TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
UĞUR AYYILDIZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/574)
|
|
Karar Tarihi: 6/2/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan
ÜSTÜN
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
Raportör
|
:
|
Bahadır
YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Uğur
AYYILDIZ
|
Vekili
|
:
|
Av.
Cavit ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Türk Silahlı
Kuvvetlerinde sözleşmeli uzman erbaş olarak görev yapmakta iken sözleşmesinin
hukuka aykırı olarak feshedildiğini, bu işlemin iptali istemiyle açtığı davadan
da sonuç alamadığını belirterek masumiyet karinesinin ve adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/11/2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 22/2/2013 tarihinde başvurunun karara
bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 18/6/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin
birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 21/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 2/8/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 13/8/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 16/8/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 4/12/2009 tarihinde yapılan üç yıllık sözleşmeye istinaden
Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman erbaş olarak göreve başlamıştır.
9. Görevde kaldığı yaklaşık bir
buçuk yıllık sürede iki kez takdirname, üç kez de disiplin cezası almıştır.
10. Şırnak Milli J. Komd. Tabur Komutanlığında görev yapmakta iken 11/5/2011 tarihinde başvurucunun da kalmakta olduğu
misafirhanede bir jandarma uzman onbaşı başka bir onbaşıyı bıçakla öldürmüştür.
11. Başvurucu, olayla ilgili
olarak aynı tarihte alınan ilk ifadelerinde, olay hakkında bilgi ve görgüsünün
olmadığını belirtmiştir. Bir gün sonraki ifadelerinde ise vicdani rahatsızlık
duyduğunu belirterek bildiklerini anlatmıştır.
12. Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı cinayetle ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Bu çerçevede
başvurucuya yalan tanıklık suçu isnat edilmiştir.
13. Başvurucunun sözleşmesi,
hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma devam etmekte iken, 6/6/2011 tarihinde feshedilmiştir.
14. Feshe hukuki dayanak olarak
18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi, Uzman Erbaş
Yönetmeliği’nin 13. maddesi ile J.Gn.K.lığı
Erbaş Yönergesi’nin Üçüncü Bölümünün 16. maddesi
gösterilmiştir.
15. Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığınca başvurucu hakkında yalan tanıklık suçlamasıyla yürütülen
soruşturma tamamlanmış; 15/6/2011 tarihli ek kararla,
başvurucunun ilk ifadesinin “tanık”
sıfatıyla alınmadığından yalan tanıklık
suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya
yer olmadığına karar verilmiştir. Bu kararda, fail ve maktul dışındaki
kişilerin bir gün arayla verdikleri ifadelerle ilgili olarak şu hususlara yer
verilmiştir;
“Olay sonrası misafirhanede kalan
… diğer şahısların şüpheli olarak alınan ifadelerinde olay ile ilgili
belli hususları sakladıkları, olaydan sonraki gün şüphelinin suçunu itiraf
etmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığımızca şüpheli olarak yeniden alınan
ifadeleri ile Diyarbakır askeri Savcılığınca tanık olarak alınan ifadelerinde,
şüpheli ile maktul arasındaki sözlü münakaşayı ve küfürleşmeyi, olay öncesinde
şüpheli ve maktulün alkol aldıkları, yine bağırışma
sonucu uyandıklarında şüphelinin ‘ben İsmail’i bıçakladım, koşun yardım edin’
şeklinde cümle kurduğu hususlarını doğruladıkları … anlaşılmıştır.”
16. Başvurucunun sözleşmesinin
feshedilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı dava, Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin 17/4/2012 tarih ve
E.2011/1126, K.2012/416 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu ve vekili,
davalı idare vekili ile savcının da katılımıyla gerçekleştirilen duruşma
sonucunda verilen kararın ilgili bölümü şöyledir;
“…dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi
işlemi değerlendirildiğinde; davacının da istirahat halinde olduğu
misafirhanede, bir uzman erbaş arkadaşı tarafından başka bir uzman erbaşın
öldürülmesi olayına tanık olduğu halde, arkadaşının suçu ilk önce kabul etmemesi
nedeniyle onu koruma gayreti içine girdiği ve amirlerine ve olayı soruşturan
savcılık makamına verdiği ilk ifadelerde, olayla ilgili bilgi ve görgüsünün
bulunmadığı yönünde yalan beyanda bulunduğu, hatta olayın intihar olabileceğine
dair imada bulunduğu, ancak bir gün sonra pişmanlık duyarak ifadesini
değiştirdiği ve bildiklerini anlattığı; jandarma sınıfından olması nedeniyle
suç ve suçlularla mücadele temel görevi bulunan davacının, adam öldürme gibi
ciddi bir suç nedeniyle yürütülen soruşturmayı ilk başta yanlış yönlendirip
bildiklerini anlatmayarak faili koruma gayreti içine girmesinin hiçbir şekilde
kabul edilemeyeceği; henüz meslek hayatının başında olmasına rağmen son üç ay
içinde üç farklı disiplin suç/tecavüzü işleyerek, askeri disipline uyum konusunda
da zaafını ortaya koyan, mevcut disiplin ve ahlak yapısı itibariyle kendisinden
istifade edilmesine ve kamu hizmetine devamına imkân kalmadığı anlaşılan davacı
hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde idarece takdir
yetkisinin; objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi yararı ile kamu yararı
arasında bir denge gözetilerek ve kamu yararı amacına uygun olarak
kullanıldığı, bu itibarla dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde
hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
17. Kararda, ayrıca, duruşmalı
yapılan yargılama sonucunda hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi hükümleri ile 26/9/2011 tarih ve 659
sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk
Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesi
gereğince 2.400 TL avukatlık ücretinin başvurandan alınarak davalı idareye
verilmesine karar verilmiştir.
18. Başvurucu 25/5/2012
tarihli dilekçesiyle karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dilekçede,
başvurucu, hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara atıfla,
yalan tanıklıktan bahsedilemeyeceğini ve dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren
yasal düzenlemeyle getirilmiş bulunan hüküm uyarınca davalı idare lehine
vekâlet ücretine hükmedilmesinin kanuna aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
19. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 9/10/2012 tarih ve E.2012/1247, K.2012/1034
sayılı kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede, 4/7/1972
tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 66. maddesindeki
karar düzeltme sebepleri sayıldıktan sonra dilekçede ileri sürülen sebeplerin
yerinde görülmediği ve düzeltilmesi istenen kararın kanuna ve usule uygun
olduğu belirtilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
20. 3269 sayılı Kanun’un “Başarı gösteremeyenler ve ceza alanlar”
başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“Sözleşmenin imzalanmasından sonra ilk beş
aylık intibak dönemi içerisinde göreve intibak edemeyenler ile ayrılmak
isteyenlerin sözleşmeleri feshedilerek, Türk Silâhlı
Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Peşin olarak ödenen aylık ve aylık ile
birlikte ödenen diğer tüm özlük haklarının çalışılmayan günlere ait kısmı geri
alınır.
Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro
görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime
gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade
edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine
bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri
kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar.
Görevde başarısız olma, intibak edememe ve
kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler,
çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir.
Ayrıca;
a) Almış oldukları sicile göre kademe
ilerlemesi yapamayanların,
b) Verilen ceza, tecil edilse veya para
cezasına çevrilse dahi;
1) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar
ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan
yere yemin, cürüm tasniî, ırza geçmek, sarkıntılık,
kız, kadın veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik,
gayri tabiî mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti
kırıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale
ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar,
amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret,
mukavemet, fesat, isyan suçlarından dolayı mahkûm olanların,
2) Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde yazılı
suçlardan mahkûm olanların,
c) Taksirli suçlar hariç olmak üzere diğer
suçlardan adlî veya askerî mahkemeler tarafından otuz günden daha fazla süreli
hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile mahkûm olanların,
ç) Taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha
fazla süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olanların,
d) Disiplin mahkemeleri veya en az iki
disiplin amirinden disiplin cezası aldığı tarihten geriye doğru son bir yıl
içerisinde toplam otuz günden daha fazla hürriyeti bağlayıcı disiplin cezası
alanların,
e) Yabancı uyruklu kişilerle evlenenlerden; bu
evlilikleri, ilgili yönetmelikte belirtilen esaslar dahilinde
Genelkurmay Başkanlığı tarafından uygun görülmeyenlerin,
f) Çeşitli nedenlerle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin
veya Türk vatandaşlığından çıkartılanların,
Sözleşmeleri feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir.
Her ne sebeple olursa olsun, sözleşmesi
feshedilerek Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişiği
kesilen uzman erbaşlar, tekrar Türk Silâhlı
Kuvvetlerine alınmazlar.”
21. 20/9/2005 tarih ve 25962 tarihli
Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Uzman
Erbaş Yönetmeliği’nin “Görevde başarısız
olma, kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin feshedilmesi sebepleri”
başlıklı 13. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Görevde başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği
(atış, spor, eğitim, operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde
ve davranışlarında askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen
istenen düzeye ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor,
tutanak ve her türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme
yılı içerisinde yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları
kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya
eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların,
barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile
ilişikleri kesilir. Bunlar yedekte er kaynağına alınır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 6/2/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
12/11/2012 tarih ve 2012/574 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23. Başvurucu, Anayasa’nın 36.
ve 38. maddeleriyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine dayanarak;
fesih işleminin hakkında yürütülen ceza soruşturması neticelenmeden
yapıldığını, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesiyle birlikte sözleşmenin
feshinin hukuki dayanağının ortadan kalktığını ileri sürmek suretiyle idari
işlemin tesisi ile buna karşı açılan dava sırasında masumiyet karinesinin ihlal edildiğini, davalı kurum
tarafından AYİM’e sunulan gizlilik dereceli
belgelerin kendilerine tebliğ edilmediğini ve savunmada değerlendirmelerine
fırsat verilmediğini, keza AYİM tarafından davanın reddine karar verilmeden
önce AYİM Başsavcılığının yazılı düşüncesiyle Raportörün görüşünün kendilerine
tebliğ edilmediğini ileri sürerek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini, ayrıca, başvuruya konu dava
daha evvel açıldığı halde, 2/11/2011 tarihinde
yürürlüğe giren 659 sayılı KHK uyarınca, aleyhine avukatlık ücretine
hükmedilmesinin Anayasa’nın 36. ve 91. maddeleriyle 13. maddesindeki ölçülülük
ilkesine aykırı olduğunu iddia etmiştir. Buna bağlı olarak başvurucu öncelikle
yargılamanın yenilenmesine, bilirkişi marifetiyle tespit edilecek maddî ve
takdir edilecek bir miktar da manevî tazminata ve ayrıca yargılama giderlerinin
ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
24. Başvurucunun şikâyetleri
adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin ihlaline yönelik olduğundan bu
şikâyetlerin ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.
25. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin
(1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal
edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
tanınmıştır.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
27. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
28. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara
ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin
nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
1- Kabul Edilebilirlik Yönünden
a-
Adil yargılanma hakkının ihlali iddiası
29. Başvurucu, davalı kurum tarafından AYİM’e sunulan gizlilik dereceli belgelerin kendilerine
tebliğ edilmediğini ve savunmalarında değerlendirmelerine fırsat verilmediğini,
keza AYİM tarafından davanın reddine karar verilmeden önce AYİM Başsavcılığının
yazılı düşüncesiyle Raportörün görüşünün kendilerine tebliğ edilmediğini, bu
nedenle Anayasa’nın 36. maddesiyle Sözleşme’nin 6. maddesindeki adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini; 2/11/2011 tarihinde
yürürlüğe giren 659 sayılı KHK uyarınca bu tarihten önce açılmış davalarda
aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesinin Anayasa’nın 36. ve 91. maddeleriyle 13.
maddesindeki ölçülülük ilkesine aykırı olduğu ileri sürmüştür.
30. Başvurucunun bu başlık
altındaki şikâyetlerinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir:
i-
Gizlilik Dereceli Belgelerin Tebliğ Edilmediği İddiası
31. Başvurucu, davalı idare
tarafından sunulan gizlilik dereceli belgelerin kendisine tebliğ edilmediğini
ve bu suretle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
32. Bakanlık görüş yazısında,
başvuruya ilişkin dava dosyası incelendiğinde Milli Savunma Bakanlığı
tarafından sunulan savunma dilekçesinin herhangi bir eki bulunmadığının
görüldüğünü, İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı Hukuk Hizmetleri
Başkanlığı ve Adli Müşavirliği tarafından gönderilen yazıda da gizlilik
gerekçesiyle başvurucuya iletilmeyen belge olmadığının belirtildiği, diğer
yandan, başvurucunun AYİM'e açtığı iptal davasının hiçbir
safahatında gizlilik gerekçesiyle kendisine sunulmayan belgeler olduğunu dile
getirmediğini, yargılama ve kanun yolları aşamasında dile getirilmeyen hak
ihlali iddiasının, bireysel başvuru yolunda öne sürülmesinin, bireysel başvuru
yolunun ikincillik prensibine aykırı olduğunu belirterek, bu şikâyetin açıkça
dayanaktan yoksun olduğu yönünde kanaatini bildirmiştir.
33. Başvurucu ise cevap
dilekçesinde, yargılama aşamasında dava dosyasına sunulan gizli belgelerden
haberdar edilmediği için bu konuda herhangi bir talepte bulunmadığını
bildirmiştir.
34. Adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri de silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi
davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı
koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir
duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde
dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra
medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve
idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).
35. Başvuru konusu yargılama
sonucunda verilen kararda davanın reddi ile birlikte gizlilik dereceli
belgelerin iadesine de karar verildiği, gerekçeli kararda gizli olduğu
belirtilen belgelerin mahkemece değerlendirildiğine ve karara esas teşkil
ettiğine ilişkin açık bilgilerin yer almadığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan,
kararın tebliği ile beraber başvurucunun, kararda ifade edilen gizlilik
dereceli belgelerden haberdar olduğu açıktır.
36. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
37. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale
neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
38. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
39. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
40. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim
mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin
ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu
yapılamaz (B. No: 2012/1049, 16/4/2013, § 32).
41. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun 25/5/2012 tarihinde yaptığı karar
düzeltme talebi (§15) incelendiğinde, başvurucunun davalı idare tarafından
sunulan gizlilik dereceli bilgilerin kendisine tebliğ edilmediği ve bu
bilgilerin hükme esas alındığına ilişkin herhangi bir iddiayı ileri sürmediği
görülmektedir.
42. Başvurucu tarafından ihlal
iddiasına konu idari işlem için öngörülmüş olan kanun yollarında başvurunun bu
kısmına ilişkin ihlal iddialarının ileri sürülmeksizin bireysel başvuruda
bulunulduğu anlaşıldığından, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin bu kısma ilişkin iddiaların “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
ii- Başsavcılığın
ve Raportörün Düşüncesinin Bildirilmediği İddiası
43. Başvurucu, ayrıca, AYİM
tarafından davanın reddine karar verilmeden önce Başsavcılık tarafından
hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ edilmediğini ve bu suretle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
44. Bakanlık görüş yazısında,
AYİM Başsavcılık düşüncesinin davacıya tebliğ edilmemesinin AİHM tarafından
silahların eşitliği ilkesine aykırı görüldüğünü, bu nedenle verilen ihlal
kararlarının önlenmesi için düşüncenin tebliğine ilişkin kanun değişikliği
yapıldığını, 03/06/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6318
sayılı Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
ile Başsavcılık düşüncesinin davalı ve davacıya tebliğ edilerek görüşlerini
sunmaları için yedi gün süre verilmesi kuralı getirildiğini, başvuruya konu
dosyada, AYİM Başsavcılığı düşüncesinin hazırlandığı tarihte Kanun’un henüz
yürürlüğe girmediğini, Anayasa Mahkemesinin, davacının lehine olan AYİM
Başsavcılığı düşüncesinin davacıya tebliğ edilmemesini silahların eşitliği ve
çekişmeli yargılama ilkelerine aykırı görmediğini, başvuruya konu dosyada ise
Başsavcılık düşüncesinin başvurucunun aleyhine savlar içerdiği ve AYİM kararına
esas alındığının görüldüğünü, Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmemesi
nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edilip
edilmediğine ilişkin yapılacak değerlendirmede bu hususların da dikkate
alınması gerektiğini bildirmiştir.
45. Başvurucu cevap
dilekçesinde, Bakanlık tarafından verilen görüşte yer alan Başsavcılık
düşüncesinin tebliğ edilmemesinin ihlal oluşturduğu kısmına katıldığını
bildirmiştir.
46. AİHM, dosyaya ilişkin
bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının
düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği
ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Başsavcılık düşüncesinin önceden
taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini
hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No:
2013/1134, 16/5/2013, § 33).
47. Bu kapsamda kanun koyucu
yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22/5/2012 tarih ve
6318 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 47. maddesine
Başsavcılık düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara tebliği ve tebliğden
itibaren yedi gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye
bildirebilmesi imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 34).
48. Dosyanın incelenmesinden ilk
derece yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ
edildiği anlaşılamamaktadır. Başvurucu 25/5/2012
tarihli karar düzeltme istemli dilekçesinde Başsavcılık düşüncesinin kendisine
tebliğ edilmediğini de ileri sürmemiştir. Karar düzeltme incelemesi sırasında
alınan Başsavcılık düşüncesinin ise başvurucuya tebliğ edilerek başvurucunun bu
düşüncelere cevap verdiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucu ilk derece
yargılaması aşamasında tebliğ edilmemiş olsa bile karar düzeltme aşamasında
Başsavcılık görüşünden haberdar olmuş ve buna yönelik görüşlerini hazırlama ve
mahkemeye sunma imkânı bulmuştur (B. No: 2012/660, 7/11/2013,
§ 46).
49. Başvurucu aynı zamanda raportörün düşüncesinin de kendisine tebliğ edilmemesinin
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
50. 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 54. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Daireler ile Daireler Kurulunda, üye raportörün
açıklamaları dinlendikten ve Başsavcılığın yazılı düşüncesi okunduktan sonra
işin görüşülmesine geçilir…”
51. Aynı Kanun’un geçici 2.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ise şöyledir:
“Raportörler, Daire Başkanlarının kendilerine havale
ettikleri işleri vaktinde inceliyerek Daire veya
Daireler Kuruluna gerekli açıklamaları yaparlar.
Kendi düşünce ve kanatlerini sözlü ve yazılı olarak bildirirler, karar
taslaklarını yazarlar, gerekli tutanakları düzenlerler, Başkanın ve Daire
Başkanlarının verecekleri diğer görevleri yerine getirirler.”
52. Raportörler, daire başkanı
gözetiminde kendilerine havale edilen davaları inceler, düşüncelerini sözlü ve
yazılı olarak bildirir, karar taslaklarını ve tutanakları hazırlarlar. Dolayısıyla
dava dosyası hakkında karar verecek heyet ile birlikte çalışır ve heyet adına
inceleme yaparak uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlarlar. Raportör
düşüncelerinin, daire üyelerini etkileyebilecek kanaatleri taşımaları mümkün
olmakla birlikte bu düşünceler mahkemenin iç işleyişine ilişkin ve nihai
kararın verilmesi sürecinde hazırlanan bir görüş olup, raportörler
bu görevi mahkeme veya daire başkanını temsilen yerine getirmektedirler.
Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının bir unsuru olan
silahların eşitliği ilkesi davanın tarafları arasındaki çelişmeli yargıyı
güvence altına almakta olup, bu ilke mahkemenin iç işleyişine ilişkin usuller
yönünden uygulanamaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02,
27/11//2007, § 40-42).
53. Somut davada AYİM raportörü tarafından, dava dosyası incelenmiş ve uyuşmazlığa
ilişkin açıklamaları AYİM Daire Başkanı ve üyelerine sunulmuştur. Raportörün
açıklamalarından sonra Daire Başkanı ve dört üye tarafından dava hakkında karar
verilmiştir. Mevcut davada, raportörün önyargılı
davranmasına neden olacak düşünce sunduğunu gösteren herhangi bir unsur
bulunmamaktadır. Raportörün düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemişse de bu
durum adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
54. Diğer taraftan başvurucu
eğer ilk derece yargılaması sırasında başsavcılık ve raportörün düşüncesi
tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri
ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamış olup,
somut olayda silahların eşitliği ilkesinin ihlal edilmediği anlaşılmaktadır (B.
No: 2012/660, 7/11/2013, § 47).
55. Açıklanan nedenlerle, AYİM’in kararlarında silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkelerine yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iii-
Başvurucu Aleyhine Avukatlık Ücretine Hükmedilmesinin Ölçülü Olmadığı İddiası
56. Başvurucu son olarak,
vekâlet ücreti ile ilgili yapılan düzenlemenin hak arama özgürlüğünü
kısıtladığını, temel hakların 659 sayılı KHK ile düzenlenmesinin Anayasa’ya
aykırılık teşkil ettiğini, bu düzenlemenin ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu
iddia etmiştir. Ancak bu iddia dava açmanın zorlaştırılması ve hakkaniyete
aykırı olması yönü nedeniyle adil yargılanma hakkının bir unsuru olan mahkemeye
erişim hakkı kapsamında değerlendirilebilecektir.
57. Bakanlık görüş yazısında
daha önce Anayasa Mahkemesinin bu konuda karar verdiğini belirterek başvurunun
bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğu yönünde kanaatini bildirmiştir.
58. Başvurucu cevap
dilekçesinde, başvuru formunda yer alan iddialarını tekrar etmiştir.
59. Aynı konuya ilişkin benzer
gerekçelerle ileri sürülmüş olan ihlal iddiaları, 2/10/2013
tarih ve 2013/1613 başvuru numaralı kararda incelenmiştir. Söz konusu kararda,
bir yasama işlemi veya düzenleyici idari işlemin, temel hak ve özgürlüğün
ihlaline neden olması durumunda, bireysel başvuru yoluyla doğrudan bu işlemlere
değil ancak yasama veya düzenleyici idari işlemin uygulanması mahiyetindeki
işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabileceği, başvuruya konu davada,
659 sayılı KHK ile getirilen düzenleme gereğince idare lehine vekâlet ücretine
hükmedildiği, dolayısıyla bu düzenleyici idari işlemin öngördüğü hükümlerin
davaya uygulandığının anlaşıldığı, somut başvurunun da bu açıdan
değerlendirilmesi gerektiği öncelikle ifade edilmiş ve iddialar mahkemeye
erişim hakkı kapsamında incelenmiştir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 37, 39).
60. Başvuru konusu davanın
açılmasından önce 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak
yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile davanın reddi halinde idare lehine vekalet
ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Vekâlet ücreti davaya hukuki
katkıda bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir. Dava
aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret
yükümlülüğü bir usul kuralı olup, mahkemeye erişim hakkı ile de ilişkilidir.
Yükletilen ücretin, bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru
bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §
38).
61. Vekâlet ücreti bir yargılama
gideri olup, kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale
teşkil eder. Ancak, gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması
ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul
sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir.
Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi
içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da
aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan
vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).
62. Vekâlet ücretinin
orantılılık incelemesi yapılırken, öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam
ifade ettiği, başvurucunun ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar
dikkate alınmalıdır. Somut olayda yargılamanın duruşmalı yapılması nedeniyle
başvurucu aleyhine 2.400 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucu,
yaklaşık 3 aylık asgari ücrete tekabül eden bu ücreti ödeme gücüne sahip
olmadığına dair hiçbir bilgi ve belge sunmamıştır. Öngörülen vekâlet ücretinin
başvurucuya dava açmasını imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak
ağır bir ekonomik yük getirdiğinden ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına
yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğundan söz edilemez.
63. Bu durumda, başvurunun bu
kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b-
Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
64. Başvurucu, hakkında açılan
kovuşturma devam ederken sözleşmesinin fesh
edilmesinin ve fesih işlemine karşı açtığı davanın reddedilmesinin Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında
düzenlenen masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
65. Bakanlık, başvurunun bu
kısmının kabul edilebilirliği konusunda herhangi bir görüş bildirmemiştir.
66. Başvurucunun bu şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2- Esas Yönünden
67. Başvurucu, hakkında açılan
kovuşturma devam ederken sözleşmesinin fesh
edilmesinin ve fesih işlemine karşı açtığı davanın reddedilmesinin masumiyet
karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
68. Bakanlık görüş yazısında,
masumiyet karinesinin kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz
mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilke olduğunu, AİHM’in, ceza yargılamasına paralel olarak veya ceza
yargılamasının bitmesinden sonra devam eden adli ve idari süreçler bakımından
da masumiyet karinesinin uygulanabileceğini birçok kararında kabul ettiğini,
ceza yargılamasının niteliği ile disiplin yargılamasının niteliğinin
birbirinden farklı olduğunun unutulmaması gerektiğini, bu hususa ilişkin olarak
Anayasa Mahkemesinin kararının bulunduğunu, somut olayda başvurucunun bildiği
bir olay hakkında bilgisi olmadığını söyleyerek yalan beyanda bulunduğunu, AYİM’in, başvurucunun yalan beyanda bulunmasını jandarma
sınıfından olması nedeniyle suç ve suçlularla mücadele görevini yerine
getirmesine engel oluşturan bir olgu olarak ortaya koyduğunu, kararda, ceza
soruşturmasının sonucundan bağımsız olarak, başvurucunun diğer nedenlerle
birlikte ortaya çıkan disiplin durumu dikkate alınarak işlem tesis edildiğine
vurgu yaptığını belirterek, masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediğine
ilişkin yapılacak değerlendirmede bu hususların dikkate alınması gerektiğini
bildirmiştir.
69. Başvurucu cevap
dilekçesinde, başvuru formunda yer alan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine
yönelik iddialarını tekrar etmiştir.
70. Öncelikle bireysel başvuru
incelemesinin, anayasal hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin tespiti ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması ile sınırlı bir inceleme olduğunun ve
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasındaki kural gereğince, kanun yolu
incelemesinde olduğu gibi kararın tüm yönleri ile ele alınarak eksiksiz bir
hukuki denetim imkânı sağlamadığının hatırlanmasında yarar vardır (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26). Bu
çerçevede, başvurucu hakkında tesis edilen fesih işleminin ve ardından
başvurucunun açtığı iptal davasına ilişkin yargılama sonucunda AYİM tarafından
ulaşılan sonucun hukuka uygun olup olmadığı meselesi, Mahkeme kararının tespit
ve sonuçları bariz bir takdir hatası içermedikçe ve bu durum kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmadıkça
bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu
açıklamalar çerçevesinde, somut başvurunun, sözleşmenin feshine ilişkin işlemde
ve AYİM kararının gerekçesinde, masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin
ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.
71. Bireysel başvuru
incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki
alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
esas alınmaktadır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
72. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü, Sözleşme’nin
ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenmektedir.
73. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
74. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
75. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul
edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia
makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca
hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu
otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi
tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
76. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet
kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen
kişiler açısından ise, artık “hakkında suç
isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi
iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda
kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine
kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı
verilen durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü
gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu
sabit olmamıştır ve bu nedenle kişi suçlu sayılamaz.
77. Masumiyet karinesi, suç
isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6.
maddesinde ifade edilen “medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen
idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında
kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde
idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce
verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. X/Avusturya, B. No:
9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85,
7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen
beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük
ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde
yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, §
38).
78. Bu çerçevede, ceza davası
dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari
uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu
karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat
kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari
uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa
dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi,
kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal
edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın
gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın, münhasıran
kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlendiği kabulüne
dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013,
§ 29).
79. Öte yandan, ceza ve ceza
muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi
disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin
davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da
gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı
ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine
dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından
doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013,
§ 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı
olsa bile kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz
olmadığı yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
80. Başvuru ve ekindeki belgelerin
incelenmesinden, başvuranın sözleşmesinin feshiyle sonuçlanan idari işleme
paralel olarak yürütülmüş ve sonuçlandırılmış ayrı bir ceza soruşturması olduğu
anlaşılmaktadır. Bu soruşturma, başvuranın ilk ifadesinin “tanık” sıfatıyla alınmaması sebebiyle,
yalan tanıklık suçunun unsurları itibariyle oluşmadığından bahisle kovuşturmaya
yer olmadığı kararıyla sonuçlandırılmıştır. İdari işlemin esas dayanağı ise
başvuranın bir gün arayla vermiş olduğu iki ifadeden ilkidir. Buna göre, idari
işlem ile adli soruşturma birbirinden ayrı yürütülmüştür. Başvuranın
sözleşmesinin adlî soruşturma tamamlanmadan feshedilmiş olması da bu sonucu teyit
etmektedir.
81. Askeri disiplin gerekleri
dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukunun uygulanabilmesi
için mutlaka ceza davalarının sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez.
Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça,
sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin
başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
82. Somut olayda, başvuran hakkında
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilirken, başvuranın ilk ifadesinin tanık
sıfatıyla alınmadığı tespitine dayanılmıştır. Ceza soruşturması açısından bu
durum suçun unsurları itibariyle oluşmasına engel teşkil ettiğinden kovuşturmaya
yer olmadığına karar verilmesini gerektirmiştir. AYİM ise ayırma işleminin
hukuka uygun olduğu sonucuna varırken, ceza soruşturması sonucundaki karara
değil, fakat disiplin hukukunun aradığı ve ceza soruşturmasından farklı
ilkelere bağlı kıstasları kullanmıştır (bkz. §13).
83. AYİM’e göre, jandarma sınıfından
olan başvurucunun, suç ve suçlularla mücadele temel görevi iken, adam öldürme
gibi ciddi bir suç nedeniyle yürütülen soruşturmayı ilk başta yanlış
yönlendirip bildiklerini anlatmayarak faili koruma gayreti içine girmesi hiçbir
şekilde kabul edilemez. Başvurucunun son üç ayda almış olduğu disiplin
cezalarıyla birlikte bu tutumu, kendisinden
istifade edilmesine ve kamu hizmetine devamına imkân bırakmaması nedeniyle,
tesis edilen fesih hukuka uygundur. İşlemde ayrıca kişi yararı ile kamu yararı
arasındaki denge gözetilmiştir.
84. Görüldüğü üzere Mahkeme,
ayırma işleminin hukuka aykırı olmadığı sonucuna varırken, başvurucunun cinayet
olayı ile ilgili olarak bir gün arayla vermiş olduğu ifadeler ile son üç ayda
almış olduğu toplam üç disiplin suçunu/tecavüzünü dikkate almış, bunların
dışında gizli-açık başkaca bir nedene dayanmamıştır.
85. Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde, başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle:
A. Başvurucunun;
1.
Gizlilik dereceli belgelerin tebliğ edilmediğine ilişkin şikâyetinin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”,
2.
Başsavcılığın ve raportörün düşüncesinin
bildirilmediğine ilişkin şikâyetinin “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
3.
Aleyhine avukatlık ücretine hükmedilmesinin ölçülü olmadığına ilişkin
şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun
olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Sözleşmenin feshi ve bu işleme karşı açılan davada masumiyet
karinesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
6/2/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.