TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELAHATTİN AKYIL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1198)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Selahattin AKYIL
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet YILMAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 2002 yılında
idari yargıda açmış olduğu davanın hâlihazırda karara bağlanmamış olması
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin
tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep
etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 17/12/2012
tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 6/6/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 2/8/2013 tarih ve 74317 sayılı görüş yazısı 16/8/2013
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet
Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun adına kayıtlı
olan İzmir ili Konak ilçesi II. Aziziye mahallesi 2494 ada 58 ve 60 parsel
sayılı taşınmazlar, Konak Belediye Meclisinin 23/3/1987
tarih ve 957/949 sayılı kararı ile park alanı olarak belirlenmiştir.
8. Başvurucu tarafından 18/3/2002 tarihinde Konak Belediye Başkanlığı ve İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanlığına yapılan, park alanına dönüştürülen ancak uzun
süredir kamulaştırılmayan taşınmazların kamulaştırılarak bedelinin ödenmesi,
bunun mümkün olmaması durumunda ise belediyeye ait başka taşınmazlarla takas
edilmesi veya imara açılması hususlarını içeren talepler reddedilmiştir.
9. Başvurucu tarafından her iki
belediye başkanlığı aleyhine, İzmir 2. İdare Mahkemesinin E.2002/604 sayılı dosyasıyla,
imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi ve ilgili idarelerin
ret işlemlerinin iptali istemiyle dava açılmış, başvurucunun talepleri
Mahkemenin 1/10/2003 tarih ve E.2002/604 K.2003/1185
sayılı kararıyla reddedilmiştir.
10. Başvurucunun temyiz istemini
inceleyen Danıştay 6. Dairesinin 27/12/2005 tarih ve
E.2004/480 K.2005/6658 sayılı kararıyla, ilk derece mahkemesi kararı
bozulmuştur.
11. Bozma üzerine yürütülen
yargılama neticesinde verilen 16/11/2006 tarih ve
E.2006/997 K.2006/1816 sayılı davanın reddine ilişkin hüküm temyiz edilmekle,
Danıştay 6. Dairesinin 24/2/2009 tarih ve E.2007/3614, K.2009/1800 sayılı
kararı ile bozulmuştur.
12. Bozma kararı üzerine, davalı
belediye başkanlıklarınca karar düzeltme başvurusunda bulunulmuş, yapılan karar
düzeltme başvurusu, Danıştay 6. Dairesinin 22/7/2011
tarih ve E.2009/12286, K.2011/3045 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
13. Bozma üzerine yürütülen
yargılama sonucunda verilen 21/9/2011 tarih ve
E.2011/1616, K.2011/1178 sayılı davanın kabulüne dair hüküm temyiz edilmiş
olup, başvuru tarihi itibarıyla dava Danıştay 6. Dairesi önünde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
14. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı 1. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve
vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak
üzerinde yapılır.”
15. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme”
kenar başlıklı 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire
başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare
ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye
tarafından:
a) Görev ve yetki,
b) İdari merci tecavüzü,
c) Ehliyet,
d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir
işlem olup olmadığı,
e) Süre aşımı,
f) Husumet,
g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum;
görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle
çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri
ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu
fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten
itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.”
16. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi”
kenar başlıklı 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda
belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar
Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de
ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak
suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde
bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri
sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde
sonuçlandırılır.”
17. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması”
kenar başlıklı 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kararın bozulması
halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir.
Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa
gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.”
18. 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler”
kenar başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“Danıştay ile bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat
Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler
ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
17/12/2012 tarih ve 2012/1198 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, kendisine ait
taşınmazlara ilişkin olarak, imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni
verilmesi hususunda ilgili belediye başkanlıklarına yaptığı taleplerin reddi
işlemlerinin iptali istemiyle açtığı davanın on yıl yedi aylık bir süredir
devam ettiğini ve bu nedenle makul yargılama süresini aştığını belirterek,
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
21. Başvurucu, somut başvuruya
ilişkin olarak yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte bir karar mevcut
olmadığını ve başvuruya konu yargılamanın hâlihazırda devam ettiği
belirtmiştir.
22. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman
bakımından yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek,
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihine kadar
başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on bir yıldır devam etmekte olduğunun ve
temyiz incelemesi için Danıştay önünde derdest olduğunun kabul edilebilirlik
incelemesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.
23. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
24. Anılan hüküm uyarınca
Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012
tarihi olup, Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk
güvenliği ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle Mahkeme, ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir.
25. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den
önce açılmış olup, başvuru tarihi olan 17/12/2012 itibarıyla derdest olduğu
anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisi dâhilindedir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
27. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
28. Belirtilen hükümler uyarınca,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmektedir. Temel hak ihlallerini
öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının
tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 19, 20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
29. Ancak başvuru yollarının
tüketilmesi ilkesinin mutlak şekilde uygulanması temel hak ve özgürlüklerin
etkin kullanımını ve korunmasını engelleyecektir. Hâlihazırda devam etmekte
olan bir yargılamada, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine
getirilmediği iddiası ile bireysel başvuruda bulunulabilmesi, başvuru
yollarının tüketilmesi kuralının istisnalarından birini teşkil etmektedir. Zira
bu durumda başvuru yollarının tüketilmesi şartının aranması, makul sürede
yargılama yapma yükümlülüğüne aykırı davranılması nedeniyle meydana gelen
sonuçları ortadan kaldırmayacaktır. Aksine, makul olmadığı iddia edilen
yargılama faaliyetinin daha da uzamasına ve başvurucu açısından zararın
artmasına neden olacaktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
27).
30. Makul sürede yargılama yapma
yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddiasını içeren başvurular açısından,
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen kanun yollarının tüketilmesi
şartı, ancak makul sürede yargılama yapma yükümlülüğüne ilişkin etkin bir
başvuru yolunun bulunması durumunda geçerli olabilecektir. Yargılama
faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmesini temin eden, bir başka ifade ile
yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul
sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik
taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun var olması halinde, bireysel
başvuruda bulunulmadan önce bu başvuru yolunun tüketilmesi şartı aranacaktır. Ancak
hukuk sistemimizde, yargılama faaliyetinin uzamasını önleyici veya yargılama
faaliyetinin uzamasından doğan zararları giderici etkiye sahip, Anayasa’nın
148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının kastettiği nitelikte etkin bir başvuru yolu bulunmadığı
anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir
niteliktedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 28).
31. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
32. Başvurucu 2002 yılında idari
yargıda açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
33. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, makul süreye ilişkin değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012’den
sonraki sürenin nazara alınması, ancak bu tarihten önceki yargılama süresinin
de sürenin makul olma niteliği değerlendirilirken Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına paralel olacak
şekilde göz önünde bulundurulması ve sürenin makul olup olmadığı hususunda AİHM
tarafından geliştirilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle, başvuruya konu
on bir yılı aşkın yargılama süresinin makul olup olmadığının tespit edilmesi
yönünde beyanda bulunulduğu, ayrıca yargılama sürecinde temyiz ve karar
düzeltme talepleri sonrasında Danıştay’da geçen her inceleme periyodunun iki
yıldan fazla sürdüğüne işaret edildiği anlaşılmıştır.
34. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
37. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
38. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
39. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
40. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
41. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 41–45).
42. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
43. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
44. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın
iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. De Geouffre
de la Pradelle/Fransa, B. No: 12964/87, 16/12/1992). Başvuruya konu davanın,
başvurucuya ait taşınmazlara ilişkin imar planında değişiklik yapılarak inşaat
izni verilmesi ve ilgili idarelerin ret işlemlerinin iptali istemini konu alan
bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, başvurucunun mülkiyet hakkına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali talebini konu alan somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku yoktur.
45. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde
tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi
olarak kabul edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 21). Somut başvuru
açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde
nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucu tarafından park
alanına dönüştürülen ancak uzun süredir kamulaştırılmayan taşınmazların
kamulaştırılarak bedelinin ödenmesi, bunun mümkün olmaması durumunda ise
belediyeye ait başka taşınmazlarla takas edilmesi veya imara açılması hususlarını
içeren taleplerini ilgili idarelere ilettiği 18/3/2002
tarihidir.
46. Uyuşmazlığın başlangıç
tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki
zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilmekle beraber, zaman
bakımından yetkiyi belirleyen hükümlerin, olay ve olguların meydana geldiği
tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere karşı başvurulabilecek
kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın kesinleştiği tarihi esas
aldığı görülmektedir. Başvuru konusu uyuşmazlığın, Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012
tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık on yıl
dokuz ayı aşkın bir süredir devam ettiği ve belirtilen tarih itibarıyla
uyuşmazlığa ilişkin davanın halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya
ilişkin olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin
başlangıcı, 18/3/2002 tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
47. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
48. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başvurucuya ait taşınmazlara
ilişkin imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi ve ilgili
idarelerin ret işlemlerinin iptali istemi olduğu anlaşılmaktadır. 28/5/2002 havale tarihli dava dilekçesi kapsamında
yargılamasına başlanılan davada 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen
süre içerinde, 31/5/2002 tarihinde dosyanın ilk incelemesinin yapıldığı,
taraflara tebligat işlemlerinin yapılarak cevap ve ikinci cevaplar hususunda Kanun’da
öngörülen sürelere uyulmasının sağlandığı, ancak davalı İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanlığınca 2/7/2002 tarihinde verilen cevap dilekçesinde
başvurucunun talebinin zımnen reddedilmediğinin ileri sürülmesine rağmen, bu
hususun yaklaşık sekiz ay sonra ve 5/3/2003 tarihli ara karara istinaden davalı
idareden sorulduğu, verilen keşif ara kararı uyarınca gerekli tebligat
işlemleri yerine getirilerek 20/6/2003 tarihinde keşif icra edildiği ve
bilirkişi raporlarının taraflara tebliğ edilerek taraflarca en son 22/8/2003
tarihinde raporlara karşı beyanda bulunularak dosyanın tekemmül etmesinin
akabinde, 1/10/2003 tarihinde ilk derece Mahkemesince dosyanın karara
bağlandığı anlaşılmaktadır.
49. Kararın temyiz edilmesi
üzerine ilk derece Mahkemesince süresinde temyiz ilk inceleme tutanağı
düzenlenerek dosya temyiz incelemesi için 5/2/2004
tarihinde Danıştay’a gönderilmiş, 9/2/2004 tarihinde temyiz merciinde kayda
alındığı anlaşılan dosyaya ilişkin olarak yaklaşık bir yıl on bir ay sonra
27/12/2005 tarihinde Danıştay 6. Dairesince kısmen onama ve kısmen bozma kararı
verilmiştir. 21/3/2006 tarihinde ilk derece
Mahkemesine ulaşan dosyanın Mahkemenin E.2006/997 sırasına kaydı yapılarak,
31/5/2006 tarihli ara karara istinaden 29/9/2006 tarihinde yeniden keşif icra edildiği
ve 16/11/2006 tarihinde dosyanın karara bağlandığı, ancak taraflara tebligat
işleminin 5/2/2007 tarihinde başlatıldığı anlaşılmıştır.
50. Başvurucu tarafından 27/2/2007 tarihinde kararın temyiz edilmesi üzerine,
dosyanın 30/4/2007 tarihinde Danıştay Başkanlığına gönderildiği görülmektedir. 16/5/2007 tarihinde temyiz merciinde kayda alınan dosyaya
ilişkin olarak, kayıt tarihinden yaklaşık bir yıl altı ay sonra Danıştay
Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği ve 24/2/2009 tarihinde Danıştay 6.
Dairesince bozma kararı verilerek dosyanın 13/5/2009 tarihinde ilk derece
Mahkemesine ulaştığı, davalı idarelerce yapılan karar düzeltme istemi üzerine
16/9/2009 tarihinde tekrar Danıştay Başkanlığına gönderilerek 28/10/2009
tarihinde kayda alındığı, bu tarihten yaklaşık altı ay sonra 6/4/2010 tarihinde
Danıştay Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği ve görüş yazısını takiben
yaklaşık bir yıl dört ay sonra 22/7/2011 tarihinde Danıştay 6. Dairesince karar
düzeltme talebinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
51. İlk derece Mahkemesince 21/9/2011 tarihli ara karar ile bozma kararına uyulmasına ve
dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş olup, karar davalı idarelerce
temyiz edilmiş, temyiz dilekçeleri başvurucuya en son 10/1/2012 tarihinde
tebliğ edilen dava dosyası 9/2/2012 tarihinde Danıştay Başkanlığına
gönderilerek 16/2/2012 tarihinde temyiz merciinde kayda alınmıştır. Dosya
hâlihazırda Danıştay 6. Dairesi önünde derdesttir.
52. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, özellikle ilk derece mahkemesince, taraflarca verilen dava ve
temyiz dilekçeleri üzerine 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre
içerisinde ilk inceleme tutanaklarının tanzim edildiği, verilen keşif ara
kararlarının gününde icra edildiği ve dosyanın tekemmül etmesini müteakip 2577
sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen düzenleyici süre de nazara alınarak
dosyanın karara bağlandığı, ancak özellikle taraf dilekçelerinde belirtilen
hususların ikmali, 2577 sayılı Kanun’un 60. maddesinde yer verilen Danıştay ile
bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işlerinin,
Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılacağı ve bu suretle yapılacak tebliğlere
ait ücretlerin ilgililer tarafından peşin olarak ödeneceği şeklindeki
düzenlemeye rağmen, verilen karar sonrasında gerekçeli kararın taraflara tebliğ
işlemlerinin başlatılması ve kanun yoluna başvurulması üzerine dosyanın üst
mahkemeye sevki sürecinde gecikmelerin yaşandığı anlaşılmaktadır.
53. Kanun yolu incelemesinde yer
alan süreçlerin değerlendirilmesinde, kararın ilk kez temyiz edilmesi üzerine,
temyiz merciinde kayda alınma tarihi nazara alındığında yaklaşık bir yıl on bir
ay sonra kısmen onama kısmen bozma kararı tesis edildiği, ilk derece
Mahkemesince verilen kararın tekrar temyiz edilmesi üzerine bir yıl on bir ay
sonra dosyanın bozma kararı ile neticelendirildiği, davalı idareler tarafından
yapılan karar düzeltme talebi sonrasında, bir yıl altı aylık bölümü Danıştay
Başsavcılığınca görüş bildirilmesi sürecini kapsamakla birlikte, toplam bir yıl
dokuz ay sonra karar düzeltme talebinin değerlendirilerek reddine karar
verildiği, ilk derece Mahkemesince üçüncü kez verilen kararın temyiz edilmesi
üzerine dosyanın 16/2/2012 tarihinde Danıştay
Başkanlığı kaydına alındığı ve dava halihazırda Danıştay 6. Dairesi nezdinde
derdest olmakla, bu sürecin yaklaşık bir yıl dokuz aydır devam etmekte olduğu
anlaşılmaktadır. Bu haliyle özellikle kanun yolu merciinde geçen yargılama
süresinin, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen, Danıştay, bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerindeki dosyaların, 2577 sayılı Kanun ve diğer
kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için
Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibarıyla tespit edilip Resmî Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler göz önünde
bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre inceleneceği ve tekemmül
ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanacağı, bunların dışında kalan dosyaların
ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı
ay içinde sonuçlandırılacağı hükmüne rağmen, uzun bir yargılama süresini
kapsadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, dosyanın karara bağlanmasının
akabinde ilk derece mahkemesine aktarılması hususunda da gecikmeler yaşandığı,
Danıştay 6. Dairesince 27/12/2005 tarihinde kısmen
onama kısmen bozma kararı ile sonuçlandırılan dosyanın 21/3/2006 tarihinde ilk
derece Mahkemesinde havale edilerek kayda alındığı, benzer şekilde Danıştay 6.
Dairesince 24/2/2009 tarihinde verilen bozma kararı sonrasında dosyanın
13/5/2009 tarihinde ilk derece Mahkemesince işleme alındığı görülmektedir.
54. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
55. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar,
hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki
gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı
nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların
sorumluluğu gündeme gelmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Foti ve Diğerleri/İtalya, B. No: 7604/76,
10/12/1982, § 61; Neumeister/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, §
20-21; Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/07/1983, §
29-32; Reilly/İrlanda, B. No: 21624/93, 22/2/1995, §
65-66; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982, §
84).
56. Başvuruya konu yargılama
faaliyeti açısından söz konusu olan yaklaşık on bir yıl sekiz aylık yargılama
süresinin yedi yıl dört aylık bölümünün kanun yolu incelemesinde geçtiği nazara
alındığında, somut başvuru açısından özellikle değerlendirilmesi gereken
yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı gecikmeler AİHM tarafından
da müteaddit defalar incelemeye tabi tutulmuştur. Bu kapsamda, mahkemeler
nezdindeki iş yükünün özellikle kriz dönemlerinde artış gösterdiği durumlarda
ve taraf devletlerin ekonomik destek veya yasal düzenlemeler yapmak suretiyle
yargılama faaliyetinin hızlandırılması hususunda gerekli tedbirleri alması
koşuluyla, makul süre açısından ihlal oluşmadığı sonucuna ulaşılmakta, ancak iş
yükü nedeniyle dava sürelerinin uzamasının geçici bir iş yükü artışına bağlı
olmaksızın ilgili makamların yeterli ilgi göstermediği bir yapısal sorun olması
ve yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında
artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda,
Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır (Bkz. Buchholz/Almanya, B. No: 7759/77, 6/5/1981; Guincho/Portekiz,
B. No: 8990/80, 10/7/1984; Unıon Alımentarıa Sanders S.A./İspanya, B. No: 11681/85, 7/7/1989;
Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/7/1983). Zira
devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların nicelik itibarıyla
artmasına rağmen, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilebilmesi
için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin
adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi
sorumluluğunun bir görünümüdür.
57. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal
kararında yer verilmiş olup (Bkz. Akmansoy/Türkiye,
B. No: 14787/07, 28/5/2013; Tekin/Türkiye, B. No: 26252/06, 28/5/2013; Alhan/Türkiye, B. No: 8163/07, 2/4/2013; Mehmet Salih Uçar/Türkiye, B. No: 5485/07,
2/4/2013; Kayak/Türkiye, B. No:
60444/08, 10/7/2012; Nurcan Kara ve
Diğerleri/Türkiye, B. No: 16785/08, 22/1/2013), özellikle idari
yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme
incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel
oluşturduğu anlaşılmaktadır (Bkz. Yücel
Doğan/Türkiye, B. No: 24647/04, 6/10/2009; Hasefe/Türkiye, B. No: 25580/03, 8/1/2009; Büker/Türkiye, B. No: 29921/96, 24/10/2000).
58. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, ilk derece Mahkemesince özellikle taraf dilekçelerinde
belirtilen hususların ikmali, verilen karar sonrasında gerekçeli kararın
taraflara tebliğ işlemlerinin başlatılması ve kanun yoluna başvurulması üzerine
dosyanın üst mahkemeye sevki sürecinde gecikmelerin yaşandığı, kanun yolu
incelemesinde de benzer şekilde dosyanın karara bağlanmasının akabinde ilk
derece Mahkemesine aktarılması hususunda aksamalar olduğu tespit edilmekle
beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin
yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya
ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi
gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde
karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde
bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin
eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesini izah
edemeyeceği açıktır.
59. Başvurucunun tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
60. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın başvurucuya ait taşınmazlara ilişkin
imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi ve ilgili idarelerin
ret işlemlerinin iptali istemi olması, yargılamanın yürütüldüğü Mahkemenin tabi
olduğu yargılama usulü ve özellikle yargılamanın imar planında değişiklik
yapılarak inşaat izni verilmesi talebini içermesi nedeniyle keşif ve bilirkişi
incelemesi gibi icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu
yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak
bakıldığında henüz sonuçlandırılmamış olan on bir yıl sekiz aylık yargılama
sürecinde özellikle kanun yolu merciinde geçen yargılama sürecine ilişkin
yapısal bir sorun ve yargı sisteminin yapısından kaynaklanan ve makul olmayan
bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
61. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
62. Başvurucu, taşınmazlarına
ilişkin kamulaştırma bedeli ve inşaat izni alamaması nedeniyle, uzun süren
yargılamaya bağlı olarak elde edemediği fırsat kaybı ile kâr nazara alınarak
10.000,00 TL maddi ve uzun yargılama nedeniyle maruz kaldığı manevi zarar
karşılığında 15.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
63. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir
mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on bir yıl sekiz aylık yargılama süresi nazara
alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
takdiren 10.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
68. Başvuruya konu yargılamanın
yaklaşık on bir yıl sekiz ay sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma
hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan
bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü
zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa
sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir
örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 10.600,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla ilgili mahkemesine
gönderilmesine,
7/11/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.