TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FİKRET ESKİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/348)
|
|
Karar Tarihi: 4/12/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Fikret ESKİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ümit DUMAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun
kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 23/10/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonu, 13/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar vermiştir.
4. Bölüm, 26/3/2013
tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 1/4/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 3/6/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 11/6/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 21/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesinde ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, suç işlemek için
örgüt kurma, uyuşturucu madde ticareti yapma, sayı veya nitelik bakımından
vahim ateşli silah taşıma/bulundurma, patlayıcı maddelerin izinsiz olarak
bulundurulması ve sahtecilik suçlarıyla ilgili olarak 11/7/2007
tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/7/2007
tarih ve 2007/113 sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
9. Başvurucu hakkında, anılan
suçlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30/7/2007
tarihli iddianamesiyle İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası
açılmıştır.
10. Başvurucu, tutuklu olduğu
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/376 sayılı dosyası kapsamında,
kanunda öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresinin aşıldığını belirterek 3/9/2012 tarihinde tahliye talebinde bulunmuştur.
11. Başvurucunun tahliye talebi,
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince “iddianamede
düzenlenen her bir suç için tutukluluk süresinin bağımsız olarak
değerlendirilmesi gerektiği ve sanığın Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevine giren
birden çok suçtan tutuklanmış olduğu” gerekçesiyle 4/9/2012 tarihli duruşmada reddedilmiştir.
12. Başvurucu bu karara 7/9/2012 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin 11/9/2012 tarih ve 2012/700 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz
kesin olarak reddedilmiştir.
13. Adalet Bakanlığı,
başvurucunun bireysel başvuru konusu yargılamadan farklı olarak, uyuşturucu
madde ticareti yapma suçu kapsamında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2011 tarih ve 2011/143 sayılı kararıyla tutuklandığını,
bu yargılama kapsamında 11/10/2011 tarih ve E.2011/143, K.2011/246 sayılı
kararla isnat edilen suç nedeniyle 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm edildiğini,
bu kararın 15/10/2012 tarihli Yargıtay kararıyla onandığını ve 3/12/2012 tarihi
itibarıyla bu cezanın infazına başlandığını bildirmiştir.
14. Başvuru tarihi itibarıyla
devam eden başvuruya konu yargılama kapsamında, İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi 18/7/2013 tarih ve E. 2007/376, K. 2013/157
sayılı kararıyla başvurucunun, suç işlemek için örgüt kurma, uyuşturucu madde
ticareti yapma, sayı veya nitelik bakımından vahim ateşli silah
taşımak/bulundurma, patlayıcı maddelerin izinsiz olarak bulundurulması ve
sahtecilik suçlarından toplam 29 yıl 24 ay 15 gün hapis ve ayrıca adli para
cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
15. Başvurucu vekili 19/7/2013 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine,
18/7/2013 tarih ve E. 2007/376, K.2013/157 sayılı kararı temyiz ettiğini
bildirmiş ve Mahkemeden gerekçeli kararın tebliğini talep etmiştir.
B. İlgili
Hukuk
16. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
17. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
18. 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile son cümlesi şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
19. 5271 sayılı Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
23/10/2012 tarih ve 2012/348 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, 14/7/2007 tarihinde tutuklandığını, 5271 sayılı Kanun’da
öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresi aşılmasına rağmen tahliye
talebinin reddedildiğini, birden fazla suç kapsamında yürütülen yargılamada her
bir suç yönünden tutukluluk süresinin ayrı değerlendirilemeyeceğini,
yargılandığı ve itirazını inceleyen mahkemelerin tutukluluk süresine ilişkin
değerlendirmelerinin hatalı olduğunu, kanuna aykırı olarak tutukluluğun
devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
22. Adalet Bakanlığı görüşünde,
ilk olarak 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak hukuk yollarının
tüketildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılabileceği, başvurucu
tarafından tüketilen son hukuk yolu olarak Mahkemeye yapılan tahliye talebi ve
bu talebin reddi üzerine yapılan itirazın gösterildiği, oysa başvurucunun
Anayasa’nın 19. maddesi kapsamındaki şikâyetleri ile ilgili olarak derece
mahkemelerine başvurarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi ve aynı Kanun’un 142. maddesi uyarınca tazminat davası
açması gerektiği ileri sürülmüştür.
23. İkinci olarak, devam etmekte
olan bir davada uzun tutuklulukla ilgili olarak tazminat talep edilebilmesi
için davanın esası hakkındaki kararın kesinleşmesinin zorunlu olmadığı,
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/5/2012 tarih ve
E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararına göre, 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesine göre devam etmekte olan bir davada da tazminat talep edilebilmesinin
önünde herhangi bir engel bulunmadığı belirtilmiştir.
24. Başvurucu Adalet
Bakanlığının bu görüşüne karşı, ihlalin devam ettiği ve bu yola başvurmanın
ihlali önleme bakımından etkili olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur.
25. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
27. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak
ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal
durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu
nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
28. Ancak tüketilmesi gereken
başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz
olmaları ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı
şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek
başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en
azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (B. No: 2012/239, §
28-29, 2/7/2013).
29. Adalet Bakanlığının
görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin
düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen
koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar
verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama
mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen
kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını devletten isteyebileceklerine
ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un
tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat
isteminde bulunulabileceği hükmüne yer verilmiştir.
30. 5271 sayılı Kanun’un
tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde “Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında tutukluluğunun devamına karar verilen” kişilerin, maddî ve
manevî her türlü zararlarını, devletten isteyebileceklerine ilişkin
düzenlemenin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmekle birlikte,
aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarını düzenleyen 142. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği
düzenlenmiştir. Adalet Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine bildirilen görüşte,
somut olayla ilgili olarak, başvurucunun tutukluluğu devam etmekte iken,
tutukluluğu ile ilgili olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine göre tazminat
talebinde bulunabileceği ifade edilmiştir.
31. Somut olayda beş yıllık
azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının
kalmadığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde
tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru maddi
ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir.
32. Ancak başvurucunun başvuru
tarihi itibariyle istemi tazminat değildir. Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami
tutukluluk süresinin aşılmış olduğunun tespitiyle tahliyesine karar verilmesini
talep etmektedir. 5271 sayılı Kanun’un koruma tedbirleri nedeniyle tazminata
dair düzenlemelerine bu açıdan bakıldığında, başvurucunun şikâyetiyle ilgili
bir çözüm getirilmediği görülmektedir. Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca
maddi ve manevi zararların giderilmesini teminat altına almakta, fakat hukuka
aykırı tutulduğu tespit edilse dahi kişiye serbest bırakılma konusunda bir
imkân sunmamaktadır. Bireysel başvurunun esastan incelenmesinden önce
tutukluluk hâli sona ermediği sürece, kişinin bu yola gitmesi somut talebi
açısından etkili sayılamaz, dolayısıyla tüketilmesi gerekmez.
33. Açıklanan nedenlerle Adalet
Bakanlığının, başvurucunun tutukluluk nedeniyle tazminat davası açmadığı ve
başvuru yollarını tüketmediği yönündeki ön itirazı kabul edilemez. Başvurucunun
iddialarının dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul
edilemezlik nedeni de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
İnceleme
34. Başvurucu, 14/7/2007 tarihinden itibaren tutuklu olarak yargılandığı
dava kapsamında Kanun’da öngörülen azami beş yıllık sürenin aşılması nedeniyle
tutukluluğun devamına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmüştür.
35. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları
kanunda gösterilen:
Mahkemelerce
verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün
gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim
altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın
yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası,
uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir
kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen
esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı
şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut
geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri
dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.
Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
…”
36. Adalet Bakanlığı,
başvurucunun beş yıldan fazla tutuklu bulundurulduğu iddialarına ilişkin
olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları çerçevesinde Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 5. maddesinin (3)
numaralı fıkrası kapsamında tutuklulukta geçen süre tespit edilirken kişinin
yakalandığı tarih ile mahkûmiyetine karar verildiği veya serbest bırakıldığı
tarih arasında geçen sürenin dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir. Bakanlık, başvurucunun
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2011 tarihli
kararıyla başka bir suçtan tutuklanmasından sonraki yargılama süreci sonunda,
Mahkemenin 11/10/2011 tarih ve E.2011/143, K2011/246 sayılı kararıyla
uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum
edildiğini bildirmiştir. Bakanlık, aynı döneme ilişkin olarak başvurucunun,
birden fazla suç nedeniyle farklı dosyalardan tutuklu olduğunu ve tutuklu
olunan dönemde infaz edilen hapis cezalarının toplam tutukluluk süresinden
indirilmesi gerektiği yönündeki AİHM içtihadını sunmuştur (bkz. Bak/Polonya, B.No:
7870/04, 16/1/2007).
37. Başvurucu, Adalet
Bakanlığının görüşüne karşı, yasaya aykırı bir tutukluluk halinin bulunduğunu,
daha sonra başka bir suçtan mahkûm olunmasının ihlali meşru kılmayacağını,
sonraki yargılamaya ilişkin mahkûmiyet kararının, başvuru konusu yargılama
kapsamında beş yıllık azami tutukluluk süresinin aşılmasından sonra
kesinleştiğini beyan etmiştir.
38. Anayasa’nın 19. maddesinde
kişi hürriyeti ve güvenliği güvence altına alınmış olup, maddenin ikinci ve
üçüncü fıkralarında belirtilen haller dışında kimsenin hürriyetinden yoksun
bırakılamayacağı kuralı yer almaktadır.
39. Buna göre, hürriyetten
yoksun bırakılma ancak Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. Kişilerin hürriyetinin
kısıtlanabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Bu çerçevede Anayasa’nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini ve
değiştirilmesini önlemek maksadıyla hâkim kararıyla tutuklanabilir.
Tutuklamanın kanunda öngörülen şekil ve şartlara uygun olması gerekir.
40. Kişi hürriyetine ilişkin
sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama
yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare
organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla
yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı kişileri keyfi bir şekilde
hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai
hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun
olması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda
gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının,
kanunun hürriyetten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, kanunun hukuk
devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde
erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince
incelenmesi gerekir.
41. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
42. Tutukluluğa ilişkin
düzenlemeler, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde yer almaktadır.
Kanun’un 100. maddesine göre, kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli
şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması
halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da
belirtilmiştir.
43. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (bkz: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2011
tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararı).
44. Kişi hakkında birden fazla
suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmanın bir dosya üzerinden yürütülmesi veya
bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların
belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir
tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç
doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı
dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği
anlaşılmaktadır. Tutuklama bir yaptırım olmadığından, aynı dosya kapsamında
tutukluluk kararı verilen her bir suç yönünden tutukluluk süresinin ayrı
değerlendirilmesi kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı ile davanın karmaşık
olması tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele
alınabilecek etkenler olup, kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde bu
etkenlerin esas alınması mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama
tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesindeki düzenleme ile kişi hürriyetine yönelik sınırlamaların dar
yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak
mümkün görünmemektedir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, §
50).
45. Tutukluluğa ilişkin sürenin
tespitinde ilk derece mahkemesi önündeki yargılamada tutuklu geçirilen sürenin
dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılandığı davada ilk derece mahkemesi
kararıyla mahkûm edilmişse, artık bu kişinin durumu “suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” kapsamından
çıkmakta ve tutukluluk ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma
haline dönüşmektedir (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §
33).
46. Somut olayda 11/7/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu hakkındaki
ilk derece mahkemesindeki yargılama süreci, başvuru tarihinden sonra İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/376, K. 2013/157 sayılı kararıyla 18/7/2013
tarihinde sona ermiştir. Mahkeme
isnat edilen suçlar nedeniyle başvurucunun
toplam 29 yıl 24 ay 15 gün hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına
karar vermiştir.
47. Bu yargılama devam ettiği
sırada, 1997 yılında işlendiği iddia edilen uyuşturucu madde ticareti yapmak
suçuna ilişkin olarak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2011
tarihli kararıyla tutuklanan başvurucu, aynı Mahkemenin 11/10/2011 tarih ve
E.2011/143, K.2011/246 sayılı kararıyla 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum
edilmiştir.
48. Bu belirlemeler karşısında,
başvuru konusu yargılama kapsamında 11/7/2007
tarihinde gözaltına alınan ve 14/7/2007 tarihinde tutuklanan başvurucunun,
başka bir suç nedeniyle 5/8/2011 tarihinde yeniden tutuklandığı, 11/10/2011
tarihinde ikinci tutuklamaya ilişkin yargılama sonunda mahkûmiyetine ve
tutukluluk halinin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. 11/10/2011
tarihi itibarıyla başvurucu hakkında, başvuru konusu yargılama ve sonraki
yargılamaya ilişkin olmak üzere iki ayrı tutuklama kararı mevcut olmakla
birlikte, 11/10/2011 tarihli karar “suç
isnadına bağlı olarak” verilen bir tutuklama kararı olmamakta;
hürriyetten yoksun bırakılmanın nedenini bu aşamada ilk derece mahkemesince
verilen mahkûmiyet hükmü oluşturmaktadır. Başvuru konusu yargılama kapsamındaki
tutukluluk hali bu aşamada varlığını devam ettirmekte ise de, 11/10/2011 tarihinde mahkûmiyet hükmüyle birlikte verilen
tutukluluğun devamına ilişkin karar, başvurucunun hürriyetinin kısıtlanmasına
tek başına ve “suç isnadına bağlı olma” halinden
bağımsız olarak neden olmaktadır.
49. Bu nedenle, 11/7/2007 tarihinde gözaltına alınmayla başlayan başvuru
konusu yargılama devam ettiği sırada, başka bir suçtan 11/10/2011 tarihinde
verilen tutukluluk halinin devamını da içeren ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet
kararıyla, başvurucunun 11/7/2007 tarihinde başlayan tutulma halinin kesintiye
uğradığı sonucuna varılmıştır. AİHM, tutukluluğun makul süre şartına
uygunluğunun denetlenmesinde, bir suçtan verilen tutukluluk kararı ile başka
bir suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesişmesi durumunda, mahkûmiyet
kapsamında çektirilen sürelerin makul süre hesabına dâhil edilmeyeceğine karar
vermiştir (bkz. Borisenko/Ukrayna, B.No:
25725/02, 12/1/2012).
50. Bu çerçevede, başvuru konusu
yargılama kapsamında “suç isnadına bağlı
olarak” tutulma halinin 11/7/2007 ve
11/10/2011 tarihleri arasında gerçekleştiği, tutuklu kalınan sürenin kanunda
öngörülen azami tutukluluk süresini aşmadığı, dolayısıyla kanuna aykırı olarak
tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle kişi hürriyetinin ihlal
edilmediği anlaşılmıştır.
51. Açıklanan gerekçelerle,
başvuru kapsamında “Kanun’da öngörülen azami
tutukluluk süresinin aşılması” iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” iddiasına ilişkin olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OY
ÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OY BİRLİĞİYLE,
4/12/2013 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuru, tutukluluğun
kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin
ihlal edildiği iddiasıyla yapılmıştır.
2. Başvurucu, 11.7.2007
tarihinde gözaltına alınmış ve daha sonra tutuklanmış, atılı suçtan ilk derece
mahkemesinde yapılan yargılaması 18.7.2013 tarihinde mahkumiyetle
sonuçlanmıştır. Buna göre başvurucunun suç isnadına bağlı olarak tutuklu
kaldığı süre 6 yıl 7 gün olup, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresi
aşılmıştır.
3. Başvurucunun bir kısım
suçlarından yargılaması devam ederken, başka bir suçundan dolayı, 11.10.2011
tarihinde 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Buna göre, ilk defa
gözaltına alındığı 11.7.227 tarihinden itibaren henüz 5 yıl geçmeden hükmen
tutuklu durumuna gelmiştir.
4. Başvuru, 11.7.2007 tarihinde
gözaltına alınmayla başlayan suç isnadına bağlı olarak tutulma halinin mahkumiyet kararı üzerine kesintiye uğradığı ve hükmen
tutukluluğa dönüştüğü, dolayısıyla kişi hürriyetinin ihlal edilmediği
gerekçesiyle reddedilmiştir.
5. Başvurucunun hükmen
tutukluluğu, karar henüz kesinleşmediğinden, infazı kabil bir özgürlük
kısıtlaması değildir. Dolayısıyla, temyiz sürecinde mahkumiyet
hükmü bozulduğu ve tahliye kararı verildiği takdirde başvurucunun cezasına
mahsup edilemeyecektir. Başvurucu yargılanmakta olduğu ve henüz hüküm aşamasına
gelmemiş diğer suçtan da beraat ettiği takdirde haksız yere 6 yıl veya daha
fazla tutuklu kalmış olacaktır.
6. Tutukluluğun devamına
ilişkin güvencelerin ilkesel olarak uygulanması esastır. İleride ortaya çıkacak
yargı kararlarına göre başvurucunun özgürlüğünün haksız yere kısıtlanması
şeklinde bir sonuç doğmayabileceği gibi, ihlale neden olacak bir sonuç da
ortaya çıkabilir. Bu nedenle hükmen tutukluluk temyizden geçip kesin hükme
dönüşmedikçe, başka bir suçtan kaynaklanan suç isnadına bağlı tutukluluk
halinin kendi ölçüleri içinde değerlendirilmesi gerekir. Sanığın aleyhindeki
delillerin çok kuvvetli olduğu, nasıl olsa yargılandığı suçların birinden
olmazsa diğerinden kesinleşmiş mahkumiyet alacağı
varsayımıyla hareket edilmesi halinde, azami tutukluluk süresi ile sağlanan
güvence anlamsız hale gelebilir.
7. Anayasa Mahkemesi, her suç
için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanmasının, bireyin tutuklu olarak
yargılanabileceği süreyi ölçüsüzce uzatacağı, bu nedenle hak ihlali oluşacağı
yolunda içtihat tesis etmiştir (2012/239, paragraf 54). Anayasa Mahkemesinin bu
içtihadı, tutukluluğa kanunla getirilen azami sürenin farklı yorumlarla
işlevsiz hale getirilmemesi düşüncesine dayanmıştır. Başvurucu yönünden de
henüz infaz edilebilir nitelik kazanmamış olan hükmen tutukluluğun, başvuru
konusu (suç isnadına bağlı) tutukluluk halinin kendi başına hesaplanması
gereken kanuni süresini etkilemeyeceği sonucuna varmak gerekir.
8. Başvurucunun ikinci bir
suçtan hükmen tutuklanması üzerine, yargılaması devam etmekte olan suç
nedeniyle kaçması veya delil karartması tehlikesi ortadan kalkacaktır.
Tutuklulukla gözetilen amaç bu şekilde sağlanacağından, yasal süre aşılmadan,
gerekirse adli kontrol tedbiriyle tahliyesine karar verilmesi gerekir. Bu
yapılmayarak kanuni süreyi aşacak şekilde suç isnadına bağlı tutukluluğun devam
ettirilmesi, başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan
hakkının ihlalidir. Bu nedenle Bölüm görüşüne katılmamaktayım.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|