TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
YASEMİN EKŞİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5486)
Karar Tarihi: 4/12/2013
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Mehmet ERTEN
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Zühtü ARSLAN
Raportör
Murat AZAKLI
Başvurucu
Yasemin EKŞİ
Vekili
Av. Boran ÇİÇEKLİ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Tuzla Belediyesinde işçi olarak çalışırken Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına nakledildiğini, anılan Bakanlıkta çalıştığı dönemde maaş ve diğer alacaklarının eksik ödendiğini, Kadıköy 3. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 15/7/2013 tarihinde Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 2/12/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu Orhanlı Belediyesinde çalışırken, anılan Belediyenin 6/3/2008 tarih ve 5747 sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun gereği kapanmasından sonra Tuzla Belediyesine nakledilmiş, Tuzla Belediyesinde çalıştığı sırada ihtiyaç fazlası personel olarak 25/11/2010 tarihinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı olarak İstanbul Tarım İl Müdürlüğüne nakli yapılmıştır.
6. Başvurucunun Tuzla Belediyesinde çalıştığı dönemde, anılan Belediye ile Hizmet-İş Sendikası arasında 1/3/2010 ilâ 29/2/2012 tarihleri arasındaki dönem için düzenlenen toplu iş sözleşmesi başvurucu hakkında uygulanmıştır.
7. Başvurucu, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına naklinden sonra, 9/12/2010 tarihinde Tarım-İş Sendikasına üye olmuş ve anılan Sendika ile Bakanlık arasında 1/1/2011 ilâ 31/12/2012 tarihlerini kapsayan dönem için düzenlenen toplu iş sözleşmesi hükümleri başvurucuya uygulanmıştır.
8. Başvurucu, 22/11/2011 tarihinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı aleyhine Kadıköy 3. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasında, Tuzla Belediyesinde 1/3/2010 ilâ 29/2/2012 tarihleri arasında geçerli olan toplu iş sözleşmesi ile davalı işyerinde 1/1/2011 ilâ 31/12/2012 tarihleri arasında geçerli olan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanması gerektiği halde, 1/3/2010 ilâ 29/2/2012 tarihleri arasında geçerli olan toplu iş sözleşmesi hükümlerinin uygulanmadığını, 2011 yılı Kasım ayından itibaren ücretlerinin eksik ödendiğini ileri sürerek ücret alacağı, sosyal yardım alacağı, bayram harçlığı alacağı, gıda ve giyim yardımı alacağı ile izin harçlığı alacağının tahsilini talep etmiştir.
9. Mahkemece, 12/12/2012 tarih ve E.2011/960, K.2012/1087 sayılı kararla, başvurucunun Tuzla Belediyesinde çalıştığı dönemde Hizmet-İş Sendikasına üye olduğu, Tuzla Belediyesinden, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına naklinden sonra 9/12/2010 tarihinde Tarım-İş Sendikasına üye olduğu, yeni sendikaya üye olunurken iradeyi sakatlayan bir durum bulunmadığı, başvurucuya, 1/1/2011 tarihinde yürürlüğe giren Tarım-İş Sendikası ile yapılan toplu iş sözleşmesine kadar önceki sendikal haklarının uygulandığı, bu tarihten itibaren yeni toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yaralandırıldığı, toplu iş sözleşmesi hükümlerinin taraf işçi sendikası üyelerine uygulanması gerektiği, başvurucunun toplu iş sözleşmesi ile yeni mali haklar kazandığı, bu uygulamanın 5/5/1983 tarih ve 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'na, 5/5/1983 tarih ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ile 6/3/2007 tarih ve 5594 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, Belediye Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Mahallî İdare Birlikleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'a aykırı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 12/3/2013 tarih ve E.2013/3916, K.2013/5172 sayılı kararıyla dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın reddine karar verilmesinin doğru olduğu, ancak davalı lehine fazla vekalet ücretine hükmedilmesinin doğru olmadığı belirtilerek, vekalet ücreti yönünden hüküm düzeltilerek onanmıştır.
11. Karar, 26/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
12. 2822 sayılı Kanun'un 3. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Bir işyerinde aynı dönem için birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz.”
13. 2822 sayılı Kanun'un 6. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Toplu iş sözleşmesinde aksi belirtilmedikçe hizmet akitleri toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz. Hizmet akitlerinin toplu iş sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler alır. Hizmet akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler uygulanır.
Toplu iş sözleşmesinde hizmet akitlerine aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi lehindeki hükümleri geçerlidir.”
14. 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 47. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“ Bu Kanun kapsamına giren işyerlerinde çalışan işçilere, kanunlarda ulusal bayram ve genel tatil günü olarak kabul edilen günlerde çalışmazlarsa, bir iş karşılığı olmaksızın o günün ücretleri tam olarak, tatil yapmayarak çalışırlarsa ayrıca çalışılan her gün için bir günlük ücreti ödenir.”
15. 4857 sayılı Kanun’un 50. maddesi şöyledir:
“Fazla çalışma karşılığı olarak alınan ücretler, primler, işyerinin temelli işçisi olarak normal çalışma saatleri dışında hazırlama, tamamlama, temizleme işlerinde çalışan işçilerin bu işler için aldıkları ücretler ve sosyal yardımlar, ulusal bayram, hafta tatili ve genel tatil günleri için verilen ücretlerin tespitinde hesaba katılmaz.”
16. 6/3/2008 tarih ve 5747 sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un geçici 2. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tüzel kişiliği kaldırılan belediyelerden il özel idaresine veya belediyelere devredilmesi gereken personel, ihtiyaç duyulması halinde kazanılmış hak aylık dereceleri dikkate alınmak kaydıyla diğer belediyelere veya vali tarafından merkezi idare kuruluşlarının taşra teşkilatının boş kadrolarına atanabilir. Bu personelin atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali hakları toplamının net tutarı, eski kadrosunda en son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali hakları toplamı net tutarından az olması halinde, aradaki fark atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece hiçbir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir.”
17. 10/7/2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun 5594 sayılı Kanun ile eklenen ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen hizmet alanlarında ilgili mevzuatı uyarınca ihdası ya da vizesi yapılmış sürekli işçi kadrolarında veya geçici iş pozisyonlarında 4857 sayılı İş Kanununa göre çalışmakta olanlar ise mevcut kadro ve pozisyonları ile birlikte büyükşehir belediyesine veya ilgili bağlı kuruluşuna devredilir. Devredilen işçilerin ücret ile diğer malî ve sosyal hakları, devir işleminden önce haklarında uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesi veya bireysel iş sözleşmesi hükümlerine göre belirlenmeye devam olunur. Pozisyon değişikliği hali dahil yapılacak bu devir işlemi, ücret ile diğer malî ve sosyal haklarda değişiklik yapılmasına hak kazandırmaz ve başka bir toplu iş sözleşmesinin uygulanmasını isteme hakkını vermez. Devir işleminden sonra yapılacak toplu iş sözleşmelerine ise bu işçilerin mevcut ücret ile diğer malî haklarında diğer işçiler için kararlaştırılacak artış oranı veya miktarını geçecek şekilde artış öngören ya da diğer işçilerden farklı yeni malî ve sosyal haklar verilmesini sağlayacak hükümler konulamaz.”
18. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Tarım-İş Sendikası arasındaki 3/8/2011 tarihli toplantıda alınan kararla 1/1/2011 ilâ 31/12/2012 tarihleri arasında dönem için düzenlenen toplu iş sözleşmesine eklenen geçici 3. madde şöyledir:
“Kamu Kurum ve Kuruluşlarından Kanunla Bakanlığa devredilen işçiler; taraf işçi sendikasına üye oldukları tarihten itibaren bu toplu iş sözleşmesinin hükümlerinden (Ek Madde 1 ve Ek Madde 2 hariç olmak üzere) yararlanırlar. ....”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/7/2013 tarih ve 2013/5486 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, Tuzla Belediyesinde çalıştığı sırada Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına nakledildiğini, anılan Bakanlığa bağlı olarak çalıştığı dönemde eksik ödemeler yapıldığını, Belediyede çalışırken edindiği mali haklarının eksik ödendiğini, bu ödemelerin tahsili amacıyla Kadıköy 3. İş Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, tarafsız ve adil yargılama yapılmadığını, davalının Bakanlık olması nedeniyle etki altında karar verildiğini, görev yapan hâkimlerin mesleğe başlamalarının ve stajlarının Adalet Bakanlığına bağlı olarak gerçekleştirildiğini, adaylık eğitiminin Adalet Bakanlığına bağlı olan Adalet Akademisinde verildiğini, çalışma ortamlarının ve iş yüklerinin çok olduğunu, bu hususların bağımsızlık ve tarafsızlığı zedelediğini, bilirkişinin resen ve bir kamu kurumunda görevli olan avukatın atandığını, Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden gönderdiği 14/3/2012 tarihli beyan dilekçesinin cevaba cevap dilekçesi olduğu gerekçesiyle iade edildiğini, dosyaya giren bilgi ve belgelerin bu şekilde dosyadan çıkarılamayacağını, 14/3/2012 tarihli dilekçenin yeniden işleme konulması talebinin gerekçesiz olarak reddedildiğini ileri sürmüştür.
21. Başvurucu ayrıca, dava dilekçesinde davacının adresi bulunmadığı gerekçesiyle adresin bildirilmesi için bir haftalık kesin süre verildiği halde, aynı durumun davalı için uygulanmadığını, davalı tarafın cevap dilekçesinde adres bulunmadığı ve bu şekliyle cevap dilekçesi verilmemiş sayılması gerektiği halde Mahkemece bu hususun dikkate alınmadığını, yargılamayı yapan hâkimlerin de kamu memurları olduğunu ve bağımsız olmadıklarını, derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu, emsal alınan kararın dava dosyası ile ilgisinin bulunmadığını, Yargıtay tetkik hakiminin görüşünün tarafına bildirilmediğini, bu şekilde savunma hakkı ve çelişmeli yargı ilkesinin ihlal edildiğini, nakil yazısında tüm sosyal ve mali haklarla yeni kuruma geçtiği belirtildiği ve bu şekilde önceki toplu iş sözleşmesinin hizmet akdi haline geldiği halde bu haklardan yararlandırılmadığını, Tarım-İş Sendikasına üye olması nedeniyle mali haklarının kesildiğini, sendikaya üye olmayan veya nakilleri sonradan yapılanların önceki ücretlerini almaya devam ettiklerini, sendikaya üye olması nedeniyle ayrımcı muameleye tabi tutulduğunu belirterek, Anayasa'nın 35., 36., 51. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Başvurucu, Kadıköy 3. İş Mahkemesince verilen kararın mülkiyet ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun anılan iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali iddiaları, adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
23. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
24. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
26. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26, 12/2/2013).
27. Başvuru konusu olayda, başvurucu, Tuzla Belediyesinde çalışırken, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına nakledildiğini, anılan Bakanlığa bağlı olarak çalıştığı sırada eksik ödemeler yapıldığını, Kadıköy 3. İş Mahkemesinde açtığı davada tarafsız ve adil yargılama yapılmadığını, davalının Bakanlık olması nedeniyle etki altında karar verildiğini, bilirkişinin resen ve bir kamu kurumunda görevli olan avukatın atandığını, UYAP üzerinden gönderdiği 14/3/2012 tarihli beyan dilekçesinin cevaba cevap dilekçesi olduğu gerekçesiyle iade edildiğini, dosyaya giren bilgi ve belgelerin bu şekilde dosyadan çıkarılamayacağını, dava dilekçesinde davacının adresi bulunmadığı gerekçesiyle adresin bildirilmesi için bir haftalık kesin süre verildiği halde, aynı durumun davalı için uygulanmadığını, davalı tarafın cevap dilekçesinde adres bulunmadığı ve bu şekliyle cevap dilekçesi verilmemiş sayılması gerektiği halde Mahkemece bu hususun dikkate alınmadığını, emsal alınan kararın dava dosyası ile ilgisinin bulunmadığını belirterek, Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinde belirtilen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Başvurucu Kadıköy 3. İş Mahkemesinde açtığı davada, Tuzla Belediyesinde çalıştığı dönemde Belediye ile Hizmet-İş Sendikası arasında düzenlenen 1/3/2010 ilâ 29/2/2012 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan toplu iş sözleşmesi hükümlerinin, naklin gerçekleşmesinden sonra hizmet akdi hükmü haline dönüştüğünü ve bu hükümlerden yararlanmaya devam edeceğini, Tarım-İş Sendikası ile davalı Bakanlık arasında düzenlenen toplu iş sözleşmesi hükümlerinde öngörülen zamların buna göre uygulanacağını ve lehine olan 2822 sayılı Kanun'un 6. maddesi gereği hizmet akdi hükümlerinin uygulanması gerektiğini ileri sürerek alacaklarının tahsilini talep etmiştir.
29. Başvurucunun işçi olarak çalıştığı Orhanlı Belediyesinin tüzel kişiliğinin Kanun gereği sona ermesinden sonra başvurucu Tuzla Belediyesine nakledilmiş, 25/11/2010 tarihinde de Tuzla Belediyesinden Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına nakli gerçekleştirilmiştir. Tuzla Belediyesi ile Hizmet-İş Sendikası arasında 1/3/2010 ilâ 29/2/2012 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan toplu iş sözleşmesi düzenlenmiştir. Başvurucu Hizmet-İş Sendikası üyesi olduğu için bu toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmıştır.
30. Başvurucu, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına naklinden sonra 9/12/2010 tarihinde Tarım-İş Sendikasına üye olmuştur. Tarım-İş Sendikası ile Bakanlık arasında 1/1/2011 ilâ 31/12/2012 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan toplu iş sözleşmesinin düzenlenmesinden sonra başvurucu anılan toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmıştır.
31. Başvurucu, 9/12/2010 tarihinde Tarım-İş Sendikasına üye olmuş olup, üyelik ilişkisindeki iradesini sakatlayan hususlar olduğunu ileri sürmemektedir. Mahkemece, tazminat ve işçilik alacakları hesaplama uzmanı bilirkişisinden rapor alınmış, bilirkişi 2/10/2012 tarihli raporunda uyuşmazlığın, başvurucunun ücret ve diğer sosyal hakları belirlenirken hangi toplu iş sözleşmesinin uygulanacağı noktasında toplandığını, davalının yaptığı uygulamanın hukuka uygun olduğunu belirtmiş, başvurucunun alacaklarını hesaplamıştır. Başvurucu bu rapora, hukuki nitelendirme ve hesaplama açısından itiraz etmiş, yeniden rapor alınması isteminde bulunmuştur. Mahkemece, başvurucunun itirazları dikkate alınmaksızın, hukuki değerlendirme yapılarak davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçesi incelendiğinde, hukuk kuralları yorumlanmak suretiyle hukuki nitelendirme yapılarak davanın reddine karar verilmiş olup, alacak miktarı yönünden hüküm kurulmamıştır. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 266. maddesine göre, “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” Mahkemece, anılan hüküm gereği hukuki değerlendirme yapılarak davanın reddine karar verilmiştir.
32. Öte yandan Mahkemece verilen kararın gerekçesinde, başvurucunun iddia ettiği şekilde, emsal alınan karardan bahsedilmediği gibi, buna göre de karar verilmediği anlaşılmıştır.
33. Yine başvurucu, Mahkemece iade edildiğini ileri sürdüğü 14/3/2012 tarihli dilekçesini UYAP üzerinden Mahkemeye sunmuş olup, anılan dilekçesinde, davalının cevap dilekçesini kabul etmediğini ve dava dilekçesini tekrar ettiğini bildirerek, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece anılan dilekçenin reddedildiğine dair herhangi bir delil bulunmadığı gibi, UYAP üzerindeki dosya ayrıntı bilgileri incelendiğinde, anılan dilekçenin dosya içinde olduğu görülmektedir.
34. Başvurucu, davalı tarafın, cevap dilekçesinde Bakanlık adresini bildirmediği halde, başvurucu asilin açık adresinin bildirilmesi için kesin süre verilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini, cevap dilekçesinin verilmemiş sayılması gerektiğini ileri sürmüşse de, başvurucu vekiline gönderilen ihtarda, alacak miktarının açıklanarak harcın tamamlanmasının ihtar edildiği, adres bildirilmesi konusunda ihtarda bulunulmadığı anlaşılmıştır. Öte yandan, davalının cevap dilekçesinde davalının “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü” olarak belirtildiği, vekilinin adı ve adresinin bildirildiği belirlenmiştir. Davalının cevap dilekçesinin kabul edilip edilmemesi Mahkemenin takdirinde olup, bu takdir hakkının kullanımında keyfilik bulunmadığı gibi, anılan dilekçenin verilmemiş sayılması ise, 6100 sayılı Kanun'un 128. maddesine göre, dava dilekçesindeki hususların inkârı anlamına gelir. Nitekim davalı Bakanlık da, cevap dilekçesinde davanın reddini talep etmiştir.
35. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
36. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece Mahkemesi kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Hâkimlerin Göreve Başlamaları, Stajları ve Çalışma Koşulları Yönünden Adil Yargılanma Hakkının ihlali İddiası
37. Anayasa’nın 138. maddesi şöyledir:
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
38. Anayasa’nın 139. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.”
39. Anayasa’nın 159. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.”
40. 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun “Adaylığa atanma” kenar başlıklı 9. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Her yıl alınacak aday sayısı, avukatlık mesleğinden alınacaklarla birlikte Türkiye Adalet Akademisinin görüşü alınmak suretiyle, kadro ve ihtiyaç durumuna göre Adalet Bakanlığınca tespit edilir.”
41. 2802 sayılı Kanun’un “Atama” kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Meslek öncesi eğitim sonunda yazılı sınavda başarılı olan ve mani hâli olmayan, erkekler için askerliğini yaptığını veya askerlikle ilişiği olmadığını belgeleyen adayların mesleğe kabullerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.”
42. 11/12/2010 tarih ve 6087 Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 4. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Kurulun görevleri şunlardır:
…
b) Hâkim ve savcılarla ilgili olarak;
1) Mesleğe kabul etme,
2) Atama ve nakletme,
… işlemlerini yapmak.”
43. Mahkemelerin “bağımsızlığı ve tarafsızlığı” adil yargılanmanın koşulları arasındadır. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hâkimlerin bağımsızlığı ile eş anlamlı kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır. Hâkimlerin bağımsızlığı, onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak olarak adalet dağıtacakları yolundaki güven ve inancı yerleştirme amacına yöneliktir. Demokratik bir toplumda, hâkim bağımsızlığının yalnız yürütme organına karşı değil, devlet yapısı içindeki tüm kurum ve kuruluşlar ile kişilere karşı da sağlanması gerekir. Başka herhangi bir kişi, kurum veya organdan emir almamak, yasamanın, yürütmenin ve diğer dış unsurların etki alanının dışında olmak, baskı altında olmamak şeklinde tanımlanan bağımsızlık, tarafların etki alanının dışında kalmayı, dava taraflarına karşı bağımsızlığı da kapsamaktadır (AYM, E.2011/29, K.2012/49, 30/3/2012).
44. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesi bakımından bir mahkemenin "bağımsız" olup olmadığı incelenirken, üyelerinin atanma biçimi ve görev süreleri, dıştan gelecek baskılara karşı mevcut güvencelerin olup olmadığı ve bir bağımsızlık görüntüsü verip vermediğine bakılması gerektiğini tekrarlamaktadır. Bu hükmün altındaki anlamıyla "tarafsızlık" şartı konusunda uygulanacak iki test vardır: Birincisi belirli bir davada belirli bir yargıcın kişisel kanaati konusundaki kararı içerir. İkincisi ise hâkimin yasal yöndeki şüpheleri uzak tutmak konusunda yeterli garantiyi verip vermediğinin araştırılmasıdır. Bu, heyet olan bir makama uygulandığında heyet üyelerinin kişisel davranışlarından uzak olarak tarafsızlığına şüphe getirebilecek araştırılabilir gerçeklerin olup olmadığına karar vermek anlamına gelir. Bağımsızlık konusunda ise görünümün önemi olabilir. Bir makamın bağımsızlıktan yoksun oluşundan endişe duymak için yasal bir sebebin varolup olmadığına karar verilirken, tarafsız olmadığını savunanların dayandığı nokta önemlidir. Buna rağmen bu kesin değildir. Kesin olan, endişenin tarafsız olarak doğruluğunun kanıtlanmasıdır (bkz. Çıraklar/Türkiye, B. No. 70/1997/854/1061, 28/10/1998).
45. AİHM, Sözleşme'nin 6 maddesinin 1. paragrafı bakımından bir mahkemenin "tarafsızlığını" tespit ederken, öznel bir sınamaya yani belli bir olayda, belli bir yargıcın kişisel kanı ve davranışları ile nesnel bir sınamaya yani hiçbir şüpheye mahal vermeksizin yargıca yeterli güvence verilip verilmediğine bakılarak belirlenmesi gerektiğini hatırlatmıştır (bkz. Şahiner/Türkiye, B.No. 29279/95, 25/9/2001, § 35, 36).
46. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK), Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararı ile ilgili başvuruda, Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasını, yargıç bağımsızlığının ihlali için yeterli bir neden olarak görmemiştir (AİHK, Uslu/Türkiye, B.No. 29860/96, 20/5/1998).
47. Tüm bu açıklamalar ışığında, AİHM, hâkimlerin yürütme ve diğer organlara karşı bağımsızlığına dikkat çekmekle beraber, hangi organ tarafından atandıkları hususunu tek başına mahkemelerin bağımsızlığını etkilediğini kabul etmemektedir. AİHM’e göre önemli olan yargılama yaparken hâkimlerin talimat almamalarıdır.
48. Öte yandan, 2802 sayılı Kanun’un 7. maddesine göre hâkim ve savcı adayları, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’ndaki Genel İdare Hizmetleri Sınıfında bulunup, hâkimlik ve savcılığın sınıf ve derecelerine dâhil değildirler ve haklarında, Devlet Memurları Kanunu’nun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır. Kanun’un 9. maddesinde, aynı Kanun’un 8. maddesinde belirtilen niteliklere sahip olup, yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarı gösterenlerin Adalet Bakanlığınca adaylığa atanacakları, 10. maddesinde adaylık süresinin 4954 sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanunu hükümlerine tabi olduğu belirtilmiş, 11. maddesinde adaylar hakkında düzenlenecek belgeler hâkim ve savcı adayları için ayrıca gösterilmiş, 12. maddesinde de kimi hallerde adaylık süresi içinde adaylığa son verme işleminin Adalet Bakanlığınca yapılacağı öngörülmüştür. Aynı Kanun’un 13. maddesinde de, stajını tamamlayan ve mani hali görülmeyen adayların mesleğe kabullerine, Anayasa’nın 159. maddesine koşut olarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verileceği belirtilmiştir. Ayrıca mesleğe kabul, 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 4. maddesinde de Hâkimler ve Savcılar Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır (AYM, E.2005/47, K.2007/14, K.T. 7/2/2007).
49. Diğer taraftan, 4954 sayılı Kanun’un 28. maddesinde, adli ve idari yargıda hâkim ve savcı adaylığına atananların meslek öncesi eğitim süresinin iki yıl olduğu ve bu eğitim sonunda yazılı sınavda başarı gösteremeyenlere iki ay içinde bir sınav hakkının daha tanınacağı; bu sınavda da başarılı olamayanların talepleri halinde Bakanlıkça merkez veya taşra teşkilatında genel idare hizmetleri sınıfında bir kadroya atanabileceği, aksi halde bunların adaylığına Bakanlıkça son verileceği öngörülmüştür.
50. Anayasa’da yer alan “mahkemelerin bağımsızlığı”, “hâkimlik ve savcılık teminatı” ve “hâkimlik ve savcılık mesleği”ne ilişkin ilkeler, hâkimlik ve savcılık mesleğine kabul edilen ve fiilen bu görevi yapan hâkim ve savcılar için öngörülmüştür. Hâkimlik ve savcılık ise ancak Anayasa uyarınca mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulup, görev yapan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca mesleğe kabul etme işlemi ile mümkündür. Mevcut düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda, adayların mesleğe kabulden önceki dönemde, adaylığa atama sürecinde Kurul tarafından hâkimlik ve savcılık mesleğine kabullerinin yapılmamış olması ve adaylık döneminde yargılama faaliyetinde de bulunmamaları nedeniyle hâkim ve savcı statüsünde sayılmaları mümkün değildir (AYM, E.2005/47, K.2007/14, 7/2/2007).
51. Somut olayda başvurucu, hâkimlerin mesleğe başlamalarının ve stajlarının Adalet Bakanlığına bağlı olarak gerçekleştirildiğini, adaylık eğitiminin Adalet Bakanlığına bağlı olan Adalet Akademisinde verildiğini, fiziki şartları kötü adliyelerde yoğun iş yükü altında çalışmalarının ve kamu memurları olarak görev yapmalarının bağımsızlık ve tarafsızlıklarını zedelediğini ileri sürerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun ihlal iddiaları incelendiğinde Mahkemenin ve hâkimin bağımsızlığı ve tarafsızlığını kuşkuya düşürecek olgunun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
52. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkı yönünden açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
3. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
53. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
54. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, § 30, 16/5/2013).
55. Başvurucu, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürerek Anayasa'nın 141. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
56. Derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. Böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hiro Balani/İspanya, B. No. 18064/91, 9/12/1994).
57. Öte yandan temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz mercinin, yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz mercinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Garcia Ruiz /İspanya, B.No. 30544/96, 21/1/1996, § 28).
58. Somut olayda, Mahkemece, tarafların iddia ve savunmaları ile tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, hukuk kuralları ile toplu iş sözleşmeleri yorumlanmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir (§9). Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe kabul edilerek hüküm onanmıştır (§ 10). Dolayısıyla Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
59. Açıklanan nedenlerle, Mahkeme ve temyiz merci kararlarının gerekçelerinde açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
4. Tetkik Hâkimi Görüşünün Tebliğ Edilmemesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
60. 4/2/1983 tarih ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 26. maddesi şöyledir:
“Tetkik hâkimleri kurul ve daire başkanlarının kendilerine verecekleri dosya ve evrakı, süresinde inceleyerek bir rapor düzenlerler. Kararlara ve yapılacak işlere ilişkin düşüncelerini rapora yazıp kurullara açıklamakla yetinirler.
Birinci Başkan, kurul ve daire başkanlarının verecekleri diğer görevleri yerine getirirler.”
61. Tetkik hâkimleri, daire başkanı tarafından verilen dava dosyalarının ilk incelemelerini yapar ve hazırladığı yazılı veya sözlü raporu daire başkanı veya üyelerine sunar. Dolayısıyla dava dosyası hakkında karar verecek heyet ile birlikte çalışır ve heyet adına inceleme yaparak rapor hazırlar.
62. Başvurucu, Yargıtay tetkik hâkiminin görüşünün tarafına bildirilmediğini, bu şekilde savunma hakkı ve çelişmeli yargı ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63. AİHM, Danıştay tetkik hâkiminin kanaatlerinin önceden tebliğ edilmemesine ilişkin olarak bu yargı mensubunun görevinin savcının göreviyle mukayese edilebilir olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. AİHM kararına göre, tetkik hâkimleri, Danıştay Başkanı ve kurul ve daire başkanları tarafından kendilerine verilen görevleri yerine getirmekle ve bunlar tarafından havale edilen davaları incelemekle sorumlu iken, savcılar Danıştay Başsavcısının emri altında çalışmaktadırlar. Genel olarak tetkik hâkimleri soruşturma yapmayıp, daha evvel soruşturması tamamlanmış bir dosya hakkında görüşlerini sunmaktadırlar. Tetkik hâkiminin, mütalaasını yazılı ya da sözlü olarak sunarak, hâkimlerin karar vermesine yardımcı olmayı amaçladığı doğrudur. Ancak bu görevin, Danıştay Başkanı ve Daire Başkanlarını temsilen yerine getirdiği hukuki görevlerinden olduğu gözükmektedir. Danıştay Başkanı ve Daire Başkanlarının yönetimindeki tetkik hâkimleri karar taslaklarını yazar ve tutanakları hazırlarlar. Dolayısıyla AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. fıkrasının bu bakımdan ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (bkz. Meral/Türkiye, B.No. 33446/02, 27/11/2007).
64. Somut davada Yargıtay tetkik hâkimi tarafından, Kadıköy 3. İş Mahkemesi dosyası ve kararı incelenerek rapor hazırlanmış, Yargıtay Daire Başkanı ve üyelerine sunulmuştur. Tetkik hâkiminin raporu dinlendikten sonra Daire Başkanı ve dört üye tarafından hüküm düzeltilerek onanmıştır. Mevcut davada, tetkik hâkiminin önyargılı davranmasına neden olacak rapor sunduğunu gösteren herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Tetkik hâkiminin raporu başvurucuya tebliğ edilmemişse de bu durum adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
65. Açıklanan nedenlerle, tetkik hâkiminin raporunun başvurucuya tebliğ edilememesinde açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
5. Sendika Üyesi Olma Hakkının İhlali İddiası
66. Anayasa'nın 51. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.”
67. 2821 Sayılı Kanun'un 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Sendikaya üye olmak serbesttir. Hiç kimse sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlanamaz. İşçi veya işverenler aynı zamanda ve aynı işkolunda birden çok sendikaya üye olamazlar. Birden çok sendikaya üye olunması halinde, sonraki üyelikler geçersizdir.”
68. Sendika, çalışanların mali ve sosyal haklarını korumak ve geliştirmek için meydana getirilen kuruluştur. Sendikal özgürlük kavramı, sendika kurma hakkı ile sendikaya üye olma ve sendikadan çıkma haklarını kapsamaktadır. Sendikaya üye olma özgürlüğü, bir kimsenin sendikaya üyeliğinin iradî olmasını gerektirir. Bu özgürlük aynı zamanda, birden çok sendikadan istenilen sendikayı seçme ve o sendikaya üye olma hakkını da içerir.
69. AİHM'e göre, Sözleşme'nin 11. maddesi, biçimsel olarak sendika özgürlüğünün yanı sıra, özeli itibarıyla dernek kurma ve toplantı özgürlüğü hakkını ortaya koymaktadır. Bu madde uyarınca, sendika üyelerine Devlet tarafından farklı muamele yapılamaz ve özellikle sendika üyesi olma hakkı başka bir yere atanmamayı gerektirmez (bkz. Akat/Türkiye, B.No. 450050/98, 20/9/2005). AİHM, 11. maddenin herkesin bir sendikaya üye olma ve çıkarlarını koruma hakkını güvence altına aldığını belirtmektedir (bkz. Karaçay/Türkiye, B.No. 6615/03, 27/3/2007).
70. Başvurucu, Tarım-İş Sendikasına üye olması nedeniyle mali haklarının kesildiğini, sendikaya üye olmayan veya nakilleri sonradan yapılanların önceki ücretlerini almaya devam ettiklerini, sendikaya üye olması nedeniyle ayrımcı muameleye tabi tutulduğunu belirterek, sendika üyesi olma özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
71. Başvurucu, Tuzla Belediyesinde çalıştığı dönemde Hizmet-İş Sendikasına üye iken ve bu Sendika ile Belediye arasında düzenlenen toplu iş sözleşmesinden faydalanmakta iken Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına nakledilmesinden sonra 9/12/2010 tarihinde kendi isteğiyle Tarım-İş Sendikasına üye olmuştur. Başvurucu, anılan Sendikaya üye olmasından sonra Tarım-İş Sendikası ile Bakanlık arasında düzenlenen toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmıştır.
72. Başvurucu, Tarım-İş Sendikasına üye olurken iradesinin sakatlandığı yönünde bir iddiada bulunmadığı gibi, sendikaya üye olduğu için eksik ödeme yapıldığı ve sendikaya üye olma özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını dava ve temyiz dilekçelerinde de ileri sürmemiştir. Başvurucuya, Tarım-İş Sendikası ile Bakanlık arasında düzenlenen ve Tarım-İş Sendikasına üye tüm çalışanlar için uygulanan toplu iş sözleşmesi uygulanmıştır. Başvurucu hakkında uygulanan kurallar ve toplu iş sözleşmesi ile Mahkemece verilen kararın gerekçesi incelendiğinde, başvurucunun sendika üyesi olma hakkı ihlal edilmediği gibi, sendikaya üye olması nedeniyle farklı bir muameleye tabi tutulduğundan da bahsedilemez.
73. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun sendikaya üye olma özgürlüğü üzerinde açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
V. HÜKÜM
Başvurunun, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 4/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.