TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
RAMAZAN ÇELİK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2012/152)
Karar Tarihi: 20/2/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Raportör
Serhat ALTINKÖK
Başvurucu
Ramazan ÇELİK
Vekili
Av. Okay SADAY
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini, tutukluluk süresinin uzun olduğunu ve yargılanmasının makul olmayan bir süreden beri devam ettiğini belirterek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat ve tahliye talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 10/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 26/3/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 1/4/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 3/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/6/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 21/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza ve İnfaz Kurumunda hükmen tutuklu olarak bulunmaktadır.
9. Başvurucu, hakkındaki şikayetler nedeniyle Sinop İl Jandarma Komutanlığınca 24/6/2007 tarihinde ifade vermek üzere çağrılmış, ancak ifadesini savcılık aşamasında vermek istediğini belirterek susma hakkını kullanmıştır.
10. Başvurucu, Sinop Sulh Ceza Mahkemesinin 26/6/2007 tarih ve 2007/38 sorgu sayılı kararıyla, tasarlayarak adam öldürme, nitelikli dolandırıcılık, yağma, zincirleme hırsızlık ve satmak için silah bulundurma suçlarını işlediği iddiasıyla tutuklanmıştır.
11. Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2007 tarih ve E.2007/553 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve dosya kapsamındaki diğer yirmi bir kişinin suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, kasten adam öldürme, dolandırıcılık, nitelikli dolandırıcılık, nitelikli hırsızlık, resmi belgede sahtecilik, yağma, reşit olmayanla cinsel ilişkiye girme, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma, tehdit, 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir.
12. Sinop Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu hakkında 3/10/2007 tarihinde açılan kamu davasında görevsizlik kararı vererek başvurucunun tutukluluk halinin devamı ile dosyanın görevli Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
13. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 20/11/2007 tarihinde 2007/363 Esas sayılı dosyayı kaydetmiş ve başvurucu ve diğer dört sanık hakkında uyuşturucu ticareti yapmak ve sağlamak suçlarından açılan davaları birleştirme kararı vermiştir.
14. Başvurucu hakkında ayrıca 29/4/2008 tarihinde kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve basit yaralama suçlarından (iki kez) cezalandırılması istemiyle Ayancık Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır. Ayancık Asliye Ceza Mahkemesi, söz konusu dava ile Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/363 Esasında görülen kamu davası arasında fiili ve hukuki irtibat nedeniyle birleştirme kararı vererek dosyayı Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 20/1/2009 tarihli kararı ile her iki dosyanın birleştirilmesine ve yargılamanın 2007/363 Esas üzerinden yürütülmesine karar vermiştir.
15. Başvurucu, tutukluk süresinin 5 yılı doldurması üzerine yargılamasının devam ettiği Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine tahliye talebi ile başvurmuş, ancak talep Mahkemenin 28/8/2012 tarihli kararı ile reddedilerek tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
16. Başvurucu, bu karara 3/9/2012 tarihinde itiraz etmiş, itirazı, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/9/2012 tarih ve 2012/440 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 14/9/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/10/2012 tarih ve E.2007/363, K.2012/177 sayılı kararı ile başvurucunun isnat olunan suçlardan toplam 56 yıl 57 ay hapis ve 1.625,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda derdesttir.
18. Bakanlık görüşünde, bireysel başvuruya konu yargılaması devam etmekte iken, başvurucu hakkında üç farklı suçtan ceza verildiği ve bu cezaların farklı zamanlarda infaz edildiği bildirilmiştir. Görüşte, Ayancık Asliye Ceza Mahkemesince başvurucu hakkında kamu malına zarar vermek suçundan 13/9/2006 tarihinde 3.000,00 TL adli para cezası verildiği, hükmedilen bu cezanın 7/7/2010 ila 15/10/2010 tarihleri arasında 101 gün olarak infaz edildiği; Ayancık Sulh Ceza Mahkemesinin 2/11/2006 tarih ve E.2006/94, K.2006/162 sayılı kararı ile başvurucuya 1.800,00 TL adli para cezası verildiği ve bu cezanın 28/4/2011 ila 27/6/2011 tarihleri arasında 61 gün olarak infaz edildiği; Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2008 tarih ve E.2005/243, K.2008/232 sayılı ilamı ile başvurucu hakkında 1 yıl 6 ay hapis cezası verildiği ve bu cezanın, başvurucunun 8/8/2003 ila 27/1/2004 tarihleri arasında tutuklu olarak kaldığı 172 gün mahsup edildikten sonra geriye kalan 47 gününün 1/2/2012 ila 18/3/2012 arasında, infaz edildiği bildirilmiştir.
B. İlgili Hukuk
19. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
20. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
21. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile son cümlesi şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
22. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
23. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
24. 5237 sayılı Kanun’un 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.”
25. 5237 sayılı Kanun’un 106. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.”
26. 5237 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.”
27. 5237 sayılı Kanun’un 188. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 20/2/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 10/10/2012 tarih ve 2012/152 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen beş yıllık azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen serbest bırakılmadığını, serbest bırakılmamasının herhangi bir kanuni dayanağının bulunmadığını, tutuklanma tarihinden Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu tarihe kadar 5 yıl 3 ay geçmesine rağmen yargılamanın bitmediğini, esas olarak bir tedbir olan tutukluluğun infaza dönüştüğünü, yargılanmasının makul olmayan bir süredir devam ettiğini belirterek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat ve tahliye talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Adalet Bakanlığı görüşünde, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ila (d) bentleri uyarınca, kanuna aykırı olarak tutulduğunu iddia eden kişinin tazminat talep etme hakkına sahip olduğunu, anılan kanunun 142. maddesine göre bu başvurunun kararın veya hükmün kesinleşmesinden sonra üç ay içinde yapılması gerektiğini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de (AİHM) Demir/Türkiye ve Balca/Türkiye kararlarında, yukarıda bahsedilen Kanun’daki tazminat düzenlemesini öncelikle başvurulması gereken etkin bir iç hukuk yolu olarak değerlendirdiğini, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 4/4/2012 tarih ve E.2011/15700, K.2012/9187 ile 15/5/2012 tarih ve E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararlarında, 5271 sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddeleri ile ilgili olarak bazı durumlarda tazminat talebinin incelenebilmesi için davanın esasıyla ilgili karar verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı yönünde karar verildiğini, belirtilen mevzuat hükümleri, AİHM içtihatları ve Yargıtay kararlarına göre, öncelikle başvurulması gereken bir yol bulunmasına rağmen, başvurucunun dilekçesinde belirtilen kanun hükümleri doğrultusunda tazminat talebinde bulunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi bulunmadığını, bu nedenle başvurucunun tutukluluk süresinin uzun olduğu ve Kanun’da düzenlenen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tutukluluğunun devam ettiğine ilişkin şikâyetleri ile ilgili başvuru yollarının tüketilmediğini belirtmiştir.
31. Başvurucu, Adalet Bakanlığının başvuru yollarının tüketilmediğine ilişkin ön itirazına karşı, 5271 sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddelerinin kesinleşmiş mahkeme kararları açısından uygulama alanı olduğunu, kendi iddialarının ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5. maddesinin (3) numaralı ve 6. maddesinin (1) numaralı fıkralarına ilişkin olduğunu belirtmiştir.
32. Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmış olduğunun tespitiyle tahliyesine karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmektedir. 5271 sayılı Kanun’un koruma tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine bu açıdan bakıldığında, başvurucunun şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği görülmektedir. Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların giderilmesini teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit edilse dahi kişiye serbest bırakılma konusunda bir imkân sunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi birçok kararında bireysel başvurunun esastan incelenmesinden önce tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu yola gitmesi somut talebi açısından etkili sayılamayacağına ve dolayısıyla tüketilmesi gerekmediğine hükmetmiştir (Benzer birçok karar yanında bkz: B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 33). Mevcut başvuru açısından bu kararlardan dönmeyi gerektiren bir husus bulunmamaktadır. Bu nedenle Adalet Bakanlığının, başvurucunun tutukluluk nedeniyle tazminat davası açmadığı ve başvuru yollarını tüketmediği yönündeki ön itirazı kabul edilemez.
33. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Anayasa’nın 19. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
34. Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmasına rağmen tutuklu bulundurulmaya devam edilmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir.
35. Adalet Bakanlığı görüşünde Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşıldığı yönündeki iddialarla ilgili olarak; tutukluluk süresinin hesaplanmasında başlangıç noktasının başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı tarih olduğunu, kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesi kararıyla da olsa bir mahkeme kararıyla mahkûmiyetlerine karar verildiği tarihte tutukluluğun sona ereceğini, bu tarihten itibaren tutmanın nedeninin “bir suç şüphesi üzerine tutma” olmaktan çıkıp “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” haline geleceğini, somut olayda başvurucunun tutuklu kaldığı süre içerisinde başka suçlardan aldığı cezalar nedeniyle toplam 209 gün hapis cezasının infaz edildiğini, bu infaz süresi başvurucunun tutuklu kaldığı süreden çıkartılarak hesaplandığında başvurucunun toplam tutukluluk süresinin 4 yıl 8 ay 6 gün olduğunu ve bu sürenin beş yıllık yasal sınırı aşmadığını belirtmiştir.
36. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı; ülkemizdeki ceza yargılaması hukukunun temel prensibinin her bir eylemin kendi dosyası kapsamında değerlendirilmesi olduğunu, başvuru konusu olan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/363 sayılı dosyası kapsamında tutukluluk süresinin kesintisiz olarak altı yıl devam ettiğini, bu sürenin tartışmasız olarak uzun olduğunu, başka yargı kararlarına ait cezaların tutukluluk süresinden mahsubunun hukukumuzun temel prensiplerine aykırı olduğunu, ceza muhakemesinde her bir suç için ayrı değerlendirme yapılması gerektiğini ve farklı suçların ayrı ayrı infaz edilebileceğini belirtmiştir.
37. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
38. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konulduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
39. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 43).
40. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 44).
41. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 40).
42. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 48).
43. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 49).
44. Diğer taraftan, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 50).
45. Anayasa’nın 36. maddesinde adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda makul sürede yargılanma herkese tanınan bir haktır. Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması da Anayasa’nın 141. maddesinde yargıya bir görev olarak yüklenmiştir. Azami tutukluluk süresinin, suç sayısı gerekçesiyle uzatılması muhtemel özgürlük ve güvenlik ihlallerine ilave olarak, makul sürede yargılanma hakkı açısından da olası ihlallere zemin hazırlayabilecek niteliktedir. Böyle bir uygulama, özgürlük ve güvenlik ihlalini neredeyse otomatik, makul sürede yargılanma hakkının ihlalini ise potansiyel hale getirebileceğinden kabul edilemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 51).
46. Diğer yandan, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, tutuklama nedenlerini ve sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek şekilde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçları bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 52).
47. 5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).
48. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, bu kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüşmektedir. Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır (B. No: 2013/338, 2/7/2013, § 41).
49. Somut olayda başvurucu, 26/6/2007 tarihinde tutuklanması ile ilk derece mahkemesinin 16/10/2012 tarihli kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında 5 yıl 3 ay 21 gün “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur. Bu haliyle başvurucunun tutuklu kaldığı süre 5271 sayılı Kanun’da öngörülen beş yıllık azami süreyi aşmıştır. Ancak Adalet Bakanlığı görüşünde, 5271 sayılı Kanun’a göre yapılacak beş yıllık azami süre değerlendirmesinde başvurucunun bireysel başvuruya konu yargılaması devam etmekte iken infaz edilen cezalarının mahsup edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
50. Bireysel başvuruya konu yargılaması devam etmekte iken, başvurucu hakkında ilk olarak Ayancık Asliye Ceza Mahkemesince kamu malına zarar vermek suçundan 13/9/2006 tarihinde 3.000,00 TL adli para cezası verildiği, hükmedilen bu cezanın 7/7/2010 ila 15/10/2010 tarihleri arasında 101 gün; ikinci olarak Ayancık Sulh Ceza Mahkemesinin 2/11/2006 tarih ve E.2006/94, K.2006/162 sayılı kararı ile 1.800,00 TL adli para cezası verildiği ve bu cezanın 28/4/2011 ila 27/6/2011 tarihleri arasında 61 gün; üçüncü olarak Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2008 tarih ve E.2005/243, K.2008/232 sayılı ilamı ile 1 yıl 6 ay hapis cezası verildiği ve bu cezanın 1/2/2012 ila 18/3/2012 arasında, 8/8/2003 ila 27/1/2004 tarihleri arasında tutuklu kaldığı 172 gün mahsup edildikten sonra, 47 gün olarak infaz edilmiştir. Buna göre başvurucunun tutuklu bulunduğu süre içinde toplam 209 gün hapis cezasının infaz edildiği görülmektedir.
51. Bu aşamada, bireysel başvuruya konu yargılaması devam eden başvurucunun diğer yargılamaları neticesinde aldığı cezaların bireysel başvuruya konu yargılamasındaki tutukluluk süresinden indirilip indirilemeyeceğinin tespiti gerekir.
52. Bir kişinin hukuki durumu, yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmesi üzerine “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma” haline dönüşmektedir.
53. Başvuru konusu yargılama kapsamında 26/6/2007 tarihinde tutuklanan başvurucu, işlediği üç ayrı suçtan dolayı hakkında verilen hükümler nedeniyle toplam 209 gün hapis cezası ile cezalandırılmış ve bu cezalar başvuru konusu yargılama sırasında tutuklu bulunduğu süre içerisinde infaz edilmiştir (bkz: § 50). Başvurucu, 7/7/2010 ila 15/10/2010, 28/4/2011 ila 27/6/2011, 1/2/2012 ila 18/3/2012 tarihleri arasında bir “suç isnadına bağlı olarak” değil “ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmü”nün infazı anlamında özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır. Somut olayda başvurucunun tutuklu bulunduğu sırada infaz edilen bu hükümler, adil yargılanma ilkelerine uygun olarak gerçekleştirilen yargılama neticesinde verilen mahkeme kararlarına dayanmaktadır.
54. Başvuru konusu yargılaması devam ettiği sırada, başvurucunun 26/6/2007 tarihinde başlayan tutulma hali, başka derece mahkemelerince verilen üç farklı kararın infaz edildiği dönemlerde kesintiye uğramıştır. Bir suçtan verilen tutukluluk kararı ile başka bir suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesişmesi durumunda, mahkûmiyet kapsamında infaz edilen cezalara ilişkin süreler toplam tutukluluk süresinin hesabına dâhil edilmez (B. No: 2012/348, 4/12/2013, § 49).
55. Bu çerçevede, başvurucunun başvuru konusu yargılama kapsamında “suç isnadına bağlı olarak” tutulma süresi, 26/6/2007 tarihinde tutuklanması ile ilk derece mahkemesinin 16/10/2012 tarihli kararı ile hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında geçen 5 yıl 3 ay 21 günden, başka suçlar nedeniyle infaz olunan 209 gün düşüldükten sonra kalan 4 yıl 8 ay 22 gündür.
56. Başvurucunun, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre ilk derece mahkemesinin karar verdiği 16/10/2012 tarihi itibarıyla 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen beş yıllık azami süreyi aşmamıştır.
57. Açıklanan gerekçelerle, başvuru kapsamında “Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 19. Maddesinin Yedinci Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
58. Başvurucu ayrıca tutukluluk süresinin uzunluğundan şikâyet etmiştir.
59. Adalet Bakanlığının görüşünde, başvurucunun uzun bir süredir tutuklu olduğu yönündeki iddiaları ile ilgili olarak, başvurucunun tutuklu olduğu dönemde infaz edilen hapis cezalarının toplam tutukluluk süresinden indirilmesi gerektiğini, tutuklu kaldığı 26/6/2007 ila 16/10/2012 tarihleri arasında başvurucu hakkındaki kesinleşmiş mahkumiyet hükümleri gereğince toplam 209 gün hapis cezasının infaz edildiğini, infaz sürelerinin toplamı başvurucunun tutuklu kaldığı süreden düşüldüğünde toplam tutukluluk süresinin 4 yıl 8 ay 6 gün olduğunu, davanın kapsamının, dosyadaki delillerin çokluğunun, dosya kapsamındaki sanıklara yüklenen suçların sayısı, niteliği ve ağırlığının, sanık sayısının, dava dosyasının karmaşıklığının, isnat olunan suçun organize suç olup olmamasının, başvurucunun kaçma ihtimalinin olup olmadığının ve çarptırılacağı cezanın ağırlığının başvurucunun kaçma riski üzerindeki etkisinin tutukluluk süresinin makul olup olmadığı değerlendirilmesinde dikkate alınması gereken kriterler olduğunu belirtmiştir.
60. Başvurucu Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, hakkındaki iddiaların haksız olduğunu, yargılama süresince Mahkeme heyetinin yedi defa değiştiğini, esas hakkında mütalaa verildikten yaklaşık 20 ay sonra karar verildiğini, makul bir sürede yargılanmadığını belirterek başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.
61. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
62. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 60).
63. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan somut bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
64. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
65. Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63).
66. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.
67. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir.
68. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir.
69. Dava dosyasının incelenmesinde başvurucunun 13/3/2012, 10/7/2012 ve 28/8/2012 tarihlerinde tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlara itiraz ettiği görülmüştür.
70. Başvurucu 13/3/2012 tarihli 29. celsede tahliye talebinde bulunmuş ancak talebi Mahkemece “… haklarında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, haklarında talep edilen ceza miktarının alt ve üst haddi ile bu miktarın kaçma kuşkusu doğurması, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı kurulması ihtimaliyle, talep edilen ceza miktarı ve eylemin niteliği dikkate alındığında adli kontrol kararı verilmesinin yetersiz kalacak olması ve eylemin CMK.nun 100/3. maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu” gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, ancak itiraz Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/4/2012 tarih ve 2012/173 Değişik İş sayılı kararı ile “itiraz dilekçesi, yargılama dosyası ve Mahkeme kararındaki gerekçe birlikte değerlendirildiğinde itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden” reddedilmiştir.
71. Başvurucu 10/7/2012 tarihli 31. celsede tahliye talebinde bulunmuş ancak talebi Mahkemece “… üzerlerine atılı suçlarda talep edilen ceza miktarının alt ve üst hadleri nazara alındığında kaçma kuşkusunun bulunması, dosyada mevcut müşteki, mağdur beyanları ile tanık anlatımları, ekspertiz raporları değerlendirilerek atılı suçta kuvvetli suç şüphesinin varlığı, sanıkların delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı kurulması ihtimaliyle, talep edilen ceza miktarı ve eylemin niteliği dikkate alındığında adli kontrol kararı verilmesinin yetersiz kalacak olması ve eylemin CMK.nun 100/3. maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nazara alınarak” reddedilmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, ancak itiraz Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2012 tarih ve 2012/404 Değişik İş sayılı kararı ile “itiraz dilekçeleri, yargılama dosyası ve Mahkeme kararındaki gerekçe birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin bulunması, dosyada yer alan atılı suçların varlığını destekleyen belge, tutanak ve ekleri sanık ifadeleri atılı suç için yasada öngörülen temel hürriyeti bağlayıcı cezaların miktarı nazara alındığında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı” gerekçesiyle reddedilmiştir.
72. Somut olayda başvurucu son olarak, tutukluk süresinin beş yılı doldurduğu iddiasıyla tahliye talebi ile yargılamasının devam ettiği Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, talep Mahkemenin 28/8/2012 tarihli kararı ile “üzerine atılı suçlarda talep edilen ceza miktarının alt ve üst hadleri nazara alındığında kaçma kuşkusunun bulunması, dosyada bulunun müşteki, mağdur beyanları ile tanık anlatımları, ekspertiz raporları değerlendirilerek atılı suçta kuvvetli suç şüphesinin varlığı, sanıkların delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık ve mağdur üzerinde baskı kurulması ihtimaliyle, talep edilen ceza miktarı ve eylemin niteliği dikkate alındığında adli kontrol kararı verilmesinin yetersiz kalacak olması ve eylemin CMK.nun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu” gerekçesiyle reddedilerek tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu Mahkemenin bu kararına 3/9/2012 tarihinde itiraz etmiş, itirazı, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/9/2012 tarihli kararı ile “itiraz dilekçesi, yargılama dosyası ve Mahkeme kararındaki gerekçe ile sanığın birden fazla ağır cezalık suçtan dolayı tutuklu bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediği” gerekçesiyle reddedilmiştir.
73. Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir.
74. Tutukluluk süresinin hesabında kural olarak ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekmekle birlikte, bir suçtan verilen tutukluluk kararı ile başka bir suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesişmesi durumunda, mahkûmiyet kapsamında infaz edilen cezalara ilişkin süreler toplam tutukluluk süresinin hesabına dâhil edilmez (bkz: § 54). Başvuru dosyasının incelenmesinden başvurucu hakkındaki davanın Yargıtay önünde derdest olduğu görülmektedir. Somut olayda başvurucunun başvuru konusu yargılama kapsamında “suç isnadına bağlı olarak” tutulma süresi, 26/6/2007 tarihinde tutuklanması ile ilk derece mahkemesinin 16/10/2012 tarihli kararı ile hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında geçen 5 yıl 3 ay 21 günden, başka suçlar nedeniyle infaz olunan 209 gün düşüldükten sonra kalan 4 yıl 8 ay 22 gündür.
75. Dava dosyasının incelenmesinde derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluğunun devamına ilişkin kararların gerekçelerinde, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık ve mağdur üzerinde baskı kurma ihtimaline, başvurucunun üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyetine, kuvvetli suç şüphesinin varlığına, atılı suç için yasada öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezaların miktarına değinmiştir. Derece mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içeriktedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçeler ilgili ve yeterlidir. İlgili ve yeterli gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında tutukluluk süresinin makul olduğu görülmektedir.
76. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
77. Üye Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamıştır.
c. Anayasa’nın 36. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
78. Başvurucu, yargılamasının makul olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
79. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
80. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
81. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
82. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
83. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 39).
84. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması, adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/673, 19/12/2013, § 27).
85. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
86. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme dönemlerinin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
87. Anayasa’nın 36. maddesi ile kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32). AİHM, kişiye cezai alanda yöneltilen suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan fiilin ulusal hukuktaki tasnifini, fiilin gerçek niteliğini, fiil için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığını incelemektedir (Bkz: Sergey Zolotukhin/Rusya, B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel ve Diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç, ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasının kapsamında bireysel başvuru konusu edilebilir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
88. Somut olayda başvurucunun, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, kasten adam öldürme, dolandırıcılık, nitelikli dolandırıcılık, nitelikli hırsızlık, resmi belgede sahtecilik, yağma, reşit olmayanla cinsel ilişkiye girme, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma, tehdit suçlarından Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/10/2012 tarih ve E.2007/363, K.2012/177 sayılı kararı ile toplam 56 yıl 57 ay hapis ve 1.625,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
89. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
90. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
91. Bununla birlikte, suç isnadının tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi ile ilgili zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilir. Anayasa Mahkemesince verilen birçok kararda, ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki şikayetlerde, 23/9/2012 tarihinde derdest olmak şartıyla, suç isnadının gerçekleştiği tarih ile suç isnadına ilişkin nihai kararın ilgilisi tarafından öğrenildiği tarihe veya devam eden davalarda Anayasa Mahkemesinin başvuruyu karara bağladığı tarihe kadar geçen sürenin dikkate alınacağına hükmedilmiştir (Birçok kararın yanında bkz: B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 36; B. No: 2013/13, 2/7/2013, § 51).
92. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
93. Ancak yargılama süresinin uzunluğunun tespiti açısından davanın karmaşıklığı, davadaki sanık sayısı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç için öngörülen cezanın miktarı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu gibi hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
94. Başvuru konusu olayda başvurucu, hakkındaki şikayetler nedeniyle 24/6/2007 tarihinde Sinop İl Jandarma Komutanlığına ifade vermek üzere çağrılmış, Sinop Sulh Ceza Mahkemesinin 26/6/2007 tarihli kararı ile tutuklanmış ve hakkında 25/9/2007 tarihinde Sinop Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2007 tarihinde açılan kamu davasında görevsizlik kararı verilerek dava dosyası yetkili mahkemeye gönderilmiştir.
95. Başvurucu, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, kasten adam öldürme, dolandırıcılık, nitelikli dolandırıcılık, nitelikli hırsızlık, resmi belgede sahtecilik, yağma, reşit olmayanla cinsel ilişkiye girme, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma, tehdit suçlarından oluşan on bir farklı suç işlediği iddiasıyla yargılanmıştır.
96. Başvurucunun, yargılandığı dosyada 20/11/2007 ve 20/1/2009 olmak üzere iki kez birleştirme kararı verilmiştir.
97. Başvurucunun yargılandığı dosya kapsamında toplam 22 sanık bulunmaktadır. Derece Mahkemesince başvurucu hakkında mahkûmiyet hükmü kurulana kadar toplam 33 celse gerçekleştirilmiştir.
98. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/10/2012 tarih ve E.2007/363, K.2012/177 sayılı kararı ile başvurucunun kasten adam öldürme, hırsızlık, resmi evrakta sahtecilik (iki kez), nitelikli dolandırıcılık (iki kez), basit yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma (iki kez), kasten adam öldürmeye teşebbüs ve bıçak taşıma suçlarından toplam 56 yıl 57 ay hapis ve 1.625,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
99. Bir suç isnadıyla 24/6/2007 tarihinde ifadesi alınmak üzere Sinop İl Jandarma Komutanlığına çağırılan başvurucu hakkındaki dava Anayasa Mahkemesince gerçekleştirilen bireysel başvuru incelemesi sırasında Yargıtayda derdesttir. Başvurucuya bir suçun isnat edildiği 24/6/2007 ile işbu kararın verildiği 20/2/2014 tarihleri arasında geçen süre yaklaşık 6 yıl 8 aydır.
100. Dava dosyasının incelenmesinde derece mahkemesinin yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılama süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç için öngörülen cezanın miktarı gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
101. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. “Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılmaması” nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C. “Tutukluluğun makul süreyi aşmamış olması” nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Üye Engin YILDIRIM’ın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. “Yargılamanın makul süreyi aşmaması” nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OYBİRLİĞİYLE,
20/2/2014 tarihinde karar verildi.