TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DURSUN SATICI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/611)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2015
|
R.G.Tarih-
Sayı: 22/5/2015-29363
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Aliye YILDIZ VARSIN
|
Başvurucu
|
:
|
Dursun SATICI
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, sakini olduğu
Antalya ili, Kemer ilçesi, Göynük beldesinin devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan kıyı şeridinin turistik işletmeler tarafından işgaline son
verilerek toplumun kullanımına açılması gerektiği yolundaki mahkeme kararının
yıllardır uygulanmadığını belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 8/11/2012
tarihinde İzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 11/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 29/05/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş,
başvurucu görüşlerini 5/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. OLAYLAR
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Antalya ili Kemer ilçesi
Göynük beldesinde 1990 yılı sonrasında turistik işletme sayısında artış
yaşanmıştır. Başvurucunun iddiasına göre, sahil şeridinin
arkasında kumsala cepheli oteller mülkiyeti devlete ait kumsalı; denizi
ruhsatsız bir şekilde doldurarak, kumsal üzerine kaçak bar, cafe
ve seyir terasları inşa ederek, betonla sabitlenen güneşlik, şezlong, su
sporları rayları ve müştemilatı yerleştirerek ve denize dik ve paralel beton
duvar ve tel örgüler çekerek işgal etmektedirler. Kıyıya paralel olan
oteller kendisinin ve diğer halkın denizden faydalanmalarına engel olmaktadır.
8. Turizm Bakanlığı, halkın
denize ulaşımını sağlayan oteller arasındaki yolları imar planları tadilatları
ile otel alanlarına dâhil etmiş, İmar planında belde merkezinden sahile ulaşan
6 tane yol bulunurken bunlardan 2 tanesi mahkeme kararlarına rağmen
açılmamıştır. Yolları açmayarak mahkeme kararlarını uygulamayan Belediye
Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.
9. Kemer Kaymakamlığı ve Göynük
Belediye Başkanlığına 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi gereğince işgalin kaldırılması
için 20/11/2006 tarihinde yazılı başvuruda bulunulmuştur.
10. İlgili kurumlardan bir cevap
alınamayınca, aralarında başvurucunun da bulunduğu 3 ilçe sakini tarafından Antalya
2. İdare Mahkemesinde, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki Göynük Beldesi
kıyı şeridindeki mevcut işgallerin kaldırılması istemiyle davalı idarelere
yaptıkları başvurunun cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin davalı
idare işlemlerinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Davacıların yürütmenin
durdurulması talepleri de bulunmaktadır.
11. Anılan Mahkemenin 3/5/2007 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması talebi
kabul edilmiştir. Davalıların yaptıkları itiraz üzerine yürütmenin durdurulması
kararını inceleyen Antalya Bölge İdare Mahkemesi, 6/6/2007
tarih ve 2007/329 sayılı kararı ile bu itirazı reddetmiştir.
12. Açılan dava hakkında Antalya
2. İdare Mahkemesinin verdiği 22/11/2007 tarih ve
E.2007/384, K.2007/1765 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…
Dava dosyasının incelenmesinden, Antalya İli Kemer İlçesi,
Göynük Beldesi sahilinde bulunan 16 turistik işletmenin, Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan kumsal alanı, tel örgü, güneşlik, şezlong koymak
suretiyle işgal ettiğinden bahisle yapılan işgalin önlenmesi istemiyle
davacılar tarafından Kemer Kaymakamlığı ve Göynük Belediye Başkanlığına başvuruda
bulunulduğu, işgalin kaldırılmaması ve talebin zımnen reddedilmesi üzerine de
bakılan davanın açıldığı, davalı idareler tarafından davaya verilen savunmada,
kumsal alanda turistik işletmeler tarafından sürdürülen kullanım karşılığında
2886 sayılı Kanunun 75. maddesi hükmü gereğince ecrimisil
takibatı yapılmakta olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
… yasa
ve yönetmelik hükümleri gereğince kıyılar herkesin eşitlik ve serbestlikle
yararlanmasına açık yerler olup, kıyıda ancak iskele, liman, barınak gibi
kıyının kamu yararına kullanılmasına ve kıyının korunması amacına yönelik alt
yapı ve tesislerin yapımı mümkün bulunduğundan ve yine Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan taşınmaz işgallerinde 2886 sayılı Kanunun 75. maddesi
gereğince alınacak ecrimisil istisna olup, ecrimisil karşılığı kullanımın, genel kural haline
getirilebilmesi mümkün bulunmadığından, herkesin eşitlik ve serbestlikle
yararlanmasına açık yerler olan kıyılarda ecrimisil
karşılığı sürdürülen kullanımın, yine 2886 sayılı Kanunun 75. maddesinin mülki
amirliğe verdiği yetki çerçevesinde sona erdirilerek kıyının toplumun
kullanımına açılması gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlemlerde hukuka
uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, … kararın tebliği tarihini izleyen günden itibaren 30 gün
içerisinde Danıştay'a temyiz yolu açık olmak üzere 22/11/2007 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.”
13. Davalıların temyiz başvurusu
üzerine kararı inceleyen Danıştay 10. Dairesi, 27/12/2011
tarih ve E.2008/1927, K.2011/5995 sayılı kararı ile temyiz talebini
reddetmiştir.
14. Bu karar, 25/4/2013
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
15. Antalya 2. İdare
Mahkemesinin kararı kesinleştikten sonra kararın gereği yerine getirilmediği
için Göynük Belediye Başkanı ve görevde olan Göynük Kaymakamı hakkında suç duyurusunda
bulunulmuştur. Başvurucu suç duyurularından bir sonuç alamadığını ileri
sürmektedir.
16. Başvurucu, kıyı şeridini
işgal edenler aleyhine ecrimisil tahakkuk ve tebliğ
işlemlerinin devam ettirildiğini, Kaymakamlığa ve Belediye Başkanlığına sundukları
kararın gereğinin yerine getirilmesi ve kıyı şeridinin işgaline son verilmesi
taleplerinin yerine getirilmediğini ileri sürmektedir.
17. Başvurucu 8/11/2012
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
18. Anayasa’nın kıyılardan
yararlanmayı düzenleyen “kamu yararı”
başlıklı 43. maddesi şöyledir:
“ Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu
kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden
yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre
derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla
düzenlenir.”
19. 4/4/1990 tarih ve 3621 sayılı Kıyı
Kanunu’nun 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık
olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz.
Kıyılarda, kıyıyı değiştirecek boyutta kazı yapılamaz; kum,
çakıl vesaire alınamaz veya çekilemez.
Kıyılara moloz, toprak, curuf, çöp
gibi kirletici etkisi olan atık ve artıklar dökülemez”.
20. Kıyı Kanununun Uygulanmasına
Dair Yönetmeliğin 13. maddesi şöyledir:
“Kıyıda onaylı uygulama imar planlarına göre ve çevre
kirliliğinin önlenmesine ilişkin tüm önlemler alınmak koşulu ile aşağıdaki yapı
ve tesislere yapılabilir:
a) Kıyının kamu yararına kullanımına ve kıyıyı korumak
amacına yönelik altyapı ve tesisler: İskele, liman, barınak, yanaşma yeri,
rıhtım, dalgakıran, köprü, menfez, istinat duvarı, fener, çekek yeri,
kayıkhane, tuzla, dalyan, tasfiye ve pompaj istasyonları
b) Faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan başka yerde yapılmaları mümkün
olmayan yapı ve tesisler: Tersane, gemi söküm yeri, su ürünlerini üretim ve
yetiştirme tesisleri,
c) (Değişik 30.3.1994/21890 R.G.) Kıyılarda ayrıca uygulama imar planı
yapılmadan sabit olmayan duş, gölgelik, soyunma kabini, aralarında en az 150
metre mesafe olmak kaydı ile 6 m2 ‘yi geçmeyen büfe
ve kirletici etkisi olmayan fosseptik yapımını gerektirmeyen seyyar tuvalet ve
ahşap iskeleler yapılabilir.
a) ve (b) bendlerinde sayılan yapı
ve tesis alanlarında, bu kullanımların tamamlayıcısı niteliğinde ve yapılması
zorunlu alt ve üst yapı ve tesisleri yapılabilir. Günübirlik turizm yapı ve
tesisleri yapılamaz.
Sahil şeridinin ikinci bölümünde ve sahil şeridi gerisinde
kalan özel kullanımlara ait arıtma tesisleri kıyıda yapılamaz.
Bu alanlarda sadece kamuya yararlı arıtma tesisleri yer
alabilir.
Kıyılarda yapılan yapı ve tesisler, yapım amaçları dışında
kullanılamazlar”.
21. 2577 sayılı Kanun’un 2.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari dava
türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı
olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından
açılan iptal davaları …”
22. 2577 sayılı Kanun’un “idari makamların sükûtu” başlıklı 10.
maddesi şöyledir:
“1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir
işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.
2. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/5 md.) Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek
reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma
süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve
vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen
cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği
gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez.
Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava
açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin
bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden
itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
8/11/2012 tarih ve 2012/611 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucu, mahkemeler
tarafından verilen ve kesinleşen yürütmenin durdurulması ve idari işlemin
iptali kararlarına rağmen halen kıyı şeridinin imar planına uygun şekilde
boşaltılmadığını, bu nedenle kendisinin ve belde halkının halen sahil
şeridinden yararlanamadığını, sahil şeridinden çok cüzi ecrimisil
bedelleri ve idari para cezaları ödeyerek sadece o bölgede bulunan otellerin
yararlanmaya devam ettiklerini, bu konuda Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM
dâhil, başvurdukları hiçbir kurum ve kuruluşa yaptıkları başvurudan bir sonuç
alamadığını belirterek, mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi nedeniyle
Anayasada yer alan hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkeleri ile AİHS’nin 6.
ve 8. maddelerinin, kıyıdan yararlanamaması nedeniyle Anayasa’nın 43. maddesinin
ve AİHS’nin Ek 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesi ile Ek 4
Nolu Protokol’ün 2. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. Başvurucu, mahkemeler
tarafından verilen ve kesinleşen yürütmenin durdurulması ve idari işlemin iptali
kararlarının yerine getirilmemesi nedeniyle Anayasada yer alan hukukun
üstünlüğü ve hukuk devleti ilkeleri ile AİHS’in 6. ve
8. maddelerinin, kıyıdan yararlanamaması nedeniyle Anayasa’nın 43. maddesinin
ve AİHS’in Ek 1 Nolu
Protokol’ün 1. maddesi ile Ek 4 Nolu Protokol’ün 2.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun
mahkeme kararlarının uygulanmamasına yönelik şikâyetleri adil yargılanma hakkı
çerçevesinde değerlendirilmiştir.
26. Bakanlık görüşünde,
başvurucunun idare Mahkemesince verilen kararı uygulamadığını ileri sürdüğü
Kemer Belediyesinden (Belediye) kararın icra süreci ile ilgili bilgi talebinde
bulunulduğu, görüş yazısı ekinde bulunan Belediye tarafından hazırlanan cevabi
yazı doğrultusunda, Göynük Beldesi kıyı şeridindeki mevcut işgallerin
kaldırılması ile ilgili yapılan işlemlerin bildirildiği, sorumlular hakkında
soruşturma izni verildiği, bu haliyle başvurucunun uygulanmadığını ileri
sürdüğü Mahkeme kararının infazı için gerekli çalışmaların başlatıldığı, bu
durumun bireysel başvuru incelemesinde göz önünde bulundurulması gerektiği
yönünde beyanda bulunulmuştur.
27. Başvurucu Bakanlık görüşüne
karşı, başvuru dilekçesinde yer verdiği görüşleri yineleyerek, Mahkeme
kararının infaz edildiği bilgisinin gerçeği yansıtmadığını, kıyı şeridinin
oteller tarafından işgalinin devam ettiğini ve tahakkuk ettirilen ecr-i misil bedellerinin sembolik olduğunu ileri sürmüştür.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır."
29. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
30. Anılan Anayasa ve Kanun
hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
31. Anayasa'nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme'nin "Adil yargılanma
hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi
gerekir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 38).
32. Başvurucunun iddialarının
özü mahkeme kararının uygulanmadığı şikâyetine dayanmaktadır. Adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim
hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen
kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının
uygulanması, yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve
yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa
yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (B. No:2012/144, 2/10/2013,
§ 28).
33. Bununla birlikte,
Anayasa’nın 36. maddesinde adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekmekte olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 38); söz konusu maddede adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak
arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek
için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın
tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan
adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve AİHS
kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
34. Bu nedenle, somut başvuru
açısından öncelikle, uygulanmadığı ileri sürülen yargı kararına ilişkin
uyuşmazlık yönünden adil yargılanma hakkına ilişkin güvence ve ilkelerin
uygulanabilir olup olmadığının, daha açık bir ifadeyle, başvuruya konu
uyuşmazlığın “medeni hak ve yükümlülükler
ile ilgili uyuşmazlıkların” ya da bir “suç isnadının” esasının karara bağlanmasına ilişkin olup
olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
35. Başvurucu tarafından
uygulanmadığı ileri sürülen yargı kararı ile sonuca bağlanan uyuşmazlık,
başvurucunun sakini olduğu beldede kıyının oteller tarafından işgali nedeniyle
kıyıdan yararlanmasının engellenmesine ilişkin olup, söz konusu uyuşmazlığın
başvurucu hakkındaki bir suç isnadının karara bağlanmasına ilişkin olmadığı
açıktır.
36. Bu durumda, somut başvuruya
ilişkin uyuşmazlığın “medeni hak ve
yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar” kapsamında olup olmadığının
tespiti gerekmektedir.
37. Bir başvurunun “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar”
kapsamında ele alınabilmesi için öncelikle bir mevzuat hükmü ya da içtihat
yoluyla tanınmış ve savunulabilir şekilde ileri sürülebilen medeni bir hak ile ilgili
uyuşmazlığın bulunması
gerekmektedir. Bu uyuşmazlık, hakkın varlığı, kapsamı ya da kullanılma
şekillerine ilişkin gerçek ve ciddi bir uyuşmazlık olmalı; davanın sonucu da
söz konusu hak için doğrudan belirleyici olmalıdır (bkz. AİHM, Vilho Eskelinen ve
Diğerleri/Finlandiya, B. No: 63235/00, 19/4/2007,
§ 40; Kienast/Avusturya, B.No:23379/94, 23/6/2003,
§38).
38. AİHM’e göre 6. maddenin
uygulanabilmesi için ulusal düzeyde iki kişi arasında ya da başvurucu ile
devlet arasında bir uyuşmazlık olmalı ve bu uyuşmazlığın sonuçları başvurucunun
medeni hak ve yükümlülükleri üzerinde etki doğurmalıdır. Hukuka ya da maddi
vakıalara ilişkin olabilecek uyuşmazlık, gerçek ve ciddi nitelikli olmalıdır.
Bunun yanı sıra AİHM, 6. maddenin, amacı medeni hak ve yükümlülüklerin esasının
karara bağlanması olmayan, ancak bu hak ve yükümlülükler üzerinde etki
doğuracak davalara da uygulanacağına karar vermiştir. (bkz. AİHM, Ringeisen/Avusturya 16 Temmuz 1971).
39. AİHM pek çok vesileyle “medeni hak ve yükümlülükler” kavramının
sadece davalı Devlet’in iç hukukuna dayanılarak yorumlanamayacağını belirterek,
bu kavramın Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası bağlamında “özerk” olduğu ilkesini belirtmiştir.
40. Mahkeme, “medeni hak ve yükümlülükler” kavramının
özerk bir kavram olduğu sonucuna varmakla birlikte, ilgili Devlet’in
mevzuatının bu bağlamda önem taşımadığını da düşünmemektedir. Ancak bir hakkın
Sözleşme kapsamındaki anlamıyla medeni olarak algılanıp algılanmayacağı, ilgili
Devlet’in iç hukukundaki yasal sınıflandırılmasına değil, maddi içeriğine ve
ilgili hakkın etkilerine dayanılarak kararlaştırılmalıdır. Bir birey için var
olan hak ve yükümlülükler doğası itibariyle mutlaka medeni olmak zorunda
değildir.
41. Sadece (konu edilen) hakkın
niteliği önemlidir (bkz. AİHM, Ringeisen/Avusturya
16 Temmuz 1971, §39). AİHM’e göre konunun
nasıl karara bağlanacağını saptayan mevzuatın (medeni, ticari, idari hukuk) ve
konuyla ilgili yetkili kılınmış merciin niteliği (normal mahkeme, idari organ)
fazlaca önem taşımaz.
42. AİHM öncelikle, özel
şahısların kendi aralarındaki ilişkileriyle ilgili hak ve yükümlülüklerini tüm
davalarda medeni hak ve yükümlülükler kapsamında değerlendirmiştir. Özel
şahısların kendi aralarındaki ilişkilerinde hakları, örneğin sözleşme hukuku,
ticaret hukuku, tazminat hukuku, aile hukuku, çalışma hukuku ve mülkiyet hukuku
çerçevesinde daima medeni haklar kapsamında ele almıştır.
43. Somut olayda, başvurucunun
da aralarında bulunduğu 3 ilçe sakini tarafından Antalya 2. İdare Mahkemesinde,
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki Göynük Beldesi kıyı şeridinde mevcut
işgallerin kaldırılması istemiyle davalı idarelere yaptıkları başvurunun cevap
verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin davalı idare işlemlerinin iptali ve
yürütmenin durdurulması istemiyle dava açılmıştır. Mahkeme, 3/5/2007
tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması talebini kabul etmiş, 22/11/2007
tarih ve E.2007/384, K.2007/1765 sayılı kararı ile de idari işlemin iptaline
karar vermiştir.
44. Antalya İli Göynük
Beldesinde ikamet etmekte olan başvurucunun, kıyı kenar çizgisine oteller
tarafından tesis inşa edilerek, halkın kullanımının engellenmesi nedeniyle,
idari makamlara başvuruda bulunduğu, başvurunun zımnen reddi üzerine de idare
mahkemesinde anılan işlemin iptali için dava açtığı anlaşılmaktadır.
Başvurucunun açtığı davanın yasal dayanağı İYUK’un 2.
ve 10. maddeleridir. Başvurucunun kıyı kenar çizgisinin oteller tarafından
usulsüz olarak işgal edilmesi nedeniyle halkın kullanımına engel olunduğunu
ileri sürerek idari yargı organı önünde dava açmasında menfaati bulunduğu,
anılan davayı da menfaatleri ihlal edilenlerin açabileceği hususunda tereddüt
bulunmamaktadır.
45. Kıyıdan yararlanma hakkını
düzenleyen Anayasa'nın 43. maddesine göre, devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak,
genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık
bulunmalıdırlar ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile
mümkün olabilir. Kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin
karar ve önlemleri almak kamuya ait bir yetkinin kullanılmasıyla olanaklıdır.
Nitekim Medeni Kanun'un 715. maddesine göre kıyılar, sahipsiz mal olarak kabul
edilen yerlerdendir ve devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Diğer bir
anlatımla, sahipsiz mallar, doğal nitelikleri gereği özel mülkiyete elverişli
olmayan kamu mallarıdır (AYM, E.1990/23, K.1991/29, K.T. 18/9/1991).
Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya
herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır.
46. Kıyıdan yararlanma hakkı
Anayasa’nın 43. maddesinde düzenlenmiş olmakla beraber, niteliği bakımından
medeni bir hak özelliği taşımamaktadır.
47. Öte yandan anılan mahkeme
kararı üzerine oteller tarafından kıyı üzerinde inşa edilen tesislerin kaldırılması
için idareye yapılan başvurunun zımnen reddine dair işlemin iptal edilmesinin,
başvurucunun kıyıdan yararlanma hakkına yönelik doğrudan ve kesin bir sonuç
doğurmadığı da açıktır.
48. Bu durumda, başvurunun “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ya da bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması çerçevesinde ele
alınabilmesinin ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki ilke ve güvencelerin bu
başvuru yönünden uygulanabilirliğinin mümkün olmadığı görülmektedir.
49. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun yargı kararının uygulanmadığı yönündeki ihlal iddiası bakımından
adil yargılanma hakkına ilişkin güvencelerin uygulanabilir olmadığı ve
dolayısıyla Anayasa ve AİHS'in ortak koruma alanı
dışında kaldığı anlaşılan başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “konu bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT ve Engin YILDIRIM bu görüşe
katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
1. Başvurunun “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılama giderlerinin başvurucu
üzerinde bırakılmasına,
25/2/2015 tarihinde, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Engin YILDIRIM’ın
karşı oyları ve OY ÇOKLUĞUYLA karar
verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1.
Başvurucu, Kemer İlçesi Göynük Beldesinin sakinlerindendir. Bölgede 1990
yılından sonra süratle artış gösteren otel ve işletmelerin, mülkiyeti devlete
ait sahil şeridini Anayasa ve yasalara aykırı biçimde işgal ederek, kendisinin
de aralarında bulunduğu belde sakinlerinin kıyıdan yararlanmasına engel
oldukları gerekçesiyle, diğer belde sakinleriyle birlikte, bu olgulara karşı
kapsamlı bir mücadele başlatmıştır.
2. Dosya
içeriğinden anlaşıldığına göre bir yandan kıyıların yasa dışı kullanımı
olgusuna karşı toplantılar, gösteriler düzenlemek ve yasalar çerçevesinde
birçok sivil girişimlerde bulunmak suretiyle kamuoyunun dikkatini çekmek,
mevcut olumsuzluklara karşı vatandaşlar ve resmi makamlar nezdinde farkındalık
yaratmak, bir yandan da yasal tedbirlerin alınarak uygulanması, sorumluluğu
bulunan kamu görevlilerinin cezalandırılması için idari ve yargısal makamlara şikayet ve dava açma haklarını kullanmışlardır.
3. Başvurunun
konusu, başvurucuların Antalya İdare Mahkemesinde, kıyı şeridindeki mevcut
işgallerin kaldırılması için davalı idarelere yaptıkları başvurunun zımnen
reddine ilişkin idari işlemlerin iptali istemiyle açtıkları ve Danıştay
tarafından da onanmak suretiyle kesinleşen yargı kararının yerine
getirilmeyişine ilişkindir.
4.
Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde yer alan
adil yargılanma, 8. maddesindeki özel yaşama saygı ve Anayasanın 43.
maddesindeki kıyılardan yararlanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
5.
Başvuru, İkinci Bölüm tarafından, “kıyıdan yararlanma hakkı”nın
niteliği bakımından bir medeni hak özelliği taşımadığı, uygulanmayan mahkeme
kararının başvurucunun kıyıdan yararlanma hakkına ilişkin doğrudan ve kesin bir
sonuç doğurmadığı, bu nedenle “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıklar” kapsamında ele alınabilmesinin mümkün görülmediği ve adil
yargılanma hakkına yönelik ilke ve güvencelerin uygulanabilirliğinin
bulunmadığı gerekçesiyle, konu bakımından yetkisizlik sebebiyle reddedilmiştir.
Aşağıda
açıklanacağı üzere bu görüşe katılmak mümkün değildir.
6. Öncelikle,
olayın sadece “kıyıdan yararlanma hakkı” olarak nitelendirilmesinin isabeti
üzerinde durmakta fayda vardır.
Kıyılardan
yararlanma, Anayasa’nın “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlıklı üçüncü
bölümünde düzenlenmiştir. Bu bölümde, temel hak niteliğindeki aile ve eğitim
hakları da düzenlendiği gibi, doğrudan bir hak niteliği bulunmayan,
kamulaştırma ve devletleştirme, özelleştirme, tarım ve hayvancılığın ve bu
dallarda çalışanların korunması gibi konular yer almaktadır.
Kıyılardan
yararlanma, bir hak şeklinde düzenlenmiş olmaktan ziyade, kıyıların statüsü ve
kıyılardan yararlanmanın esasları konusunda yasa koyucuya sınırlamalar getirmiştir.
Bu yönüyle bakıldığında, Anayasa’da düzenlenmiş olan madenler, ormanlar,
meralar, piyasalar, kooperatifler gibi konularda ayrı ve bağımsız haklardan
(maden hakkı, orman hakkı, piyasa hakkı, kooperatif hakkı gibi) söz
edilemeyeceği açıktır. Buna göre, “kıyılardan yararlanma hakkı” ancak
Anayasa’daki temel haklarla birlikte ve temel hakların kullanımının pratikte
anlam kazanması suretiyle değerlendirilebilecek, genel hak ve özgürlükler
kapsamında bir olgudur.
7.
Başvurucuların amacı kişisel olarak kıyıdan yararlanmak değildir. Aksi halde,
sahilden denize girmek veya kumsalda yürümek için, oradaki işletmelerin
sahiplerine veya yöneticilerine karşı talepte bulunur ve talepleri yerine
getirilmediğinde, bir geçit hakkı elde etmek için adli yargıda dava
açabilirlerdi. Hal böyle olsa idi uyuşmazlığın ve açılacak davanın medeni hak
kapsamında sayılacağında da tereddüt yoktu. Dolayısıyla başvurucuların idari
yargıda açtıkları dava, bir “kıyı hakkı” davası değil, Anayasa’nın 26. ve
AİHS’nin 10. maddeleri kapsamında korunan “ifade hürriyeti”ni
kullanarak yaptıkları, çeşitli aşamalardan geçen, değişik yöntemlerin
kullanıldığı bir ilke mücadelesinin, yargısal bir kararla takviye edilerek,
savundukları tezin doğruluğunun kanıtlanmasına yöneliktir. Başvurucu ve birlikte
dava açan arkadaşları, salt kişisel “kıyıya erişim hakkı” adına değil, ülkemizi
ve kıyılarını etkileyen genel bir olumsuzlukla mücadelede, fikir ve savlarına
yargısal dayanak sağlamak için dava açmışlardır.
İfade
hürriyetinin salt laf söyleme veya yazı yazma olarak anlaşılamayacağı, aksine,
savunulan görüş ve tezler, ortaya atılan iddialar doğrultusunda toplumdaki
algılama, karar alma ve uygulama süreçlerini somut biçimde değiştirme hakkını
da kapsadığı açıktır. Kazanılan dava sonucunda kesinleşen hükmün yerine
getirilmemesi, her şeyden önce, başvurucunun görüşleri doğrultusunda sonuçlar
elde etmeyi de kapsayan ifade özgürlüğüne pratikte vurulmuş bir darbedir.
Bu
nedenle başvurucuların, AİHS’nin 10. ve Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan
haklarının ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
8. Başvurucunun
elde ettiği mahkeme kararının, “kıyıdan yararlanma hakkına” yönelik doğrudan ve
kesin bir sonuç doğurmadığı yolundaki Bölüm çoğunluk görüşüne de katılmıyoruz.
Dosyadan anlaşıldığına göre, kıyılara çeşitli tesis ve engeller koyarak, ayrıca
güvenlik görevlileri de yerleştirerek kişilerin kullanımına kapatan
işletmelerin yarattığı durum, başvurucu yönünden de açık ve fiili bir
engellemedir. Yargı kararının uygulanmasıyla bu genel durum ortadan kalktığında,
başvurucu için de somut engellemeler ortadan kalkmış olacaktır. Başvurucunun bu
engellemeleri kaldırmak için daha önce bizzat fiziki bir mücadeleye girmiş
olmasını beklemek makul ve adil değildir. Kaldı ki “kıyıdan yararlanma hakkı”,
sadece ikametgahı kıyılarda olan vatandaşların değil,
tüm vatandaşların hakkıdır.
9.
Başvurucu, kıyı işgalleri sonucu özel hayatının da kısıtlandığını, böylece
AİHS’nin 8. maddesindeki haklarının da ihlal edildiğini belirtmektedir. Bu hakkın
Anayasa’daki karşılığı, 20. madde olup, bir temel hak olduğuna ve bundan doğan
uyuşmazlığın da “medeni hak” kapsamında bulunduğuna şüphe bulunmamaktadır. Özel
hayata saygı hakkının ihlaline ilişkin iddia, “kıyı hakkı”ndan
bağımsız bir iddiadır. Bu nedenle ayrıca incelenmelidir.
10.
Anayasada yer alan bir temel hakkın, temel haklar arasında sayılmayan bir hak
içerisinde eritilerek incelenmesi insan hakları yargısının özüne aykırıdır.
Aksine, temel haklar arasında sayılmayan, kişi özgürlüğünün doğal uzantısı olan
bir hak (kıyılardan yararlanma hakkı), temel haklarla ilişkisi gözetilerek,
temel haklarla bütünlük içinde değerlendirilmelidir.
11. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), AİHS’nin 6. maddesindeki “medeni hak ve
yükümlülükler” kavramına sürekli olarak gelişen bir anlam yüklemektedir.
AİHM’ne göre, bir hakkın medeni hak ve yükümlülükler kapsamında olup
olmadığına, o hakkın mevzuatta nerede düzenlendiğine bakarak değil, o hakkın
özüne bakılarak karar verilmelidir. Bir hakkın kullanımının birey ve kamu gücü
arasındaki ilişkiyi nasıl etkilediği değerlendirilmeksizin, uyuşmazlığın medeni
hak kapsamında olup olmadığına kategorik olarak karar verilmemelidir. (ECHR, Guide to Article 6, Right to a Fair Trial-Civil Limb)
12.
AİHM’nin Sözleşmenin 6. maddesindeki medeni haklara ilişkin uyuşmazlık
kapsamına zaman içerisinde dahil ettiği konular
şunlardır:
a)
kamulaştırma, imar planları, inşaat izinleri vb. ile ilgili davalar (Sporrong Lönnorth v. İsveç, Kararlar seri A no:52, 23 Eylül 1982; Ettl ve Diğerleri v Avusturya, Seri A No.117; Hakansson v. İsveç, Seri A 171-A; Mats
Jacobson v. İsveç, Seri A 180 A ve B …)
b)
özel kişiler arasındaki işlemlerin geçerliliğine etkisi olan izin, ruhsat ve
benzeri diğer kamu alanında yetki veren işlemlerle ilgili davalar (Ringeisen v Austria Seri A no.13)
c)
belirli bazı ekonomik faaliyetlerde bulunabilmek için bir kamu makamınca lisans
verilmesi veya geri alınması ile ilgili davalar (Benthem v. Hollanda, Seri A, no.97; Pudas v. İsveç, Seri A no.125-A; Tre Traktörer
AB v. İsveç, Seri A no.159; Fredin v. İsveç, Seri A
no.192)
d)
bir meslek veya sanatın icrası için kamu makamlarınca verilen iznin iptali veya
askıya alınması ( König
v. Almanya, Seri A no.27; Diennet v. Fransa Seri A
no.325-A)
e)
idari işlemlerden doğan tazminat konuları (Editions Periscope v. Fransa,
Seri A no.234-B)
f)
sosyal sigorta katkıları ile ilgili ihtilaf (Feldbrugge v. Hollanda, Seri A no.99)
g)
kamu hizmetlerinde çalışanların mali hakları (De
Santa v. İtalya, Reports of
Judgements and Decisions, 1997-V)
13. AİHM
son dönemlerde de içtihatlarını aynı yönde geliştirmeye devam etmiştir.
AİHM,
30.3.2005 tarihli Taşkın ve Diğerleri v.
Türkiye, 46117/99
kararında AİHM, altın madeni işletiminden doğan çevresel ihtilafı Sözleşme’nin
8. maddesi kapsamında korunan özel hayata müdahale yönünden incelemiş ve
başvurucuların çevresel etkilerle ilgili özet hayat şikayetlerini
kabul edilebilir bulmuş, Türkiye’nin 8. maddeyi ihlal ettiğine, ayrıca bu
konudaki yargı kararlarını uygulamamakla da 6. maddeyi ihlal ettiğine karar
vermiştir.
AİHM’nin
Taşkın v. Türkiye kararında, başvurucuların doğrudan ve yakın bir risk altında
olup olmadıklarına bakılmamıştır. Mahkeme, başvurucuların evlerinde yaşama
hakkına, özel ve aile yaşamlarını etkileyecek şekilde bir müdahalenin varlığına
hükmederek (prevent
them from enjoying their homes in such a way as to affect
their private and family life) 8.
maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.
14.
Taşkın kararında AİHM ayrıca, başvurucuların yargıya başvurmalarının
“ellerindeki son çare” olduğuna işaret etmiştir (a.g.karar,
para.133). Çevresel konularda devletin geniş bir takdir hakkına sahip
olmadığını belirten Mahkeme, bu hususu da AİHS Madde 6. kapsamındaki medeni
hakkın sınırlarını tespit ederken, başvurucular lehine değerlendirmiştir.
15.
Başvuru konusu olayda da kıyıların bazı işletmelerce özel kişiler aleyhine
işgal edilmesinin, o bölgede yaşayan kişilerin özel yaşam kalitesini olumsuz
yönde etkilediğinde şüphe bulunmamaktadır.
16.
Yukarıdaki açıklamalar karşısında, başvurucunun hak ihlali iddiasının
“kıyılardan yararlanma hakkı” şeklinde basit bir tasnifle incelenmesi ve “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
reddedilmesi yerine, ifade özgürlüğü ve özel yaşamın korunması hakları
kapsamında bir hak arayışı olarak incelenmesi, özgürlükler ve hukuk devleti
lehine yorumlanması gerekirdi.
İdare
mahkemesinin, kıyılardaki müdahalenin kaldırılması için verdiği ve kesinleşmiş
olan kararının uygulanmaması suretiyle başvurucunun özel yaşamının ihlal edildiğine,
ayrıca, kararın uygulanmamasının, mahkemeye erişim hakkının uzantısı olan
kararların icrasını isteme hakkının ortadan kaldırılmasına yol açtığından, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
17. Son
olarak, AİHM’nin Taşkın v.Türkiye kararının 136.
paragrafındaki tespitini tekrar etmek isteriz:
“ … yargı kararlarının fiilen boşa çıkarılması, hukukun
üstünlüğü ve hukuk güvenliği ilkelerine dayalı olan hukuk
devletine zarar verecektir”
Açıklanan
nedenlerle Bölüm kararına katılmıyoruz.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Engin YILDIRIM
|