TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEVDET GENÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/142)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Cevdet GENÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Songül ÇALIK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, gerekçesiz
kararlarla tutukluluğun devamına karar verilmesi ve yargılama süresinin
uzunluğu nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 8/10/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 24/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 24/10/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/11/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, suç işlemek
amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde
ihraç etmek iddialarıyla ilgili olarak 2/12/2005
tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 5/12/2005
tarihinde tutuklanmıştır.
9. Suç işlemek amacıyla kurulan
örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti kapsamında 23/12/2004
tarihinde İngiltere’ye, 15/5/2004 tarihinde Norveç’e, 26/6/2000 tarihinde
Avusturya’ya çeşitli miktarlarda uyuşturucu madde ihraç etmek iddiasıyla açılan
davalar İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/220 sayılı dosyasında
birleştirilmiştir.
10. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi, 14/6/2012 tarih ve E.2000/220, K.2012/98
sayılı kararla, isnat edilen suçlarla ilgili olarak başvurucunun 36 yıl hapis
cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
11. Başvurucu, mahkûmiyet
kararıyla birlikte verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin karara 18/6/2012 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesince itiraz 3/8/2012 tarihinde reddedilmiştir.
12. Dava temyiz aşamasındadır.
B. İlgili
Hukuk
13. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 220. ve 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza
Kanunu’nun 403. maddeleri.
14. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer
alan; (1)
…
8. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde
188),
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
…
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis
cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
15. 5271 sayılı Kanun’un 101.
maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki
bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir,
ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda
belirtilir.
(5) Bu madde ile 100
üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir
16. 5271 sayılı Kanun’un 108.
maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu
süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin
devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine
sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak,
şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar
verilir.
...
(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın
tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar
gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde
de re'sen karar verir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 9/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
8/10/2012 tarih ve 2012/142 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, gerekçesiz
kararlarla tutukluluğun devamına karar verildiğini, tutuklu geçirdiği süre ve
yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle kişi özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve
kanunsuz ceza olmaz ilkelerini düzenleyen Anayasa’nın 19.,
36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliyesine ve manevi
tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Yönünden
19. Adalet Bakanlığı görüşünde 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrasında yer alan “Mahkeme, 23/9/2012
tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.” şeklindeki düzenleme karşısında, Anayasa
Mahkemesi’nin zaman bakımından yetkisinin başlangıcının 23 Eylül 2012 tarihi
olduğu ve ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararların bireysel
başvurunun konusu olabileceğini belirtmiştir.
20. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
21. Bu hüküm gereğince Anayasa
Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla
Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu
düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş
nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi
mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14,).
22. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde
buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak
gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest
kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun
yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun
olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla
belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma
amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek
şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 30).
23. Ancak başvurucu hükümlü
olmuş ise bu takdirde serbest kalma ihtimali ortadan kalkmaktadır. Başvurucu
tahliye olmuş ya da hakkında hüküm verilmişse talebi, hukuka aykırılığın
tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı
kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa olağan kanun
yolları denendikten sonra ve gerekiyorsa bireysel başvuru yapılmalıdır (B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 31).
24. Başvurunun kabul
edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya
kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş
olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce
kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından
başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı
yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında
yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §
32).
25. Ancak kişi serbest
bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm
olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu
durumda kişinin hukuki durumu “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır.
Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete
hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar
verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun
sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı
cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin
kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali
sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca
gerekmez.
26. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararı sonrası
tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM,
ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet
kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü
uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma”
olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır
(Solmaz/Türkiye, B. No. 27561/02, 16 Ocak 2007, §§ 23, 24; Şahap
Doğan/Türkiye, B. No.29361/07, 27 Mayıs 2010, § 26). Aynı
yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da benimsenmektedir (B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 33).
27. Somut olayda başvurucu İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesince 5/12/2005 tutuklanmış, ilk
derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını verdiği 14/6/2012 tarihinde “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu”
olma hali sona ermiştir.
28. Başvurucu, 14/6/2012 tarihli karar duruşmasında verilen tutukluluğun
devamına ilişkin karara itiraz etmiş ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince
itiraz 3/8/2012 tarihinde reddedilmiştir. Bu tarih Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvurulara ilişkin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden öncedir.
29. Açıklanan nedenlerle nihai
kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
30. Adalet Bakanlığı, AİHS’in ilgili ülke tarafından onaylanma tarihinden önce
başlayan ve bu tarihten sonra da devam eden bir davanın uzunluğunu incelediği
durumda AİHM’in göz önüne aldığı sürenin,
Sözleşme’nin onay tarihinden sonraki süre olduğunu, Bununla beraber AİHM’in o tarihe kadar geçen süreyi de değerlendirdiğini,
AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin yargılama süresinin makul olup olmadığını her
olayın kendine özgü koşullarını ve özellikle davanın karmaşık olup olmadığı,
başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar, kamu
otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davanın
başvurucu açısından taşıdığı önem ve eğer söz konusu yargılama bir ceza
yargılaması ise, başvurucunun tutuklu olup olmadığı gibi ölçütleri dikkate
alarak karar verdiğini görüşünde belirtmektedir.
31. Bakanlık ayrıca, başvurucu
açısından yargılamanın 2/12/2005 tarihinde gözaltına
alınmasıyla başladığını, başvurucu hakkında düzenlenen 14/12/2005 tarihli
iddianameyle açılan davanın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2000/220 Esas
sayılı dosyasında görüldüğünü, ilk derece mahkemesindeki yargılamanın 14/6/2012
tarihli kararla sona erdiğini, bu aşamaya kadar yargılamanın 6 yıl 6 ay 12 gün
sürdüğünü belirtmiştir.
32. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.”
33. AİHS’nin “Adil yargılanma
hakkı” başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai
alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla
kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre
içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
34. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, Anayasa
ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 18).
35. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
36. Anayasa’nın 36. maddesi ile
kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai
alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) karara bağlanmasını isteme hakkı
tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar
tarafından bildirilmesidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Eckle/Almanya,
B. No: 8130/78, 15/07/1982 ve Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980, § 42). Kişiye cezai
alanda yöneltilen suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının
tespitinde; iddia olunan suçun ulusal hukuktaki tasnifinin, suçun gerçek
niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığının incelenmesi
gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Sergey Zolotukhin/Rusya, B. No:
14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel ve Diğerleri, B. No: 5100/71,
5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç,
ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (Weber/İsviçre, B. No: 11034/84, 22/05/1990,
§§ 32–34).
37. Somut olayda başvurucunun,
suç işlemek amacıyla örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti kapsamında değişik
zamanlarda yurt dışına uyuşturucu madde ihraç etmek suçlarından İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2012 tarih ve E.2000/220,
K.2012/98 sayılı kararıyla toplam 36 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına
karar verilmiştir. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin kapsamına girdiği konusunda kuşku
bulunmamaktadır.
38. Başvurucunun iddialarının
dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de
görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
39. Başvurucu, hakkındaki
yargılamanın makul süre içinde sonuçlanmadığından şikâyet etmiştir.
40. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/673, 19/12/2013, § 27).
41. Yargılama süresinin makul
olup olmadığı incelenirken davanın karmaşıklığı, başvurucunun yargılama
süresince gösterdiği tavır ve davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de
yargılama makamlarının tutumları, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem ve
söz konusu yargılama bir ceza yargılaması ise başvurucunun tutuklu olup
olmadığı gibi hususların dikkate alınması gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41; Kalachnikov/Rusya, B. No: 47095/99, 15/7/2002, §
125–132).
42. Yargılamaya intikal eden
maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak
hukuk kurallarının karmaşık olması, yargılama faaliyetinin süresi üzerinde
etkili olabilir. Bu nedenle her bir başvuru açısından sürenin
değerlendirilmesi, çoğu zaman hem niteliğe hem niceliğe ilişkin bir inceleme
yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
42).
43. Yargılama faaliyetinin
süresine ilişkin değerlendirmede, ilgili makamların tutumunun da göz önünde
bulundurulması gerekir. Bu kapsamda sadece yargı makamları değil, Devletin kamu
gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı
incelenmelidir. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin
davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere
adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini
gerektirir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).
44. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin saptanması
gereklidir(B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 43). Ceza
muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken
sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar
tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı
gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982, § 73–75). Ceza yargılamasında sürenin sona
erdiği tarih, suç isnadına ilişkin nihai kararın ilgilisi tarafından
öğrenildiği, yargılaması devam eden davalar açısından ise Anayasa Mahkemesinin
makul süre şikâyetleriyle ilgili kararını verdiği tarihtir.
45. Bununla birlikte, suç
isnadının tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi ile
ilgili zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilir. İsnat
tarihi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce olan ancak bu tarihte yargılaması
devam eden ya da verilen nihai karar henüz kesinleşmemiş olan ceza davaları ile
ilgili olarak, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikayetler bakımından dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen
süre değil, suçun isnat edildiği tarihten itibaren geçen süredir. Dolayısıyla,
ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki şikayetlerde, 23/9/2012 tarihinde derdest olmak şartıyla, suç isnadının
gerçekleştiği tarih ile suç isnadına ilişkin nihai kararın ilgilisi tarafından
öğrenildiği tarihe veya devam eden davalarda Anayasa Mahkemesinin başvuruyu
karara bağladığı tarihe kadar geçen süre dikkate alınmalıdır.
46. Somut olayda başvurucu 2/12/2005 tarihinde gözaltına alınmış, 5/12/2005 tarihinde
tutuklanmış ve daha sonra hakkındaki suçlamalar nedeniyle açılan davalar 2000
yılında açılmış olan bir dava dosyasında birleştirilmiştir. İlk derece
yargılaması İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2012
tarihli mahkûmiyet kararıyla sonuçlanmış olup, dava temyiz aşamasındadır.
Başvurucu yönünden yargılama sürecinin 2/12/2005
tarihi itibarıyla başladığının kabulü gerekmektedir.
47. Başvurucunun gözaltına
alınması ile ilk derece mahkemesince hüküm verilmesi arasında 6 yıl 6 ayı aşan
bir sürenin geçtiği görülmektedir. Bu süre boyunca başvurucunun tutukluluk
halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu verilen mahkûmiyet kararıyla
birlikte hükmen tutukludur.
48. Yargılamanın yürütüldüğü
dosyada birleştirilen yedi ayrı dava nedeniyle başvurucu ile birlikte yedi
kişinin sanık olduğu görülmektedir. Suç işlemek amacıyla
kurulmuş bir örgüt ve bu örgütün faaliyeti kapsamında farklı ülkelere
uyuşturucu madde ihraç edilmesi iddiaları nedeniyle karmaşık bir yapısı ve
başvurucu aleyhine birçok suç isnadı davada yargılamanın sonuçlanmasının,
uyuşturucu maddelerin yurt dışında ele geçirilmiş olması ve yabancı adli
makamlarla yapılan yazışmalar, kanıtların toplanması ve değerlendirilmesi
nedeniyle uzun süreli bir çalışma gerektirdiği anlaşılmaktadır.
49. Mahkeme, 17/8/2010
tarihinde esas hakkında mütalaa verilmesinden sonraki duruşmalarda başvurucu müdafiince mazeret beyan edilmesi nedeniyle davanın esası
hakkında karar verilemediği, hakkın kötüye kullanılmasının hiç bir hukuk
sisteminde kabul edilmediği ve korunmadığı, duruşmaya katılmayan sanık müdafiinin sanık tarafından seçildiği, istifa veya azil
durumu söz konusu olmadığı, sanığa zorunlu müdafi atanmasının da mümkün
olmadığı, katıldıkları duruşmalarda gerek sözlü, gerekse yazılı olarak esas
hakkındaki savunmalarını sunmuş oldukları ve bu yönüyle savunma hakkının
kısıtlanması durumunun da söz konusu olmadığının anlaşıldığı belirtilerek
14/6/2012 tarihli duruşmada hüküm verilmiştir.
50. Bununla birlikte, 2/12/2005 tarihinde gözaltına alınan ve hükmün verildiği
14/6/2012 tarihine kadar tutuklu olan başvurucu hakkındaki ilk derece
yargılamasının 6 yıl 6 ayı aşan sürede sonuçlandırıldığı davada, 17/8/2010
tarihli duruşmada esas hakkında mütalaa verilmesinden sonraki duruşmaların
sadece mazeret beyanları nedeniyle ertelenmediği görülmektedir. Ayrıca
yargılama sürecinde, gerek başvurucu müdafiince ve
gerekse diğer sanıklar müdafilerince yapılan mazeret beyanlarının kabulüne
karar verildiği, diğer işlemlerin yanında sürekli tekrarlanan mazeret
beyanlarının yargılamanın uzamasına neden olduğu ve hakkın kötüye kullanılması
olarak değerlendirilebileceği yönünde Mahkemece bir hatırlatmada bulunulmadığı
görülmektedir.
51. 16/10/2010 tarihli duruşmada Adalet
Bakanlığınca “mahkemenin 16/1/2006 tarihli
2005/228 sayılı talebinin İngiliz makamlarına 24/7/2006 tarihinde iletildiği,
cevap alınamadığı için akıbetinin sorulduğu, İngiltere İçişleri Bakanlığı Adli
İş Birliği birimince verilen 12/5/2010 tarihli cevaba göre evrakın 31/5/2007
tarihli yazıyla iletildiğinin ve dosyanın kapatıldığının belirtildiği, bahse
konu 31/5/2007 tarihli yazı ve eklerine dosya içerisinde rastlanmadığının
anlaşıldığı, talep edilen hususların yeni bir talimat ile yeniden
istenilmesinin yararlı olduğunun düşünüldüğü” bildirilmesi üzerine,
İngiltere adli makamlarına yapılan talebin yenilenmesine karar verildiği
görülmektedir.
52. Yargılama kapsamında 24/7/2006 tarihinde İngiliz makamlarına iletilen 16/1/2006
tarihli talebe ilişkin cevabın dosyasında bulunmaması nedeniyle yenilendiği ve
20/2/2012 tarihine kadar cevabının beklendiği, bir sonraki 12/3/2012 tarihli
duruşmada bu cevabın yerine getirildiğine dair bir bilgi olmaksızın ve bu
talimatla ilgili ayrıca yeni bir karar verilmeden, sanıkların tutukluluk
halinin devamıyla birlikte bir diğer sanık müdafiinin
mazeretinin kabulüne karar verilerek duruşmanın 14/6/2012 tarihine ertelendiği
anlaşılmaktadır.
53. Bu belirlemeler karşısında,
mütalaanın verildiği 17/8/2010 tarihinden hükmün
verildiği 14/6/2012 tarihine kadar esasen, dosyaya ulaşmayan evrak nedeniyle
yenilenen yazışma cevabının beklenildiği, bu sürenin geçirilmesinde başvurucu
veya müdafiine yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Başvurucunun bu süre zarfında tutuklu olması ve yargılamanın
yürütülmesindeki izlenen yöntem dikkate alındığında, 2/12/2005
tarihinde gözaltına alınmayla başlayıp 14/6/2012 tarihli kararla sonuçlanan ve
temyiz aşamasında olan davadaki yargılama süresi makul olarak
değerlendirilemez.
54. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanunun 50. Maddesi Yönünden
55. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi
yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm
altına alınmıştır.
56. Başvuruda, Anayasa'nın 36.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu 70.000 Euro manevi
tazminat talep etmiştir. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına yönelik
müdahale ve yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi
zararın varlığı nedeniyle somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya
takdiren 4.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetlerinin “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları
yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Yargılamanın
makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya takdiren 4.000,00 TL
manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. Başvurucunun fazlaya ilişkin tazminat talebinin REDDİNE,
F. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine
yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
H. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
9/1/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.