Başvuru konusu davanın
açılmasından sonra 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak
yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile davanın reddi halinde idare lehine vekalet
ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Vekâlet ücreti davaya hukuki
katkıda bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir. Dava
aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret
yükümlülüğü bir usul kuralı olup, mahkemeye erişim hakkı ile de ilişkilidir.
Yükletilen ücretin, bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru
bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §
38).
61. Vekâlet ücreti bir yargılama
gideri olup, kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale
teşkil eder. Ancak, gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması
ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul
sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir.
Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi
içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da
aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan
vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).
62. Vekâlet ücretinin
orantılılık incelemesi yapılırken, öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam
ifade ettiği, başvurucunun ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar
dikkate alınmalıdır. Somut olayda yargılamanın duruşmalı yapılması nedeniyle
başvurucu aleyhine 2.400 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucu,
yaklaşık 3 aylık asgari ücrete tekabül eden bu ücreti ödeme gücüne sahip
olmadığına dair hiçbir bilgi ve belge sunmamıştır. Öngörülen vekâlet ücretinin
başvurucuya dava açmasını imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak
ağır bir ekonomik yük getirdiğinden ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına
yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğundan söz edilemez.
63. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b.
Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
64. Başvurucu, hakkında açılan
soruşturma devam ederken sözleşmesinin feshedilmesinin ve fesih işlemine karşı
açtığı davanın reddedilmesinin Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet
karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
65. Bakanlık, başvurunun bu
kısmının kabul edilebilirliği konusunda herhangi bir görüş bildirmemiştir.
66. Başvurucunun bu şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
67. Başvurucu, gerek
sözleşmesinin feshedilmesi gerekse buna karşı açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini belirtmiştir.
68. Bakanlık görüş yazısında,
masumiyet karinesinin kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz
mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilke olduğunu, AİHM’in, ceza yargılamasına paralel olarak veya ceza
yargılamasının bitmesinden sonra devam eden adli ve idari süreçler bakımından
da masumiyet karinesinin uygulanabileceğini birçok kararında kabul ettiğini,
ceza yargılamasının niteliği ile disiplin yargılamasının niteliğinin
birbirinden farklı olduğunun unutulmaması gerektiğini, somut olayda
başvurucunun bildiği bir olay hakkında bilgisi olmadığını söyleyerek yalan
beyanda bulunduğunu, AYİM’in, başvurucunun yalan
beyanda bulunmasını jandarma sınıfından olması nedeniyle suç ve suçlularla
mücadele görevini yerine getirmesine engel oluşturan bir olgu olarak ortaya
koyduğunu, kararda, ceza soruşturmasının sonucundan bağımsız olarak,
başvurucunun diğer nedenlerle birlikte ortaya çıkan disiplin durumu dikkate
alınarak işlem tesis edildiğine vurgu yaptığını belirterek, masumiyet
karinesinin ihlal edilip edilmediğine ilişkin yapılacak değerlendirmede bu
hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
69. Başvurucu cevap
dilekçesinde, başvuru formunda yer alan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine
yönelik iddialarını tekrar etmiştir.
70. Öncelikle bireysel başvuru
incelemesinin, anayasal hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin tespiti ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması ile sınırlı bir inceleme olduğunun ve
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasındaki kural gereğince, kanun yolu
incelemesinde olduğu gibi kararın tüm yönleri ile ele alınarak eksiksiz bir
hukuki denetim imkânı sağlamadığının hatırlanmasında yarar vardır (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26). Bu
çerçevede, başvurucu hakkında tesis edilen fesih işleminin ve ardından
başvurucunun açtığı iptal davasına ilişkin yargılama sonucunda AYİM tarafından
ulaşılan sonucun hukuka uygun olup olmadığı meselesi, Mahkeme kararının tespit
ve sonuçları bariz bir takdir hatası veya açık keyfilik içermedikçe ve bu durum
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmadıkça bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu
açıklamalar çerçevesinde, somut başvurunun, sözleşmenin feshine ilişkin işlemde
ve AYİM kararının gerekçesinde masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin
ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.
71. Bireysel başvuru
incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki
alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı esas alınmaktadır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
72. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü, Sözleşme’nin
ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenmektedir.
73. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
74. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
75. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini
güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
76. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı
verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen
kişiler açısından ise, artık “hakkında suç
isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi
iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda
kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine
kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı
verilen durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü
gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu
sabit olmamıştır ve bu nedenle kişi suçlu sayılamaz (B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).
77. Masumiyet karinesi, suç
isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6.
maddesinde ifade edilen “medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen
idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır.
Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı
mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat
kararına uygun hareket etmelidir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya, B. No: 9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85, 7/10/1987, k.k.). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı
sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı
kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi
tutulmasına engel teşkil etmemektedir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, §
38).
78. Bu çerçevede, ceza davası
dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari
uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu
karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat
kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari
uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa
dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi,
kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal
edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın
gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın, münhasıran
kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlendiği kabulüne
dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013,
§ 29).
79. Öte yandan, ceza ve ceza
muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi
disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin
davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir.
Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür
ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair
hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan
bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 30).
Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa
bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz
olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir (B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 79).
80. Başvuru ve ekindeki belgelerin
incelenmesinden, başvurucunun sözleşmesinin feshiyle sonuçlanan idari işleme
paralel olarak yürütülmüş ve sonuçlandırılmış ayrı bir ceza soruşturması olduğu
anlaşılmaktadır. Bu soruşturma, başvurucunun ilk ifadesinin “tanık” sıfatıyla alınmaması sebebiyle,
yalan tanıklık suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığından bahisle kovuşturmaya
yer olmadığı kararıyla sonuçlandırılmıştır. İdari işlemin esas dayanağı ise
başvurucunun bir gün arayla vermiş olduğu iki ifadeden ilkidir. Buna göre,
idari işlem ile adli soruşturma birbirinden ayrı yürütülmüştür. Başvurucunun
sözleşmesinin adlî soruşturma tamamlanmadan feshedilmiş olması da bu sonucu
teyit etmektedir.
81. Askeri disiplin gerekleri
dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukunun uygulanabilmesi
için mutlaka ceza davalarının sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez.
Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça,
sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin
başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
82. Somut olayda, başvurucu hakkında
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilirken, başvurucunun ilk ifadesinin tanık
sıfatıyla alınmadığı tespitine dayanılmıştır. Ceza soruşturması açısından bu
durum suçun unsurları itibarıyla oluşmasına engel teşkil ettiğinden
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesini gerektirmiştir. AYİM ise ayırma
işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna varırken, ceza soruşturması sonucundaki
karara değil, fakat disiplin hukukunun aradığı ve ceza soruşturmasından farklı
ilkelere bağlı kıstasları kullanmıştır (bkz. §13).
83. AYİM’e göre, jandarma sınıfından
olan başvurucunun, suç ve suçlularla mücadele temel görevi iken, adam öldürme
gibi ciddi bir suç nedeniyle yürütülen soruşturmayı ilk başta yanlış
yönlendirip bildiklerini anlatmayarak faili koruma gayreti içine girmesi hiçbir
şekilde kabul edilemez. AYİM ayrıca, başvurucunun almış olduğu farklı disiplin
cezalarıyla birlikte bu ahlaki tutumunun, “kendisinden
istifade edilmesine ve kamu hizmetine devamına imkân bırakmaması” sonucunu
doğurduğunu, bu nedenle tesis edilen fesih işleminin hukuka uygun olduğunu ve
işlemde ayrıca kişi yararı ile kamu yararı arasındaki dengenin gözetildiğini
kabul etmiştir.
84. Görüldüğü üzere Mahkeme,
ayırma işleminin hukuka aykırı olmadığı sonucuna varırken, başvurucunun cinayet
olayı ile ilgili olarak bir gün arayla vermiş olduğu ifadeleri ve almış olduğu
toplam dört ayrı disiplin suçunu/tecavüzünü dikkate almış, bunların dışında
başkaca bir nedene dayanmamıştır.
85. Yukarıda belirtilen
nedenlerle, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna
varılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1.
Gizlilik dereceli belgelerin tebliğ edilmediğine ilişkin şikâyetinin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”,
2.
Başsavcılığın ve Raportörün düşüncesinin bildirilmediğine ilişkin şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3.
Aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Sözleşmenin feshi ve bu işleme karşı açılan davada masumiyet
karinesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
8/5/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.