TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA ALİ BALBAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/1272)
|
|
Karar Tarihi: 4/12/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Mustafa BAYSAL
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa Ali BALBAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet İPEK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutuklanmasını
haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını,
tutukluluğun makul süreyi aştığını, adil yargılanma ve siyasal katılım hakkıyla
ifade hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 26/12/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış
ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 27/5/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüm’e gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendi uyarınca, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına
ve başvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı görüşünü 29/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 31/7/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini süresi içinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
1. Başvuru ve ekindeki belgelerde ifade
edildiği şekliyle:
7. Başvuru dilekçesi ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 1/7/2008
tarihinde gözaltına alınmıştır.
9. Gözaltı süresi dolduktan sonra savcılıkça ifadesi alınmış
ve tutuklanması talebiyle 5/7/2008 tarihinde mahkemeye
sevk edilmiştir. Mahkeme, aynı tarihte başvurucunun tutuklanması talebini
reddetmiş, ancak adli kontrol uygulanmasına karar vermiştir. Bu karara karşı
yapılan itiraz reddedilmiştir.
10. Başvurucu aynı soruşturma kapsamında bu defa 5/3/2009 tarihinde Ankara’da gözaltına alındıktan sonra
İstanbul’a götürülmüştür. Savcılık ifadesinin ardından tutuklanması talebiyle 6/3/2009 günü mahkemeye sevk edilmiştir.
11. Nöbetçi mahkeme, sorgunun ardından başvurucunun
tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklamaya gerekçe olarak, “atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu,
kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılı suçlardan
olması, kaçma ve delilleri karartma şüphesi” gösterilmiştir.
12. Başsavcılık, 8/3/2009 tarihinde
şüphelileri arasında başvurucunun da bulunduğu iddianameyle dava açmıştır.
İddianamede başvurucunun isnat edilen suçlardan cezalandırılması talep edilmiş
ve delil olarak, “hukuka aykırı olarak
çekilmiş görüntülere”, “kitaplarında kullanılan belgelere”, “bilgisayarından
sildiği halde teknolojik imkanlarla geri getirilen
verilere”, “kendisinin yaptığı telefon görüşmelerine” “üçüncü şahısların kendi
aralarında yapmış oldukları telefon görüşmelerine” yer verilmiştir.
13. Başvurucunun savunması, 14/12/2009
tarihinde alınmıştır.
14. Başvurucu 12/6/2011 tarihinde yapılan
genel seçimlerde 24. Dönem milletvekili seçilmiş ve 20/6/2011 tarihinde
mazbatasını almıştır. Bu durumun dikkate alınarak tahliyesine karar verilmesini
talep etmiş, fakat bu talebi 13.
Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 23/6/2011 tarihinde
reddedilmiştir. Bu kararın ilgili bölümleri şöyledir:
“Yasama
dokunulmazlığı yasama organı üyelerinin korkusuzca görev yapabilmelerini
sağlamak, fonksiyonları nedeniyle suçlanmalarını engellemek, basit suç
atmalarla görevden kalmalarını önlemek amacıyla belirli bir siyasal süreç
içerisinde oluşmuş bulunan bir Anayasa kuralıdır.
Yasama
sorumsuzluğu Anayasamızın 83. maddesinde "Yasama Dokunulmazlığı"
başlığı altında düzenlenmiştir. Yargıtay'ın bir kararına göre; Yasama
sorumsuzluğu ne şahsa bağlı bir imtiyaz sağlar, ne de mutlaktır.(Yargıtay 4. HD. E. 2003/1548, K.2003/6601).
Aynı şekilde yasama dokunulmazlığı da şahsa bağlı mutlak bir hak olmayıp,
nispidir ve kamu yararı gözetilerek Anayasamıza konulmuş kamu düzenine ilişkin
bir mekanizmadır. Bu hakların nasıl ve ne şekilde sınırlanacağı Anayasamızın
83. maddesinde düzenlenmiştir.
Yasama
dokunulmazlığının mahiyeti hakkındaki bu kısa açıklamadan sonra hangi suçların
dokunulmazlık kapsamı dışında tutulacağının belirlenmesi önem arz etmektedir.
Günümüz
hukuk sistemlerindeki genel uygulama, milletvekillerinin yasama faaliyetlerine
katılmalarını, meclis çalışmalarını ve muhalefet işlevlerini rahatlıkla yerine
getirmelerini engelleyebilecek cezai işlemlerin yasama dokunulmazlığı
kapsamında olduğudur.
Kural
olarak bütün çağdaş Anayasalar, Ağır cezayı gerektiren suçüstü halini yasama
dokunulmazlığı kapsamı dışında tutmuştur. Ağır cezayı gerektiren suçüstü
halinin yasama dokunulmazlığından ayrık tutularak kapsam dışına çıkarılması,
çağdaş hukuk sistemlerinin benimsediği bir uygulamadır.
1982
tarihli 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında da benzer bir düzenleme
bulunmaktadır.
2709
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Ağır cezayı gerektiren suçüstü haline ek
olarak, Anayasa'nın "Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye
Kullanılamaması" başlığını taşıyan 14 üncü maddesi kapsamına giren
durumları da yasama dokunulmazlığının istisnaları arasında saymıştır.
Anayasanın 83.maddenin devamında, ağır cezayı gerektiren suçüstü
hâli ile seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14
üncü maddesindeki durumları istisna tutmuş, yasama dokunulmazlığı kapsamı
dışına çıkarmış, bu gibi hallerde milletvekili ile ilgili yargılama sürecine devam
edilerek milletvekilinin meclisteki çalışmalara katılmasının
engellenebileceğini öngörmüş, ancak her iki halde de mahkemeye durumu
gecikmeksizin ve doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorunluluğu
getirmiştir.
"Temel
hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması" başlıklı Anayasa'nın 14 üncü
maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında, "Anayasada yer alan hak ve
hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan
kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete
veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini
veya Anayasada belirtilenden daha geniş sınırlandırılmasını amaçlayan bir
faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz" hükmü yer
almaktadır.
…
Yine
Anayasamızın 6/3. maddesine göre,"Hiçbir kimse
veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
Mahkememizde buna dâhildir. Anayasamızda ve CMK'nun
100 ve devamı maddelerinde tahliye nedeni olarak sayılmayan bir nedenden dolayı
tahliye şartları oluşmayan tutuklu sanığın tahliye edilmesi durumunda
mahkememiz, yasalarımızın tanımadığı bir yetkiye dayanarak sanığı tahliye etmiş
olacaktır ki, böyle bir işlemi kimse mahkememizden beklememelidir. Dolayısıyla,
tahliye şartları oluşmayan tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına
karar verilmesi, Anayasamızın lafzına ve ruhuna uygun düşen bir karardır.
Ağır
cezayı gerektiren suçüstü halinde yakalanan veya seçimden önce soruşturmasına
başlanmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki suçları işlediği iddia
olunan milletvekilinin isnat edilen suç nedeniyle dokunulmazlığı söz konusu
olmayacaktır. Anayasanın 83 üncü maddesinde belirtilen dokunulmazlık kapsamı
dışında bırakılan hususlardan birinin varlığı halinde, milletvekili seçilen
kişinin soruşturma ve kovuşturma kapsamında tutuklanması veya tutuklu olan
milletvekilinin tutukluluk halinin devamına karar verilmesi için Meclis
kararına gerek yoktur. Hangi tür karar verilirse verilsin, verilen kararın
meclise bildirilmesi yeterli olacaktır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 83/2. maddesi birinci
cümlesinde “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir
milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez
tutuklanamaz ve yargılanamaz." şeklinde bir düzenleme mevcut ise de, aynı
maddenin ikinci cümlesinde "Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve
seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü
maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili
makam durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek
zorundadır." biçimindeki düzenleme ile bunun istisnasına yer verildiği,
Anayasanın 14 maddesinde ise milletvekili dokunulmazlığına sınırlama
getirildiği görülmektedir.
Anayasa'nın
83 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, yasama dokunulmazlığının Anayasa'nın
14 üncü maddesiyle yasaklanmış amaçlar doğrultusunda işlenen suçlarda
öncelikle,
-Soruşturmaya
seçimden önce başlanılmalı
-Anayasanın
14 üncü maddesinde belirlenen durumlar bulunmalıdır.
Bu
hükme göre, bir milletvekilinin yasama dokunulmazlığı kapsamında sağlanan
korumadan faydalanmasının bir istisnası, soruşturmasına seçimden önce
başlanılan ağır cezalık kapsamda bir suçun olması ve isnat edilen bu suçun
Anayasanın 14 üncü maddesi kapsamında değerlendirilmiş bulunmasıdır.
Anayasanın
14 üncü maddesinde, doğrudan doğruya belli suç tiplerinden bahsedilmemiş,
sadece birtakım kavramlar, ilkeler ve faaliyetler belirtilmiştir.
Maddede
"Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan
haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı" ve
"Devlete veya kişilere, Anayasa'yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok
edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını" amaçlayan faaliyetlerden söz edilmektedir. Bu
düzenleme, fiili ya da suç tipini değil, amacı esas almaktadır.
Doktrindeki
görüşlere göre, Anayasanın 14 üncü maddesinde "kötüye kullanma"
olarak değerlendirilen eylemler;
1-
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak,
2-
İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı
amaçlayan faaliyetlerde bulunmak,
3-
Devletin veya kişilerin, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok
edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını
amaçlayan bir faaliyette bulunma şeklinde ifade edilebilir.
Yapılan
değerlendirmede, gerçekleştirilen eylemin maddede belirtilen amaçlar
doğrultusunda işlenip işlenmediğine ve bu konuda ceza kanununda düzenlenmiş suç
tipi olup olmadığına bakılmalıdır.
Bu
anlamda, Türk Ceza Kanununa bakıldığında ise;
-Dördüncü
Bölümde "Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar" başlığı altında
düzenlenen suçlar (TCK madde 302 ilâ 308),
-Beşinci
Bölümde "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar"
başlığı altında düzenlenen suçlar (TCK madde 309 ilâ 316),
-Altıncı
Bölümde "Milli Savunmaya Karşı Suçlar" başlığı altında düzenlenen
suçlar (TCK madde 317 ilâ 325),
-Yedinci
Bölümde "Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk" başlığı altında
düzenlenen suçlar (TCK madde 326 ilâ 339),
Anayasanın
14 üncü maddesi kapsamında değerlendirilmelidir.
Türk
Ceza Kanununun bu bölümlerinde düzenlenmiş olan suçlar da, genel olarak;
Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, Anayasal düzeni ve
anayasal düzenin işleyişini yıkmak, Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen
yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye
teşebbüs etmek, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ve
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet
Meclisinin ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin görevini kısmen veya tamamen
yapmasını engellemeye teşebbüs etmek ifade edilmektedir.
Anayasanın
14 üncü maddesi kapsamında yasaklanan amaçlar doğrultusunda faaliyet gösterip,
ceza kanunlarının suç saydığı fillerden birini işleyen milletvekili hakkında
muhakeme (soruşturma ve kovuşturma) işlemlerinin yapılabilmesi, eylemin
"seçimden önce işlenmiş ve soruşturmasına seçimden önce başlanmış
olması" şartıyla mümkündür.
Bu
şartların olması durumunda, milletvekili hakkında seçilmeden önce başlayan
muhakeme işlemlerine seçimden sonra da devam edilecektir.
Bir
başka anlatımla, istisna hükmünün uygulanması durumunda milletvekili, seçimden
önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14 üncü maddesindeki
suçlardan biri nedeniyle tutulabilecek, sorguya çekilebilecek, tutuklanabilecek
ve yargılanabilecektir. Bu hallerde artık milletvekili, söz konusu suç
nedeniyle yasama dokunulmazlığının sağlamış olduğu korumadan
faydalanamayacaktır.
Yargıtay emsal kararlarından da anlaşılacağı üzere, Anayasanın 83
üncü maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen ağır cezayı gerektiren suçüstü
hâlinde yakalanan veya seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla
Anayasanın 14 üncü maddesinde yasaklanan amaçlar doğrultusunda faaliyet
gösterip suç işleyen milletvekilleri, milletvekili seçilmeleri durumunda söz
konusu suçla sınırlı olmak üzere yasama dokunulmazlığından faydalanamayacaktır.
Anayasamızın
14 üncü maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin varlığı için olmazsa olmaz unsurları
ortaya koymaktadır. Bu noktadan hareketle, kanunkoyucu,
milletvekilinin, Türkiye Cumhuriyetinin varlığına kasteden bir suçu işlemekle
suçlanmasına rağmen, dokunulmazlıktan yararlanmaya devam etmesini kamu yararına
aykırı görmüştür. Başka bir deyişle kanunkoyucu,
Anayasamızın 14.ve 83. Maddelerinde yasama dokunulmazlığına istisna getirerek
bu kamu yararından vazgeçmiş, maddede sayılan fiilleri işlediği konusunda ciddi
isnatlar bulunan kişilerin CMK.'daki genel hükümler
uyarınca yargılanmasına öncelik ve önem vermiştir.
Sanıkların
yargılandıkları dava ile ilgili soruşturmaya, 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan
24. dönem Milletvekili Genel seçimlerinden çok önce başlanılmış ve haklarındaki
sevk maddeleri ağır cezalık ve CMK.250 maddesi kapsamında kalan suçlara ilişkin
olup kuvvetli suç şüphesini içeren isnatlardır.
Tutuklu
sanıklar M.H. ve Mustafa Ali BALBAY'ın milletvekili
seçilmekle kaçma şüphelerinin kalmadığı savı, sübjektif bir değerlendirmedir.
Bunun yanında mahkememizin bugüne kadar ki tutukluluğun devamı yönündeki
kararları, yalnızca kaçma şüphesine de dayandırılmamıştır.
Dosyadaki
sanık sayısının çokluğu nedeniyle delillerin tamamı toplanamamıştır.
İddianamede, talep eden sanıklarla irtibatlı olduğu iddia edilen diğer
sanıkların savunmalarının alınması tamamlanamamış olup daha sonra tanıkların
dinlenmesine ve kovuşturmanın diğer aşamalarına geçilecektir.
…
Yukarıda
gerekçeleri açıklandığı üzere yasal bir mesnede dayanmayan “milletvekili
seçilmenin tahliye sonucunu doğuracağı" savına itibar ederek, sırf bu
nedenle milletvekili seçilen sanıkların tahliye edilmesi, milletvekili
seçilemeyen ve sair tutuklu sanıkların ise mevcut hallerinin devam ettirilmesi
hiçbir hak ve nesafet ilkesi ve eşitlik kuralı ile
bağdaşmaz. Böylesi bir tahliye kararı, sınıf ve statü dikkate alınarak, karar
verilmesi anlamına gelir ki bu durumun mahkemelerin güvenilirliğini ve adalete
olan inancı derinden sarsan bir sonuç doğuracağı ve kamu vicdanını yaralayacağı
açıktır.
Talep
eden tutuklu sanıkların Milletvekili olarak seçilmelerinin, isnat edilen suçlar
kapsamında tutukluluk durumlarını etkileyen bir husus olmadığı kanısına varılmıştır.”
15. Bu karara itiraz üzerine incelemeyi yapan İstanbul 14.
Ağır Ceza Mahkemesi, 29/6/2011 tarihli kararla
itirazın reddine karar vermiştir. Kararda “atılı
suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosya kapsamı, kaçma ve delilleri
karartma şüphesi ile atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılan katalog
suçlardan oluşu nazara alınarak 13. Ağır Ceza Mahkemesi kararında usul ve
yasaya aykırı herhangi bir isabetsizlik görülmediği” belirtilmiştir.
16. Tutukluluk halinin 2/7/2012
tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin
Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun kapsamında yeniden
değerlendirilmesi talebi Mahkemece 27/7/2012 tarihli kararla reddedilmiştir.
Kararın gerekçe bölümü şöyledir:
"a-Sanık hakkında 06.03.2009 tarihli tutuklama
sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b-Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının
henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını
değiştirmeleri konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde
soruşturma ve bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma
şüphesinin devam ettiği,
c-Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt
yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısmı sanıkların
haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma
aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs
iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında
yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma
şüphesinin bulunduğu,
d-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.
maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her
bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel
olarak belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik
ve nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa
atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul
edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk suresinin üst sınırının 10 yıl
olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları,
sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da
göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e-Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın
başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı
dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz
yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok
ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi
halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç
şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama
tutanakları, inceleme raporları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları,
sanığa ait bilgisayarda ve diğer sanıkların bilgisayarlarında ele geçen bilgi
ve belgeler, sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da
göz önüne alındığında, sanığın atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk
için makul suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da
belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi
bulunan sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri
uygulanmasının yetersiz kalacağı, anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi
ile tutukluluk halinin devamına".
17. 18/9/2012 tarihli tutukluluğun devamına dair
karara karşı yapılan itiraz 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 21/11/2012 tarihinde
reddedilmiştir.
2. Adalet Bakanlığı görüşünde
ifade edildiği şekliyle:
a. Ergenekon Soruşturma Süreci
18. 12 Haziran 2007 tarihinde,
Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'na telefonla yapılan bir ihbar üzerine,
İstanbul'un Ümraniye ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından arama
yapılmıştır. Bu arama esnasında, askeri bir sandık içerisinde toplam 27 adet el
bombası bulunmuştur. Söz konusu gecekonduda kiracı olarak yaşayan A.Y. ve A.Y.'nin babasının ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler
ifadelerinde, 27 el bombasının bulunduğu sandığı eve getiren kişinin Türk
Silahlı Kuvvetleri'nden emekli olmuş bir astsubay olan Oktay Yıldırım olduğunu
belirtmişlerdir. Bu ifadeler üzerine Oktay Yıldırım’ın işyeri ve evinde 13
Haziran 2007 tarihinde arama yapılmıştır. Bu aramalarda bir adet tabanca,
şarjör ve mermiler ile bir bıçak ve bilgisayar belleği ile bir adet flaş
belleğe el konulmuştur. Flaş bellekte yapılan incelemede "Lobi, Çok Gizli - Aralık 1999/İstanbul
isimli bir belgeye rastlanmıştır. Bu belgenin "Giriş"
bölümünde, "(...) Türk Silahlı
Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren ‘Ergenekon’a bağlı olarak ‘Sivil
Unsurların’ örgütlenmesi zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçektir"
ifadelerinin bulunduğu tespit edilmiştir.
19. Oktay Yıldırım'da ele
geçirilen söz konusu belge, içeriği ve el bombalarının ciddiyeti dikkate
alınarak soruşturma genişletilmiştir. Bu çerçevede, Ergenekon adı verilen
davada yargılanan birçok kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış, bu
kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır.
Yapılan aramalarda ve ilgililerin bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman
ve örgütün yapısını gösteren belgeler ele geçirilmiştir.
20. Soruşturmaya konu bir başka
şahsın evinde yapılan aramada 12 adet el bombası, çok sayıda silah, TNT
kalıpları ve diğer patlayıcı maddeler ile değişik gizli askeri belgeler
bulunmuştur.
21. Yine bir kısım yerlerde
yapılan aramalarda suç oluşturan birçok delil elde edilmiştir. Bu deliller
arasında, kamu görevlilerine ve üst düzey bürokratlara yönelik fişlemeler, Türk
Silahlı Kuvvetleri içerisinde illegal örgütlenmeye yönelik belgeler ile
Yargıtay binasını ayrıntılı olarak gösteren ve kaçış yollarının belirtildiği
bir kroki bulunmuştur. Soruşturma kapsamında bir kısım belgelerin farklı
şüphelilerde ele geçirildiği iddianamelerde belirtilmiştir.
22. Ergenekon Soruşturmasının
başlangıç evresinde elde edilen delillerden yola çıkılarak soruşturma
Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş ve bu süreçte özellikle bazı emekli
veya muvazzaf general ve subaylar soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu kişilerin
ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını
gösterdiği iddia edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia
edilen bazı planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında "Sarıkız", "Yakamoz",
"Eldiven", "Ayışığı",
"Kafes" ve "İrtica
ile Mücadele" isimli eylem planları bulunmaktadır.
23. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica
ile Mücadele Eylem Planı isimli eylem planlarının askeri darbeden
önceki sürece ilişkin oldukları ve bu planlardaki temel amacın yapılacak askeri
darbeye zemin hazırlamak olduğu; Yakamoz
isimli eylem planının askeri darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu; Eldiven isimli eylem planının ise askeri
darbeden sonraki süreçte devletin ve siyasi kurumların yeniden
yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği belirtilmiştir.
24. Dönemin kuvvet komutanları
olan A.Y., Ö.Ö. ve İ.F. ile Jandarma Genel Komutanı
M.Ş.E. tarafından hazırlandığı iddia edilen "Sarıkız" isimli eylem planı, Hükümete karşı halkta
genel bir hoşnutsuzluk olduğu inancını yaymak için yapılacak faaliyetleri ve bu
çerçevede basını yönlendirmeyi amaçlamıştır. Bu plan, özellikle öğrencilerin,
sivil toplum mensuplarının ve sendika üyelerinin, Hükümete karşı protesto
gösterileri düzenlemeleri konusunda yönlendirmesini ve ulusal seviyede
gösteriler yapılmasını da öngörmektedir.
25. Kafes Eylem Planı'nda,
Türkiye'deki gayrimüslimlere yönelik yapılacak çalışmalar "operasyon" olarak
nitelendirilerek, bu operasyonun değişik aşamalardan oluştuğu ifade edilmiştir. Hazırlık aşamasında, Türkiye'deki
gayrimüslimlerin isim, adres ve toplandıkları yer ve günlerin tespiti için
çalışmalar yapılacağı belirtilmiştir. Korku
oluşturma safhasında, tespit edilen AGOS Gazetesi abone listesinin
internet üzerinden yayınlanacağı, abonelere tehdit telefonlarının açılacağı,
İstanbul Adalar bölgesinde duvarlara tehdit içerikli mesajlarının yazılacağı
ifade edilmiştir. Kamuoyu oluşturma
safhasında, ulusal basın ve web siteleri kullanılarak bu eylemlerin
sorumlusunun Ak Parti iktidarı olduğu ve bu partinin azınlıklar konusunda
vurdumduymaz davrandığı inancının oluşturulacağı belirtilmiştir. Eylem safhasında ise, İstanbul'da
özellikle gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde bomba patlatılması, AGOS
Gazetesi'nin bulunduğu yer ile benzeri yerlerde ses bombası patlatılması,
gayrimüslim mezarlıklarına yönelik saldırılar düzenlenmesi ve onların ev,
işyeri ve araçlarının kundaklanmasının planlandığı ifade edilmiştir.
26. İrtica ile
Mücadele Eylem Planı, yine kitle iletişim araçları (medya organları) kullanılarak,
halkın iktidardaki Ak Parti'ye olan desteğini ortadan kaldırmak için yanıltıcı
haberler yapılmasını içermektedir. Bu planla, Ergenekon soruşturmasında
tutuklanan askerlerin masum olduğu yönünde propaganda yapılarak, kara
propaganda yoluyla halkın iktidar partisine olan desteğinin yok edilmesi
amaçlanmıştır.
27. Ayışığı isimli eylem planı ise,
öncelikle, her türlü anti demokratik eyleme karşı olmakla tanınan dönemin
Genelkurmay Başkanı H.Ö.'nün etkisiz hale
getirilmesini veya görevinden ayrılmaya zorlanmasını hedeflemiştir. Bu plan, Ak
Parti üyesi bir kısım milletvekillerinin bu partiyi terk etmesini sağlamayı da
amaçlamıştır. Ayrıca, hükümet aleyhine yapılacak bir askeri darbe için
Cumhurbaşkanı'nın desteğini almayı veya onun tarafından gelecek muhalefeti
etkisiz kılmayı da hedeflemiştir.
28. Yakamoz isimli eylem planına
gelince, bu plan özellikle yapılacak askeri darbenin uygulanmasına ve hükümetin
devrilmesinden sonra kurulacak hükümete ilişkin planları içermektedir.
29. Eldiven eylem planı, planlanan
askeri darbenin gerçekleştirilmesinden sonra alınacak özel önlemlere
ilişkindir. Bu eylem planında, medyanın ve siyasi oluşumların yeniden
yapılandırılması, silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi, yeni bir
Cumhurbaşkanının seçilmesi, bazı yürütme organlarının yeniden düzenlenmesi ve
dış politikanın yeniden belirlenmesi konularında planlara yer verilmiştir.
30. "Ergenekon
Soruşturması" olarak adlandırılan soruşturma sürecinde, bazı suikast planları
ele geçirilmiştir. Bazı şüpheliler, gerçekleştirilen birkaç suikast olay veya
planının faili oldukları gerekçesiyle, elde edilen delillere de dayanılarak,
savcılıkça bu soruşturmaya dâhil edilmiştir.
31. Soruşturmada elde edilen
delillere dayanılarak, Cumhuriyet Gazetesi merkez binasına yapılan saldırı
olayı ile Danıştay olayına ilişkin dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde
yürütülen ve Ergenekon ismi verilen dava ile birleştirilmiştir. İlgili
sanıklar, halen Ergenekon davası çerçevesinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
önünde yargılanmaya devam etmektedir.
32. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 8 Mart 2009 tarihli İddianamesinde (s. 78) soruşturma kapsamında
elde edilen delillerden Ergenekon isimli davada yargılanan bazı sanıkların
özellikle PKK, DHKP-C ve Hizbullah isimli terör örgütleriyle
ilişkilerinin olduğunun saptandığı, hatta bu örgütlerin, söz konusu davanın
sanıkları tarafından kontrol altına alındığı ve yönlendirildiği iddia
edilmiştir
33. Bazı sanıklarda ele
geçirilen "Ergenekon - Analiz Yeni
Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi" isimli belgede,
medyanın işlevi ve toplum üzerindeki etkileri incelenerek, örgütün kendi medya
kuruluşlarını oluşturması ve mevcut medya kuruluşlarını da kontrol altına
alması gerektiği ifade edilmiştir.
34. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 26 Ağustos 2011 tarihli iddianamesinde (s. 5) bazı sanıkların ev
ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen "Ulusal Medya 2001" isimli belgenin,
yukarıda ifade edilen amacın gerçekleştirilmesi için hazırlandığı iddia
edilmiştir.
b. Başvurucunun Gözaltına Alınması, Hakkında Yürütülen Soruşturma ve
Açılan Davanın Seyri
35. 1 Temmuz 2008 tarihinde,
başvurucu adı geçen örgütle bağlantılı olduğu gerekçesiyle gözaltına
alınmıştır.
36. 5 Temmuz 2008 tarihinde
Cumhuriyet savcılığında ifadesi alınmış, aynı gün tutuklanması istemiyle
nöbetçi mahkemeye sevk edilmiş, mahkemece hakkında adli kontrol kararı
verilerek serbest bırakılmıştır.
37. Başvurucunun bilgisayarının
belleğinde yapılan incelemede, yukarıda belirtilen darbe planlarına ilişkin
bilgilere rastlanmıştır. Günlük şeklinde kaleme alınan yazılarda, "2003 ile 2004 yıllarını kapsayan darbe
hazırlıklarına ilişkin anekdotlara"
rastlanmıştır. Bu notlarda, belirtilen darbe planlarıyla paralellik oluşturan
bilgilerin yer aldığı görülmüştür.
38. Soruşturmanın devamında elde
edilen yeni deliller üzerine başvurucu, Ergenekon Terör Örgütü üyesi olduğu
iddiası ile 5 Mart 2009 tarihinde tekrar gözaltına alınmıştır.
39. Aynı gün başvurucunun
Cumhuriyet savcılığında ifadesi alınmış, tutuklanması istemiyle sevk edildiği
mahkemece 6 Mart 2009 tarihinde tutuklanmıştır.
40. Toplam 56 şüphelinin yer
aldığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 8 Mart 2009 tarihli iddianamesinde
başvurucuya, "Silahlı terör örgütüne
üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri
tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetine karşı silahlı isyana tahrik, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan
kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs, Devletin güvenliğine
ilişkin gizli belgeleri temin etme, açıklanması yasaklanan gizli bilgileri
temin etme" suçları isnat edilerek cezalandırılması talep
edilmiştir.
41. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ne
sunulan bu iddianamede başvurucu, Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün üst
yönetiminde yer alan özel vazifeyi haiz üyesi olmakla itham edilmiştir (s. 850
vd.). İddianameye göre başvurucu üst düzey kişilerin koordinasyonundan
sorumludur ve içinde Devlete ait gizli bilgi ve belgelerin bulunduğu birçok
gizli belgeyi elde edip bulundurmuştur. Başvurucu, gazetecilik
kimliğiyle elde edilmesi mümkün olmayan çok sayıda ve farklı Devlet birimlerine
ait, çoğunluğu Devletin güvenliğine ait önemdeki belgeleri örgütün üyeleri ve
üst düzey yöneticilerinden elde etmiştir. Başvurucu, yürütme organını devirmeye
teşebbüs eylemlerinin her aşamasında aktif olarak yer almıştır. Bu iddiaları
desteklemek üzere Savcılık, Ağır Ceza Mahkemesi'ne ilgilinin ve suç ortaklarının
evlerinde gerçekleştirilen aramalar esnasında el konulan belgeleri, DVD ve
bilgisayar kayıtlarını, ayrıca telefon dinleme raporlarını delil unsurları
olarak sunmuştur.
42. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın başvurucu ve diğer sanıklar hakkında düzenlediği 8 Mart 2009
tarihli iddianamesi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25 Mart 2009
tarihinde kabul edilmiş; "Ergenekon"
ana dosyası ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle dava
dosyalarının birleştirilmesine karar verilerek, başvurucunun yargılanmasına
başlanılmıştır.
43. Bakanlık görüşünün
hazırlandığı tarih itibarıyla, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi önünde devam
eden yargılamada toplam 320 ayrı celse yapılmıştır.
44. 22 ayrı iddianameyle açılan
davalar, aralarında fiili ve hukuki irtibat nedeniyle İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi'nin 2008/191 Esas sayılı "Ergenekon"
ana dosyasında birleştirilmiştir.
45. Başvurucunun yargılamasının
devam ettiği dava dosyasının 21 Haziran 2013 tarihli 320. celsesinde mahkeme,
"Hükmün hazırlanıp açıklanması amacıyla
dosyanın kapsamlı ve sanık sayısının çokluğu dikkate alınarak oturumun 5
Ağustos 2013 günü saat 09:00 a bırakılmasına"
karar vermiştir.
3. 5/8/2013
Tarihinde Tefhim Edilen Kısa Karar
46. UYAP vasıtasıyla elde edilen
5 Ağustos 2013 tefhim tarihli kısa kararda başvurucu hakkında;
i. Hakkında 5237 sayılı TCK 314/2, 311/1, 312/1 ve 313/1 maddeleri
gereğince ayrı ayrı cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de, sanığın
eylemlerinin bir bütün halinde 5237 sayılı TCK 312/1 ve 765 sayılı TCK 147
maddelerindeki suçu oluşturduğu, suç için
elverişli eylemlerin gerçekleştirildiği tarihin 1 Haziran 2005 tarihinden önce
olması dikkate alınarak, suç tarihinde yürürlükte olan ve lehine olan 765
sayılı TCK 147 maddesinde yazılı "Türkiye
Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat veya Vazife Görmekten Cebren
Men Etmek" suçunu işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 765
sayılı TCK 147. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla
cezalandırılmasına; eylemin teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle anılan
Kanun’un ve 61/1 maddesi gereğince cezasında indirim yapılmak suretiyle takdiren ve neticeten 16 yıl hapis cezasıyla
cezalandırılmasına,
ii. TCK 135. maddesi gereğince cezalandırılması talebi ile dava
açılmış ise de, sanığın iddianamede anlatılan eyleminin TCK 136. maddedeki suçu
oluşturduğu anlaşılmakla; eylemine uyan TCK 136/1 maddesi gereğince takdiren üst sınırdan ceza tayini ile 4 yıl hapis cezası
ile cezalandırılmasına; sanığın zincirleme şekilde suç işlediği anlaşıldığından
TCK 43/1-2 maddesi gereğince, verilerin sayısı dikkate alınarak takdiren 3/4 oranında cezasında artırım yapılarak neticeten
7 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,
iii. TCK 326. maddesi gereğince cezalandırılması talebi ile kamu
davası açılmış ise de, sanığın eyleminin TCK 327. maddedeki suçu oluşturduğu
anlaşıldığından, eylemine uyan TCK 327/1 maddesi gereğince takdiren
alt sınırdan ayrılmak suretiyle 6 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,
sanığın zincirleme şekilde suç islediği anlaşıldığından TCK 43/1 maddesi
gereğince, suça konu bilgi ve belgelerin sayısı dikkate alınarak takdiren 1/2 oranında cezasında artırım yapılarak,
neticeten 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,
iv. Yasaklanan bilgileri temin etme suçunu islediği sabit
olduğundan, eylemine uyan TCK 334/1 maddesi gereğince takdiren
alt sınırdan ayrılmak suretiyle 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,
sanığın zincirleme şekilde suç işlediği anlaşıldığından, TCK 43/1 maddesi
gereğince, suça konu bilgi ve belgelerin sayısı dikkate alınarak, takdiren 1/3 oranında cezasında artırım yapılarak,
neticeten 2 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
ayrıca
5237 sayılı TCK’nun 53.,
58/9 ve 63. maddelerinin uygulanmasına hükmedilmiştir.
47. Başvurucu hakkındaki davanın
temyiz aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili
Hukuk
1. Anayasa
48. Anayasa’nın “Yasama dokunulmazlığı” başlıklı 83.
maddesi şöyledir:
“Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri
sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında
tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.
Seçimden önce veya
sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı
olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır
cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış
olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır.
Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük
Millet Meclisine bildirmek zorundadır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün
yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince
zamanaşımı işlemez.
Tekrar seçilen
milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden
dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme
yapılamaz ve karar alınamaz.”
49. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması”
başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Anayasada yer alan
hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden
hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin
yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde
yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı
faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”
2. 1/3/1926 tarih
ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu
50. Kanun’un 147. maddesi
şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları
teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis
cezası hükmolunur …”
51. Aynı Kanun’un 61. maddesi,
işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun
teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir.
3. 26/9/2004 tarih
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
52. Kanun’un 136. maddesi
şöyledir:
“Kişisel verileri,
hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir
yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
53. Kanun’un 137. maddesi
şöyledir:
“Yukarıdaki
maddelerde tanımlanan suçların;
a) Kamu görevlisi
tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek
ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde,
verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
54. 311. maddenin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini
ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya
tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasıyla cezalandırılırlar.”
55. 312. maddenin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini
ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye
teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.”
56. 313. maddenin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Halkı, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı bir
isyana tahrik eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla
kadar hapis cezası verilir. İsyan gerçekleştiğinde, tahrik eden kişi hakkında
yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.”
57. 314. maddenin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan
on yıla kadar hapis cezası verilir.”
58. 326. madde şöyledir:
“(1) Devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal
yararlarına ilişkin belge veya vesikaları kısmen veya tamamen yok eden, tahrip
eden veya bunlar üzerinde sahtecilik yapan veya geçici de olsa, bunları tahsis
olundukları yerden başka bir yerde kullanan, hileyle alan veya çalan kimseye
sekiz yıldan oniki yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Yukarıdaki yazılı fiiller, savaş sırasında işlenmiş veya
Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini
tehlikeye koymuş ise müebbet hapis cezası verilir.”
59. 327. madde şöyledir:
“(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin eden
kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş
hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye
koymuşsa müebbet hapis cezası verilir.”
60. 334 madde şöyledir:
“(1)Yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre
açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken
bilgileri temin eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiil, Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş
etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise
faile beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
4. 12/4/1991 tarih
ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
61. Kanun’un 5. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında
ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları
yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda,
gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı
aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması
dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu
madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın
üçte ikisinden az olamaz.
…”
5. 4/12/2004 tarih
ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
62. Kanun’un 100. maddesi
şöyledir;
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer
alan; (1)
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304,
307, 308),
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…
(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece
adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla
olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”
63. “Adli kontrol” başlıklı 109. maddesi şöyledir:
“(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada,
100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin
tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
(2) Kanunda tutuklama
yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.
(3) Adlî kontrol,
şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi
tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına
çıkamamak.
b) Hâkim tarafından
belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hâkimin belirttiği
merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin
veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
d) Her türlü
taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz
karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.
e) Özellikle
uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak
amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene
tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.
f) Şüphelinin parasal
durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok
taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce
belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.
g) Silâh bulunduramamak
veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî
emanete teslim etmek.
h) Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek
parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel
güvenceye bağlamak.
i) Aile
yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm
edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.
j) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Konutunu terk etmemek.
k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk
etmemek.
l) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.
(4) (Ek: 25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.)
(5) Hâkim veya
Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında
şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak
izin verebilir.
(6) Adlî kontrol
altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup
edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde
uygulanmaz.
(7) (Ek: 6/12/2006 – 5560/19 md.) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin
dolması nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî kontrole ilişkin hükümler
uygulanabilir.”
64. Kanun’un 260. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı
Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış
olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan
sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları
açıktır.
(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları,
mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde
bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye
ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet
savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına
başvurabilirler.
(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun
yollarına başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
65. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
26/12/2012 tarih ve 2013/1272 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
66. Başvurucu, tutuklanmasını
haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi mevcut olmadığını, basmakalıp ve
dolayısıyla gerekçesiz kararlarla uzatılan tutukluluğun makul süreyi aştığını,
yargılamayı yapan mahkemenin tabii hâkim ilkesine aykırı olduğunu, gazetecilik
faaliyetleri nedeniyle yargılandığını, milletvekili olmasına rağmen bu görevi
yerine getiremediğini ve yasama dokunulmazlığından faydalanamadığını belirterek
Anayasa’nın 19., 28., 37., 83. ve 141. maddeleriyle
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5., 6., 10. ve 1 No’lu
Protokolün 3. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
67. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği
hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının devamında,
başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olmasının şart
olduğu, dördüncü fıkrasında ise bireysel başvuruda kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı belirtilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiası
68. Başvurucu, tutukluluğuna
gerekçe olarak gösterilebilecek ve objektif
gözlemciyi ikna edecek derecede somut olay, olgu ve bilgi mevcut olmadığı halde
gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklandığından ve tutukluluğun
sürdürüldüğünden şikâyet etmiştir.
69. Adalet Bakanlığı görüşünde
bu şikâyetle ilgili ayrı bir değerlendirme yapmamıştır.
70. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
71. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No:
2012/239, 2/7/2013, § 43).
72. Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme
bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç
işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri
için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli
sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil
sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine
özgü şartlarına bağlıdır.
73. Ancak bu nitelemeye bağlı
olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında
delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira
tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna
göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (AİHM
kararları için bkz. Murray/ Birleşik Krallık, B.No.
14310/88, 28/10/1994, § 55; Talu/Türkiye (KE), B.No. 2118/10,
4/12/2012, § 25).
74. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1)
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği
konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (B. No: 2012/239,
2//7/2013, § 46).
75. Diğer yandan, Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin
kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar
bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun
hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir
yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı
yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük
ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi
gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B.
No: 2012/239, § 49).
76. Somut olayda başvurucu,
hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 5/3/2009
tarihinde göz altına alınmış ve 6/3/2009 tarihinde İstanbul Ağır Ceza
Mahkemesi’nde Nöbetçi Hâkim tarafından tutuklanmıştır. Tutuklamaya gerekçe
olarak, “atılı suçun vasıf ve mahiyeti,
mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun CMK. 100/3
maddesinde sayılı suçlardan olması, kaçma ve delilleri karartma şüphesi”
gösterilmiştir. Başsavcılık, 8/3/2009 tarihinde
şüphelileri arasında başvurucunun da bulunduğu iddianameyle dava açmıştır.
İddianamede başvurucunun isnat edilen suçlardan cezalandırılması talep edilmiş
ve delil olarak, “hukuka aykırı olarak
çekilmiş görüntülere”, “kitaplarında kullanılan belgelere”, “bilgisayarından
sildiği halde teknolojik imkanlarla geri getirilen
verilere”, “kendisinin yaptığı telefon görüşmelerine” “üçüncü şahısların kendi
aralarında yapmış oldukları telefon görüşmelerine” yer verilmiştir
(§§ 11,12). Dosyanın incelenmesinden başvurucunun evinde ve işyerinde yapılan
aramalarda devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından
niteliği itibarıyla gizli kalması gereken 436 adet belgenin bulunduğu,
bilgisayarının belleğinde yapılan incelemede darbe planlarına ilişkin bilgilere
rastlandığı ifade edilmiştir. Ayrıca Başsavcılık tarafından
sunulan esas hakkındaki mütalaada, devletin iç ve dış siyasal yararları
gereğince gizli kalması gereken çok sayıda belgeyi başvurucunun gazeteci
sıfatıyla değil, Ergenekon Terör Örgütünün temel amaçlarından biri olan
bilginin paraya çevrilebilirliği ve istihbarat toplamanın örgütsel açıdan
önemine binaen ve örgütsel çalışmalar gereği irtibat kurduğu kişilerden elde
ettiği, çoğunluğu devletin güvenliğine ilişkin bu belgelerin içerik ve
miktarları göz önüne alındığında başvurucunun bunları gazetecilik kimliği ile
elde etmesinin mümkün olmadığı, mensubu olduğu örgüt üyelerinden elde ettiği
belirtilmiştir.
77. Bu durumda başvurucunun, suç
işlediğinden şüphelenilmesi için inandırıcı nedenlerin bulunmadığı halde salt
gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklandığı ve tutukluluğun sürdürüldüğü
iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutuklama ve tutukluluğun
devamı kararlarında mahkemelerin bu konudaki hukuki yetki ve görevleri
çerçevesinde kararlarını verdikleri anlaşılmaktadır. Başvuru kapsamında bunun
aksini ifade eden bir husus da yer almamaktadır. Tutukluluğun devamına dair
kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı meselesinin ise
tutukluluğun makul olup olmadığının incelenmesi sırasında ele alınması gerekir
78. Açıklanan nedenlerle
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası
79. Başvurucu, hakkındaki
davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından
görüldüğünü, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
80. Bakanlık, başvurucu aleyhine
açılan kamu davasının ilk derece mahkemesinde derdest olduğunu, makul sürede
yargılanmaya ilişkin olanlar hariç adil yargılanma hakkına dair şikâyetler
konusunda kanun yolları henüz tüketilmediği için başvurunun bu aşamada
dinlenemeyeceğini ifade etmiştir.
81. Başvurucu bu görüşe karşılık
herhangi bir itiraza yer vermeden, davaya bakan mahkemenin bağımsız ve
tarafsızlığına ilişkin başvuru formundaki iddialarını kısaca tekrarlamakla
yetinmiştir.
82. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
83. Bu hüküm uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
84. Zira temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu
ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle
yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde
olağan kanun yolları vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel
başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması
içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, §§ 17, 18, 26/3/2013).
85. Başvurucu hakkındaki dava
derdest olup, temyiz aşamasındadır. Bu şikâyet bakımından olağan kanun yolları
tüketilmemiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. İfade hürriyetinin ihlal edildiği iddiası
86. Başvurucu gazetecilik
faaliyetleri nedeniyle yargılandığını ve bu kapsamda tutuklu bulunduğunu ileri
sürerek ifade hürriyetinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
87. Adalet Bakanlığı, devletin
güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli
kalması gereken 436 adet belgenin evinde ve işyerinde yapılan aramalarda
bulunduğu, bilgisayarının belleğinde yapılan incelemede darbe planlarına
ilişkin bilgilere rastlandığı iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca
2009/188 sayılı iddianameyle başvurucu hakkında dava açıldığını; Başsavcılık
tarafından sunulan esas hakkındaki mütalaada, devletin iç ve dış siyasal
yararları gereğince gizli kalması gereken çok sayıda belgeyi başvurucunun
gazeteci sıfatıyla değil, Ergenekon Terör Örgütünün temel amaçlarından biri
olan bilginin paraya çevrilebilirliği ve istihbarat toplamanın örgütsel açıdan
önemine binaen ve başvurucunun örgütsel çalışmalar gereği irtibat kurduğu kişilerden
elde ettiğinin iddia edildiğini, çok sayıda ve farklı devlet birimlerine ait
ayrıca çoğunluğu devletin güvenliğine ait önemdeki bu belgelerin içerik ve
miktarları göz önüne alındığında başvurucunun bunları gazetecilik kimliği ile
elde etmesinin mümkün olmadığından mensubu olduğu örgüt üyelerinden elde
ettiğinin mütalaa edildiği ifade edilmiştir.
88. Bakanlık, ayrıca,
başvurucunun ileri sürdüğü ifade özgürlüğü ihlallerinin ne surette ve nasıl
gerçekleştiğinin tam olarak anlaşılamadığını, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin Trofımchuk/Ukrayna, B. no.4241/03, 28/10/2010 ve Baillard/Fransa, B.
no. 51575/99, 26/3/2002 kararlarına atıfla, bir
başvuruda başvurucunun Sözleşme'deki bir veya birkaç
maddenin ihlal edildiğini belirtmekle yetinmesinin yeterli olmadığını, bu
maddelerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklamada bulunması gerektiğini,
aksi takdirde başvurunun kabul edilemez bulunduğunu; somut olayda da ifade hürriyetinin nasıl ihlal edildiğine dair bir
açıklama bulunmadığından başvurunun açıkça temelden yoksun olduğunu
ifade etmiştir.
89. Başvurucu, Bakanlığın
görüşünde yer verdiği Savcılık değerlendirmelerinde bahsi geçen "delillerin” bugüne kadar kendisinin
gazetecilik faaliyeti çerçevesinde elde ettiği ve kitaplarında kullandığı
belgeler ile Cumhuriyet gazetesinde çıkan haber ve yazılardan ibaret olduğunu,
gazeteci kimliği ile yaptığı görüşmeler ve yazdığı yazılar nedeniyle
iddianamedeki sevk maddeleriyle yargılandığını ileri sürmüştür. Yapmış olduğu
görüşmeler, gazetedeki yazıları, televizyon ve radyo programları ve kendisine
gönderilen veya kendisinin doğrudan veya dolaylı olarak açıklamaya
zorlanamayacağı haber kaynaklarından aldığı bilgi veya belgeler nedeniyle
kendisine suç isnat edilmesinin hukuken mümkün olmadığını iddia etmiştir. Başvurucu, yaptığı görüşmelerin birçoğunu yazılmamak kaydı ile
yaptığı için bu görüşmelerden elde ettiği bilgileri bir gazetecilik süzgecinden
geçirerek köşe yazılarında ele aldığını veya haber olarak kullandığını;
kendisinden arama sonucu elde edildiği ileri sürülen tüm bilgi ve belgelerin
işyerinde yapılan aramada elde edildiğini, evinde yapılan aramada ve evindeki
bilgisayarlarında hiçbir bilgi ve belgenin bulunmadığının iddianamenin
eklerinde açıkça belirtildiğini savunmuştur. Kendisinden elde edilen bilgi
ve belgelerin gazetedeki köşesinde veya "İran
Raporu", "Suriye Raporu", "Irak Bataklığında Türk -
Amerikan İlişkileri" ile "Devlet
ve İslam" adlı kitaplarında kullanıldığını öne sürmüştür.
Dolayısıyla, bir gazeteci olarak elde ettiği veya kendisine ya da Cumhuriyet
Gazetesi'ne gönderilen belgelerin suç unsuru olarak nitelendirilmesinin
Anayasa'nın 28. maddesiyle AİHS'in 10. maddesine
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
90. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
91. Bu hüküm uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
92. Başvurucunun hakkındaki dava
derdest olup, temyiz aşamasındadır. Bu şikâyet bakımından olağan kanun yolları
tüketilmemiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Diğer şikayetler
93. Başvurucunun gerekçesiz ve
formül kararlarla uzatılan tutukluluğun makul süreyi aştığına dair şikâyeti ile
seçilme hakkının ihlal edildiğine dair şikayeti açıkça
dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
İnceleme
a.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği iddiası
94. Başvurucu, tahliye
taleplerinin sürekli olarak aynı ve yasal olmayan gerekçelerle reddedilmesi
nedeniyle tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür. Başvurucu, AİHM’in Sözleşme’nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası
konusundaki yerleşmiş içtihatlarına göre, mahkemelerin kararlarında, suçsuzluk
karinesini de göz önünde tutarak kişi özgürlüğüne istisna getirmeyi meşru kılan
bir kamu yararının varlığını, kaçmaya ilişkin tehlikenin varlığını ve
tutuklamaya alternatif tedbirlerin neden uygulanmadığını tartışmak ve
gerekçelendirmek durumunda olduklarını, “isnat olunan suçun vasfı” ve
“delillerin durumu” gibi gerekçelerin çok uzun süren tutukluluk hali için
yeterli görülmediğini, Anayasa’nın 141. maddesinde de bütün mahkemelerin her
türlü kararlarının gerekçeli yazılmasının emredildiğini, buna göre tutukluluk
halinin, tutuklamanın gerekçesiz olması nedeniyle Anayasa’nın 141., tutuklama şartlarının olmaması nedeniyle 19. maddesiyle AİHS’in 5. maddesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
95. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun, "Silahlı terör örgütüne
üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri
tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma; Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti'ne karşı silahlı isyana tahrik etme; Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni
ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme; Devletin
güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme ve açıklanması yasaklanan gizli
bilgileri temin etme" suçlarını işlediği iddiasıyla 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun ilgili hükümleri
uyarınca cezalandırılması talebiyle açılan bir dava kapsamında tutuklu olarak
yargılandığını ifade etmiştir.
96. Bakanlık, İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin 2009/191 Esas sayılı dosyası üzerinden görülen davanın, 22
ayrı iddianame ile açılan farklı davaların aralarındaki fiili ve hukuki irtibat
nedeniyle birleştirilmesi sonucu kapsamlı bir dava olduğunu, bu davada
başvurucu ile beraber toplam 275 sanığın yargılandığını ve dava dosyasının
yaklaşık 3.500 ek delil klasöründen oluştuğunu; davaya bakan Mahkeme’nin
haftanın dört günü duruşma yaptığını, AİHM'in
başvurucu ile aynı davada yargılanan bir kişinin başvurusu üzerine verdiği kabul
edilemezlik kararında (Gazi Güder/Türkiye,
B. No. 24695/09, 30/4/2013, [KK], § 54), ağır organize
suçlara ilişkin olarak çok sayıda sanık hakkında yürütülen ceza davasının
karmaşıklığına ve kapsamına nazaran, somut olayda yargılama makamlarına
atfedilecek ve yargılama sürecini uzatan bir hareketsiz kalma sürecinin
bulunmadığını tespit ettiğini, buna göre başvuru konusu yargılamada süreci
uzatan bir durumun bulunmadığını savunmuştur.
97. Bakanlık, mahkemenin
tutukluluğun devamına karar verirken belirli bir süre "suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak
kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun
CMKI00/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması" şeklindeki
gerekçelere dayandığını, ancak, 5 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352
sayılı Kanun’dan sonraya tekabül eden 27 Temmuz 2012 tarihli 210. celsede,
başvurucunun tahliye talebini ayrı ve ayrıntılı biçimde değerlendirdiğini, sonraki
tutukluluk değerlendirilmelerinde de anılan karara atıfta bulunmak suretiyle
başvurucunun tutukluluğunun devamına dair gerekçelerin devam ettiğini
kararlarında gösterdiğini ifade etmiştir.
98. Bakanlık, ayrıca, yetkili
mahkemelerin tutukluluğun devamına karar verirken adli kontrol tedbirlerinden
herhangi birine başvurmanın yerinde olup olmayacağını da kararlarında tartıştıklarını,
dolayısıyla başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığı şikâyetini kabul
edilebilirlik şartları ve esas yönünden değerlendirmesinin, başvuranın
yargılandığı davanın kapsamı ve kendine özgü karmaşıklık düzeyi, sanığa isnat
edilen eylemlerin ciddiyeti ve alması muhtemel cezaların ağırlığı, yargılama
makamının yargılamayı kendinden beklenen her türlü dikkat ve özeni gösterir
şekilde sürdürüp sürdürmediği, başvurucunun tutuklu kaldığı süre, yerel
mahkemenin başvuranın tutukluluğunun devamına yönelik olarak ve özellikle 27
Temmuz 2012 tarihinden beri kullandığı gerekçelerin AİHM'in
yukarıda belirtilen kararları da göz önüne alınmak suretiyle Anayasa
Mahkemesi’nin takdirinde olduğunu ifade etmiştir.
99. Başvurucu, Bakanlığın bu
değerlendirmelerine karşı çıkmıştır. Başvurucuya göre, tahliye talepleri genel
nitelikteki şablon gerekçelerle reddedilmiştir. Tutukluluk tedbiri için
yalnızca suç işleme konusundaki makul şüphe yeterli olmayıp, sanığın kaçma,
saklanma, delilleri karartma, yargılamayı etkileme, kamu düzenini bozma veya
yeni bir suç işleme yönünde şüphe oluşturması da gerekmektedir. 1/7/2008 tarihinde soruşturma kapsamında ilk kez gözaltına
alındıktan sonra tutuklama istemiyle nöbetçi mahkemece tutuklanmamış ve
hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmıştır. Bu dönemde kaçma, saklanma,
delilleri karartma veya yeni bir suç işleme yönünde şüphe oluşturmasına neden
olacak hiçbir olay yaşanmamıştır. Milletvekili seçildikten sonraki dönem
bakımından da kaçma, saklanma, delilleri karartma veya yeni bir suç işleme
yönünde şüphelerin varlığı iddia edilemez. 4 yıl 5 aya yaklaşan tutukluluk
süresi boyunca hangi nedenlerle adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağını
öğrenebilme şansı da olmamıştır. Tutukluluğun devamı kararları, şartları
gerçekleşmeden gerekçesiz olarak verilmiştir.
100. Her ne kadar başvurucu,
tahliye taleplerinin sürekli olarak aynı ve yasal olmayan gerekçelerle
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 141. maddesindeki hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ise de, şikâyetin ifade biçimine göre incelemenin Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrası kapsamında yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
101. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
102. Bu hükümle, bir ceza
soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede
bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme hakları güvence altına alınmıştır.
103. Tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Anayasanın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini
bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas,
tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Masumiyet karinesine rağmen
tutukluluğun devamı, ancak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına nazaran daha
ağır bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı görülebilir (B. No:
2012/237, 2/7/2013, § 61). Bu nedenle bir davada
tutukluluğun makul süreyi aşmamasını gözetmek, öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir. Bu amaçla, belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların
derece mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi ile serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir
(B. No: 2012/237, 2/7/2013, § 62).
104. Tutuklama tedbirine,
kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu
kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir
süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre
geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam
ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli
yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize
suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde
gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. (B. No: 2012/237, 2/7/2013, § 63). Tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Contrada/İtalya, B. No. 27143/95, 24/8/1998, § 66-67; Chraidi/Almanya, B. No. 65655/01,
26/10/2006, § 42-45).
105. Diğer taraftan kişi
özgürlüğü, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla
etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek
biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendinin, Sözleşme’ye taraf devletlerin güvenlik
görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak
mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde
uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (bkz. Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09, 9/7/2013,
§ 46).
106. Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına
alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama
tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir.
Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No:
2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).
107. Somut olayda başvurucu 5/3/2009 tarihinde Ankara’da gözaltına alınmış ve 6/3/2009
tarihinde İstanbul’da tutuklanmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 5/8/2013 tarihinde başvurucu hakkında mahkumiyet hükmü tesis
etmiştir. Bu durumda makul süre açısından dikkate alınması gereken tutukluluk
süresi 4 yıl 5 aydır.
108. Başvurucu ve Adalet
Bakanlığı tarafından sunulan tutukluluğa ilişkin kararlar incelendiğinde, 6/3/2009 tarihli ilk tutuklama kararında “atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu,
kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılı suçlardan
olması, kaçma ve delilleri karartma şüphesi” gerekçesine yer
verildiği görülmektedir. 25/12/2009 tarihli 28.
celsede alınan kararda gerekçe olarak “Dosya
kapsamı, her sanığa iddianamede ayrı ayrı isnat olunan suçlamalar ve bunlarla
ilgili sevk maddeleri, delillerin tamamen toplanmamış ve sanıkların halen
savunmalarının bitmemiş olması, atılı suçların işlendiği hususunda kuvvetli
şüphe sebeplerinin varlığının devam etmekte ve bu suçların CMK’nun
100/3. maddesinde sayılan suçlardan olması” nedenlerine
dayanılmıştır.
109. Başvurucunun 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimlerde 24. Dönem
milletvekili seçilmesi üzerine, bu durumun dikkate alınarak tahliyesine karar
verilmesi talebine karşılık 13. Ağır Ceza Mahkemesi 23/6/2011 tarihinde vermiş
olduğu ret kararında, Anayasa’nın 83. ve 14. maddeleri ile Yargıtay 9. Ceza
Dairesi’nin bu konudaki emsal kararları dikkate alınmak suretiyle başvurucu
hakkındaki soruşturmanın seçimlerden önce başlatıldığını ve durumunun
Anayasa’nın 14. maddesine uyduğunu, milletvekili seçilmesinin başlı başına
tahliye nedeni teşkil etmediğini belirterek, “sevk
maddelerinin ağır cezalık ve CMK 250. maddesi kapsamında kalan suçlara ilişkin
olduğu, isnatların kuvvetli suç şüphesini içerdiği, başvurucunun milletvekili
seçilmekle kaçma şüphesinin kalmadığı savının sübjektif bir değerlendirme
olduğu, dosyadaki sanık sayısının çokluğu nedeniyle delillerin tamamının toplanamamış
olduğu, iddianamede başvurucuyla irtibatlı olduğu iddia edilen diğer sanıkların
savunmalarının alınmasının tamamlanamamış olduğu, tanıkların dinlenmesine ise
henüz geçilemediği” gerekçeleriyle tutukluluk halinin devamına karar
vermiştir. Bu karara itiraz üzerine incelemeyi yapan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi,
29/6/2011 tarihli kararla, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
kararında usul ve yasaya aykırı herhangi bir isabetsizlik görülmediğini
belirterek itirazın reddine karar vermiştir.
110. Anayasa’nın 67. maddesi
seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını güvenceye almaktadır. 67.
maddenin birinci fıkrasına göre, “Vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya
bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma
hakkına sahiptir”. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2.
maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi
haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi
faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
111. Seçilme hakkı sadece
seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili
olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da hiç kuşkusuz,
kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen
kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama
faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil,
aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir
müdahale teşkil edebilir (aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sadak ve Diğerleri/Türkiye, B.No. 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, § 33, 40). AİHM, milletvekili-seçmen ilişkisinden
hareketle, ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle
önemli olduğunu, zira milletvekilinin seçmeni temsil ettiğini, onların
taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif
milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin daha sıkı bir denetimi
gerektirdiğini vurgulamıştır (bkz. Castells/İspanya, B.No. 11798/85, 23/12/1992, § 42).
112. Anayasa’nın 83. maddesi,
milletvekillerinin hiç bir baskı ve tehdit altında kalmadan serbestçe yasama
faaliyetlerini yürütebilmelerini temin etmek için yasama sorumsuzluğu ve
dokunulmazlığı kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerine yasama
faaliyetleri sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk
tanınmıştır. Ayrıca milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar
nedeniyle tutulma, tutuklanma, sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama
faaliyetlerine aksatmadan katılmalarını temin etmek maksadıyla dokunulmazlık
yoluyla koruma altına alınmışlardır. Bu güvenceler, milletvekillerine tanınan
bir ayrıcalık ya da imtiyaz olmaktan ziyade, temsil ettikleri seçmenlerinin
görüş ve düşüncelerinin siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya
dönük koruyucu tedbirlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi 30/12/1997
tarihli kararında dokunulmazlığın amacını “yasama organı üyelerini, görevlerini
tam olarak yerine getirmelerini engelleyecek gereksiz suçlamalardan korumak”
şeklinde ifade etmiştir (AYM, E. 1997/73, K. 1997/73, K.T: 30.12.1997).
113. Bununla birlikte Anayasa’nın
83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar
getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliği süresiyle
sınırlıdır. Yine bu süre içerisinde, seçimden önce veya sonra herhangi bir suç
işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla
kaldırılabilmesi mümkündür. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ile seçimden
önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki
durumlar ise dokunulmazlık kapsamı dışında tutulmuştur. Davaya bakan mahkemenin
gerekçesinden, başvurucunun durumunu Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kaldığı
yönünde değerlendirdiği anlaşılmaktadır.
114. Anayasa’nın 83. maddesinde
14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme
hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehine yorumlanmalıdır. Bu nedenle
tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde,
çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine
katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması
gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin
tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından
kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut
olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin
aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte
ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda
gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine de bakılmalıdır.
Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir milletvekili olarak siyasi faaliyette
bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı
arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin
gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
115. Bu nedenle, seçimden önce
soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki
bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinin tutukluluk halinin incelenmesi
sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını işlevsiz hale getirebileceği
göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek üzere belli bir süre için
seçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak
koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. 5271
sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında buna imkân tanıyan
hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler
sonucunda bunların sayısının artırıldığı görülmektedir (§ 63).
116. Tutuklamanın devamına karar
verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel
durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin
kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye taleplerini
inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince
kişiselleştirmemiş, aynı zamanda milletvekili seçilmiş olan başvurucunun
kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya
koyamamıştır.
117. Mahkemenin, 6352 sayılı
Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine
verdiği 27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava
kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs
etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması
şeklindeki gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine
olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla
bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır.
Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle
genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak,
kişiselleştirmeyi engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna
olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına
ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu
söylenemez.
118. Milletvekili seçildikten
sonra yapmış olduğu tahliye talebi ile ilgili karar ve bu karara itiraz üzerine
verilen karar tarihinde başvurucu yaklaşık olarak 2 yıl dört ay tutuklu
kalmıştır. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı
Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012
tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkanı ortaya çıkmıştır. Buna
rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında
gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli kontrol tedbirlerinin
yeterince dikkate alınmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sonuç, 6352 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girdikten sonraki tahliye talepleri üzerine verilen kararlar
bakımından daha belirgindir. Bu durumda, tutukluluğun devamına karar verilirken
yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun
seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı arasında ölçülü
bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı
sonucuna varılmıştır.
119. Açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiği iddiası
120. Başvurucu milletvekili
seçilmesine rağmen, milletvekili dokunulmazlığından yararlandırılmadığını ve
tahliye edilmediğini, oysa yargılandığı dosyada kendisinin suç işlediğini
gösteren bir delil olmadığını, ayrıca milletvekili seçildikten sonra delilleri
karartma ve kaçma şüphesi gibi tutuklama nedenlerinin de ortadan kalktığı
gözetilmeksizin tahliye taleplerinin reddedildiğini, bunun sonucu olarak
milletvekilliği görevini yerine getiremediğini, bu nedenle siyasi faaliyet
özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
121. Adalet Bakanlığı,
başvurucunun bu başlık altındaki şikâyetlerinin AİHS’e
Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesi ile Anayasa’nın 83.
maddesinin ikinci fıkrası ve 14. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiğini
belirtmiştir. AİHM kararlarına atıfla seçme ve seçilme
hakkının mutlak olmadığını, bu alandaki düzenlemelerde taraf devletlerin geniş
bir takdir yetkisine sahip olduklarını, başvurucu hakkındaki sorunun seçilme
hakkıyla değil fakat tutuklu olması nedeniyle yasama dokunulmazlığından
yararlanıp yararlanmayacağına ilişkin olduğunu, bu anlamda tutukluluğun
devamına ilişkin kararla siyasi faaliyet özgürlüğüne getirilen sınırlamanın
ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
122. Başvurucu Bakanlık görüşüne
katılmamış, Mahkemenin tutukluluğun devamına ilişkin hukuki dayanaktan yoksun
kararı dışında kendisinin milletvekilliği görevini yerine getirememesini meşru
gösterecek hiçbir dayanağın Bakanlık görüşünde ileri sürülmediğini ifade
etmiştir.
123. Milletvekili seçilmesine
rağmen tahliye edilmediği için bu görevi yerine getiremediğini ileri süren
başvurucunun bu şikâyetinin, esas itibarıyla seçilme hakkıyla ilgili olduğu ve
Anayasa’nın 67. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
124. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa
ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını
içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
125. Anayasa’nın “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları”
başlıklı 67. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.”
126. AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi
şöyledir:
“Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul
aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı
taahhüt ederler.”
127. Anayasa’nın 67. maddesinde
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasî
faaliyette bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Çoğulcu demokratik
rejimlerin vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilen siyasi partiler, milli
iradenin oluşumu, anayasal rejimin işleyişi, siyasal düzeninin varlığı için
belirleyici rol oynayan kuruluşlardır. Parlamenter demokraside halk ile yönetim
arasındaki bağlantıyı ve parlamentonun siyasi meşruiyetini, demokratik usul ve
esaslara göre belirlenen seçimler aracılığıyla halkın temsilcisi olarak seçilen
milletvekilleri gerçekleştirirler.
128. Yasama yetkisinin sahibi
olan parlamento ve onu oluşturan milletvekilleri anayasal sınırlar içinde
toplumda var olan farklı siyasi görüşlerin temsilcileridirler. Serbest
seçimlerle halkın adına karar alma yetkisi verilen milletvekillerinin asli
görev alanı parlamento olup, sahip oldukları görev alanı üstün kamusal yarar ve
önem içermektedir.
129. Siyasi faaliyetlerde her
ülkenin kendi koşulları içinde yasalar ile sınırlamalar getirilebileceği
söylenebilirse de, milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde anayasal bir
koruma alanına sahip olduğu açıktır. Aslolan halkın
siyasi iradesinin engellenmemesi ve hakkın özünün etkisiz hale
getirilmemesidir. Seçilmiş milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine
getirmelerini engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk iradesiyle oluşan siyasal
temsil yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen iradesinin parlamentoya yansımasını
önleyecektir.
130. AİHM “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye Ek 1 Nolu Protokol’ün
3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı
bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip
olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
B.No. 9267/81, 2/3/1987, §
47; Ždanoka/Letonya
[BD], B. No. 58278/00, 16/3/2006, § 103;
Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B.No.
10226/03, 8/7/2008 § 105).
131. Öte yandan, seçilme hakkı,
mutlak olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Nitekim,
Anayasa’nın 67. maddesinde siyasi haklara “kanunda gösterilen şartlara uygun”
olarak sahip olunacağı belirtilmiş, maddede bazı özel sınırlamalara yer
verilmiş ve Anayasa’nın diğer maddelerinde de bu hakların kullanılmasına
yönelik bazı sınırlamalar öngörülmüştür. Anayasa'da belirtilen sebeplere
dayanılarak kanunla getirilen sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen şartlara uygun olması gerekmektedir. Benzer şekilde, AİHM de bu
hakların sınırlandırılabileceğini kabul etmekte, ancak bu sınırlamaların "yasama organının seçiminde halkın görüşlerinin
serbestçe açıklanması”nı
ve bu anlamda belli kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına
katılımlarını engelleyici, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini
ortadan kaldıracak ölçüde olmaması ve öngörülen amaçla orantılı olması
gerektiğini belirtmektedir. (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B.No.
9267/81, 2/3/1987, § 52; Tanase/ Moldova [BD], B.No: 7/08, 27/4/2010,
§ 157, 158, 161)
132. Somut olayda başvurucu
hakkındaki soruşturma, milletvekili seçilmeden çok önce başlatılmış, tutuklu
olarak yargılanırken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimde
milletvekili seçilmiştir. Bu yönüyle gerek yürütülen kovuşturma, gerekse
başvurucunun tutukluluk hali başvurucunun milletvekili seçilmesine engel teşkil
etmemiştir. Bu anlamda başvurucunun seçilme hakkına bir müdahale söz konusu
olmadığı gibi, buna yönelik bir iddia da ileri sürülmemiştir. Bununla birlikte
başvurucu, milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmediğinden Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde yemin edememiş ve milletvekilliği görevini fiilen yerine
getirememiştir. Bu görevin yerine getirilmesine engel olan tutukluluk halinin
milletvekili olarak siyasi faaliyet ve temsil hakkını engellemesi nedeniyle
seçilme hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
133. Yukarıda açıklandığı üzere,
başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye talepleri ilgili
mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Önceki başlıktaki inceleme sonucunda başvurucunun
milletvekili seçildikten sonraki tahliye taleplerinin reddine ilişkin
kararlarda başvurucunun seçilme ve temsil hakkıyla yargılamanın tutuklu olarak
sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul bir dengenin gözetilmediği,
dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine
karar verilmiştir (§ 94-119). Başvurucunun makul olmayan bir şekilde tutuklu
kalması, yasama faaliyetlerine katılmasını engellemiştir. Başvurucunun
milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde, seçilme ve
milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bu ağır
müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu
söylenemez.
134. Açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin
birinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216
Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
135. Başvurucu miktar ve türüne
değinmeksizin tazminat talebinde bulunmuştur.
136. Adalet Bakanlığı, başvurucunun
tazminat talebine ilişkin görüş bildirmemiştir.
137. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş;
ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde
karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
138. Başvuruda Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrası ile 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır. Hakkında mahkûmiyet kararı verilmekle başvurucunun
tutukluluk hali sona ermiştir.
139. Başvurucunun, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
140. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
141. Gereği için kararın bir
örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun,
A- 1. a) Tutuklanmayı haklı gösterecek
somut olay, olgu ve bilgi mevcut olmadığı halde tutuklandığı iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
b) Adil
yargılanma hakkı ile ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddiaları yönünden “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Seçilme hakkının ihlal edildiği ile
tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B- 1. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasıyla ilgili olarak
Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin
yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2.
Seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin birinci
fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C- Başvurucuya 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D- Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E- Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F- Kararın bir örneğinin gereği için Mahkemesine gönderilmesine,
4/12/2013 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.