TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET HABERAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/849)
|
|
Karar Tarihi: 4/12/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Mustafa BAYSAL
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet HABERAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Feride Dilek HELVACI
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu hukuka aykırı
olarak tutuklandığını, tutukluluğun makul süreyi aştığını ve tutukluluğun
devamına karşı yapılan itirazların etkin bir şekilde incelenmediğini ileri
sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 30/11/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış
ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 27/5/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüm’e gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendi uyarınca, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına
ve başvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı görüşünü 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucu vekiline 2/8/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini süresi içinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
1. Başvuru ve ekindeki belgelerde ifade
edildiği şekliyle:
7. Başvuru dilekçesi ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 13/4/2009
tarihinde Ankara’da gözaltına alınmış, 17/4/2009 tarihinde sorgusunu müteakip
İstanbul’da tutuklanmıştır.
9. Gözaltına alma tutanağında yakalamaya neden olan suç
şüphesi olarak Ergenekon terör örgütüne üye
olma belirtilmiş, tutuklamaya gerekçe olarak da terör örgütü kurup yönetme suçunun işlediği yönünde
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçun niteliği,
aleyhine mevcut delil durumu, yüklenen suçun CMK. 100/3-a maddesinde sayılan
suçlardan olması” gösterilmiştir.
10. Başvurucu bu karara 21/4/2009
tarihinde itiraz etmiş, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2009 tarihli
kararla bu itirazı reddetmiştir. Kararda, genel ifadelerin yanında adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı
da belirtilmiştir.
11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/7/2009
tarihinde düzenlenen iddianamede başvurucu, “terör
örgütü kurmak ya da yönetmek, cebir ve şiddetle TBMM’nin faaliyetlerini
engellemeye teşebbüs, cebir ve şiddetle Hükümetin faaliyetlerini engellemeye
teşebbüs etmek”le
suçlanmıştır. Başvurucu ve diğerleri hakkında açılan bu dava Ergenekon
ana davası ile birleştirilmiştir.
12. Başvurucunun savunması 5-6/4/2010
tarihlerinde tedavi gördüğü İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü’nde
video konferans yöntemiyle alınmıştır.
13. Başvurucunun tutukluluk durumu birer aylık dönemlerde re’sen veya tahliye talebi üzerine davaya bakan Mahkeme
tarafından, tutukluluğun devamına dair kararlara karşı başvurucunun itirazları ise
bir başka mahkeme tarafından incelenmiştir. Bu kapsamda 7/5/2009
ila 27/7/2012 tarihleri arasında toplam 121 kez inceleme yapılmıştır. Bu
kararların tamamında tahliye talepleri reddedilmiştir. Bu kararlarda genel
olarak dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun katalog
suçlardan olması, suçun niteliği, öngörülen ceza, adli kontrol uygulamasının
yetersiz kalacağı, bir kısım sanıkların savunmalarının alınmamış olması
gerekçelerine yer verilmiştir.
14. Başvurucu 12/6/2011 tarihinde
yapılan genel seçimlerde 24. Dönem milletvekili seçilmiş olmasının dikkate
alınarak tahliyesine karar verilmesini talep etmiş, fakat bu talebi 13. Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından 23/6/2011 tarihinde reddedilmiştir. Bu karara itiraz
üzerine incelemeyi yapan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 29/6/2011
tarihli kararla itirazın reddine karar vermiştir. Kararda “atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu,
dosya kapsamı, kaçma ve delilleri karartma şüphesi ile atılı suçun CMK. 100/3
maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nazara alınarak 13. Ağır Ceza
Mahkemesi kararında usul ve yasaya aykırı herhangi bir isabetsizlik
görülmediği” belirtilmiştir.
15. 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı
Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi
Hakkında Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi
konusundaki başvurucunun talebi Mahkemece, 27/7/2012 tarihli kararla reddedilmiştir.
Kararın gerekçe bölümü şöyledir:
"a-Sanık hakkında 17.04.2009 tarihli tutuklama
sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b-Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının
henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar tarafından
tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri
konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve bulguların
bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c-Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt
yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısmı sanıkların
haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma
aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs
iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında
yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma
şüphesinin bulunduğu,
d-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.
maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her
bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel
olarak belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı,
nitelik ve nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı,
sanığa atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında
kabul edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk
suresinin
üst sınırının 10 yıl olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının
alt ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki
uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e-Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın
başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı
dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz
yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok
ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi
halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç
şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları, inceleme raporları,
telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait bilgisayarda ve diğer
sanıkların bilgisayarlarında ele geçen bilgi ve belgeler, sanığa ait aşama
ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da göz önüne alındığında, sanığın
atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi
yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle
atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık hakkında daha
hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz
kalacağı, anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin
devamına".
16. Tahliye talebinin reddine dair daha sonraki kararlarda
buna atıf yapılarak karar verilmiştir.
17. 17/10/2012 tarihli duruşmada başvurucunun tahliye talebi,
“tutuklu sanıklar haklarında tutuklanmayı
gerektirir mevcut somut delillerin mahkememizin 27/7/2012 tarihli oturumunda
her bir sanık için belirtilen şıklarının g bentlerinde gösterildiği üzere
tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu…daha hafif koruma tedbiri olan
adli kontrol tedbirinin uygulanması yetersiz kalacağı…” gerekçesiyle
reddedilmiştir.
18. Başvurucunun 23/10/2012
tarihinde dilekçeyle anılan karara karşı yapmış olduğu duruşma talepli itiraz,
14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, 1/11/2012 tarihinde Cumhuriyet Savcısının
görüşü alındıktan sonra dosya üzerinden alınan kararla reddedilmiştir.
2. Adalet Bakanlığı görüşünde
ifade edildiği şekliyle:
19. Adalet Bakanlığı başvurucunun Ergenekon soruşturması
kapsamında gözaltına alınıp tutuklandığını, yargılamasının tutuklu olarak
yapıldığını, dolayısıyla olay ve olguların anlaşılması açısından bu
soruşturmaya ilişkin adli sürece değinilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Bakanlık, derdest olan bu dava ile ilgili olarak kullanılan Ergenekon soruşturması ve Ergenekon davası kavramlarının, masumiyet
ilkesi çerçevesinde, anılan soruşturma ve davanın kamuoyunda bu şekilde
tanınması nedeniyle ve metni uzatmamak amacıyla kullanıldığını da belirtmiştir.
a.
Ergenekon Soruşturma Süreci
20. 12 Haziran 2007 tarihinde,
Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'na telefonla yapılan bir ihbar üzerine,
İstanbul'un Ümraniye ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından arama
yapılmıştır. Bu arama esnasında, askeri bir sandık içerisinde toplam 27 adet el
bombası bulunmuştur. Söz konusu gecekonduda kiracı olarak yaşayan A.Y. ve A.Y.'nin babasının ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler
ifadelerinde, 27 el bombasının bulunduğu sandığı eve getiren kişinin Türk
Silahlı Kuvvetleri'nden emekli olmuş bir astsubay olan Oktay Yıldırım olduğunu
belirtmişlerdir.
21. Bu ifadeler üzerine Oktay
Yıldırım’ın işyeri ve evinde 13 Haziran 2007 tarihinde arama yapılmıştır. Bu
aramalarda bir adet tabanca, şarjör ve mermiler ile bir bıçak ve bilgisayar
belleği ile bir adet flaş belleğe el konulmuştur. Flaş bellekte yapılan
incelemede "Lobi, Çok Gizli - Aralık
1999/İstanbul isimli bir belgeye rastlanmıştır. Bu belgenin "Giriş" bölümünde, "(...) Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde
faaliyet gösteren ‘Ergenekon’a bağlı olarak ‘Sivil Unsurların’ örgütlenmesi
zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçektir" ifadelerinin bulunduğu
tespit edilmiştir.
22. Oktay Yıldırım'da ele
geçirilen söz konusu belge, içeriği ve el bombalarının ciddiyeti dikkate
alınarak soruşturma genişletilmiştir. Bu çerçevede, Ergenekon adı verilen
davada yargılanan birçok kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış, bu
kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır.
Yapılan aramalarda ve ilgililerin bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman
ve örgütün yapısını gösteren belgeler ele geçirilmiştir.
23. Soruşturmaya konu bir başka
şahsın evinde yapılan aramada 12 adet el bombası, çok sayıda silah, TNT
kalıpları ve diğer patlayıcı maddeler ile değişik gizli askeri belgeler
bulunmuştur.
24. Yine bir kısım yerlerde
yapılan aramalarda suç oluşturan birçok delil elde edilmiştir. Bu deliller
arasında, kamu görevlilerine ve üst düzey bürokratlara yönelik fişlemeler, Türk
Silahlı Kuvvetleri içerisinde illegal örgütlenmeye yönelik belgeler ile
Yargıtay binasını ayrıntılı olarak gösteren ve kaçış yollarının belirtildiği
bir kroki bulunmuştur. Soruşturma kapsamında bir kısım belgelerin farklı
şüphelilerde ele geçirildiği iddianamelerde belirtilmiştir.
25. Ergenekon Soruşturmasının
başlangıç evresinde elde edilen delillerden yola çıkılarak soruşturma
Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş ve bu süreçte özellikle bazı emekli
veya muvazzaf general ve subaylar soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu kişilerin
ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını
gösterdiği iddia edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia
edilen bazı planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında "Sarıkız", "Yakamoz",
"Eldiven", "Ayışığı",
"Kafes" ve "İrtica
ile Mücadele" isimli eylem planları bulunmaktadır.
26. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica
ile Mücadele Eylem Planı isimli eylem planlarının askeri darbeden
önceki sürece ilişkin oldukları ve bu planlardaki temel amacın yapılacak askeri
darbeye zemin hazırlamak olduğu; Yakamoz
isimli eylem planının askeri darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu; Eldiven isimli eylem planının ise askeri
darbeden sonraki süreçte devletin ve siyasi kurumların yeniden
yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği belirtilmiştir.
27. Dönemin kuvvet komutanları
olan A.Y., Ö.Ö. ve İ.F. ile Jandarma Genel Komutanı
M.Ş.E. tarafından hazırlandığı iddia edilen "Sarıkız" isimli eylem planı, Hükümete karşı halkta
genel bir hoşnutsuzluk olduğu inancını yaymak için yapılacak faaliyetleri ve bu
çerçevede basını yönlendirmeyi amaçlamıştır. Bu plan, özellikle öğrencilerin,
sivil toplum mensuplarının ve sendika üyelerinin, Hükümete karşı protesto
gösterileri düzenlemeleri konusunda yönlendirmesini ve ulusal seviyede
gösteriler yapılmasını da öngörmektedir.
28. Kafes Eylem Planı'nda,
Türkiye'deki gayrimüslimlere yönelik yapılacak çalışmalar "operasyon" olarak
nitelendirilerek, bu operasyonun değişik aşamalardan oluştuğu ifade edilmiştir. Hazırlık aşamasında, Türkiye'deki
gayrimüslimlerin isim, adres ve toplandıkları yer ve günlerin tespiti için
çalışmalar yapılacağı belirtilmiştir. Korku
oluşturma safhasında, tespit edilen AGOS Gazetesi abone listesinin
internet üzerinden yayınlanacağı, abonelere tehdit telefonlarının açılacağı,
İstanbul Adalar bölgesinde duvarlara tehdit içerikli mesajlarının yazılacağı
ifade edilmiştir. Kamuoyu oluşturma
safhasında, ulusal basın ve web siteleri kullanılarak bu
eylemlerin sorumlusunun Ak Parti iktidarı olduğu ve bu partinin azınlıklar
konusunda vurdumduymaz davrandığı inancının oluşturulacağı belirtilmiştir. Eylem safhasında ise, İstanbul'da
özellikle gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde bomba patlatılması, AGOS
Gazetesi'nin bulunduğu yer ile benzeri yerlerde ses bombası patlatılması,
gayrimüslim mezarlıklarına yönelik saldırılar düzenlenmesi ve onların ev,
işyeri ve araçlarının kundaklanmasının planlandığı ifade edilmiştir.
29. İrtica ile
Mücadele Eylem Planı, yine kitle iletişim araçları (medya organları) kullanılarak,
halkın iktidardaki Ak Parti'ye olan desteğini ortadan kaldırmak için yanıltıcı haberler
yapılmasını içermektedir. Bu planla, Ergenekon soruşturmasında tutuklanan
askerlerin masum olduğu yönünde propaganda yapılarak, kara propaganda yoluyla
halkın iktidar partisine olan desteğinin yok edilmesi amaçlanmıştır.
30. Ayışığı isimli eylem planı ise,
öncelikle, her türlü anti demokratik eyleme karşı olmakla tanınan dönemin
Genelkurmay Başkanı H.Ö.'nün etkisiz hale
getirilmesini veya görevinden ayrılmaya zorlanmasını hedeflemiştir. Bu plan, Ak
Parti üyesi bir kısım milletvekillerinin bu partiyi terk etmesini sağlamayı da
amaçlamıştır. Ayrıca, hükümet aleyhine yapılacak bir askeri darbe için
Cumhurbaşkanı'nın desteğini almayı veya onun tarafından gelecek muhalefeti
etkisiz kılmayı da hedeflemiştir.
31. Yakamoz isimli eylem planına gelince,
bu plan özellikle yapılacak askeri darbenin uygulanmasına ve hükümetin
devrilmesinden sonra kurulacak hükümete ilişkin planları içermektedir.
32. Eldiven eylem planı, planlanan
askeri darbenin gerçekleştirilmesinden sonra alınacak özel önlemlere ilişkindir.
Bu eylem planında, medyanın ve siyasi oluşumların yeniden yapılandırılması,
silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi, yeni bir Cumhurbaşkanının
seçilmesi, bazı yürütme organlarının yeniden düzenlenmesi ve dış politikanın
yeniden belirlenmesi konularında planlara yer verilmiştir.
33. "Ergenekon
Soruşturması" olarak adlandırılan soruşturma sürecinde, bazı suikast planları
ele geçirilmiştir. Bazı şüpheliler, gerçekleştirilen birkaç suikast olay veya
planının faili oldukları gerekçesiyle, elde edilen delillere de dayanılarak,
savcılıkça bu soruşturmaya dâhil edilmiştir.
34. Soruşturmada elde edilen
delillere dayanılarak, Cumhuriyet Gazetesi merkez binasına yapılan saldırı
olayı ile Danıştay olayına ilişkin dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde
yürütülen ve Ergenekon ismi verilen dava ile birleştirilmiştir. İlgili
sanıklar, halen Ergenekon davası çerçevesinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
önünde yargılanmaya devam etmektedir.
35. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 8 Mart 2009 tarihli İddianamesinde (syf. 78) soruşturma kapsamında elde edilen delillerden
Ergenekon isimli davada yargılanan bazı sanıkların özellikle PKK, DHKP-C ve Hizbullah isimli terör örgütleriyle ilişkilerinin olduğunun
saptandığı, hatta bu örgütlerin, söz konusu davanın sanıkları tarafından
kontrol altına alındığı ve yönlendirildiği iddia edilmiştir
36. Bazı sanıklarda ele
geçirilen "Ergenekon - Analiz Yeni
Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi" isimli belgede,
medyanın işlevi ve toplum üzerindeki etkileri incelenerek, örgütün kendi medya
kuruluşlarını oluşturması ve mevcut medya kuruluşlarını da kontrol altına
alması gerektiği ifade edilmiştir.
37. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 26 Ağustos 2011 tarihli iddianamesinde (syf. 5) bazı sanıkların ev ve/veya işyerlerinde yapılan
aramalarda ele geçirilen "Ulusal Medya
2001" isimli belgenin yukarıda ifade edilen amacın
gerçekleştirilmesi için hazırlandığı iddia edilmiştir.
b. Başvurucunun Gözaltına Alınması, Hakkında Yürütülen Soruşturma ve
Açılan Davanın Seyri
38. 13 Nisan 2009 tarihinde,
başvurucu adı geçen örgütle bağlantılı olduğu gerekçesiyle Ankara’da gözaltına
alınmıştır.
39. 16 Nisan 2009 tarihinde
soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifadesi alınmıştır.
17 Nisan 2009 tarihinde nöbetçi hakim tarafından
tutuklanmıştır.
40. Toplam 52 şüphelinin yer
aldığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 17 Temmuz 2009 tarihli
iddianamesinde başvurucuya, "Silahlı
terör örgütünü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan
kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme" suçları isnat edilerek cezalandırılması talep
edilmiştir.
41. İstanbul Ağır Ceza
Mahkemesi'ne sunulan bu iddianamede başvurucu, Ergenekon adıyla bilinen suç
örgütünün karar mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda bulunmakla
itham edilmiştir (syf.
29-30, 133, 138, 162-227).
42. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında düzenlediği 17 Temmuz
2009 tarihli iddianamesi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul
edilmiş; 5 Ağustos 2009 tarihinde "Ergenekon"
ana dosyası ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle dava dosyalarının
birleştirilmesine karar verilerek başvurucunun yargılanmasına başlanılmıştır.
43. Bakanlık görüşünün
hazırlandığı tarih itibarıyla, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi önünde devam
eden yargılamada toplam 320 ayrı celse yapılmıştır.
44. 22 ayrı iddianameyle açılan
davalar, aralarında fiili ve hukuki irtibat nedeniyle İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi'nin 2008/191 Esas sayılı "Ergenekon"
ana dosyasında birleştirilmiştir.
45. Başvurucunun yargılamasının
devam ettiği dava dosyasının 21 Haziran 2013 tarihli 320. celsesinde mahkeme,
"Hükmün hazırlanıp açıklanması amacıyla
dosyanın kapsamlı ve sanık sayısının çokluğu dikkate alınarak oturumun 5
Ağustos 2013 günü saat 09:00 a bırakılmasına"
karar vermiştir.
3. 5/8/2013
Tarihinde Tefhim Edilen Kısa Karar
46. UYAP vasıtasıyla elde edilen
5 Ağustos 2013 tefhim tarihli kısa kararda başvurucunun;
i. Hakkında 5237 sayılı TCK
314/1, 311/1 ve 312/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması için kamu
davası açılmış ise de, sanığın eylemlerinin bir bütün halinde 5237 sayılı TCK
312/1 ve 765 sayılı TCK 147 maddelerindeki suçu oluşturduğu, suç için elverişli eylemlerin gerçekleştirildiği
tarihin 1 Haziran 2005 tarihinden önce olması dikkate alınarak, suç tarihinde
yürürlükte olan ve lehine olan 765 sayılı TCK 147 maddesinde yazılı "Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini
Cebren Iskat veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek" suçunu
işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 765 sayılı TCK 147. maddesi uyarınca
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına; eylemin eksik
teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle anılan Kanun’un ve 61/1 maddesi gereğince
cezasında indirim yapılmak suretiyle takdiren ve
neticeten 15 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına; yargılama sürecindeki
tutum ve davranışları nedeniyle TCK 59/2 maddesi gereğince cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak neticeten 12 yıl 6
ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Ayrıca 765 sayılı TCK’nun 31., 33. ve 40.
maddelerinin uygulanmasına da karar verilmiştir.
ii.
Ayrıca hakkında verilen ceza miktarı ve tutuklulukta kaldığı süre dikkate
alınarak bihakkın tahliyesine ve yurt dışına çıkış yasağı konulmasına da karar
verilmiştir.
47. Başvurucu hakkındaki davanın
temyiz aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili
Hukuk
1. 1/3/1926 tarih
ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu
48. Kanun’un 147. maddesi
şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları
teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis
cezası hükmolunur”
49. Aynı Kanun’un 61. maddesi,
işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun
teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir.
2. 26/9/2004 tarih
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
50. 311. maddenin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini
ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya
tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasıyla cezalandırılırlar.”
51. 312. maddenin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini
ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye
teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.”
52. 314.
maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları
işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
3. 12/4/1991 tarih
ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
53.
Kanun’un 5. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında
ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları
yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda,
gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı
aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması
dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu
madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın
üçte ikisinden az olamaz.
…”
4. 4/12/2004 tarih
ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
54. Kanun’un 100. maddesi
şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer
alan; (1)
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304,
307, 308),
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…
(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece
adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla
olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”
55. “Adli kontrol” başlıklı 109. maddesi şöyledir:
“(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada,
100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin
tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
(2) Kanunda tutuklama
yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.
(3) Adlî kontrol,
şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi
tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına
çıkamamak.
b) Hâkim tarafından
belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hâkimin belirttiği
merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin
veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
d) Her türlü
taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz
karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.
e) Özellikle
uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak
amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene
tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.
f) Şüphelinin parasal
durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok
taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce
belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.
g) Silâh
bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz
karşılığında adlî emanete teslim etmek.
h) Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek
parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye
bağlamak.
i) Aile
yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm
edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.
j) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Konutunu terk etmemek.
k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk
etmemek.
l) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.
(4) (Ek: 25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.)
(5) Hâkim veya Cumhuriyet
savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî
uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir.
(6) Adlî kontrol
altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup
edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde
uygulanmaz.
(7) (Ek: 6/12/2006 – 5560/19 md.) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin
dolması nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî kontrole ilişkin hükümler
uygulanabilir.”
56. Kanun’un 260. maddesi
şöyledir:
“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı
Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış
olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını
alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.
(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları,
mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza
mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı
çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde
bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı
kanun yollarına başvurabilirler.
(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun
yollarına başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
57. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
30/11/2012 tarih ve 2012/849 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
58. Başvurucu, hakkında kuvvetli
suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde tutuklandığını, bunun
makul süreyi aştığını, tutukluluğa itirazlarının etkili bir şekilde
incelenmediğini belirterek Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü, yedinci ve sekizinci
fıkralarındaki haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
59. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği
hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının
devamında, başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olmasının şart olduğu, dördüncü fıkrasında ise bireysel başvuruda kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı belirtilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde
özgürlükten mahrum bırakılma iddiası
60. Başvurucu, bir kısım
kararlarına atıfla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) göre Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) öngörülen hakların kullanımının suç teşkil
etmediğini, suç teşkil etmeyen fiillerden dolayı kişilerin
tutuklanamayacaklarını; kendisiyle ilgili tutuklama ve tutukluluğun devamı
kararlarında isnat edilen fiillerin suç oluşturmadığını; terör örgütü kurmak ve
yönetmek suçlamasıyla ilgili olarak aşamalarda verdiği ifade ve savunmalarda
iddia edilen silahlı örgütün varlığına ilişkin somut bir delil bulunmadığını,
kendisinin de iddia edilen bu örgütle irtibatının olmadığını ve hükümete karşı
darbeye teşebbüs çerçevesinde değerlendirilebilecek hiçbir hukuka aykırı
eyleminin bulunmadığını belirttiğini, keza alınan ifade ve savunmalarında bu
konulara ilişkin soru da sorulmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, soruşturma ve
kovuşturma sırasında verilen tahliye talebinin reddi ve itirazın reddi
kararlarında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren bir somut olgudan söz
edilmediğini; tutuklanmasına ve tutukluluğun devamına dair kararlarda suç
şüphesi oluşturduğu iddia edilen fiillerin gerçekte suç teşkil etmediğini,
dolayısıyla itiraz üzerine tutukluluk halinin devamına ilişkin olarak İstanbul
14. Ceza Mahkemesince kesin olarak verilen 1/11/2012
tarih ve 2012/1192 Değişik İş sayılı kararla suçluluğu hakkında kuvvetli suç
şüphesi ve tutuklama nedenleri olmadığı halde özgürlüğünden yoksun bırakılması
nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
61. Başvurucu, 17/4/2009 tarihli tutuklama kararında şüpheye dair somut
olgudan söz edilmediğini; 7/5/2009 ilâ 27/7/2012 tarihleri arasındaki
tutukluluğun devamı ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlara itiraz üzerine
verilen ret kararlarında, belirtilmesi talep edilmesine rağmen, kuvvetli suç
şüphesini gösteren herhangi bir somut olgudan söz edilmediğini iddia etmiştir.
Başvurucu, kendisi hakkında 2012 yılı Kasım ayına kadar mahkemelerce 130’a
yakın tutuklama incelemesi yapıldığını, kararlarda tutuklama nedenlerinin
varlığını gösteren somut olguların açıklanmadığını da ileri sürmüştür. 27/7/2012 tarihli tutukluluğun devamı kararı ile bu karara
atıf yapan 1/11/2012 tarihli kararın da kuvvetli suç şüphesi bakımından
objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikte olmadığını ileri sürmüştür.
62. Bakanlık, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin Sözleşme’nin 5 § 1 (c) hükmünü yorumlarken, bir kişinin
başlangıçta suç işlemiş olabileceği yönünde inandırıcı neden ya da makul
şüphenin bulunmasını yeterli gördüğünü, somut olay bakımından başvurucu ile
aynı dava kapsamında tutuklu yargılanan Mustafa Levent Göktaş, Levent Bektaş,
Ercan Kireçtepe ve diğerleri ve Ahmet Tuncay Özkan’ın tutuklanmalarının ulusal
mevzuat ve Sözleşme’nin 5 § 1 (c) hükmüne aykırı olduğu iddialarıyla AİHM’e yaptıkları başvurularda Mahkeme’nin, adı geçenlerin
suç işledikleri yönünde inandırıcı nedenler olmadığı halde özgürlüklerinden
mahrum bırakıldıkları yönündeki şikayetlerini “açıkça dayanaktan yoksun” bulmak
suretiyle kabul edilemez bulduğunu; başvurucunun "Silahlı terör örgütünü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını
engellemeye teşebbüs etme" suçlarını işlediği yönünde
şüphelerin bulunması sebebiyle yetkili mahkemece tutuklandığını belirtmiştir.
63. Bakanlık, başvurucunun
iddianamede (s. 227) Cumhuriyet Çalışma Grubu kararları doğrultusunda planlanan
Cumhuriyete saygı mitinglerinde diğer rektörlerle birlikte hareket ettiği ve “ordu göreve” pankartlarının açıldığı
mitinglere iştirak ettiği; birçok siyasi lideri bir araya getirip Ergenekon
silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda organize edip yönlendirmeye
çalıştığı, telefon konuşmalarında hükümetin devrilmesi gerektiğinden
bahsettiği; M.S. ile yaptığı görüşmede köprüyü geçene kadar, aradaki siyasal
kavgaların ortadan kaldırılması yönünde talimat verdiği, aynı siyasinin "ben başbakan olacağım ama benim başbakanım da
sizsiniz" hitap ve övgüsüne mazhar görüldüğü; ordu komutanlığı
yapmış A. H. T.'ın kendisine "emredin gece 3'te kapınızdayım"
şeklinde hitap ettiği belirtilerek başvurucunun Ergenekon silahlı terör
örgütünün karar mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda
değerlendirilerek yasama ve yürütme organlarını ortadan kaldırmaya, görevlerini
kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs eylemleri içinde fiilen
bulunduğunun iddia edildiğini; aynı dosyada örgütün yöneticisi konumunda olduğu
iddia olunan sanık Y. K. ile örgütün belirlediği strateji doğrultusunda
üniversitelerde kadrolaşma faaliyetlerini yürüttükleri ve başvurucunun bu
amaçla örgüt üyesi F. H.'ye talimatlar verdiğinin
iddia edildiğini; yine anılan iddianamede Başsavcılık tarafından başvurucu ve
aynı dosyada sanık olarak yargılanan M. Ö. ve E. M.'nin
örgütün medya finans yapılanması işinde yer aldıklarının, kendi medya
kuruluşları dışında da örgütün merkez üssü olarak seçtiği yayın organlarına da
doğrudan ve dolaylı olarak yardım ettikleri iddia edildiğini (s. 29) belirtmiştir.
Bakanlık,
Başsavcılığın 17 Temmuz 2009 tarihli iddianamenin 29-30.,
133., 138., 162-227. sayfalarında başvurucuya isnat edilen eylemlerin
değerlendirildiğini ve hakkındaki suçlamalara ilişkin delillere yer verildiğini
ve bu çerçevede eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 311/1, 312/1,
314/1, 53, 58/9 ve 63. maddeleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5.
maddesi uyarınca cezalandırılmasının talep edildiğini de belirtmiştir.
64. Bakanlık devamla,
Başsavcılığın esas hakkındaki mütalaasında şu ifadelerin yer aldığını
belirtmiştir: "Sanık Mehmet Haberal'ın
iddianamede belirtildiği ve mütalaanın ilgili bölümünde ayrıntısı ile
anlatıldığı şekilde, Ergenekon Terör Örgütünün birçok mensubu ile örgütsel
irtibat halinde bulunduğu, eylem ve faaliyetlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve
yoğunluğu dikkate alındığında Ergenekon Terör Örgütü’nün Lobi yapılanması içerisinde
görevli olduğu, örgüt faaliyetlerinin düzenlenmesinde ve örgüt kararlarının
alınmasında ve uygulanmasında emir ve talimat verme yetkisine sahip olması
nedeni ile Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi olduğu, örgüt faaliyeti kapsamında
cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya
veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs ettiği, bu
suçun "soyut tehlike suçu" olması nedeniyle herhangi bir maddi bir
zarar veya neticenin meydana gelmesi aranmaksızın icra hareketlerine başlanması
halinde suça teşebbüs edilmiş sayılacağı, suça teşebbüs edilmesi halinde atılı
suçun tamamlanacağı… Örgüt faaliyeti çerçevesinde cebir ve şiddet
kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçlarından eylemine
uyan TCK'nın 312.maddesinin l. fıkrası ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele
Kanunu'nun 5. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi…"
65. Bakanlık sonuç olarak,
başvurucunun, tutukluluğu hakkında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri
bulunmadığı halde özgürlüğünden mahrum bırakıldığı şikayetinin dayanaktan
yoksun olup olmama da dahil tüm kabul edilebilirlik
şartları ve esas yönünden incelenmesinde, başvurucunun isnat edilen suçu
işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler
olup olmadığı ve bu suretle başvurucunun tutuklanmasına yetecek makul şüphe
oluşturacak inandırıcı nedenler bulunup bulunmadığının AİHM'in
konuyla ilgili kararları da göz önüne alınmak suretiyle Anayasa Mahkemesi’nin
takdirinde olduğunu belirtmiştir.
66. Başvurucu önceki iddialarını
tekrarla Bakanlık görüşüne itiraz etmiştir.
67. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
68. Başvurucu, tutukluluğun
devamına dair 1/11/2012 tarihli karara atıfla ve
özetle, suç teşkil etmeyen eylemleri nedeniyle ve tutuklama sebepleri
bulunmadığı halde gözaltına alındığını ve tutuklandığını ileri sürmek suretiyle
özgürlük ve güvenlik hakkından mahrum bırakıldığından şikâyet etmiştir.
69. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No:
2012/239, 2/7/2013, § 43).
70. Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme
bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç
işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri
için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli
sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil
sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine
özgü şartlarına bağlıdır.
71. Ancak bu nitelemeye bağlı
olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında
delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira
tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna
göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (AİHM
kararları için bkz. Murray/ Birleşik Krallık, B.No.
14310/88, 28/10/1994, § 55, Talu/Türkiye (KE), B.No. 2118/10,
4/12/2012, § 25).
72. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1)
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği
konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).
73. Diğer yandan, Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No:
2012/239, § 49).
74. Somut olayda başvurucu,
hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 13/4/2009
tarihinde göz altına alınmış ve 17/4/2009 tarihinde nöbetçi hâkim tarafından
tutuklanmıştır. Tutuklama kararında başvurucunun “Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün karar mekanizmasında yer alan
üst düzey yönetici konumunda bulunduğu yönünde “kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların bulunması, suçun niteliği, aleyhine mevcut delil
durumu ve isnat olunan suçun katalog suçlardan olması”
gösterilmiştir.
75. Toplam 52 şüphelinin yer
aldığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 17 Temmuz 2009 tarihli
iddianamesinde başvurucuya, Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün karar
mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda bulunduğu iddiasıyla "Silahlı terör örgütünü kurma ve yönetme,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını
engellemeye teşebbüs etme ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya
veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme" suçları
isnat edilerek cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede isnat olunan bu
suçlara ilişkin delillere de yer verilmiştir.
76. Başsavcılık tarafından
Mahkemeye sunulan esas hakkındaki mütalaada bu iddialar tekrar edilmiş ve 5/8/2013 tarihinde açıklanan kısa kararda Mahkemece,
başvurucunun eylemlerinin 765 sayılı TCK 147. maddesindeki suçu oluşturduğu
sabit görülerek hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir (§ 46).
77. Başvurucunun yargılandığı
davanın niteliği, kapsamı ve sanık sayısı dikkate alındığında isnat edilen
eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı bir bütünlük içerisinde yapılacak
yargılama sonucunda toplanan delillere göre davayı gören mahkemece belirlenebilir.
Keza bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında incelenebilir.
Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça
keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak
üzere, isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin
olanlar da dahil kanun hükümlerinin yorumu ve bunların
somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır.
Başvurucu hakkındaki tutuklama kararı, iddianame ve delillere ilişkin içeriği
ile kısa karar birlikte dikkate alındığında, başvurucunun suç işlemiş
olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
78. Açıklanan nedenlerle
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir
b. Diğer şikayetler
79. Başvurucunun, tutukluluğun
makul süreyi aştığına ve tutukluluğa itirazlarının etkili bir şekilde
incelenmediğine dair şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve bu
şikâyetler açısından başka bir kabul edilemezlik sebebi de bulunmadığından,
başvurunun bunlara ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Bakımından
a. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği iddiası
80. Başvurucu, başvuru tarihi
itibariyle 3 yıl 7 ay 18 gündür tutuklu olduğunu, bu süreç içerisinde
tutukluluk durumunun 130’dan fazla incelendiğini, 17/4/2009
ilâ 27/7/2012 tarihleri arasında yapılan incelemelerde formül ifadelerin
tekrarlandığını, bu kararlarda kullanılan “dosya
kapsamı” “davaların
birleştirilmesi” gibi kendisiyle ilgisi olmayan fiillerden veya
hukuki unsurlardan kaynaklanan karmaşıklığın tutukluluğun devamına gerekçe
olamayacağını; “delillerin toplanmamış
olması ve karartılma ihtimalinin bulunduğu” argümanının da
kendisiyle ilgili olmadığını, hangi delilleri nasıl karartacağına dair somut
bir açıklamanın bulunmadığını, soruşturmaya dâhil edilinceye kadar kaçmadığını
ve delilleri karartmadığını; “bir kısım
sanıkların ifadelerinin alınmamış olması” gerekçesi bakımından, o
sanıklarla kendisi arasındaki ilişkinin kararlarda açıklanmadığını, “yüklenen suçların katalog suçlardan olması”
gerekçesinin de, katalog suç olarak sınıflandırılan bu suçların hiçbir şekilde
tutuklama zorunluluğu getirmediğini, bu gerekçeyle tutuklama nedenine ve makul
süreye bakılmadan tutukluluğun otomatik olarak devam ettirildiğini ileri
sürmüştür.
81. 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe
girmesinden sonra 27/7/2012 tarihinde verilip daha
sonraki kararlarda atıf yapılan karar daha uzun olmakla birlikte, bu kararın da
diğer kararlar gibi soyut, basmakalıp ve genel olduğunu, delilleri karartma
şüphesine ilişkin somut gerekçeler içermediğini, başkalarının yurt dışına
kaçmış olması ile kendisi arasında irtibat bulunmadığını, kaldı ki 12 Haziran
2011 tarihinde yapılan seçimde milletvekili seçildiğini, buna rağmen tahliye
edilmediğini, daha önce görülen başka davalarda tutuklu iken milletvekili
seçilenlerin tahliye edildiklerini, dolayısıyla bu gerekçelerin ilgili ve
yeterli olmadıklarını ileri sürmüştür.
82. Başvurucu devamla, 17/4/2009 tarihinden itibaren yapmış olduğu tüm tahliye
taleplerinde gerekirse hakkında yurt dışına çıkış yasağını da içeren adli
kontrol uygulanmasını istediğini, buna rağmen talebinin yetersiz kalacağı
gerekçesiyle kabul görmediğini, ancak nedeninin açıklanmadığını, bu nedenle
güvenceye bağlanarak serbest bırakılma bakımından da hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
83. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun başvuru tarihi itibariyle 4 yıl 4 aya yakın tutuklu bulunduğunu, "Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme" suçlarını işlediği iddiasıyla 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun ilgili
hükümleri uyarınca cezalandırılması talebiyle açılan bir dava
kapsamında tutuklu olarak yargılandığını; İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
2009/191 Esas sayılı dosyası üzerinden görülen davanın, 22 ayrı iddianame ile
açılan farklı davaların aralarındaki fiili ve hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmesi
sonucu kapsamlı bir dava olduğunu, bu davada başvurucu ile beraber toplam 275
sanığın yargılandığını ve dava dosyasının yaklaşık 3.500 ek delil klasöründen
oluştuğunu; davaya bakan Mahkemenin her türlü özeni gösterdiğini, bu çerçevede
haftanın dört günü duruşma yaptığını, AİHM'in
başvurucu ile aynı davada yargılanan bir başvurucunun şikayetiyle ilgili olarak
(bkz. Gazi GüderTürkiye,
B. No. 24695/09, 30/4/2013, [KK], § 54),
ağır organize suçlara ilişkin olarak çok sayıda sanık hakkında yürütülen ceza
davasının karmaşıklığına ve kapsamına nazaran, somut olayda yargılama
makamlarına atfedilecek ve yargılama sürecini uzatan bir hareketsiz kalma
sürecinin bulunmadığını tespit ettiğini, buna göre başvuru konusu yargılamada
süreci uzatan bir durumun bulunmadığını; yetkili mahkemenin tutuklamanın
devamına karar verirken belirli bir süre "suçun
vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol
tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK I00/3-a maddesinde sayılan
suçlardan olması" şeklindeki gerekçelere dayandığını, ancak, 5
Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’dan sonra, yargılamayı
yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27 Temmuz 2012 tarihli 210. celsede,
başvurucunun tahliye talebini ayrı ve ayrıntılı biçimde değerlendirdiğini,
sonraki tutukluluk değerlendirilmelerinde mahkeme tarafından 27 Temmuz 2012
tarihli bu karara atıfta bulunularak, başvurucunun tutukluluk gerekçelerinin
devam ettiğinin belirtildiğini ifade etmiştir.
84. Bakanlık, yetkili
mahkemelerin tutukluluğun devamına karar verirken adli kontrol tedbirlerinden
herhangi birine başvurmanın yerinde olup olmayacağını da kararlarında
tartıştığını, dolayısıyla başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığı
şikâyetinin kabul edilebilirlik şartları ve esas yönünden incelenmesi
değerlendirmesinin, başvuranın yargılandığı davanın kapsamı ve kendine özgü
karmaşıklık düzeyi, sanığa isnat edilen eylemlerin ciddiyeti ve alması muhtemel
cezaların ağırlığı, yargılama makamının yargılamayı kendinden beklenen her
türlü dikkat ve özeni gösterir şekilde sürdürüp sürdürmediği, başvurucunun
tutuklu kaldığı süre, yerel mahkemenin başvuranın tutukluluğunun devamına
yönelik sunduğu ve özellikle 27 Temmuz 2012 tarihinden beri kullandığı
gerekçelerin AİHM'in yukarıda belirtilen kararları da
göz önüne alınmak suretiyle Anayasa Mahkemesi’nin takdirinde olduğunu ifade
etmiştir.
85. Başvurucu, Bakanlığın bu
değerlendirmelerine karşı çıkmıştır. Başvurucuya göre, tutukluluğuna gerekçe
olarak gösterilebilecek ve objektif
gözlemciyi ikna edecek derecede somut olay, olgu ve bilgi mevcut değildir.
Tahliye talepleri genel nitelikteki formül gerekçelerle reddedilmiştir.
Başvurucu, tutukluluğun devamına dair başta “dosya
kapsamı”, “birleştirme kararları”, “delillerin toplanmamış olması ve karartılma
ihtimali” “bir kısım sanıkların ifadelerini alınmamış olması”
gerekçeleriyle ilgili olanlar olmak üzere başvuru formundaki itirazlarını
tekrar etmiştir.
86. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
87. Bu hükümle, bir ceza
soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede
bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme hakları güvence altına alınmıştır.
88. Tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini
bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas,
tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Masumiyet karinesine rağmen
tutukluluğun devamı, ancak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına nazaran daha
ağır bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı görülebilir (B. No: 2012/237,
2/7/2013, § 61). Bu nedenle bir davada tutukluluğun
makul süreyi aşmamasını gözetmek, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu
amaçla, belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece
mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi ile serbest bırakılma taleplerine
ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No:
2012/237, 2/7/2013, § 62).
89. Tutuklama tedbirine,
kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu
kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir
süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre
geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam
ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli
yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize
suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde
gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır (B. No: 2012/237, 2/7/2013, § 63). Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle
sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Contrada/İtalya, B. No. 27143/95, 24/8/1998, § 66-67; Chraidi/Almanya, B. No. 65655/01,
26/10/2006, § 42-45).
90. Diğer taraftan kişi
özgürlüğü, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla
etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek
biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci
fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye taraf
devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere
suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep
olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (bkz. Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).
91. Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına
alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama
tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir.
Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No:
2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).
92. Somut olayda başvurucu 13/4/2009 tarihinde Ankara’da göz altına alınmış ve
17/4/2009 tarihinde İstanbul’da tutuklanmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi, 5/8/2013 tarihinde esasa ilişkin kararında,
başvurucu hakkında mahkumiyet hükmü tesis etmiş, tutuklu kaldığı süre ile diğer
etkenleri dikkate alarak ayrıca tahliyesine de karar vermiştir. Bu durumda
makul süre açısından dikkate alınması gereken süre, 4 yıl 3 ay 22 gündür.
93. Başvurucu ve Adalet
Bakanlığı tarafından sunulan tutukluluğa ilişkin kararlar incelendiğinde, ilk
tutuklama kararında “atılı suçun vasıf ve
mahiyeti, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun CMK.
100/3 maddesinde sayılı suçlardan olması” gerekçesine yer verildiği
görülmektedir. Sonraki kararlarda genel olarak dosya kapsamına göre kuvvetli
suç şüphesinin varlığı, suçun katalog suçlardan olması, suçun niteliği, öngörülen
ceza, adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, bir kısım sanıkların
savunmalarının alınmamış olması gerekçelerine yer verilmiştir.
94. Başvurucunun 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimlerde 24. Dönem
milletvekili seçilmesi üzerine, bu durumun dikkate alınarak tahliyesine karar
verilmesi talebine karşılık 13. Ağır Ceza Mahkemesi 23/6/2011 tarihinde vermiş
olduğu ret kararında, Anayasa’nın 83. ve 14. maddeleri ile Yargıtay 9. Ceza
Dairesi’nin bu konudaki emsal kararları dikkate alınmak suretiyle başvurucu
hakkındaki soruşturmanın seçimlerden önce başlatıldığını ve durumunun
Anayasa’nın 14. maddesine uyduğunu, milletvekili seçilmesinin başlı başına
tahliye nedeni teşkil etmediğini belirterek, “sevk
maddelerinin ağır cezalık ve CMK 250. maddesi kapsamında kalan suçlara ilişkin
olduğu, isnatların kuvvetli suç şüphesini içerdiği, başvurucunun milletvekili
seçilmekle kaçma şüphesinin kalmadığı savının sübjektif bir değerlendirme
olduğu, dosyadaki sanık sayısının çokluğu nedeniyle delillerin tamamının toplanamamış
olduğu, iddianamede başvurucuyla irtibatlı olduğu iddia edilen diğer sanıkların
savunmalarının alınmasının tamamlanamamış olduğu, tanıkların dinlenmesine ise
henüz geçilemediği” gerekçeleriyle tutukluluk halinin devamına karar
vermiştir. Bu karara itiraz üzerine
incelemeyi yapan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 29/6/2011
tarihli kararla itirazın reddine karar vermiştir. Kararda “atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu,
dosya kapsamı, kaçma ve delilleri karartma şüphesi ile atılı suçun CMK. 100/3
maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nazara alınarak 13. Ağır Ceza
Mahkemesi kararında usul ve yasaya aykırı herhangi bir isabetsizlik
görülmediği” belirtilmiştir.
95. Anayasa’nın 67. maddesi
seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını güvenceye almaktadır. 67.
maddenin birinci fıkrasına göre, “Vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya
bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma
hakkına sahiptir”. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2.
maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi
haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi
faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
96. Seçilme hakkı sadece
seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili
olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da hiç kuşkusuz,
kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen
kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama
faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil,
aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir
müdahale teşkil edebilir (aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sadak ve Diğerleri/Türkiye, B.No. 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, § 33, 40). AİHM, milletvekili-seçmen ilişkisinden
hareketle, ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle
önemli olduğunu, zira milletvekilinin seçmeni temsil ettiğini, onların
taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif
milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin daha sıkı bir denetimi
gerektirdiğini vurgulamıştır (bkz. Castells/İspanya, B.No. 11798/85, 23/12/1992, § 42).
97. Anayasa’nın 83. maddesi,
milletvekillerinin hiç bir baskı ve tehdit altında kalmadan serbestçe yasama
faaliyetlerini yürütebilmelerini temin etmek için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı
kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerine yasama faaliyetleri
sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk tanınmıştır. Ayrıca
milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma,
tutuklanma, sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama faaliyetlerine aksatmadan
katılmalarını temin etmek maksadıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına
alınmışlardır. Bu güvenceler, milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık ya da
imtiyaz olmaktan ziyade, temsil ettikleri seçmenlerinin görüş ve düşüncelerinin
siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya dönük koruyucu
tedbirlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi 30/12/1997
tarihli kararında dokunulmazlığın amacını “yasama organı üyelerini, görevlerini
tam olarak yerine getirmelerini engelleyecek gereksiz suçlamalardan korumak”
şeklinde ifade etmiştir (AYM, E. 1997/73, K. 1997/73, K.T: 30.12.1997).
98. Bununla birlikte Anayasa’nın
83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar
getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliği süresiyle
sınırlıdır. Yine bu süre içerisinde, seçimden önce veya sonra herhangi bir suç
işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla
kaldırılabilmesi mümkündür. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ile seçimden
önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki
durumlar ise dokunulmazlık kapsamı dışında tutulmuştur. Davaya bakan mahkemenin
gerekçesinden, başvurucunun durumunu Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kaldığı
yönünde değerlendirdiği anlaşılmaktadır.
99. Anayasa’nın 83. maddesinde
14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme
hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehine yorumlanmalıdır. Bu nedenle
tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde,
çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine
katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması
gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin
tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından
kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut
olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin
aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte
ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda
gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine de bakılmalıdır.
Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir milletvekili olarak siyasi faaliyette
bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı
arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin
gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
100. Bu nedenle, seçimden önce
soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki
bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinin tutukluluk halinin incelenmesi
sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını işlevsiz hale getirebileceği
göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek üzere belli bir süre için
seçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak
koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. 5271
sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında buna imkân tanıyan
hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler
sonucunda bunların sayısının artırıldığı görülmektedir (§ 63).
101. Tutuklamanın devamına karar
verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel
durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin
kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye taleplerini
inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince
kişiselleştirmemiş, aynı zamanda milletvekili seçilmiş olan başvurucunun
kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya
koyamamıştır.
102. Mahkemenin, 6352 sayılı
Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine
verdiği 27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava
kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs
etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması
şeklindeki gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine
olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla
bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır.
Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle
genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak,
kişiselleştirmeyi engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna
olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına
ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu
söylenemez.
103. Milletvekili seçildikten
sonra yapmış olduğu tahliye talebi ile ilgili karar ve bu karara itiraz üzerine
verilen karar tarihinde başvurucu yaklaşık olarak 2 yıl 2,5 ay tutuklu
kalmıştır. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı
Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012
tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkanı ortaya çıkmıştır. Buna
rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında
gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli kontrol tedbirlerinin
yeterince dikkate alınmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sonuç, 6352 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girdikten sonraki tahliye talepleri üzerine verilen kararlar
bakımından daha belirgindir. Bu durumda, tutukluluğun devamına karar verilirken
yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun
seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı arasında ölçülü
bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı
sonucuna varılmıştır.
104. Açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiği iddiası
105. Başvurucu başvuru
dilekçesinde seçilme hakkının ihlaline ilişkin ayrıntılı açıklama ve talepte
bulunmamakla birlikte, milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmediği için
bu görevi yerine getiremediğini de ifade etmiştir. Milletvekili seçilmiş olmaya
bağlı olarak makul süreyi aşan tutuklulukla birlikte seçilme hakkının ihlali
bakımından bu başvuru ile 2012/1272 sayılı başvuru benzer niteliktedir. Anılan
başvuruda tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu
sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun seçilme ve milletvekili
olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve
bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır. Buna
göre, seçilme hakkı yönünden Anayasa’nın 67. maddesi kapsamında da ayrı bir
incelemenin yapılması gerekir.
106. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa
ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını
içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
107. Anayasa’nın “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları”
başlıklı 67. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.”
108. AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi
şöyledir;
“Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul
aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı
taahhüt ederler”
109. Anayasa’nın 67. maddesinde
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasî
faaliyette bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Çoğulcu demokratik
rejimlerin vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilen siyasi partiler, milli
iradenin oluşumu, anayasal rejimin işleyişi, siyasal düzeninin varlığı için
belirleyici rol oynayan kuruluşlardır. Parlamenter demokraside halk ile yönetim
arasındaki bağlantıyı ve parlamentonun siyasi meşruiyetini, demokratik usul ve
esaslara göre belirlenen seçimler aracılığıyla halkın temsilcisi olarak seçilen
milletvekilleri gerçekleştirirler.
110. Yasama yetkisinin sahibi
olan parlamento ve onu oluşturan milletvekilleri anayasal sınırlar içinde
toplumda var olan farklı siyasi görüşlerin temsilcileridirler. Serbest
seçimlerle halkın adına karar alma yetkisi verilen milletvekillerinin asli
görev alanı parlamento olup, sahip oldukları görev alanı üstün kamusal yarar ve
önem içermektedir.
111. Siyasi faaliyetlerde her
ülkenin kendi koşulları içinde yasalar ile sınırlamalar getirilebileceği
söylenebilirse de, milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde anayasal bir
koruma alanına sahip olduğu açıktır. Aslolan halkın
siyasi iradesinin engellenmemesi ve hakkın özünün etkisiz hale getirilmemesidir.
Seçilmiş milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine getirmelerini
engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk iradesiyle oluşan siyasal temsil
yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen iradesinin parlamentoya yansımasını
önleyecektir.
112. AİHM “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye Ek 1 Nolu Protokol’ün
3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı
bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip
olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
B.No. 9267/81, 2/3/1987, §
47; Ždanoka/Letonya
[BD], B. No. 58278/00, 16/3/2006, § 103;
Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B.No.
10226/03, 8/7/2008 § 105).
113. Öte yandan, seçilme hakkı,
mutlak olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Nitekim,
Anayasa’nın 67. maddesinde siyasi haklara “kanunda gösterilen şartlara uygun”
olarak sahip olunacağı belirtilmiş, maddede bazı özel sınırlamalara yer
verilmiş ve Anayasa’nın diğer maddelerinde de bu hakların kullanılmasına
yönelik bazı sınırlamalar öngörülmüştür. Anayasa'da belirtilen sebeplere
dayanılarak kanunla getirilen sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen şartlara uygun olması gerekmektedir. Benzer şekilde, AİHM de bu
hakların sınırlandırılabileceğini kabul etmekte, ancak bu sınırlamaların "yasama organının seçiminde halkın görüşlerinin
serbestçe açıklanması”nı
ve bu anlamda belli kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına
katılımlarını engelleyici, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini
ortadan kaldıracak ölçüde olmaması ve öngörülen amaçla orantılı olması
gerektiğini belirtmektedir. (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B.No.
9267/81, 2/3/1987, § 52; Tanase/ Moldova [BD], B.No: 7/08, 27/4/2010,
§ 157, 158, 161)
114. Somut olayda başvurucu
hakkındaki soruşturma, milletvekili seçilmeden çok önce başlatılmış, tutuklu
olarak yargılanırken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimde
milletvekili seçilmiştir. Bu yönüyle gerek yürütülen kovuşturma, gerekse
başvurucunun tutukluluk hali başvurucunun milletvekili seçilmesine engel teşkil
etmemiştir. Bu anlamda başvurucunun seçilme hakkına bir müdahale söz konusu
olmadığı gibi, buna yönelik bir iddia da ileri sürülmemiştir. Bununla birlikte
başvurucu, milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmediğinden Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde yemin edememiş ve milletvekilliği görevini fiilen yerine
getirememiştir. Bu görevin yerine getirilmesine engel olan tutukluluk halinin
milletvekili olarak siyasi faaliyet ve temsil hakkını engellemesi nedeniyle
seçilme hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
115. Yukarıda açıklandığı üzere,
başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye talepleri ilgili
mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Önceki başlıktaki inceleme sonucunda
başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye taleplerinin reddine
ilişkin kararlarda başvurucunun seçilme ve temsil hakkıyla yargılamanın tutuklu
olarak sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul bir dengenin gözetilmediği,
dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine
karar verilmiştir (§§ 80–104). Başvurucunun makul olmayan bir şekilde tutuklu
kalması, yasama faaliyetlerine katılmasını engellemiştir. Başvurucunun
milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde, seçilme ve
milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bu ağır
müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu
söylenemez.
116. Açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin
birinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiği
iddiası
117. Başvurucu, 17/4/2009 tarihinde tutuklanmasından itibaren tutuklama ve
tutukluluğun devamına ilişkin kararlara karşı itiraz yoluna başvurduğunu,
bilhassa 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra itiraz ile ilgili
duruşmalı inceleme talebinde bulunduğunu, talepte bulunmasına rağmen İstanbul
14. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2012 tarihinde verdiği kararı, duruşma
yapmadan, kendisini ve/veya müdafiini dinlemeden,
Cumhuriyet Savcısının yazılı mütalaasına uygun olarak aldığını, “tutukluluk halinin devamına ilişkin kararın usul ve
yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle itirazın reddine karar verdiğini,
dolayısıyla kesin olarak verilen 1/11/2012 tarihli bu kararda Anayasa’nın 19.
maddesinin 8. fıkrasındaki haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
118. Adalet Bakanlığı itirazın
duruşmalı incelenmesi konusunda AİHM’in konuya
ilişkin kararlarına atıfla (Knebl/Çek Cumhuriyeti, B.No:20157/05, 28/10/2010, § 85; Altınok/Türkiye,
B.No: 31610/08, 29/11/2011, §§ 49, 54-55) her
incelemede sanığın veya müdafiin dinlenmesinin, bu
tür incelemelerin kısa zamanda karara bağlanması zorunluluğu da dikkate
alındığında yargı sistemini felç edeceğini, bu incelemelerin makul aralıklarla
yapılması gerektiğini (Erişen ve
diğerleri/Türkiye, B.No:7067/06, 3/4/2012, §§ 48-54; Ceviz/Türkiye, B.No:8140/08, 17/7/2012, §§
45-50), duruşmalı iki inceleme aralığı bakımından AİHM’in
2 ay 13 günlük süre açısından ihlal bulurken, 28 günlük bir aralık bakımından
Sözleşme’nin 5. maddesinin dördüncü fıkrasının ihlal edilmediğine karar
verdiğini, AİHM açısından iki dereceli bir tutukluluk incelemesinde
derecelerden birinde duruşma yapılmasının yeterli olduğunu (Saghinadze/Gürcistan, B.No:
18768/05, 27/5//2010, §§ 150); başvurucunun tutukluluk durumunun 18/9/2012
tarihli duruşmada incelendiğini, başvurucunun 24/9/2012, 5/10/2012 ve
23/10/2012 tarihli itirazlarının İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
5/10/2012 ve 1/11/2012 tarihlerinde incelenerek reddedildiğini; davaya bakan
mahkemenin 16/11/2012 tarihli duruşmada tutukluluğu değerlendirdiğini, sonuç
olarak başvurucunun tutukluluk halinin yetkili mahkemece 1 ay 28 günlük süre
içerisinde duruşmalı olarak incelendiğini ifade etmiştir.
119. Bakanlık, kararların
gerekçesi konusunda, somut olayda davaya bakan mahkemenin 27/7/2012
tarihli kararında gerekçelerini belirtmek suretiyle başvurucunun tutukluluk
halinin devamına karar verdiğini, itiraz merciinin de 1/11/2012 tarihli
kararında anılan karara atıf yaptığını, bu şikayetle ilgili kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin anılan hususlar çerçevesinde Anayasa Mahkemesinin
takdirinde olduğunu belirtmiştir.
120. Başvurucu, önceki iddiaları
tekrar etmiş ve 24/9/2012, 5/10/2012 ve 23/10/2012
tarihli dilekçelerle itirazda bulunduğunu, duruşma talebinde bulunduğunu, ancak
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2012 tarihinde yapmış olduğu
incelemede, kendisini veya müdafiini dinlemeden
Cumhuriyet Savcısının yazılı görüşünü aldıktan sonra kararını verdiğini ileri
sürmüştür.
121. Anayasa’nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi,
kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna
aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir
yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
122. Anayasanın bu hükmü uyarınca
hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada kısıtlama
sebebi bakımından bir ayrım yapılmadığından, başvuru hakkı kuvvetli suç şüphesi
ve tutuklama nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılma ile sınırlı değildir.
123. Serbest bırakılmak amacıyla
yetkili yargı merciine yapılması gereken
başvurudan söz edildiğinden anılan hakkın talep halinde uygulama bulabileceği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla tutuklama kararı, tahliye talebinin reddi,
tutukluluk halinin devamı kararlarına karşı yapılan itirazların incelenmesi
sırasında uygulamaya giren bir güvencedir. Fıkrada tanınan bu prosedürde adil
yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de, iddia edilen
tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir
(benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve Diğerleri/Bulgaristan, B.No. 90/1997/874/1086, 28/10/1998, §§
101-102; Erişen ve Diğerleri/Türkiye, B.No. 7067/06, 3/4/2012, § 51).
124. Başvuru iki dereceli bir incelemeyi öngörmemekle birlikte, kanun
iki dereceli incelemeyi öngörmekte ise ikinci derecedeki incelemede çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği gibi güvencelerin sağlanması gerekir. Bu
anlamda ilk derecede duruşma yapılmış ve sanık dinlenmiş ise ikinci derecede
duruşma yapılma zorunluluğu yoktur (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Saghinadze ve
Diğerleri/Gürcistan, B.No. 18768/05, 27/5/2010, § 150). Çünkü her incelemede duruşma yapılması yargı sistemini
işlemez hale getirebilir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Altınok/Türkiye, B.No.
31610/08, 29/11/2011, §§ 49, 54-55). Dolayısıyla,
kişinin dinlenilmesi makul aralıklarla yapılmalıdır (benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Jurjevs/Letonya, B.No.
70923/01, 15/6/2006, § 57; Knebl/Çek Cumhuriyeti, 28/10/2010,§ 88). Ancak, savcı incelemede
hazır bulunur, sanık ya da
en azından temsilcisi bulunmazsa silahların eşitliği ilkesi
ihlal edilebilir. Savcılık görüşünün tutukluya veya vekiline bildirilmeden karar verilmesi de çelişmeli yargılama ilkesini ihlal edebilir (benzer yöndeki AİHM kararı için Bkz. Çatal/Türkiye, B. no.
26808/08, 17/4/2012, §§ 34 ve 35, §§ 43-45).
125. Başvuru konusunda mahkeme
tarafından verilen kararın gerekçeli olması, tarafların gerçek anlamda ya da
mahkemece etkili bir şekilde dinlendiklerinin bir göstergesi sayılır. Bununla
birlikte tutuklu kişinin tahliye talebinde ileri sürdüğü her
türlü argümana açıklama getirme yükümlülüğü
bulunmamaktadır. Ancak tutmanın hukuka uygunluğunu şüpheye düşürecek türden
somut bulgulara kararın gerekçesinde cevap verilmesi
gerekir.
126. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre şüpheli veya sanık soruşturma ve
kovuşturma evrelerinin her aşamasında herhangi bir süre beklemeksizin
salıverilmesini talep edebilir. Aynı Kanun’un 267. maddesine göre ise re’sen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm
kararlar mahkeme önünde itiraza konu edilebilirler.
i. Tutukluluğa itirazların duruşma yapılmadan değerlendirildiği ve
kararların gerekçesiz olduğu iddiası
127. Somut
olayda başvurucunun 24/9/2012, 5/10/2012 ve 23/10/2012 tarihli itirazları
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5/10/2012 ve 1/11/2012 tarihlerinde
incelenerek reddedilmiştir. Başvurucu son incelemenin duruşmasız yapılmasından
şikâyetçidir. İncelemede savcının yazılı görüşü alınmış fakat başvurucuya
bildirilmeden dosya üzerinden gerçekleştirilmiş, talep edilmesine rağmen
başvurucu ya da müdafii bu sırada hazır
bulunmamıştır.
128. Başvurucunun itiraz öncesi
tutukluluk durumu davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 18/9/2012 tarihinde yapılan duruşmada değerlendirilmiştir.
Keza davaya bakan Mahkeme’nin itiraz incelemelerinden sonraki duruşmalı ilk
incelemesi 16/11/2012 tarihlidir. Buna göre
tutukluluğun başvurucu dinlenerek değerlendirildiği celseler arasındaki süre 1
ay 28 gündür. AİHM içtihatlarına göre bir ayın altındaki süre (28 gün)
aralığında tutukluluğun devamına ilişkin incelemenin ilgili dinlenilmeden
yapılması Sözleşmenin 5 § 4 hükmünün ihlali olarak
değerlendirilmemektedir (bkz. Çatal/Türkiye,
§ 41 ve 42). 2 ay 13 günlük sürede şüphelinin dinlenilmeden
itirazının reddedilmesi ise anılan hükmün ihlali olarak görülmüştür (bkz. Erişen ve Diğerler/Türkiye,§
51-54). Başvurucunun yargılandığı davadaki tutuklu sanık sayısı dikkate
alındığında, davaya bakan mahkemenin haftanın dört günü duruşma yapmasına
rağmen, tutukluluk hallerini belli bir sürede incelediği, bu sürenin de bir ayı
aştığı anlaşılmaktadır. 5271 sayılı Kanun’un 267. maddesine göre re’sen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm
kararlar bir başka mahkeme önünde itiraza konu edilebilmektedirler. Böyle bir
sistemde başvuruya konu dava bakımından itirazların duruşmalı incelenmesi
tutukluluk bakımından yargılamanın itiraz merciinde tekrar edilmesi anlamına
gelecektir. Dolayısıyla 1 ay 28 günlük süre başvuruya konu davanın olağanüstü
koşulları dikkate alındığında makul bir duruşma aralığı olarak
değerlendirilmelidir.
129. Davaya bakan mahkeme 27/7/2012 tarihli kararında tutukluluğun devamına dair
gerekçelerini ayrıntılı olarak belirtmiş, ikinci derece olarak itiraz
incelemesini yapan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 1/11/2012 tarihli
kararında anılan karara atıf yapmak suretiyle itirazın reddine karar vermiştir.
Atıf yapılan kararla bu karar içeriği birlikte değerlendirildiğinde itiraz
incelemesine ilişkin kararın gerekçesiz olduğu iddiasının yerinde olmadığı
sonucuna varılmıştır.
130. Açıklanan nedenlerle itiraz
incelemelerinin duruşmalı yapılması ve kararın gerekçesiz olduğu iddialarıyla
ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin 8. fıkrasının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
ii. Cumhuriyet Savcısı’nın yazılı mütalaasının tebliğ edilmediği iddiası
131. Somut olayda başvurucunun
itirazı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 1/11/2012
tarihlerinde yapılan incelemelerde savcının yazılı görüşü alındıktan sonra
başvurucuya tebliğ edilmeksizin dosya üzerinden yapılmıştır. Böylece
başvurucunun Cumhuriyet Savcısı’nın görüşüne cevap verme imkânı olmamıştır.
Mahkemenin kararına etki edebilecek bu hususun başvurucuya bildirilmemesi
çelişmeli yargılama ilkesine aykırıdır.
132. Tutukluluğa itiraz incelemelerinde
Cumhuriyet Savcılığından alınan görüşün başvuruculara bildirilmemesi nedeniyle
Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çatal/Türkiye, § 32; A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B.
No. 3455/05, 18/2/2009, § 203).
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
133. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi
yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm
altına alınmıştır.
134. Başvuruda Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci ve sekizinci fıkralarıyla, 67. maddesinin birinci fıkrasının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Hakkında mahkûmiyet kararının verildiği
tarihte başvurucunun tahliyesine de karar verildiğinden başvurucunun tutukluluk
hali sona ermiştir. Başvurucu tazminat talebinde bulunmamıştır.
135. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
136. Gereği için kararın bir
örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun,
A- 1. Kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı
halde tutuklanma iddiası yönünden “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Seçilme hakkının ihlal edildiği, tutukluluğun makul süreyi aştığı ve
tutukluluğa itirazların etkili bir biçimde incelenmediği iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B- 1. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasıyla ilgili olarak
Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin
yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2.
Seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin birinci
fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
3.
Tutukluluğa itirazların duruşma yapılmadan değerlendirildiği ve kararların
gerekçesiz olduğu iddialarıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
4.
Tutukluluğa itirazın incelenmesi sırasında Cumhuriyet Savcısı’nın yazılı
mütalaasının tebliğ edilmediği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrasının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C- Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D- Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E- Kararın bir örneğinin Mahkemesine gönderilmesine,
4/12/2013 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.