TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞAHİN KARAMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1205)
|
|
Karar Tarihi: 8/5/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Özcan ÖZBEY
|
Başvurucu
|
:
|
Şahin KARAMAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Orhan ÖZER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, uyuşturucu madde
ticareti suçundan yargılandığı Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/303
sayılı dosyasında somut bir delile dayandırılmadan ilk celsede hüküm
kurulduğunu, suçsuz olmasına rağmen yargılamasının tutuklu olarak
sürdürüldüğünü ve ayrıca oturduğu mahallede yoğun olarak “alevi” mezhebine mensup kişilerin ikamet
ettiğini ve bunların bazılarının uyuşturucu madde ticareti ile uğraştıklarına
dair yaygın kanı olduğunu, kendisinin de bu mezhebe mensup olduğu için
cezalandırıldığını belirterek Anayasa’nın 10., 19. ve
36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/12/2012 tarihinde Konya 1.
Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 12/6/2013
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
5. Başvurucu, emniyet görevlilerince Konya il merkezinde uyuşturucu
madde ticareti yapmakta olan şahıslara yönelik yapılan teknik çalışmalar
sonucunda, uyuşturucu madde sattığı iddiasıyla 6/6/2012
tarihinde gözaltına alınmış ve Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesinin 7/6/2012 tarihli
kararıyla “atılı suça ilişkin kuvvetli suç
şüphesinin mevcudiyeti, suçun CMK 100/3 maddesindeki tutuklama nedeninin
varlığı kabul edilebilecek katalog suçlardan olması, delillerin henüz tam
toplanmamış olması, suçun kanunda öngörülen cezai yaptırımı itibarıyla kaçma
şüphelerini gösterir somut olguların varlığı” şeklindeki gerekçelere
dayalı olarak tutuklanmıştır.
6. Başvurucu hakkında, Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 20/6/2012 tarih ve E.2012/8998 sayılı iddianamesiyle, “uyuşturucu madde ticareti” suçundan Konya
2. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış olup, anılan Mahkemenin 30/10/2012
tarih ve E.2012/303, K.2012/412 sayılı kararıyla başvurucu 8 yıl 16 ay 15 gün
hapis ve 4450 TL adli para cezasıyla cezalandırılmıştır. Ayrıca Mahkemece
başvurucunun tutukluluk durumu 22/6/2012 – 13/11/2012
tarihleri arasında bir kez duruşmada altı kez de ara karar ile
değerlendirilerek devamı yönünde karar verilmiştir. Mahkemenin tutukluluğun
devamına ilişkin kararlardaki benzer gerekçesi şöyledir:
“Sanığa müsnet suçun CMK 100/3
maddesinde sayılan katalog suçlardan olmasına, sanık savunması, arama el koyma
tutanağı, tanık beyanları, teşhis tutanakları, ekspertiz
raporları ve dosya kapsamına göre, sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin
bulunmasına, suça öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında sanık hakkında
kaçma şüphesinin olmasına, bu aşamada tutuklama haricinde bir tedbirin yeterli
görülmemesine nazaran sanığın tutukluluk halinin devamına…”
7. Başvurucunun, 1/11/2012 tarihli
dilekçesiyle, hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara
yapmış olduğu itiraz, Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/11/2012 tarihli
kararıyla “tutuklu sanık Şahin Karaman’ın
isnat edilen uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğine dair teknik takip
sonucu tutulan tutanaklar, teşhis tutanakları nazara alınarak kuvvetli suç
şüphesi olduğu, verilen ceza miktarı, sanığın şahsi ve sosyal durumu nazara
alınarak kaçma ihtimali olduğu, suçun CMK.100. maddede sayılı suçlardan olduğu,
tutukluluk halinin devamına karar verilmesinin orantısız olmadığı”
gerekçesiyle reddedilmiştir.
8. Bu karar başvurucuya 14/11/2012
tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu, 7/12/2012 tarihli dilekçesi ile 30
gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
9. Öte yandan, bireysel başvuru tarihinden sonra, başvurucunun
anılan mahkûmiyet kararını temyiz etmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10.
Ceza Dairesince, 29/3/2013 tarih ve E.2012/28226, K.2013/2915 sayılı karar ile, “bazı tanıkların
dinlenmemesi ve hükme dayanak yapılan bir kısım teknik izleme tutanakları ve
CD’lerin dosya içine alınmaması” gibi eksiklikler nedeniyle hükmün
bozulmasına; tutuklama şartlarında değişiklik bulunmaması sebebiyle de
başvurucunun tahliye talebinin reddine karar verilmiştir.
10. Bozma üzerine Mahkemece yeniden yapılan yargılama sonucunda
verilen 17/9/2013 tarihli hüküm ile başvurucu, 6 yıl 3
ay hapis ve 3000 TL adli para cezasıyla cezalandırılarak tutukluluk halinin
devamına karar verilmiştir. Bu hükmün de temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10.
Ceza Dairesinin 17/1/2014 tarihli kararıyla Mahkeme
kararı onanarak kesinleşmiştir. Bozma kararından sonra
başvurucunun tutukluluk durumu 3 kez duruşmada 2 kez de ara karar ile
değerlendirilmiş ve “yoğun suç şüphesinin
mevcudiyeti, mevcut delil durumu, müsnet suçun CMK
100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması ve öngörülen ceza miktarına
göre sanığın kaçma şüphesinin bulması, bu aşamada adli kontrolün yetersiz
kalması” gerekçesi ile tahliye istemi reddedilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
11. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti”
kenar başlıklı 188. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya
ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren,
sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş
yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin
güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
(4) Uyuşturucu veya
uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin
olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında
artırılır.”
12. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
13. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli
veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
14. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen,
…
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki
suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde
sözle açıklanmayan,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
20. 5271 sayılı Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 8/5/2014 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucunun 7/12/2012 tarih ve 2012/1205 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan yargılandığı
Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/303 sayılı dosyasında; lehine olan
delilleri sunma imkânı tanınmadan, sübjektif değerlendirmelerle ve kesin
kanıtlar olmaksızın, ilk duruşmada mahkûmiyetine karar verilmek suretiyle
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
17. Başvurucu ayrıca, söz konusu davada suçsuz olmasına ve somut
delil bulunmamasına rağmen yargılamasının tutuklu olarak sürdürüldüğünü ve
tahliye edilmediğini, bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesine aykırı
davranıldığını belirtmiştir.
18. Başvurucu son olarak,
oturduğu mahallede “alevi”
mezhebine mensup kişilerin ikamet ettiğini ve bunların bazılarının uyuşturucu
madde ticareti ile uğraştıklarına dair yaygın kanı olduğunu, kendisi de bu
mezhebe mensup bulunduğu için cezalandırıldığını, bu nedenle Anayasa’nın 10.
maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia ederek,
yargılamanın tarafsız bir mahkemede adil yapılmasına, tahliyesine, maddi ve
manevi zararlarının tazmin edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
19. Başvurucu, yargılamasının adil yürütülmemesi nedeniyle
Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
21. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
23. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir
kanun yolu” olup, bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
24. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup, bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle,
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler
ve derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından
değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
25. Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak
ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle
olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun
Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip
olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip
edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa
Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
26. Somut olayda başvurucunun yargılandığı davanın, 7/12/2012 olan başvuru tarihi
itibarıyla henüz kesinleşmediği, temyiz edilmesi üzerine Yargıtayca
incelemeye alındığı, nitekim başvurucunun temyiz gerekçelerini gözeten Yargıtayın yukarıda anılan (§ 9) 29/3/2013 tarihli kararı ile, başvurucu tarafından ihlal nedeni olarak ileri sürülen
hükmün, eksik inceleme gerekçesi ile bozulduğu ve Mahkemece dosyadaki
delillerin bozma ilamı çerçevesinde değerlendirmesi yapılarak ve eksiklikler
giderilmek suretiyle yeni bir hükmün kurulduğu anlaşılmıştır. Oysa başvurucu
tarafından, kanun yolunda ileri sürülebilecek iddialar ve bu iddiaları
değerlendirecek olan Yargıtay süreci beklenmeden, karar gerekçesi ve verilen
ceza miktarı farklı olan ilk hükmün sonucunun bireysel başvuruya konu edildiği
görülmüştür.
27. Açıklanan gerekçelerle, ihlal iddiasına konu edilen işlem, eylem
ya da ihmal için kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı usulüne
uygun şekilde tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının
bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvuru tarihine göre
başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının
tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden
28. Başvurucu, suçsuz olmasına ve somut delil bulunmamasına rağmen
yargılamasının tutuklu olarak sürdürüldüğünü ve tahliye edilmediğini
belirterek, Anayasa’nın 19. maddesine aykırı davranıldığını iddia etmiştir.
29. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.”
30. Anayasa’nın 19. maddesinde özgürlük ve güvenlik hakkı güvence
altına alınmış ve hiçbir bireyin özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun
bırakılamayacağı belirtilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında herkesin
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır.
31. Somut olayda
başvurucu 6/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış,
7/6/2012 tarihinde tutuklanmış ve İlk Derece Mahkemesince 30/10/2012 tarihinde
8 yıl 16 ay 15 gün hapis ve 4450 TL adli para cezasıyla cezalandırılarak
tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 10. Ceza
Dairesince 29/3/2013 tarihinde verilen bozma kararına
uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda başvurucu, Mahkemenin 17/9/2013
tarihli kararı ile 6 yıl 3 ay hapis ve 3000 TL adli para cezasıyla
cezalandırılmış ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Bu kararın da
temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 17/1/2014
tarihli ilamıyla hüküm onanarak kesinleşmiştir. Bozma kararından önce
başvurucunun tutukluluk hali 1 kez duruşmada 6 kez ara karar ile,
bozma kararından sonra ise 3 kez duruşmada 2 kez de ara karar ile
değerlendirilmiştir. Dolayısıyla ilk derece mahkemesi önünde yargılanırken
başvurucunun bozma öncesi tutuklu kaldığı süre 4 ay 24 gün, bozma sonrası
tutuklu kaldığı süre ise 5 ay 19 gün olup, temyizde geçen sürenin tutukluluk
süresine dâhil edilmeyeceği de dikkate alındığında (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41),
başvurucu, toplam 10 ay 13
gün tutuklu kalmıştır.
32. Bu tespitlere göre, bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu hakkındaki hükmün
onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır. Tutukluluk hâli sona ermiş olan bir
başvurucunun, devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak, tutuklama
nedenlerinin bulunmadığı yönünde bir iddiayı ileri sürmesi halinde, iddia
edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu
mevcut ise öncelikle bu yolu tüketmesi gerekir (benzer AİHM kararları için bkz.
Gavril Yossifov/Bulgaristan,
B. No: 74012/01, 6/11/2008, § 40; Rahmani ve Dinevac/Bulgaristan,
B. No: 20116/08, 10/5/2012, § 66; Şefik
Demir/Türkiye, B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 23).
33. Bu çerçevede, 5271 sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddelerinde
öngörülen tazminat yolunun, başvurucunun şikâyetleri açısından tüketilmesi
gereken bir yol olup olmadığı hususu incelenmelidir.
34. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya
tutukluluğunun devamına karar verilen, (d) bendinde, makul sürede hakkında
hüküm verilmeyen, (g) bendinde, yakalama veya tutuklama nedenleri ve
haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı
bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan bir tutuklu için tazminat talebinde
bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, bir yandan başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk
nedenleri ve süresinin uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın
tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi
ile öngörülen hukuk yolu, başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve
elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (bkz.
yukarıda anılan Şefik Demir/Türkiye,
§ 33).
35. Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği 17/1/2014 tarihinden itibaren 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesine dayanarak tazminat talebinde bulunma imkânına sahiptir. Etkin ve
erişilebilir bir çözüm imkânı sunan hukuk yoluna başvurmaksızın yapılan
bireysel başvuruların Mahkemece incelenmesi, bireysel başvuru yolunun
ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir.
36. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinde öngörülen tazminat yoluna başvurmadığı anlaşıldığından, başvurunun
bu kısmının “başvuru yollarının
tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi
gerekir.
3. Ayrımcılık Yasağı Yönünden
37. Başvurucu, farklı bir mezhebe mensup bulunması ve bu kişilerin
aynı mahallede oturmaları sebebiyle cezalandırıldığını, bu nedenle yerleşme ve
ikamet etme, din ve vicdan hürriyeti ile kanun önünde eşitlik haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ise de, bu yöndeki tüm şikâyetlerin özü ayrımcılık
yasağına ilişkin olduğundan, iddiaların bir bütün olarak Anayasa’nın 10.
maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
38. Anayasa’nın “Kanun önünde
eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
…
Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
39. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve AİHS kapsamında yer alan diğer temel hak ve
özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
40. Başvurucunun, eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının esas olarak
adil yargılanma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde ve bu
haklarla bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Ancak adil yargılanma hakkına
ilişkin iddialar henüz öngörülen tüm yargısal yollar tüketilmediğinden,
başvurucunun ayrımcılık yasağının ihlal edildiği yönündeki iddiası kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı bağlamında incelenecektir. Dolayısıyla anılan hak
bakımından eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp, bu
hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan
tamamlayıcı nitelikte haklardandır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 34).
41. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi
için, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak
ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Diğer bir ifadeyle
ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer
durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında
bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf
ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim vb. ayırımcı bir nedene
dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir.
42. Somut olayda başvurucu, oturduğu mahallede “alevi” mezhebine mensup kişilerin ikamet
ettiğini ve bunların bazılarının uyuşturucu madde ticareti ile uğraştıklarına
dair yaygın kanı olduğunu, kendisi de bu mezhebe mensup bulunduğu için
cezalandırıldığını iddia etmiştir. Ancak başvurucunun, kendisine belirttiği
nedenlerle ayrımcılık yapıldığı yönündeki iddiasını temellendirecek somut bulgu
ve kanıtlar ortaya koyamadığı görülmektedir. Başvurucunun tutuklanması ve
tutukluluğun devamına yönelik “atılı suça
ilişkin kuvvetli suç şüphesinin mevcudiyeti, suçun CMK 100/3 maddesindeki
tutuklama nedeninin varlığı kabul edilebilecek katalog suçlardan olması,
delillerin henüz tam toplanmamış olması, suçun kanunda öngörülen cezai
yaptırımı itibarıyla kaçma şüphelerini gösterir somut olguların varlığı (…) Sanığa
müsnet suçun CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan
olmasına, sanık savunması, arama el koyma tutanağı, tanık beyanları, teşhis
tutanakları, ekspertiz raporları ve dosya kapsamına
göre, sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin bulunmasına, suça öngörülen ceza
miktarı dikkate alındığında sanık hakkında kaçma şüphesinin olmasına, bu
aşamada tutuklama haricinde bir tedbirin yeterli görülmemesine nazaran sanığın
tutukluluk halinin devamına, (…) Tutuklu sanık Şahin
Karaman’ın isnat edilen uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğine dair teknik
takip sonucu tutulan tutanaklar, teşhis tutanakları nazara alınarak kuvvetli
suç şüphesi olduğu, verilen ceza miktarı, sanığın şahsi ve sosyal durumu nazara
alınarak kaçma ihtimali olduğu, suçun CMK.100. maddede sayılı suçlardan olduğu,
tutukluluk halinin devamına karar verilmesinin orantısız olmadığı” şeklindeki gerekçeler ile verilen hüküm ve dosyadaki
diğer bilgi ve belgelerin incelenmesinden ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine
dair herhangi bir bulguya rastlanılmamıştır. Dolayısıyla
başvurucunun isnat edilen suçlama ile bağlantılı olarak tutuklanması ya da mahkum olmasının, bir ayrımcılık nedenine dayandığına dair
bir sonuca varılmamıştır.
43. Açıklanan nedenlerle,
ayrımcılık yasağı konusunda açık bir ihlal tespit edilmediğinden, başvurunun bu
kısmının da “açıkça dayanaktan yoksun
olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine yönelik iddiasının “başvuru
yollarının tüketilmemesi”,
2. Kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemesi”
3. Ayrımcılık yasağının
ihlal edildiğine yönelik iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
Nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
8/5/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.