logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET HABERAL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2012/849)

 

Karar Tarihi: 4/12/2013

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Mehmet ERTEN

 

 

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Mustafa BAYSAL

Başvurucu

:

Mehmet HABERAL

Vekili

:

Av. Feride Dilek HELVACI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu hukuka aykırı olarak tutuklandığını, tutukluluğun makul süreyi aştığını ve tutukluluğun devamına karşı yapılan itirazların etkin bir şekilde incelenmediğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 30/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/5/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüm’e gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 6/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığı görüşünü 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucu vekiline 2/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

1. Başvuru ve ekindeki belgelerde ifade edildiği şekliyle:

7. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 13/4/2009 tarihinde Ankara’da gözaltına alınmış, 17/4/2009 tarihinde sorgusunu müteakip İstanbul’da tutuklanmıştır.

9. Gözaltına alma tutanağında yakalamaya neden olan suç şüphesi olarak Ergenekon terör örgütüne üye olma belirtilmiş, tutuklamaya gerekçe olarak da terör örgütü kurup yönetme suçunun işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçun niteliği, aleyhine mevcut delil durumu, yüklenen suçun CMK. 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması” gösterilmiştir.

10. Başvurucu bu karara 21/4/2009 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2009 tarihli kararla bu itirazı reddetmiştir. Kararda, genel ifadelerin yanında adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı da belirtilmiştir.

11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/7/2009 tarihinde düzenlenen iddianamede başvurucu, “terör örgütü kurmak ya da yönetmek, cebir ve şiddetle TBMM’nin faaliyetlerini engellemeye teşebbüs, cebir ve şiddetle Hükümetin faaliyetlerini engellemeye teşebbüs etmek”le suçlanmıştır. Başvurucu ve diğerleri hakkında açılan bu dava Ergenekon ana davası ile birleştirilmiştir.

12. Başvurucunun savunması 5-6/4/2010 tarihlerinde tedavi gördüğü İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü’nde video konferans yöntemiyle alınmıştır.

13. Başvurucunun tutukluluk durumu birer aylık dönemlerde re’sen veya tahliye talebi üzerine davaya bakan Mahkeme tarafından, tutukluluğun devamına dair kararlara karşı başvurucunun itirazları ise bir başka mahkeme tarafından incelenmiştir. Bu kapsamda 7/5/2009 ila 27/7/2012 tarihleri arasında toplam 121 kez inceleme yapılmıştır. Bu kararların tamamında tahliye talepleri reddedilmiştir. Bu kararlarda genel olarak dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun katalog suçlardan olması, suçun niteliği, öngörülen ceza, adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, bir kısım sanıkların savunmalarının alınmamış olması gerekçelerine yer verilmiştir.

14. Başvurucu 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimlerde 24. Dönem milletvekili seçilmiş olmasının dikkate alınarak tahliyesine karar verilmesini talep etmiş, fakat bu talebi 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 23/6/2011 tarihinde reddedilmiştir. Bu karara itiraz üzerine incelemeyi yapan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 29/6/2011 tarihli kararla itirazın reddine karar vermiştir. Kararda “atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosya kapsamı, kaçma ve delilleri karartma şüphesi ile atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nazara alınarak 13. Ağır Ceza Mahkemesi kararında usul ve yasaya aykırı herhangi bir isabetsizlik görülmediği” belirtilmiştir.

15. 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi konusundaki başvurucunun talebi Mahkemece, 27/7/2012 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçe bölümü şöyledir:

"a-Sanık hakkında 17.04.2009 tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,

b-Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,

c-Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısmı sanıkların haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma şüphesinin bulunduğu,

d-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu, bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk suresinin üst sınırının 10 yıl olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,

e-Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,

f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,

g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları, inceleme raporları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait bilgisayarda ve diğer sanıkların bilgisayarlarında ele geçen bilgi ve belgeler, sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da göz önüne alındığında, sanığın atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı, anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına".

16. Tahliye talebinin reddine dair daha sonraki kararlarda buna atıf yapılarak karar verilmiştir.

17. 17/10/2012 tarihli duruşmada başvurucunun tahliye talebi, “tutuklu sanıklar haklarında tutuklanmayı gerektirir mevcut somut delillerin mahkememizin 27/7/2012 tarihli oturumunda her bir sanık için belirtilen şıklarının g bentlerinde gösterildiği üzere tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu…daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbirinin uygulanması yetersiz kalacağı…” gerekçesiyle reddedilmiştir.

18. Başvurucunun 23/10/2012 tarihinde dilekçeyle anılan karara karşı yapmış olduğu duruşma talepli itiraz, 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, 1/11/2012 tarihinde Cumhuriyet Savcısının görüşü alındıktan sonra dosya üzerinden alınan kararla reddedilmiştir.

2. Adalet Bakanlığı görüşünde ifade edildiği şekliyle:

19. Adalet Bakanlığı başvurucunun Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp tutuklandığını, yargılamasının tutuklu olarak yapıldığını, dolayısıyla olay ve olguların anlaşılması açısından bu soruşturmaya ilişkin adli sürece değinilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bakanlık, derdest olan bu dava ile ilgili olarak kullanılan Ergenekon soruşturması ve Ergenekon davası kavramlarının, masumiyet ilkesi çerçevesinde, anılan soruşturma ve davanın kamuoyunda bu şekilde tanınması nedeniyle ve metni uzatmamak amacıyla kullanıldığını da belirtmiştir.

a. Ergenekon Soruşturma Süreci

20. 12 Haziran 2007 tarihinde, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'na telefonla yapılan bir ihbar üzerine, İstanbul'un Ümraniye ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından arama yapılmıştır. Bu arama esnasında, askeri bir sandık içerisinde toplam 27 adet el bombası bulunmuştur. Söz konusu gecekonduda kiracı olarak yaşayan A.Y. ve A.Y.'nin babasının ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ifadelerinde, 27 el bombasının bulunduğu sandığı eve getiren kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli olmuş bir astsubay olan Oktay Yıldırım olduğunu belirtmişlerdir.

21. Bu ifadeler üzerine Oktay Yıldırım’ın işyeri ve evinde 13 Haziran 2007 tarihinde arama yapılmıştır. Bu aramalarda bir adet tabanca, şarjör ve mermiler ile bir bıçak ve bilgisayar belleği ile bir adet flaş belleğe el konulmuştur. Flaş bellekte yapılan incelemede "Lobi, Çok Gizli - Aralık 1999/İstanbul isimli bir belgeye rastlanmıştır. Bu belgenin "Giriş" bölümünde, "(...) Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren ‘Ergenekon’a bağlı olarak ‘Sivil Unsurların’ örgütlenmesi zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçektir" ifadelerinin bulunduğu tespit edilmiştir.

22. Oktay Yıldırım'da ele geçirilen söz konusu belge, içeriği ve el bombalarının ciddiyeti dikkate alınarak soruşturma genişletilmiştir. Bu çerçevede, Ergenekon adı verilen davada yargılanan birçok kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış, bu kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır. Yapılan aramalarda ve ilgililerin bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman ve örgütün yapısını gösteren belgeler ele geçirilmiştir.

23. Soruşturmaya konu bir başka şahsın evinde yapılan aramada 12 adet el bombası, çok sayıda silah, TNT kalıpları ve diğer patlayıcı maddeler ile değişik gizli askeri belgeler bulunmuştur.

24. Yine bir kısım yerlerde yapılan aramalarda suç oluşturan birçok delil elde edilmiştir. Bu deliller arasında, kamu görevlilerine ve üst düzey bürokratlara yönelik fişlemeler, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde illegal örgütlenmeye yönelik belgeler ile Yargıtay binasını ayrıntılı olarak gösteren ve kaçış yollarının belirtildiği bir kroki bulunmuştur. Soruşturma kapsamında bir kısım belgelerin farklı şüphelilerde ele geçirildiği iddianamelerde belirtilmiştir.

25. Ergenekon Soruşturmasının başlangıç evresinde elde edilen delillerden yola çıkılarak soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş ve bu süreçte özellikle bazı emekli veya muvazzaf general ve subaylar soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu kişilerin ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını gösterdiği iddia edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia edilen bazı planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında "Sarıkız", "Yakamoz", "Eldiven", "Ayışığı", "Kafes" ve "İrtica ile Mücadele" isimli eylem planları bulunmaktadır.

26. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı isimli eylem planlarının askeri darbeden önceki sürece ilişkin oldukları ve bu planlardaki temel amacın yapılacak askeri darbeye zemin hazırlamak olduğu; Yakamoz isimli eylem planının askeri darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu; Eldiven isimli eylem planının ise askeri darbeden sonraki süreçte devletin ve siyasi kurumların yeniden yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği belirtilmiştir.

27. Dönemin kuvvet komutanları olan A.Y., Ö.Ö. ve İ.F. ile Jandarma Genel Komutanı M.Ş.E. tarafından hazırlandığı iddia edilen "Sarıkız" isimli eylem planı, Hükümete karşı halkta genel bir hoşnutsuzluk olduğu inancını yaymak için yapılacak faaliyetleri ve bu çerçevede basını yönlendirmeyi amaçlamıştır. Bu plan, özellikle öğrencilerin, sivil toplum mensuplarının ve sendika üyelerinin, Hükümete karşı protesto gösterileri düzenlemeleri konusunda yönlendirmesini ve ulusal seviyede gösteriler yapılmasını da öngörmektedir.

28. Kafes Eylem Planı'nda, Türkiye'deki gayrimüslimlere yönelik yapılacak çalışmalar "operasyon" olarak nitelendirilerek, bu operasyonun değişik aşamalardan oluştuğu ifade edilmiştir. Hazırlık aşamasında, Türkiye'deki gayrimüslimlerin isim, adres ve toplandıkları yer ve günlerin tespiti için çalışmalar yapılacağı belirtilmiştir. Korku oluşturma safhasında, tespit edilen AGOS Gazetesi abone listesinin internet üzerinden yayınlanacağı, abonelere tehdit telefonlarının açılacağı, İstanbul Adalar bölgesinde duvarlara tehdit içerikli mesajlarının yazılacağı ifade edilmiştir. Kamuoyu oluşturma safhasında, ulusal basın ve web siteleri kullanılarak bu eylemlerin sorumlusunun Ak Parti iktidarı olduğu ve bu partinin azınlıklar konusunda vurdumduymaz davrandığı inancının oluşturulacağı belirtilmiştir. Eylem safhasında ise, İstanbul'da özellikle gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde bomba patlatılması, AGOS Gazetesi'nin bulunduğu yer ile benzeri yerlerde ses bombası patlatılması, gayrimüslim mezarlıklarına yönelik saldırılar düzenlenmesi ve onların ev, işyeri ve araçlarının kundaklanmasının planlandığı ifade edilmiştir.

29. İrtica ile Mücadele Eylem Planı, yine kitle iletişim araçları (medya organları) kullanılarak, halkın iktidardaki Ak Parti'ye olan desteğini ortadan kaldırmak için yanıltıcı haberler yapılmasını içermektedir. Bu planla, Ergenekon soruşturmasında tutuklanan askerlerin masum olduğu yönünde propaganda yapılarak, kara propaganda yoluyla halkın iktidar partisine olan desteğinin yok edilmesi amaçlanmıştır.

30. Ayışığı isimli eylem planı ise, öncelikle, her türlü anti demokratik eyleme karşı olmakla tanınan dönemin Genelkurmay Başkanı H.Ö.'nün etkisiz hale getirilmesini veya görevinden ayrılmaya zorlanmasını hedeflemiştir. Bu plan, Ak Parti üyesi bir kısım milletvekillerinin bu partiyi terk etmesini sağlamayı da amaçlamıştır. Ayrıca, hükümet aleyhine yapılacak bir askeri darbe için Cumhurbaşkanı'nın desteğini almayı veya onun tarafından gelecek muhalefeti etkisiz kılmayı da hedeflemiştir.

31. Yakamoz isimli eylem planına gelince, bu plan özellikle yapılacak askeri darbenin uygulanmasına ve hükümetin devrilmesinden sonra kurulacak hükümete ilişkin planları içermektedir.

32. Eldiven eylem planı, planlanan askeri darbenin gerçekleştirilmesinden sonra alınacak özel önlemlere ilişkindir. Bu eylem planında, medyanın ve siyasi oluşumların yeniden yapılandırılması, silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi, yeni bir Cumhurbaşkanının seçilmesi, bazı yürütme organlarının yeniden düzenlenmesi ve dış politikanın yeniden belirlenmesi konularında planlara yer verilmiştir.

33. "Ergenekon Soruşturması" olarak adlandırılan soruşturma sürecinde, bazı suikast planları ele geçirilmiştir. Bazı şüpheliler, gerçekleştirilen birkaç suikast olay veya planının faili oldukları gerekçesiyle, elde edilen delillere de dayanılarak, savcılıkça bu soruşturmaya dâhil edilmiştir.

34. Soruşturmada elde edilen delillere dayanılarak, Cumhuriyet Gazetesi merkez binasına yapılan saldırı olayı ile Danıştay olayına ilişkin dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde yürütülen ve Ergenekon ismi verilen dava ile birleştirilmiştir. İlgili sanıklar, halen Ergenekon davası çerçevesinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi önünde yargılanmaya devam etmektedir.

35. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8 Mart 2009 tarihli İddianamesinde (syf. 78) soruşturma kapsamında elde edilen delillerden Ergenekon isimli davada yargılanan bazı sanıkların özellikle PKK, DHKP-C ve Hizbullah isimli terör örgütleriyle ilişkilerinin olduğunun saptandığı, hatta bu örgütlerin, söz konusu davanın sanıkları tarafından kontrol altına alındığı ve yönlendirildiği iddia edilmiştir

36. Bazı sanıklarda ele geçirilen "Ergenekon - Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi" isimli belgede, medyanın işlevi ve toplum üzerindeki etkileri incelenerek, örgütün kendi medya kuruluşlarını oluşturması ve mevcut medya kuruluşlarını da kontrol altına alması gerektiği ifade edilmiştir.

37. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26 Ağustos 2011 tarihli iddianamesinde (syf. 5) bazı sanıkların ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen "Ulusal Medya 2001" isimli belgenin yukarıda ifade edilen amacın gerçekleştirilmesi için hazırlandığı iddia edilmiştir.

b. Başvurucunun Gözaltına Alınması, Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Açılan Davanın Seyri

38. 13 Nisan 2009 tarihinde, başvurucu adı geçen örgütle bağlantılı olduğu gerekçesiyle Ankara’da gözaltına alınmıştır.

39. 16 Nisan 2009 tarihinde soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifadesi alınmıştır. 17 Nisan 2009 tarihinde nöbetçi hakim tarafından tutuklanmıştır.

40. Toplam 52 şüphelinin yer aldığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 17 Temmuz 2009 tarihli iddianamesinde başvurucuya, "Silahlı terör örgütünü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme" suçları isnat edilerek cezalandırılması talep edilmiştir.

41. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulan bu iddianamede başvurucu, Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün karar mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda bulunmakla itham edilmiştir (syf. 29-30, 133, 138, 162-227).

42. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında düzenlediği 17 Temmuz 2009 tarihli iddianamesi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş; 5 Ağustos 2009 tarihinde "Ergenekon" ana dosyası ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle dava dosyalarının birleştirilmesine karar verilerek başvurucunun yargılanmasına başlanılmıştır.

43. Bakanlık görüşünün hazırlandığı tarih itibarıyla, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi önünde devam eden yargılamada toplam 320 ayrı celse yapılmıştır.

44. 22 ayrı iddianameyle açılan davalar, aralarında fiili ve hukuki irtibat nedeniyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2008/191 Esas sayılı "Ergenekon" ana dosyasında birleştirilmiştir.

45. Başvurucunun yargılamasının devam ettiği dava dosyasının 21 Haziran 2013 tarihli 320. celsesinde mahkeme, "Hükmün hazırlanıp açıklanması amacıyla dosyanın kapsamlı ve sanık sayısının çokluğu dikkate alınarak oturumun 5 Ağustos 2013 günü saat 09:00 a bırakılmasına" karar vermiştir.

3. 5/8/2013 Tarihinde Tefhim Edilen Kısa Karar

46. UYAP vasıtasıyla elde edilen 5 Ağustos 2013 tefhim tarihli kısa kararda başvurucunun;

i. Hakkında 5237 sayılı TCK 314/1, 311/1 ve 312/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemlerinin bir bütün halinde 5237 sayılı TCK 312/1 ve 765 sayılı TCK 147 maddelerindeki suçu oluşturduğu, suç için elverişli eylemlerin gerçekleştirildiği tarihin 1 Haziran 2005 tarihinden önce olması dikkate alınarak, suç tarihinde yürürlükte olan ve lehine olan 765 sayılı TCK 147 maddesinde yazılı "Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek" suçunu işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 765 sayılı TCK 147. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına; eylemin eksik teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle anılan Kanun’un ve 61/1 maddesi gereğince cezasında indirim yapılmak suretiyle takdiren ve neticeten 15 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına; yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle TCK 59/2 maddesi gereğince cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Ayrıca 765 sayılı TCK’nun 31., 33. ve 40. maddelerinin uygulanmasına da karar verilmiştir.

 ii. Ayrıca hakkında verilen ceza miktarı ve tutuklulukta kaldığı süre dikkate alınarak bihakkın tahliyesine ve yurt dışına çıkış yasağı konulmasına da karar verilmiştir.

47. Başvurucu hakkındaki davanın temyiz aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.

B. İlgili Hukuk

1. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu

48. Kanun’un 147. maddesi şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur”

49. Aynı Kanun’un 61. maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir.

2. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu

50. 311. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar.”

51. 312. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.”

52. 314. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

3. 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu

53. Kanun’un 5. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.

…”

4. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu

54. Kanun’un 100. maddesi şöyledir:

“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.

b) Şüpheli veya sanığın davranışları;

1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,

2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)

9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),

10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),

11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),

(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”

55. Adli kontrol” başlıklı 109. maddesi şöyledir:

 “(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

 (2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

 (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

 a) Yurt dışına çıkamamak.

 b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.

 c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.

 d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.

 e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.

 f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.

 g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.

 h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.

 i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.

 j) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Konutunu terk etmemek.

 k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.

 l) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.

 (4) (Ek: 25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.)

 (5) Hâkim veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir.

 (6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz.

 (7) (Ek: 6/12/2006 – 5560/19 md.) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.”

56. Kanun’un 260. maddesi şöyledir:

(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.

(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.

(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

57. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 30/11/2012 tarih ve 2012/849 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

58. Başvurucu, hakkında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde tutuklandığını, bunun makul süreyi aştığını, tutukluluğa itirazlarının etkili bir şekilde incelenmediğini belirterek Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

59. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının devamında, başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olmasının şart olduğu, dördüncü fıkrasında ise bireysel başvuruda kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı belirtilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakılma iddiası

60. Başvurucu, bir kısım kararlarına atıfla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) öngörülen hakların kullanımının suç teşkil etmediğini, suç teşkil etmeyen fiillerden dolayı kişilerin tutuklanamayacaklarını; kendisiyle ilgili tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarında isnat edilen fiillerin suç oluşturmadığını; terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla ilgili olarak aşamalarda verdiği ifade ve savunmalarda iddia edilen silahlı örgütün varlığına ilişkin somut bir delil bulunmadığını, kendisinin de iddia edilen bu örgütle irtibatının olmadığını ve hükümete karşı darbeye teşebbüs çerçevesinde değerlendirilebilecek hiçbir hukuka aykırı eyleminin bulunmadığını belirttiğini, keza alınan ifade ve savunmalarında bu konulara ilişkin soru da sorulmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma sırasında verilen tahliye talebinin reddi ve itirazın reddi kararlarında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren bir somut olgudan söz edilmediğini; tutuklanmasına ve tutukluluğun devamına dair kararlarda suç şüphesi oluşturduğu iddia edilen fiillerin gerçekte suç teşkil etmediğini, dolayısıyla itiraz üzerine tutukluluk halinin devamına ilişkin olarak İstanbul 14. Ceza Mahkemesince kesin olarak verilen 1/11/2012 tarih ve 2012/1192 Değişik İş sayılı kararla suçluluğu hakkında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri olmadığı halde özgürlüğünden yoksun bırakılması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

61. Başvurucu, 17/4/2009 tarihli tutuklama kararında şüpheye dair somut olgudan söz edilmediğini; 7/5/2009 ilâ 27/7/2012 tarihleri arasındaki tutukluluğun devamı ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlara itiraz üzerine verilen ret kararlarında, belirtilmesi talep edilmesine rağmen, kuvvetli suç şüphesini gösteren herhangi bir somut olgudan söz edilmediğini iddia etmiştir. Başvurucu, kendisi hakkında 2012 yılı Kasım ayına kadar mahkemelerce 130’a yakın tutuklama incelemesi yapıldığını, kararlarda tutuklama nedenlerinin varlığını gösteren somut olguların açıklanmadığını da ileri sürmüştür. 27/7/2012 tarihli tutukluluğun devamı kararı ile bu karara atıf yapan 1/11/2012 tarihli kararın da kuvvetli suç şüphesi bakımından objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikte olmadığını ileri sürmüştür.

62. Bakanlık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Sözleşme’nin 5 § 1 (c) hükmünü yorumlarken, bir kişinin başlangıçta suç işlemiş olabileceği yönünde inandırıcı neden ya da makul şüphenin bulunmasını yeterli gördüğünü, somut olay bakımından başvurucu ile aynı dava kapsamında tutuklu yargılanan Mustafa Levent Göktaş, Levent Bektaş, Ercan Kireçtepe ve diğerleri ve Ahmet Tuncay Özkan’ın tutuklanmalarının ulusal mevzuat ve Sözleşme’nin 5 § 1 (c) hükmüne aykırı olduğu iddialarıyla AİHM’e yaptıkları başvurularda Mahkeme’nin, adı geçenlerin suç işledikleri yönünde inandırıcı nedenler olmadığı halde özgürlüklerinden mahrum bırakıldıkları yönündeki şikayetlerini “açıkça dayanaktan yoksun” bulmak suretiyle kabul edilemez bulduğunu; başvurucunun "Silahlı terör örgütünü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme" suçlarını işlediği yönünde şüphelerin bulunması sebebiyle yetkili mahkemece tutuklandığını belirtmiştir.

63. Bakanlık, başvurucunun iddianamede (s. 227) Cumhuriyet Çalışma Grubu kararları doğrultusunda planlanan Cumhuriyete saygı mitinglerinde diğer rektörlerle birlikte hareket ettiği ve “ordu göreve” pankartlarının açıldığı mitinglere iştirak ettiği; birçok siyasi lideri bir araya getirip Ergenekon silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda organize edip yönlendirmeye çalıştığı, telefon konuşmalarında hükümetin devrilmesi gerektiğinden bahsettiği; M.S. ile yaptığı görüşmede köprüyü geçene kadar, aradaki siyasal kavgaların ortadan kaldırılması yönünde talimat verdiği, aynı siyasinin "ben başbakan olacağım ama benim başbakanım da sizsiniz" hitap ve övgüsüne mazhar görüldüğü; ordu komutanlığı yapmış A. H. T.'ın kendisine "emredin gece 3'te kapınızdayım" şeklinde hitap ettiği belirtilerek başvurucunun Ergenekon silahlı terör örgütünün karar mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda değerlendirilerek yasama ve yürütme organlarını ortadan kaldırmaya, görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs eylemleri içinde fiilen bulunduğunun iddia edildiğini; aynı dosyada örgütün yöneticisi konumunda olduğu iddia olunan sanık Y. K. ile örgütün belirlediği strateji doğrultusunda üniversitelerde kadrolaşma faaliyetlerini yürüttükleri ve başvurucunun bu amaçla örgüt üyesi F. H.'ye talimatlar verdiğinin iddia edildiğini; yine anılan iddianamede Başsavcılık tarafından başvurucu ve aynı dosyada sanık olarak yargılanan M. Ö. ve E. M.'nin örgütün medya finans yapılanması işinde yer aldıklarının, kendi medya kuruluşları dışında da örgütün merkez üssü olarak seçtiği yayın organlarına da doğrudan ve dolaylı olarak yardım ettikleri iddia edildiğini (s. 29) belirtmiştir. Bakanlık, Başsavcılığın 17 Temmuz 2009 tarihli iddianamenin 29-30., 133., 138., 162-227. sayfalarında başvurucuya isnat edilen eylemlerin değerlendirildiğini ve hakkındaki suçlamalara ilişkin delillere yer verildiğini ve bu çerçevede eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 311/1, 312/1, 314/1, 53, 58/9 ve 63. maddeleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesi uyarınca cezalandırılmasının talep edildiğini de belirtmiştir.

64. Bakanlık devamla, Başsavcılığın esas hakkındaki mütalaasında şu ifadelerin yer aldığını belirtmiştir: "Sanık Mehmet Haberal'ın iddianamede belirtildiği ve mütalaanın ilgili bölümünde ayrıntısı ile anlatıldığı şekilde, Ergenekon Terör Örgütünün birçok mensubu ile örgütsel irtibat halinde bulunduğu, eylem ve faaliyetlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında Ergenekon Terör Örgütü’nün Lobi yapılanması içerisinde görevli olduğu, örgüt faaliyetlerinin düzenlenmesinde ve örgüt kararlarının alınmasında ve uygulanmasında emir ve talimat verme yetkisine sahip olması nedeni ile Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi olduğu, örgüt faaliyeti kapsamında cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs ettiği, bu suçun "soyut tehlike suçu" olması nedeniyle herhangi bir maddi bir zarar veya neticenin meydana gelmesi aranmaksızın icra hareketlerine başlanması halinde suça teşebbüs edilmiş sayılacağı, suça teşebbüs edilmesi halinde atılı suçun tamamlanacağı… Örgüt faaliyeti çerçevesinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçlarından eylemine uyan TCK'nın 312.maddesinin l. fıkrası ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi…"

65. Bakanlık sonuç olarak, başvurucunun, tutukluluğu hakkında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlüğünden mahrum bırakıldığı şikayetinin dayanaktan yoksun olup olmama da dahil tüm kabul edilebilirlik şartları ve esas yönünden incelenmesinde, başvurucunun isnat edilen suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler olup olmadığı ve bu suretle başvurucunun tutuklanmasına yetecek makul şüphe oluşturacak inandırıcı nedenler bulunup bulunmadığının AİHM'in konuyla ilgili kararları da göz önüne alınmak suretiyle Anayasa Mahkemesi’nin takdirinde olduğunu belirtmiştir.

66. Başvurucu önceki iddialarını tekrarla Bakanlık görüşüne itiraz etmiştir.

67. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

68. Başvurucu, tutukluluğun devamına dair 1/11/2012 tarihli karara atıfla ve özetle, suç teşkil etmeyen eylemleri nedeniyle ve tutuklama sebepleri bulunmadığı halde gözaltına alındığını ve tutuklandığını ileri sürmek suretiyle özgürlük ve güvenlik hakkından mahrum bırakıldığından şikâyet etmiştir.

69. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).

70. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.

71. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (AİHM kararları için bkz. Murray/ Birleşik Krallık, B.No. 14310/88, 28/10/1994, § 55, Talu/Türkiye (KE), B.No. 2118/10, 4/12/2012, § 25).

72. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).

73. Diğer yandan, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, § 49).

74. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 13/4/2009 tarihinde göz altına alınmış ve 17/4/2009 tarihinde nöbetçi hâkim tarafından tutuklanmıştır. Tutuklama kararında başvurucunun “Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün karar mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda bulunduğu yönünde “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçun niteliği, aleyhine mevcut delil durumu ve isnat olunan suçun katalog suçlardan olması” gösterilmiştir.

75. Toplam 52 şüphelinin yer aldığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 17 Temmuz 2009 tarihli iddianamesinde başvurucuya, Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün karar mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda bulunduğu iddiasıyla "Silahlı terör örgütünü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme" suçları isnat edilerek cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede isnat olunan bu suçlara ilişkin delillere de yer verilmiştir.

76. Başsavcılık tarafından Mahkemeye sunulan esas hakkındaki mütalaada bu iddialar tekrar edilmiş ve 5/8/2013 tarihinde açıklanan kısa kararda Mahkemece, başvurucunun eylemlerinin 765 sayılı TCK 147. maddesindeki suçu oluşturduğu sabit görülerek hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir (§ 46).

77. Başvurucunun yargılandığı davanın niteliği, kapsamı ve sanık sayısı dikkate alındığında isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı bir bütünlük içerisinde yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre davayı gören mahkemece belirlenebilir. Keza bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında incelenebilir. Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere, isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar da dahil kanun hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Başvurucu hakkındaki tutuklama kararı, iddianame ve delillere ilişkin içeriği ile kısa karar birlikte dikkate alındığında, başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu sonucuna varılmıştır.

78. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir

 b. Diğer şikayetler

79. Başvurucunun, tutukluluğun makul süreyi aştığına ve tutukluluğa itirazlarının etkili bir şekilde incelenmediğine dair şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve bu şikâyetler açısından başka bir kabul edilemezlik sebebi de bulunmadığından, başvurunun bunlara ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Bakımından

a. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği iddiası

80. Başvurucu, başvuru tarihi itibariyle 3 yıl 7 ay 18 gündür tutuklu olduğunu, bu süreç içerisinde tutukluluk durumunun 130’dan fazla incelendiğini, 17/4/2009 ilâ 27/7/2012 tarihleri arasında yapılan incelemelerde formül ifadelerin tekrarlandığını, bu kararlarda kullanılan “dosya kapsamı” “davaların birleştirilmesi” gibi kendisiyle ilgisi olmayan fiillerden veya hukuki unsurlardan kaynaklanan karmaşıklığın tutukluluğun devamına gerekçe olamayacağını; “delillerin toplanmamış olması ve karartılma ihtimalinin bulunduğu” argümanının da kendisiyle ilgili olmadığını, hangi delilleri nasıl karartacağına dair somut bir açıklamanın bulunmadığını, soruşturmaya dâhil edilinceye kadar kaçmadığını ve delilleri karartmadığını; “bir kısım sanıkların ifadelerinin alınmamış olması” gerekçesi bakımından, o sanıklarla kendisi arasındaki ilişkinin kararlarda açıklanmadığını, “yüklenen suçların katalog suçlardan olması” gerekçesinin de, katalog suç olarak sınıflandırılan bu suçların hiçbir şekilde tutuklama zorunluluğu getirmediğini, bu gerekçeyle tutuklama nedenine ve makul süreye bakılmadan tutukluluğun otomatik olarak devam ettirildiğini ileri sürmüştür.

81. 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra 27/7/2012 tarihinde verilip daha sonraki kararlarda atıf yapılan karar daha uzun olmakla birlikte, bu kararın da diğer kararlar gibi soyut, basmakalıp ve genel olduğunu, delilleri karartma şüphesine ilişkin somut gerekçeler içermediğini, başkalarının yurt dışına kaçmış olması ile kendisi arasında irtibat bulunmadığını, kaldı ki 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan seçimde milletvekili seçildiğini, buna rağmen tahliye edilmediğini, daha önce görülen başka davalarda tutuklu iken milletvekili seçilenlerin tahliye edildiklerini, dolayısıyla bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadıklarını ileri sürmüştür.

82. Başvurucu devamla, 17/4/2009 tarihinden itibaren yapmış olduğu tüm tahliye taleplerinde gerekirse hakkında yurt dışına çıkış yasağını da içeren adli kontrol uygulanmasını istediğini, buna rağmen talebinin yetersiz kalacağı gerekçesiyle kabul görmediğini, ancak nedeninin açıklanmadığını, bu nedenle güvenceye bağlanarak serbest bırakılma bakımından da hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

83. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun başvuru tarihi itibariyle 4 yıl 4 aya yakın tutuklu bulunduğunu, "Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme" suçlarını işlediği iddiasıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun ilgili hükümleri uyarınca cezalandırılması talebiyle açılan bir dava kapsamında tutuklu olarak yargılandığını; İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas sayılı dosyası üzerinden görülen davanın, 22 ayrı iddianame ile açılan farklı davaların aralarındaki fiili ve hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmesi sonucu kapsamlı bir dava olduğunu, bu davada başvurucu ile beraber toplam 275 sanığın yargılandığını ve dava dosyasının yaklaşık 3.500 ek delil klasöründen oluştuğunu; davaya bakan Mahkemenin her türlü özeni gösterdiğini, bu çerçevede haftanın dört günü duruşma yaptığını, AİHM'in başvurucu ile aynı davada yargılanan bir başvurucunun şikayetiyle ilgili olarak (bkz. Gazi GüderTürkiye, B. No. 24695/09, 30/4/2013, [KK], § 54), ağır organize suçlara ilişkin olarak çok sayıda sanık hakkında yürütülen ceza davasının karmaşıklığına ve kapsamına nazaran, somut olayda yargılama makamlarına atfedilecek ve yargılama sürecini uzatan bir hareketsiz kalma sürecinin bulunmadığını tespit ettiğini, buna göre başvuru konusu yargılamada süreci uzatan bir durumun bulunmadığını; yetkili mahkemenin tutuklamanın devamına karar verirken belirli bir süre "suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK I00/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması" şeklindeki gerekçelere dayandığını, ancak, 5 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’dan sonra, yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27 Temmuz 2012 tarihli 210. celsede, başvurucunun tahliye talebini ayrı ve ayrıntılı biçimde değerlendirdiğini, sonraki tutukluluk değerlendirilmelerinde mahkeme tarafından 27 Temmuz 2012 tarihli bu karara atıfta bulunularak, başvurucunun tutukluluk gerekçelerinin devam ettiğinin belirtildiğini ifade etmiştir.

84. Bakanlık, yetkili mahkemelerin tutukluluğun devamına karar verirken adli kontrol tedbirlerinden herhangi birine başvurmanın yerinde olup olmayacağını da kararlarında tartıştığını, dolayısıyla başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığı şikâyetinin kabul edilebilirlik şartları ve esas yönünden incelenmesi değerlendirmesinin, başvuranın yargılandığı davanın kapsamı ve kendine özgü karmaşıklık düzeyi, sanığa isnat edilen eylemlerin ciddiyeti ve alması muhtemel cezaların ağırlığı, yargılama makamının yargılamayı kendinden beklenen her türlü dikkat ve özeni gösterir şekilde sürdürüp sürdürmediği, başvurucunun tutuklu kaldığı süre, yerel mahkemenin başvuranın tutukluluğunun devamına yönelik sunduğu ve özellikle 27 Temmuz 2012 tarihinden beri kullandığı gerekçelerin AİHM'in yukarıda belirtilen kararları da göz önüne alınmak suretiyle Anayasa Mahkemesi’nin takdirinde olduğunu ifade etmiştir.

85. Başvurucu, Bakanlığın bu değerlendirmelerine karşı çıkmıştır. Başvurucuya göre, tutukluluğuna gerekçe olarak gösterilebilecek ve objektif gözlemciyi ikna edecek derecede somut olay, olgu ve bilgi mevcut değildir. Tahliye talepleri genel nitelikteki formül gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucu, tutukluluğun devamına dair başta “dosya kapsamı”, “birleştirme kararları”, “delillerin toplanmamış olması ve karartılma ihtimali” “bir kısım sanıkların ifadelerini alınmamış olması” gerekçeleriyle ilgili olanlar olmak üzere başvuru formundaki itirazlarını tekrar etmiştir.

86. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:

“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.

87. Bu hükümle, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır.

88. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Masumiyet karinesine rağmen tutukluluğun devamı, ancak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına nazaran daha ağır bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı görülebilir (B. No: 2012/237, 2/7/2013, § 61). Bu nedenle bir davada tutukluluğun makul süreyi aşmamasını gözetmek, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi ile serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/237, 2/7/2013, § 62).

89. Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır (B. No: 2012/237, 2/7/2013, § 63). Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Contrada/İtalya, B. No. 27143/95, 24/8/1998, § 66-67; Chraidi/Almanya, B. No. 65655/01, 26/10/2006, § 42-45).

90. Diğer taraftan kişi özgürlüğü, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye taraf devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (bkz. Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).

91. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).

92. Somut olayda başvurucu 13/4/2009 tarihinde Ankara’da göz altına alınmış ve 17/4/2009 tarihinde İstanbul’da tutuklanmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 5/8/2013 tarihinde esasa ilişkin kararında, başvurucu hakkında mahkumiyet hükmü tesis etmiş, tutuklu kaldığı süre ile diğer etkenleri dikkate alarak ayrıca tahliyesine de karar vermiştir. Bu durumda makul süre açısından dikkate alınması gereken süre, 4 yıl 3 ay 22 gündür.

93. Başvurucu ve Adalet Bakanlığı tarafından sunulan tutukluluğa ilişkin kararlar incelendiğinde, ilk tutuklama kararında “atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılı suçlardan olması” gerekçesine yer verildiği görülmektedir. Sonraki kararlarda genel olarak dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun katalog suçlardan olması, suçun niteliği, öngörülen ceza, adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, bir kısım sanıkların savunmalarının alınmamış olması gerekçelerine yer verilmiştir.

94. Başvurucunun 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimlerde 24. Dönem milletvekili seçilmesi üzerine, bu durumun dikkate alınarak tahliyesine karar verilmesi talebine karşılık 13. Ağır Ceza Mahkemesi 23/6/2011 tarihinde vermiş olduğu ret kararında, Anayasa’nın 83. ve 14. maddeleri ile Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin bu konudaki emsal kararları dikkate alınmak suretiyle başvurucu hakkındaki soruşturmanın seçimlerden önce başlatıldığını ve durumunun Anayasa’nın 14. maddesine uyduğunu, milletvekili seçilmesinin başlı başına tahliye nedeni teşkil etmediğini belirterek, “sevk maddelerinin ağır cezalık ve CMK 250. maddesi kapsamında kalan suçlara ilişkin olduğu, isnatların kuvvetli suç şüphesini içerdiği, başvurucunun milletvekili seçilmekle kaçma şüphesinin kalmadığı savının sübjektif bir değerlendirme olduğu, dosyadaki sanık sayısının çokluğu nedeniyle delillerin tamamının toplanamamış olduğu, iddianamede başvurucuyla irtibatlı olduğu iddia edilen diğer sanıkların savunmalarının alınmasının tamamlanamamış olduğu, tanıkların dinlenmesine ise henüz geçilemediği” gerekçeleriyle tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Bu karara itiraz üzerine incelemeyi yapan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 29/6/2011 tarihli kararla itirazın reddine karar vermiştir. Kararda “atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosya kapsamı, kaçma ve delilleri karartma şüphesi ile atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nazara alınarak 13. Ağır Ceza Mahkemesi kararında usul ve yasaya aykırı herhangi bir isabetsizlik görülmediği” belirtilmiştir.

95. Anayasa’nın 67. maddesi seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını güvenceye almaktadır. 67. maddenin birinci fıkrasına göre, “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir”. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.

96. Seçilme hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da hiç kuşkusuz, kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir (aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sadak ve Diğerleri/Türkiye, B.No. 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, § 33, 40). AİHM, milletvekili-seçmen ilişkisinden hareketle, ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle önemli olduğunu, zira milletvekilinin seçmeni temsil ettiğini, onların taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin daha sıkı bir denetimi gerektirdiğini vurgulamıştır (bkz. Castells/İspanya, B.No. 11798/85, 23/12/1992, § 42).

97. Anayasa’nın 83. maddesi, milletvekillerinin hiç bir baskı ve tehdit altında kalmadan serbestçe yasama faaliyetlerini yürütebilmelerini temin etmek için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerine yasama faaliyetleri sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk tanınmıştır. Ayrıca milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma, tutuklanma, sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama faaliyetlerine aksatmadan katılmalarını temin etmek maksadıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına alınmışlardır. Bu güvenceler, milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık ya da imtiyaz olmaktan ziyade, temsil ettikleri seçmenlerinin görüş ve düşüncelerinin siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya dönük koruyucu tedbirlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi 30/12/1997 tarihli kararında dokunulmazlığın amacını “yasama organı üyelerini, görevlerini tam olarak yerine getirmelerini engelleyecek gereksiz suçlamalardan korumak” şeklinde ifade etmiştir (AYM, E. 1997/73, K. 1997/73, K.T: 30.12.1997).

98. Bununla birlikte Anayasa’nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliği süresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içerisinde, seçimden önce veya sonra herhangi bir suç işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesi mümkündür. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ile seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar ise dokunulmazlık kapsamı dışında tutulmuştur. Davaya bakan mahkemenin gerekçesinden, başvurucunun durumunu Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kaldığı yönünde değerlendirdiği anlaşılmaktadır.

99. Anayasa’nın 83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehine yorumlanmalıdır. Bu nedenle tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine de bakılmalıdır. Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.

100. Bu nedenle, seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinin tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek üzere belli bir süre için seçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığı görülmektedir (§ 63).

101. Tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye taleplerini inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince kişiselleştirmemiş, aynı zamanda milletvekili seçilmiş olan başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.

102. Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği 27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle, aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, kişiselleştirmeyi engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez.

103. Milletvekili seçildikten sonra yapmış olduğu tahliye talebi ile ilgili karar ve bu karara itiraz üzerine verilen karar tarihinde başvurucu yaklaşık olarak 2 yıl 2,5 ay tutuklu kalmıştır. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkanı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sonuç, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdikten sonraki tahliye talepleri üzerine verilen kararlar bakımından daha belirgindir. Bu durumda, tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.

104. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiği iddiası

105. Başvurucu başvuru dilekçesinde seçilme hakkının ihlaline ilişkin ayrıntılı açıklama ve talepte bulunmamakla birlikte, milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmediği için bu görevi yerine getiremediğini de ifade etmiştir. Milletvekili seçilmiş olmaya bağlı olarak makul süreyi aşan tutuklulukla birlikte seçilme hakkının ihlali bakımından bu başvuru ile 2012/1272 sayılı başvuru benzer niteliktedir. Anılan başvuruda tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır. Buna göre, seçilme hakkı yönünden Anayasa’nın 67. maddesi kapsamında da ayrı bir incelemenin yapılması gerekir.

106. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

107. Anayasa’nın “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.”

108. AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi şöyledir;

“Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı taahhüt ederler”

109. Anayasa’nın 67. maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasî faaliyette bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Çoğulcu demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilen siyasi partiler, milli iradenin oluşumu, anayasal rejimin işleyişi, siyasal düzeninin varlığı için belirleyici rol oynayan kuruluşlardır. Parlamenter demokraside halk ile yönetim arasındaki bağlantıyı ve parlamentonun siyasi meşruiyetini, demokratik usul ve esaslara göre belirlenen seçimler aracılığıyla halkın temsilcisi olarak seçilen milletvekilleri gerçekleştirirler.

110. Yasama yetkisinin sahibi olan parlamento ve onu oluşturan milletvekilleri anayasal sınırlar içinde toplumda var olan farklı siyasi görüşlerin temsilcileridirler. Serbest seçimlerle halkın adına karar alma yetkisi verilen milletvekillerinin asli görev alanı parlamento olup, sahip oldukları görev alanı üstün kamusal yarar ve önem içermektedir.

111. Siyasi faaliyetlerde her ülkenin kendi koşulları içinde yasalar ile sınırlamalar getirilebileceği söylenebilirse de, milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde anayasal bir koruma alanına sahip olduğu açıktır. Aslolan halkın siyasi iradesinin engellenmemesi ve hakkın özünün etkisiz hale getirilmemesidir. Seçilmiş milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine getirmelerini engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk iradesiyle oluşan siyasal temsil yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen iradesinin parlamentoya yansımasını önleyecektir.

112. AİHM “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B.No. 9267/81, 2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya [BD], B. No. 58278/00, 16/3/2006, § 103; Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B.No. 10226/03, 8/7/2008 § 105).

113. Öte yandan, seçilme hakkı, mutlak olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Nitekim, Anayasa’nın 67. maddesinde siyasi haklara “kanunda gösterilen şartlara uygun” olarak sahip olunacağı belirtilmiş, maddede bazı özel sınırlamalara yer verilmiş ve Anayasa’nın diğer maddelerinde de bu hakların kullanılmasına yönelik bazı sınırlamalar öngörülmüştür. Anayasa'da belirtilen sebeplere dayanılarak kanunla getirilen sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartlara uygun olması gerekmektedir. Benzer şekilde, AİHM de bu hakların sınırlandırılabileceğini kabul etmekte, ancak bu sınırlamaların "yasama organının seçiminde halkın görüşlerinin serbestçe açıklanması”nı ve bu anlamda belli kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına katılımlarını engelleyici, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini ortadan kaldıracak ölçüde olmaması ve öngörülen amaçla orantılı olması gerektiğini belirtmektedir. (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B.No. 9267/81, 2/3/1987, § 52; Tanase/ Moldova [BD], B.No: 7/08, 27/4/2010, § 157, 158, 161)

114. Somut olayda başvurucu hakkındaki soruşturma, milletvekili seçilmeden çok önce başlatılmış, tutuklu olarak yargılanırken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimde milletvekili seçilmiştir. Bu yönüyle gerek yürütülen kovuşturma, gerekse başvurucunun tutukluluk hali başvurucunun milletvekili seçilmesine engel teşkil etmemiştir. Bu anlamda başvurucunun seçilme hakkına bir müdahale söz konusu olmadığı gibi, buna yönelik bir iddia da ileri sürülmemiştir. Bununla birlikte başvurucu, milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmediğinden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yemin edememiş ve milletvekilliği görevini fiilen yerine getirememiştir. Bu görevin yerine getirilmesine engel olan tutukluluk halinin milletvekili olarak siyasi faaliyet ve temsil hakkını engellemesi nedeniyle seçilme hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.

115. Yukarıda açıklandığı üzere, başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye talepleri ilgili mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Önceki başlıktaki inceleme sonucunda başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye taleplerinin reddine ilişkin kararlarda başvurucunun seçilme ve temsil hakkıyla yargılamanın tutuklu olarak sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul bir dengenin gözetilmediği, dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir (§§ 80–104). Başvurucunun makul olmayan bir şekilde tutuklu kalması, yasama faaliyetlerine katılmasını engellemiştir. Başvurucunun milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde, seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bu ağır müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemez.

116. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiği iddiası

117. Başvurucu, 17/4/2009 tarihinde tutuklanmasından itibaren tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlara karşı itiraz yoluna başvurduğunu, bilhassa 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra itiraz ile ilgili duruşmalı inceleme talebinde bulunduğunu, talepte bulunmasına rağmen İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2012 tarihinde verdiği kararı, duruşma yapmadan, kendisini ve/veya müdafiini dinlemeden, Cumhuriyet Savcısının yazılı mütalaasına uygun olarak aldığını, “tutukluluk halinin devamına ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle itirazın reddine karar verdiğini, dolayısıyla kesin olarak verilen 1/11/2012 tarihli bu kararda Anayasa’nın 19. maddesinin 8. fıkrasındaki haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

118. Adalet Bakanlığı itirazın duruşmalı incelenmesi konusunda AİHM’in konuya ilişkin kararlarına atıfla (Knebl/Çek Cumhuriyeti, B.No:20157/05, 28/10/2010, § 85; Altınok/Türkiye, B.No: 31610/08, 29/11/2011, §§ 49, 54-55) her incelemede sanığın veya müdafiin dinlenmesinin, bu tür incelemelerin kısa zamanda karara bağlanması zorunluluğu da dikkate alındığında yargı sistemini felç edeceğini, bu incelemelerin makul aralıklarla yapılması gerektiğini (Erişen ve diğerleri/Türkiye, B.No:7067/06, 3/4/2012, §§ 48-54; Ceviz/Türkiye, B.No:8140/08, 17/7/2012, §§ 45-50), duruşmalı iki inceleme aralığı bakımından AİHM’in 2 ay 13 günlük süre açısından ihlal bulurken, 28 günlük bir aralık bakımından Sözleşme’nin 5. maddesinin dördüncü fıkrasının ihlal edilmediğine karar verdiğini, AİHM açısından iki dereceli bir tutukluluk incelemesinde derecelerden birinde duruşma yapılmasının yeterli olduğunu (Saghinadze/Gürcistan, B.No: 18768/05, 27/5//2010, §§ 150); başvurucunun tutukluluk durumunun 18/9/2012 tarihli duruşmada incelendiğini, başvurucunun 24/9/2012, 5/10/2012 ve 23/10/2012 tarihli itirazlarının İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5/10/2012 ve 1/11/2012 tarihlerinde incelenerek reddedildiğini; davaya bakan mahkemenin 16/11/2012 tarihli duruşmada tutukluluğu değerlendirdiğini, sonuç olarak başvurucunun tutukluluk halinin yetkili mahkemece 1 ay 28 günlük süre içerisinde duruşmalı olarak incelendiğini ifade etmiştir.

119. Bakanlık, kararların gerekçesi konusunda, somut olayda davaya bakan mahkemenin 27/7/2012 tarihli kararında gerekçelerini belirtmek suretiyle başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verdiğini, itiraz merciinin de 1/11/2012 tarihli kararında anılan karara atıf yaptığını, bu şikayetle ilgili kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin anılan hususlar çerçevesinde Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğunu belirtmiştir.

120. Başvurucu, önceki iddiaları tekrar etmiş ve 24/9/2012, 5/10/2012 ve 23/10/2012 tarihli dilekçelerle itirazda bulunduğunu, duruşma talebinde bulunduğunu, ancak İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2012 tarihinde yapmış olduğu incelemede, kendisini veya müdafiini dinlemeden Cumhuriyet Savcısının yazılı görüşünü aldıktan sonra kararını verdiğini ileri sürmüştür.

121. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:

“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”

122. Anayasanın bu hükmü uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Fıkrada kısıtlama sebebi bakımından bir ayrım yapılmadığından, başvuru hakkı kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılma ile sınırlı değildir.

123. Serbest bırakılmak amacıyla yetkili yar merciine yapılması gereken başvurudan söz edildiğinden anılan hakkın talep halinde uygulama bulabileceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla tutuklama kararı, tahliye talebinin reddi, tutukluluk halinin devamı kararlarına karşı yapılan itirazların incelenmesi sırasında uygulamaya giren bir güvencedir. Fıkrada tanınan bu prosedürde adil yargılanma hakkının bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de, iddia edilen tutmanın koşullarına uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve Diğerleri/Bulgaristan, B.No. 90/1997/874/1086, 28/10/1998, §§ 101-102; Erişen ve Diğerleri/Türkiye, B.No. 7067/06, 3/4/2012, § 51).

124. Başvuru iki dereceli bir incelemeyi öngörmemekle birlikte, kanun iki dereceli incelemeyi öngörmekte ise ikinci derecedeki incelemede çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği gibi güvencelerin sağlanması gerekir. Bu anlamda ilk derecede duruşma yapılmış ve sanık dinlenmiş ise ikinci derecede duruşma yapılma zorunluluğu yoktur (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Saghinadze ve Diğerleri/Gürcistan, B.No. 18768/05, 27/5/2010, § 150). Çünkü her incelemede duruşma yapılması yargı sistemini işlemez hale getirebilir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Altınok/Türkiye, B.No. 31610/08, 29/11/2011, §§ 49, 54-55). Dolayısıyla, kişinin dinlenilmesi makul aralıklarla yapılmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Jurjevs/Letonya, B.No. 70923/01, 15/6/2006, § 57; Knebl/Çek Cumhuriyeti, 28/10/2010,§ 88). Ancak, savcı incelemede hazır bulunur, sanık ya da en azından temsilcisi bulunmazsa silahların eşitliği ilkesi ihlal edilebilir. Savcılık görüşünün tutukluya veya vekiline bildirilmeden karar verilmesi de çelişmeli yargılama ilkesini ihlal edebilir (benzer yöndeki AİHM kararı için Bkz. Çatal/Türkiye, B. no. 26808/08, 17/4/2012, §§ 34 ve 35, §§ 43-45).

125. Başvuru konusunda mahkeme tarafından verilen kararın gerekçeli olması, tarafların gerçek anlamda ya da mahkemece etkili bir şekilde dinlendiklerinin bir göstergesi sayılır. Bununla birlikte tutuklu kişinin tahliye talebinde ileri sürdüğü her türlü argümana açıklama getirme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ancak tutmanın hukuka uygunluğunu şüpheye düşürecek türden somut bulgulara kararın gerekçesinde cevap verilmesi gerekir.

126. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre şüpheli veya sanık soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında herhangi bir süre beklemeksizin salıverilmesini talep edebilir. Aynı Kanun’un 267. maddesine göre ise re’sen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm kararlar mahkeme önünde itiraza konu edilebilirler.

i. Tutukluluğa itirazların duruşma yapılmadan değerlendirildiği ve kararların gerekçesiz olduğu iddiası

127. Somut olayda başvurucunun 24/9/2012, 5/10/2012 ve 23/10/2012 tarihli itirazları İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5/10/2012 ve 1/11/2012 tarihlerinde incelenerek reddedilmiştir. Başvurucu son incelemenin duruşmasız yapılmasından şikâyetçidir. İncelemede savcının yazılı görüşü alınmış fakat başvurucuya bildirilmeden dosya üzerinden gerçekleştirilmiş, talep edilmesine rağmen başvurucu ya da müdafii bu sırada hazır bulunmamıştır.

128. Başvurucunun itiraz öncesi tutukluluk durumu davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 18/9/2012 tarihinde yapılan duruşmada değerlendirilmiştir. Keza davaya bakan Mahkeme’nin itiraz incelemelerinden sonraki duruşmalı ilk incelemesi 16/11/2012 tarihlidir. Buna göre tutukluluğun başvurucu dinlenerek değerlendirildiği celseler arasındaki süre 1 ay 28 gündür. AİHM içtihatlarına göre bir ayın altındaki süre (28 gün) aralığında tutukluluğun devamına ilişkin incelemenin ilgili dinlenilmeden yapılması Sözleşmenin 5 § 4 hükmünün ihlali olarak değerlendirilmemektedir (bkz. Çatal/Türkiye, § 41 ve 42). 2 ay 13 günlük sürede şüphelinin dinlenilmeden itirazının reddedilmesi ise anılan hükmün ihlali olarak görülmüştür (bkz. Erişen ve Diğerler/Türkiye,§ 51-54). Başvurucunun yargılandığı davadaki tutuklu sanık sayısı dikkate alındığında, davaya bakan mahkemenin haftanın dört günü duruşma yapmasına rağmen, tutukluluk hallerini belli bir sürede incelediği, bu sürenin de bir ayı aştığı anlaşılmaktadır. 5271 sayılı Kanun’un 267. maddesine göre re’sen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm kararlar bir başka mahkeme önünde itiraza konu edilebilmektedirler. Böyle bir sistemde başvuruya konu dava bakımından itirazların duruşmalı incelenmesi tutukluluk bakımından yargılamanın itiraz merciinde tekrar edilmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla 1 ay 28 günlük süre başvuruya konu davanın olağanüstü koşulları dikkate alındığında makul bir duruşma aralığı olarak değerlendirilmelidir.

129. Davaya bakan mahkeme 27/7/2012 tarihli kararında tutukluluğun devamına dair gerekçelerini ayrıntılı olarak belirtmiş, ikinci derece olarak itiraz incelemesini yapan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 1/11/2012 tarihli kararında anılan karara atıf yapmak suretiyle itirazın reddine karar vermiştir. Atıf yapılan kararla bu karar içeriği birlikte değerlendirildiğinde itiraz incelemesine ilişkin kararın gerekçesiz olduğu iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

130. Açıklanan nedenlerle itiraz incelemelerinin duruşmalı yapılması ve kararın gerekçesiz olduğu iddialarıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin 8. fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

ii. Cumhuriyet Savcısı’nın yazılı mütalaasının tebliğ edilmediği iddiası

131. Somut olayda başvurucunun itirazı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 1/11/2012 tarihlerinde yapılan incelemelerde savcının yazılı görüşü alındıktan sonra başvurucuya tebliğ edilmeksizin dosya üzerinden yapılmıştır. Böylece başvurucunun Cumhuriyet Savcısı’nın görüşüne cevap verme imkânı olmamıştır. Mahkemenin kararına etki edebilecek bu hususun başvurucuya bildirilmemesi çelişmeli yargılama ilkesine aykırıdır.

132. Tutukluluğa itiraz incelemelerinde Cumhuriyet Savcılığından alınan görüşün başvuruculara bildirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çatal/Türkiye, § 32; A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No. 3455/05, 18/2/2009, § 203).

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

133. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

134. Başvuruda Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci ve sekizinci fıkralarıyla, 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Hakkında mahkûmiyet kararının verildiği tarihte başvurucunun tahliyesine de karar verildiğinden başvurucunun tutukluluk hali sona ermiştir. Başvurucu tazminat talebinde bulunmamıştır.

135. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

136. Gereği için kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Başvurunun,

A- 1. Kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde tutuklanma iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Seçilme hakkının ihlal edildiği, tutukluluğun makul süreyi aştığı ve tutukluluğa itirazların etkili bir biçimde incelenmediği iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B- 1. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Tutukluluğa itirazların duruşma yapılmadan değerlendirildiği ve kararların gerekçesiz olduğu iddialarıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

4. Tutukluluğa itirazın incelenmesi sırasında Cumhuriyet Savcısı’nın yazılı mütalaasının tebliğ edilmediği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C- Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D- Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

E- Kararın bir örneğinin Mahkemesine gönderilmesine,

4/12/2013 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § …)
   
Başvuru Adı MEHMET HABERAL
Başvuru No 2012/849
Başvuru Tarihi 30/11/2012
Karar Tarihi 4/12/2013

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu hukuka aykırı olarak tutuklandığını, tutukluluğun makul süreyi aştığını ve tutukluluğun devamına karşı yapılan itirazların etkin bir şekilde incelenmediğini ileri sürmüştür.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (süre) İhlal İhlalin tespiti
Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma İhlal İhlalin tespiti
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutulan kişinin yargı merciine başvuru hakkı (hakim önüne çıkarılma) İhlal İhlalin tespiti
İhlal Olmadığı
Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) İhlal Olmadığı
Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 765 Türk Ceza Kanunu 147
61
5237 Türk Ceza Kanunu 311
312
314
3713 Terörle Mücadele Kanunu 5
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 100
109
260
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi