TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÜHER ERGUN VE TOSUN TAYFUN ERGUN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/12)
|
|
Karar Tarihi: 17/9/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucular
|
:
|
Güher ERGUN
|
|
|
Tosun Tayfun ERGUN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, 1997 yılında
açtıkları hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış
olması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek,
ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar
verilmesini talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 25/9/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı
alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi
Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 30/4/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine
karar verilmiştir.
5. Başvurucular tarafından
vekilleri Av. Murat Nas’a ilişkin Fethiye yedinci
noterliğinin 29/5/2013 tarih, 2635 ve 2634 yevmiye
numaralı azilnameleri başvuru dosyasına ibraz
edilmiştir.
6. Adalet Bakanlığının 2/7/2013 tarih ve 63103 sayılı görüş yazısı 9/7/2013
tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili azilden
sonraki 24/7/2013 havale tarihli dilekçesinde, Adalet Bakanlığı görüş yazısında
yer alan, Anayasa Mahkemesi’nin zaman bakımından yetkisine dair
değerlendirmelere iştirak etmediklerini belirterek, başvuru konusu yargılamanın
başvurucuların kusuru olmaksızın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle
uzadığı yönündeki beyanını tekrar etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Çanakkale ili Biga ilçesi Çelikgürü Köyü Milletkırı
mevkiinde kain 2549764 m2 yüzölçümlü taşınmaz başvurucular murisi Sabri Ergun
tarafından 22/10/1956 tarihinde satın alınmıştır.
9. Murisin vefatı üzerine,
başvuruculardan Tosun Tayfun Ergun tarafından 29/7/1997
tarihinde, taşınmaza bir kısım köy halkı tarafından tecavüz edildiği iddiasıyla
Lapseki Kaymakamlığına başvurularak tecavüzün önlenmesi talep edilmiş, Lapseki
Kaymakamlığının 11/8/1997 tarihli kararıyla, taşınmazın bir bölümünün dava
konusu olduğu, diğer kısmı üzerinde ise köy halkının zilyetliği bulunmakla
taşınmaza tecavüz edildiğinin sabit görülmediği belirtilerek, talep
reddedilmiştir.
10. Başvurucular tarafından, 3/9/1997 tarihinde Lapseki Asliye Hukuk Mahkemesinin
E.1997/133 sayılı dosyası üzerinden yetmiş davalı aleyhine müdahalenin meni ve ecrimisil davası açılmıştır.
11. Lapseki Asliye Hukuk
Mahkemesinin E.1997/133 sayılı dosyasının yargılaması sırasında, taşınmazın
bulunduğu bölgede kadastro tespit çalışmaları yapılması nedeniyle, Lapseki
Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 22/10/1999 tarih ve
E.1997/133, K.1999/137 sayılı görevsizlik kararı ile dosya Lapseki Kadastro
Mahkemesine gönderilmiştir.
12. Lapseki Kadastro Mahkemesine
gönderilen dosyanın Mahkemenin E.2000/4 sırasına kaydı yapılmıştır.
13. Kadastro çalışmaları
sırasında dava konusu olduklarından bahisle Lapseki Kadastro Mahkemesine
gönderilen tespit tutanakları ile ilgili dosya ise Mahkemenin E.1999/73
sırasına kaydedilmiş ve belirtilen tespit tutanaklarından bir kısmının
Mahkemeye görevsizlik kararıyla aktarılmış olan E.2000/4 sayılı dosyada dava
konusu edilen taşınmazlara ait olmaları nedeniyle, Mahkemenin 26/4/2004 tarih
ve E.2000/4, K.2000/24 sayılı kararı ile, E.2000/4
sayılı dosyanın E.1999/73 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
14. Lapseki Kadastro Mahkemesinin
E.1999/77 ve E.1999/91 sayılı dosyalarının da ilgisi nedeniyle, münferit
tarihlerde Mahkemenin E.1999/73 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar
verilmiştir.
15. Belirtilen birleştirme
kararları sonrasında dosyanın ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğu
anlaşılmaktadır.
B. İlgili
Hukuk
16. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
17. 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı
Kadastro Kanunu’nun “Genel
olarak görev” kenar başlıklı 25. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı
ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde
gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu
sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen
işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları
çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ”
18. 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul”
kenar başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kadastro hakimi, askı süresi
içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak
taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden
devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu
beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili
olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine
göre resen tebliğ eder.”
19. 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar
başlıklı 29. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma
yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu
madde hükmünce işi karara bağlar.
…
Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan
hallerde basit yargılama usulü uygulanır.
Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.”
20. 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin
takdiri” kenar başlıklı 30. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu
beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler.
Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma
sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için
tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden
dinleyebilir.
Kadastro
komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen
dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının
dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak
taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür.
Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit
edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı
verilir.”
21. 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun
yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı 32.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine
göre resen taraflara tebliğ olunur.”
22. 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro
harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasının
son cümlesi şöyledir:
“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve
tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan
alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 17/9/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların
25/9/2012 tarih ve 2012/12 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
24. Başvurucular, murislerinden
intikal eden taşınmaza ilişkin Lapseki Kadastro
Mahkemesinin E.1999/73 sayılı dosyasında yürütülen yargılamanın on beş yılı
aşkın bir süredir devam ettiğini, taraf teşkilinin dahi henüz sağlanmamış
olduğu nazara alındığında uzun bir süre daha devam edeceğini, taşınmaz
maliklerinin tapu kaydı uyarınca belirli olduğunu, uzun süre taraf teşkili
sağlanmasıyla uğraşılarak, verilen keşif kararları çeşitli nedenlerle defalarca
tehir edilerek ve Kadastro Mahkemesinde geçerli olan özel yargılama usulüne
rağmen yargılama makamlarınca gerekli özen gösterilmeyerek yargılamanın
sürüncemede bırakıldığını, bu nedenle yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
25. Başvurucular, somut
başvuruya ilişkin olarak ilk derece mahkemesince yapılan yargılamayı
sonlandırır nitelikte bir karar mevcut olmadığını, AİHM kararlarında da
belirtildiği üzere makul sürede yargılama yapılmaması iddiasına dayanan
başvurular açısından başvuru yollarının tüketilmesi şartının aranamayacağını,
zira başvurunun esasen yargılamanın nihayete ulaştırılamaması nedenine
dayandığını belirtmişlerdir.
26. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman
bakımından yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek,
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihine kadar
başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on bir yıldır devam etmekte olduğunun ve
halen ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğunun kabul edilebilirlik
incelemesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.
27. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
28. Anılan hüküm uyarınca
Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012
tarihi olup, Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk
güvenliği ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle Mahkeme, ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir.
29. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den
önce açılmış olup, başvuru tarihi olan 25/9/2012 itibarıyla derdest olduğu
anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisi dâhilindedir.
30. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
31. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
32. Belirtilen hükümler
uyarınca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmektedir. Temel hak ihlallerini
öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının
tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 19, 20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
33. Ancak, başvuru yollarının
tüketilmesi ilkesinin mutlak şekilde uygulanması temel hak ve özgürlüklerin
etkin kullanımını ve korunmasını engelleyecektir. Hâlihazırda devam etmekte
olan bir yargılamada, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine
getirilmediği iddiası ile bireysel başvuruda bulunulabilmesi, başvuru
yollarının tüketilmesi kuralının istisnalarından birini teşkil etmektedir. Zira
bu durumda başvuru yollarının tüketilmesi şartının aranması, makul sürede
yargılama yapma yükümlülüğüne aykırı davranılması nedeniyle meydana gelen
sonuçları ortadan kaldırmayacaktır. Aksine, makul olmadığı iddia edilen
yargılama faaliyetinin daha da uzamasına ve başvurucu açısından zararın
artmasına neden olacaktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
27).
34. Makul sürede yargılama yapma
yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddiasını içeren başvurular açısından,
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen kanun yollarının tüketilmesi
şartı, ancak makul sürede yargılama yapma yükümlülüğüne ilişkin etkin bir
başvuru yolunun bulunması durumunda geçerli olabilecektir. Yargılama
faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmesini temin eden, bir başka ifade ile
yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul
sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik
taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun var olması halinde, bireysel
başvuruda bulunulmadan önce bu başvuru yolunun tüketilmesi şartı aranacaktır. Ancak
hukuk sistemimizde, yargılama faaliyetinin uzamasını önleyici veya yargılama
faaliyetinin uzamasından doğan zararları giderici etkiye sahip, Anayasa’nın
148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının kastettiği nitelikte etkin bir başvuru yolu bulunmadığı
anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir
niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 28).
35. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
36. Başvurucular, 1997 yılında
açmış oldukları hukuk davasına ilişkin olarak Lapseki
Kadastro Mahkemesinin E.1999/73 sayılı dosyasında yürütülen yargılamanın makul
sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
37. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, makul süreye ilişkin değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012’den
sonraki sürenin nazara alınması, ancak bu tarihten önceki yargılama süresinin
de sürenin makul olma niteliği değerlendirilirken Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına paralel olacak
şekilde göz önünde bulundurulması ve sürenin makul olup olmadığı hususunda AİHM
tarafından geliştirilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle, başvuruya konu
on yılı aşkın yargılama süresinin makul olup olmadığının tespit edilmesi
yönünde beyanda bulunulduğu anlaşılmıştır.
38. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18)
39. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
40. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
41. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
42. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, - 2/7/2013, § 38).
43. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
44. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları
maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın
çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı
edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru
açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
45. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 41–45).
46. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
47. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
48. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, bir taşınmaz hakkında genel yetkili mahkemelerde açılan müdahalenin
meni davasının kadastro tespit çalışmaları nedeniyle kadastro mahkemesine
devredildiği görülmekle, 3402 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan
usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
49. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 3/9/1997
tarihidir.
50. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilmekle beraber, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini belirleyen hükümlerin, olay ve
olguların meydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere
karşı başvurulabilecek kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın
kesinleştiği tarihi esas aldığı görülmektedir. Başvuru konusu yargılamanın,
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihi
itibarıyla yaklaşık on beş yılı aşkın bir süredir devam ettiği ve belirtilen
tarih itibarıyla halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin
olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin
başlangıcı, davanın ikame edildiği tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
51. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 52).
52. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başlangıçta bir parça
taşınmaza ilişkin müdahalenin meni davası olduğu, ancak kadastro tespit
çalışmaları sonrasında görevsizlik kararıyla devredildiği Lapseki
Kadastro Mahkemesince, kadastro tespit tutanaklarının malik hanesi dava konusu
olduklarından bahisle boş bırakılarak Mahkemeye devredilen yüzü aşkın
taşınmazın maliklerinin tespitine ilişkin dosya ile birleştirildiği
anlaşılmaktadır. Birleştirme nedenini, başvurucular tarafından müdahalenin meni
davasına konu edilen taşınmazın, malik tespiti için tutanakları Mahkemeye
devredilen taşınmazlar arasında olması oluşturmaktadır. Lapseki
Kadastro Mahkemesince, dava konusunun E.1999/73 sayılı dosyada yer alan
parsellerle aynı olduğu tespit edilen E.1999/77 ve E.1999/91 sayılı dosyaların
da münferit tarihlerde başvuruya konu E.1999/73 sayılı dosya ile
birleştirilmesine karar verilmiştir. 3/9/1997 havale
tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip
zaptının tanzimi sonrasında, halen derdest olmakla birlikte, yargılama
sürecinde yüzü aşkın duruşma yapılmış olup, belirtilen celseler arasında
genellikle iki aylık sürelerin bulunduğu anlaşılmıştır.
53. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, özellikle tensip zaptı kapsamında ikmaline başlanılması
gereken tapu kaydı, birleşik kroki, mahalli bilirkişi listesi gibi evrakın
ilgili kurumlardan talep edilmeyerek, yargılama sırasında münferit celselerde
verilen ara kararları uyarınca kısım kısım talep
edildiği, ara karar gereklerinin yerine getirilmediği muhtelif celselerde taraf
vekillerinin mazeretlerinin kabulüne dair karar tesisi ile yetinildiği, celse
harcı tayini gibi usuli imkanların
yargılama makamlarınca kullanılmadığı, yine taraf vekillerinin mazeretlerinin
kabul olunduğu bir kısım celselerde bazı usuli
işlemlerin ikmali hususunda taraf vekillerine yokluklarında süre verilerek
başka bir usuli işlem yapılmadığı anlaşılmaktadır. 3402 sayılı Kanun’da açıkça; ilgililerin başvurusunu beklemeksizin
kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve
diğer bilgilerin ilgili dairelerden getirtileceği, hâkimin duruşma gününü
taraflara resen tebliğ edeceği, kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın
yokluğunda duruşma yapılacağı ve taraflardan hiç birinin gelmemesi durumunda
dahi dosya işlemden kaldırılmayarak, toplanması mümkün olan delillerin
incelenmesi suretiyle uyuşmazlığın karara bağlanacağı, kadastro
komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen
dosyaların içeriğinden malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının
dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hâkimin resen
lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil
edileceğine karar vermekle yükümlü olduğu, taşınmaz malın ölü bir şahsa ait
olduğunun anlaşılması ve mirasçılarının da tespit edilememesi durumunda ölü
olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verileceği, kadastro ile
ilgili verasete ait uyuşmazlıklar çözümlenebileceği gibi, istek üzerine veraset
belgesi de verilebileceği ve 3402 sayılı Kanun gereğince resen yapılması
gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderlerin, ileride haksız
çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanacağı
belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 30. maddesi uyarınca, hâkimin resen delil
toplama ve davanın esasıyla ilgili karar almak için bunları inceleme yetkisi
bulunmaktadır. Ayrıca anılan Kanun’un 32. maddesi hükmüne göre kadastro
mahkemesi kararlarının resen taraflara tebliğ edilmesi imkânı vardır. Esasen
Devletin tapu kayıtlarının tutulmasındaki sorumluluğunun bir gereği olan bu
hükümlerin, kadastro mahkemesinde görülen yargılamalara ilişkin birçok usuli işlemin resen yapılmasını öngörmekle, aynı zamanda
yargılamanın mümkün olduğunca kısa bir süre içerisinde gerçekleştirilmesi
amacına hizmet ettiği anlaşılmaktadır.
54. Belirtilen hükümlere rağmen,
Mahkemece defalarca taraf vekillerine tebligat ve keşif masraflarının ikmali,
davaya dâhil edilmesi gereken şahısların tespiti ve dahili
dava edilmeleri ve yargılama sırasında vefat ettiği anlaşılan tarafların
veraset ilamlarının dosyaya ibraz edilmesi hususunda süreler verildiği, bir çok
defa keşif ara kararlarının müracaat yokluğu, taraflardan vefat edenlerin
olması, keşif masrafının ikmal edilmemesi gibi nedenlerle yerine getirilmediği
ve bu uygulamanın davada yer alan taraf sayısı da nazara alındığında
yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
55. Taraf teşkilinin
sağlanmasına çalışılan süreçte verilen on iki adet keşif ara kararının yukarıda
belirtilen nedenlerin yanı sıra muhtelif defalar hava koşulları ve bilirkişi
temin edilememesi gibi nedenlere dayalı olarak icra edilemediğine ilişkin keşif
talik tutanakları tanzim edildiği görülmektedir. Bu kapsamda verilen bir kısım
keşif ara kararlarından dönülerek tekrar taraf teşkili sağlanmaya çalışıldığı
ve başvuru dosyası kapsamından, yargılamanın 11/6/2013
tarihine tehir edilen celsesi itibarıyla taraf teşkilinin sağlanması hususunda
tekrar ara karar tesis edildiği ve Mahkemenin veraset ilamı tanzim yetkisi
bulunmasına rağmen vefat eden dava taraflarından birine ait veraset ilamının
ibrazı hususunda davacı vekiline mehil verildiği görülmektedir.
56. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu yargılamanın yüzü aşkın taşınmazın malikinin
belirlenmesine ilişkin bir uyuşmazlık olduğu, davanın taraflarında üç yüzü
aşkın kişinin bulunduğu, yargılamanın özellikle taşınmazın aynına ilişkin bir
ihtilaf olması nedeniyle, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini
gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama
sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı
değerlendirildiğinde Kadastro Mahkemesinde tatbiki gereken yargılamayı
hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen
ara kararların birçoğunda taraflara eksikliklerin ikmali hususunda usul
hükümlerine aykırı şekilde süreler verilerek, yapılması gereken işlemlerin uzun
sürelerle, müracaat yokluğu ve masraf ikmal edilmemesi gibi nedenlerle yerine
getirilmediği anlaşılmaktadır.
57. 3402 sayılı Kanun’da yer
alan özel usul hükümleri ile bu Kanunda hüküm bulunmaması durumunda uygulama
alanı bulacak olan ve medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu
alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
58. Özellikle somut yargılama
açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olmadığı
nazara alındığında, yargılama makamlarının davayı gerekli süratle yürütme
yükümlülüğünün daha dikkatli bir şekilde ele alınması gerekmektedir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Ümmühan
Kaplan/Türkiye, 24240/07, 20/3/2012, § 22; Veli Uysal/Türkiye, 57407/02, 4/3/2008; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, 51963/99, 23/5/2007;
Nalbant/Türkiye, 61914/00, 10/8/2006).
59. Başvuru konusu yargılamada
söz konusu olduğu gibi, verilen birleştirme kararlarının adaletin daha iyi
gerçekleştirilebilmesi için makul olduğu değerlendirilebilirse de, bu tür kararların
yargılamayı uzatacağı göz önünde bulundurularak, yargılamanın diğer
aşamalarında sürecin hızlandırılması hususunda daha fazla gayret ve özen
gösterilmesi gerektiği açıktır.
60. Yargılama sürecinde
başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve
davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul
edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli
imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu
bulunmaktadır. Bu kapsamda, başvurucular vekili de dahil
olmak üzere taraf vekillerince muhtelif celselerde mazeret dilekçeleri
sunulduğu görülmekle birlikte, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri
nedeniyle başvurucuların tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi
olduğu tespit edilememiştir.
61. Davada yer alan kişi sayısı
ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği
başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya
bütün olarak bakıldığında söz konusu on altı yıllık yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
63. Başvurucular, taşınmazlarını
uzun süren yargılama boyunca kullanamadıklarını belirterek, yargılama süresi
itibarıyla taşınmazdaki hisseleri nazara alınarak bilirkişi marifetiyle tespit
edilmesini istedikleri zararın karşılığının maddi tazminat olarak hüküm altına
alınmasını ve uzun yargılama nedeniyle maruz kaldıkları manevi zararın
giderilmesi için manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
64. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucuların tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
65. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Başvurucular tarafından
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle
iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların
maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucuların tarafı
oldukları uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on altı yıllık yargılama süresi nazara
alındığında, başvurucuların yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında her bir
başvurucuya takdiren 5.750,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
68. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
69. Başvuruya konu yargılamanın
yaklaşık on altı yıl sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını
ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir
yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü
zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa
sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir
örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucular Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun’un her birine
5.750,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla ilgili mahkemesine
gönderilmesine,
17/9/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.