TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
CEVDET GENÇ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/142)
Karar Tarihi: 9/1/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Raportör
Muharrem İlhan KOÇ
Başvurucu
Cevdet GENÇ
Vekili
Av. Songül ÇALIK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, gerekçesiz kararlarla tutukluluğun devamına karar verilmesi ve yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 8/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 24/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 24/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ihraç etmek iddialarıyla ilgili olarak 2/12/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 5/12/2005 tarihinde tutuklanmıştır.
9. Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti kapsamında 23/12/2004 tarihinde İngiltere’ye, 15/5/2004 tarihinde Norveç’e, 26/6/2000 tarihinde Avusturya’ya çeşitli miktarlarda uyuşturucu madde ihraç etmek iddiasıyla açılan davalar İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/220 sayılı dosyasında birleştirilmiştir.
10. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 14/6/2012 tarih ve E.2000/220, K.2012/98 sayılı kararla, isnat edilen suçlarla ilgili olarak başvurucunun 36 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
11. Başvurucu, mahkûmiyet kararıyla birlikte verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin karara 18/6/2012 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince itiraz 3/8/2012 tarihinde reddedilmiştir.
12. Dava temyiz aşamasındadır.
B. İlgili Hukuk
13. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. ve 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 403. maddeleri.
14. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)
…
8. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”
15. 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.
(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir
16. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.
...
(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 9/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 8/10/2012 tarih ve 2012/142 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, gerekçesiz kararlarla tutukluluğun devamına karar verildiğini, tutuklu geçirdiği süre ve yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle kişi özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve kanunsuz ceza olmaz ilkelerini düzenleyen Anayasa’nın 19., 36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliyesine ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Yönünden
19. Adalet Bakanlığı görüşünde 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrasında yer alan “Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.” şeklindeki düzenleme karşısında, Anayasa Mahkemesi’nin zaman bakımından yetkisinin başlangıcının 23 Eylül 2012 tarihi olduğu ve ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararların bireysel başvurunun konusu olabileceğini belirtmiştir.
20. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
21. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14,).
22. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
23. Ancak başvurucu hükümlü olmuş ise bu takdirde serbest kalma ihtimali ortadan kalkmaktadır. Başvurucu tahliye olmuş ya da hakkında hüküm verilmişse talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa olağan kanun yolları denendikten sonra ve gerekiyorsa bireysel başvuru yapılmalıdır (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 31).
24. Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
25. Ancak kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez.
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Solmaz/Türkiye, B. No. 27561/02, 16 Ocak 2007, §§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye, B. No.29361/07, 27 Mayıs 2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).
27. Somut olayda başvurucu İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 5/12/2005 tutuklanmış, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 14/6/2012 tarihinde “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma hali sona ermiştir.
28. Başvurucu, 14/6/2012 tarihli karar duruşmasında verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara itiraz etmiş ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince itiraz 3/8/2012 tarihinde reddedilmiştir. Bu tarih Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden öncedir.
29. Açıklanan nedenlerle nihai kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
30. Adalet Bakanlığı, AİHS’in ilgili ülke tarafından onaylanma tarihinden önce başlayan ve bu tarihten sonra da devam eden bir davanın uzunluğunu incelediği durumda AİHM’in göz önüne aldığı sürenin, Sözleşme’nin onay tarihinden sonraki süre olduğunu, Bununla beraber AİHM’in o tarihe kadar geçen süreyi de değerlendirdiğini, AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin yargılama süresinin makul olup olmadığını her olayın kendine özgü koşullarını ve özellikle davanın karmaşık olup olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem ve eğer söz konusu yargılama bir ceza yargılaması ise, başvurucunun tutuklu olup olmadığı gibi ölçütleri dikkate alarak karar verdiğini görüşünde belirtmektedir.
31. Bakanlık ayrıca, başvurucu açısından yargılamanın 2/12/2005 tarihinde gözaltına alınmasıyla başladığını, başvurucu hakkında düzenlenen 14/12/2005 tarihli iddianameyle açılan davanın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2000/220 Esas sayılı dosyasında görüldüğünü, ilk derece mahkemesindeki yargılamanın 14/6/2012 tarihli kararla sona erdiğini, bu aşamaya kadar yargılamanın 6 yıl 6 ay 12 gün sürdüğünü belirtmiştir.
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
33. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
35. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
36. Anayasa’nın 36. maddesi ile kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982 ve Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980, § 42). Kişiye cezai alanda yöneltilen suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan suçun ulusal hukuktaki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığının incelenmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Sergey Zolotukhin/Rusya, B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel ve Diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç, ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (Weber/İsviçre, B. No: 11034/84, 22/05/1990, §§ 32–34).
37. Somut olayda başvurucunun, suç işlemek amacıyla örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti kapsamında değişik zamanlarda yurt dışına uyuşturucu madde ihraç etmek suçlarından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2012 tarih ve E.2000/220, K.2012/98 sayılı kararıyla toplam 36 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
38. Başvurucunun iddialarının dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
39. Başvurucu, hakkındaki yargılamanın makul süre içinde sonuçlanmadığından şikâyet etmiştir.
40. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/673, 19/12/2013, § 27).
41. Yargılama süresinin makul olup olmadığı incelenirken davanın karmaşıklığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama makamlarının tutumları, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem ve söz konusu yargılama bir ceza yargılaması ise başvurucunun tutuklu olup olmadığı gibi hususların dikkate alınması gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41; Kalachnikov/Rusya, B. No: 47095/99, 15/7/2002, § 125–132).
42. Yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması, yargılama faaliyetinin süresi üzerinde etkili olabilir. Bu nedenle her bir başvuru açısından sürenin değerlendirilmesi, çoğu zaman hem niteliğe hem niceliğe ilişkin bir inceleme yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 42).
43. Yargılama faaliyetinin süresine ilişkin değerlendirmede, ilgili makamların tutumunun da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu kapsamda sadece yargı makamları değil, Devletin kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı incelenmelidir. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini gerektirir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).
44. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin saptanması gereklidir(B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 43). Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982, § 73–75). Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadına ilişkin nihai kararın ilgilisi tarafından öğrenildiği, yargılaması devam eden davalar açısından ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetleriyle ilgili kararını verdiği tarihtir.
45. Bununla birlikte, suç isnadının tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi ile ilgili zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilir. İsnat tarihi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce olan ancak bu tarihte yargılaması devam eden ya da verilen nihai karar henüz kesinleşmemiş olan ceza davaları ile ilgili olarak, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikayetler bakımından dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, suçun isnat edildiği tarihten itibaren geçen süredir. Dolayısıyla, ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki şikayetlerde, 23/9/2012 tarihinde derdest olmak şartıyla, suç isnadının gerçekleştiği tarih ile suç isnadına ilişkin nihai kararın ilgilisi tarafından öğrenildiği tarihe veya devam eden davalarda Anayasa Mahkemesinin başvuruyu karara bağladığı tarihe kadar geçen süre dikkate alınmalıdır.
46. Somut olayda başvurucu 2/12/2005 tarihinde gözaltına alınmış, 5/12/2005 tarihinde tutuklanmış ve daha sonra hakkındaki suçlamalar nedeniyle açılan davalar 2000 yılında açılmış olan bir dava dosyasında birleştirilmiştir. İlk derece yargılaması İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2012 tarihli mahkûmiyet kararıyla sonuçlanmış olup, dava temyiz aşamasındadır. Başvurucu yönünden yargılama sürecinin 2/12/2005 tarihi itibarıyla başladığının kabulü gerekmektedir.
47. Başvurucunun gözaltına alınması ile ilk derece mahkemesince hüküm verilmesi arasında 6 yıl 6 ayı aşan bir sürenin geçtiği görülmektedir. Bu süre boyunca başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu verilen mahkûmiyet kararıyla birlikte hükmen tutukludur.
48. Yargılamanın yürütüldüğü dosyada birleştirilen yedi ayrı dava nedeniyle başvurucu ile birlikte yedi kişinin sanık olduğu görülmektedir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt ve bu örgütün faaliyeti kapsamında farklı ülkelere uyuşturucu madde ihraç edilmesi iddiaları nedeniyle karmaşık bir yapısı ve başvurucu aleyhine birçok suç isnadı davada yargılamanın sonuçlanmasının, uyuşturucu maddelerin yurt dışında ele geçirilmiş olması ve yabancı adli makamlarla yapılan yazışmalar, kanıtların toplanması ve değerlendirilmesi nedeniyle uzun süreli bir çalışma gerektirdiği anlaşılmaktadır.
49. Mahkeme, 17/8/2010 tarihinde esas hakkında mütalaa verilmesinden sonraki duruşmalarda başvurucu müdafiince mazeret beyan edilmesi nedeniyle davanın esası hakkında karar verilemediği, hakkın kötüye kullanılmasının hiç bir hukuk sisteminde kabul edilmediği ve korunmadığı, duruşmaya katılmayan sanık müdafiinin sanık tarafından seçildiği, istifa veya azil durumu söz konusu olmadığı, sanığa zorunlu müdafi atanmasının da mümkün olmadığı, katıldıkları duruşmalarda gerek sözlü, gerekse yazılı olarak esas hakkındaki savunmalarını sunmuş oldukları ve bu yönüyle savunma hakkının kısıtlanması durumunun da söz konusu olmadığının anlaşıldığı belirtilerek 14/6/2012 tarihli duruşmada hüküm verilmiştir.
50. Bununla birlikte, 2/12/2005 tarihinde gözaltına alınan ve hükmün verildiği 14/6/2012 tarihine kadar tutuklu olan başvurucu hakkındaki ilk derece yargılamasının 6 yıl 6 ayı aşan sürede sonuçlandırıldığı davada, 17/8/2010 tarihli duruşmada esas hakkında mütalaa verilmesinden sonraki duruşmaların sadece mazeret beyanları nedeniyle ertelenmediği görülmektedir. Ayrıca yargılama sürecinde, gerek başvurucu müdafiince ve gerekse diğer sanıklar müdafilerince yapılan mazeret beyanlarının kabulüne karar verildiği, diğer işlemlerin yanında sürekli tekrarlanan mazeret beyanlarının yargılamanın uzamasına neden olduğu ve hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebileceği yönünde Mahkemece bir hatırlatmada bulunulmadığı görülmektedir.
51. 16/10/2010 tarihli duruşmada Adalet Bakanlığınca “mahkemenin 16/1/2006 tarihli 2005/228 sayılı talebinin İngiliz makamlarına 24/7/2006 tarihinde iletildiği, cevap alınamadığı için akıbetinin sorulduğu, İngiltere İçişleri Bakanlığı Adli İş Birliği birimince verilen 12/5/2010 tarihli cevaba göre evrakın 31/5/2007 tarihli yazıyla iletildiğinin ve dosyanın kapatıldığının belirtildiği, bahse konu 31/5/2007 tarihli yazı ve eklerine dosya içerisinde rastlanmadığının anlaşıldığı, talep edilen hususların yeni bir talimat ile yeniden istenilmesinin yararlı olduğunun düşünüldüğü” bildirilmesi üzerine, İngiltere adli makamlarına yapılan talebin yenilenmesine karar verildiği görülmektedir.
52. Yargılama kapsamında 24/7/2006 tarihinde İngiliz makamlarına iletilen 16/1/2006 tarihli talebe ilişkin cevabın dosyasında bulunmaması nedeniyle yenilendiği ve 20/2/2012 tarihine kadar cevabının beklendiği, bir sonraki 12/3/2012 tarihli duruşmada bu cevabın yerine getirildiğine dair bir bilgi olmaksızın ve bu talimatla ilgili ayrıca yeni bir karar verilmeden, sanıkların tutukluluk halinin devamıyla birlikte bir diğer sanık müdafiinin mazeretinin kabulüne karar verilerek duruşmanın 14/6/2012 tarihine ertelendiği anlaşılmaktadır.
53. Bu belirlemeler karşısında, mütalaanın verildiği 17/8/2010 tarihinden hükmün verildiği 14/6/2012 tarihine kadar esasen, dosyaya ulaşmayan evrak nedeniyle yenilenen yazışma cevabının beklenildiği, bu sürenin geçirilmesinde başvurucu veya müdafiine yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun bu süre zarfında tutuklu olması ve yargılamanın yürütülmesindeki izlenen yöntem dikkate alındığında, 2/12/2005 tarihinde gözaltına alınmayla başlayıp 14/6/2012 tarihli kararla sonuçlanan ve temyiz aşamasında olan davadaki yargılama süresi makul olarak değerlendirilemez.
54. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
55. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
56. Başvuruda, Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu 70.000 Euro manevi tazminat talep etmiştir. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına yönelik müdahale ve yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararın varlığı nedeniyle somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya takdiren 4.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya takdiren 4.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. Başvurucunun fazlaya ilişkin tazminat talebinin REDDİNE,
F. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
H. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
9/1/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.