TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAHMUT MANBAKİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/731)
|
|
Karar Tarihi: 15/10/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 17/12/2014-29208
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Özcan ÖZBEY
|
Başvurucu
|
:
|
Mahmut MANBAKİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Salih ARUK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, mevzuata aykırı şekilde tütün satışı yapmasından
ötürü verilen idari para cezasının kesinleşmesinden sonra lehe olarak yeniden
düzenlenen ilgili kanun hükmünden yararlanmak amacıyla yaptığı başvurunun
reddedildiğini, bu nedenle Anayasa’nın 38. maddesinde düzenlenen haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 13/11/2012 tarihinde İzmir 8.
Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/6/2013
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde
yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 23/9/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre
sonunda görüşünü 22/11/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş,
başvurucuya 6/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Başvurucu tarafından herhangi bir karşı görüş Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun işyerinde 16/4/2010
tarihinde yapılan denetimde 10 gram sarmalık kıyılmış tütün ele geçirilmiştir.
9. Turgutlu Kaymakamlığı tarafından, 19/4/2010
tarihinde, 3/1/2002 tarih ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme
Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 8. maddesine aykırı olarak
sarmalık kıyılmış tütün satışı yapması nedeniyle, aynı maddenin beşinci
fıkrasının (ı) bendi uyarınca başvurucuya 5.723 TL idari para cezası verilmiş
olup, bu ceza 20/4/2010 tarihinde kendisine tebliğ edilmiştir. Başvurucu
tarafından süresinde itiraz edilmeyen bu idari yaptırım kararı kesinleşmiştir.
10. Başvurucu, henüz para cezası infaz edilmeden, 6/5/2011
tarihli dilekçesiyle Turgutlu Kaymakamlığına başvurarak, 25/2/2011 tarihinde
yürürlüğe giren 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden
Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve
Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun’un 175. maddesi ile 4733 sayılı Kanun’un 8. maddesinde değişiklik
yapıldığını ve bu yeni düzenleme ile eylemi hakkındaki idari para cezası miktarının
250 TL olarak belirlendiğini, bu nedenle Kanun hükmünün lehe değişen son
şeklinin kendisine uygulanmasını ve buna göre daha önce 5.723 TL olarak
belirlenen 19/4/2010 tarihli idari para cezasının iptal edilerek, yeni
düzenleme uyarınca 250 TL idari para cezası verilmesini talep etmiştir.
11. Başvurucunun talebi Turgutlu Kaymakamlığının 30/6/2011
tarihli kararıyla “…kesinleşmiş idari
yaptırım kararının bir mahkeme ilamı olmaksızın Kaymakamlığımız tarafından
ortadan kaldırılması veya değiştirilmesi durumu yetkimiz dışında olduğundan”
gerekçesine dayalı olarak reddedilmiştir.
12. Başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen Manisa İdare Mahkemesi,
itirazın süresinde olmadığı ve yaptırım kararının kesinleştiği gerekçesi ile 21/2/2012 tarih ve E.2011/1700, K.2012/269 sayılı kararıyla
itirazı reddetmiştir.
13. Başvurucunun bu karara yaptığı itirazı inceleyen Manisa Bölge
İdare Mahkemesi, 12/6/2012 tarih ve E.2012/215,
K.2012/239 sayılı kararıyla itirazı kabul ederek, işlemin iptaline karar vermiştir.
14. Davalı idarenin karar düzeltme talebi sonucunda Manisa Bölge
İdare Mahkemesi, “Söz konusu yasa
değişikliği ancak 6111 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 25/2/2011
tarihinden sonra işlenecek olan fiiller hakkında uygulanacağı tartışmasız olup,
olayımızda olduğu gibi 19/4/2010 tarihinde tebliğ edilen ve dava açılmayarak
kesinleşen idari para cezasında uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Diğer yandan,
ceza hukukunda lehe olan hükümlerin uygulanacağı yolundaki kural da ancak
süresi içinde dava açılmış ve yargılanması henüz tamamlanmamış olan idari para
cezaları hakkında geçerlidir.” gerekçesi ile 4/10/2012
tarih ve E.2012/499, K.2012/491 sayılı kararla, karar düzeltme isteminin
kabulüne, Mahkemenin 12/6/2012 tarih ve E.2012/215, K.2012/239 sayılı bozma
kararının kaldırılmasına, Manisa İdare Mahkemesinin 21/2/2012 tarih ve
E.2011/1700, K.2012/269 sayılı kararının onanmasına karar vermiştir.
15. Aynı tarihte kesinleşen karar 9/11/2012
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu 13/11/2012 tarihli
dilekçesi ile süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
16. 4733 sayılı Kanun’un 8. maddesinin beşinci fıkrasının (ı)
bendinin, 6111 sayılı Kanun’un 175. maddesi ile değiştirilmeden önceki hali
şöyledir:
“Kurumdan uygunluk belgesi almadan enfiye, çiğneme, nargile
tütünü veya yaprak sigara kâğıdı ya da makaron
üretenler ile satan veya satışa arz edenlere, ticari amaçla sarmalık kıyılmış
tütün üretenler ile satan veya satışa arz edenlere beşbin
Yeni Türk Lirası idarî para cezası verilir.”
17. 4733 sayılı Kanun’un, 6111 sayılı Kanun’un 175. maddesi ile
değişik 8. maddesinin ikinci fıkrasının (ı) bendi ve aynı fıkraya eklenen (o)
bendi ile altıncı, yedinci ve sekizinci fıkraları şöyledir:
“ı) Kurumdan uygunluk belgesi almadan enfiye, çiğneme,
nargile tütünü veya yaprak sigara kâğıdı ya da makaron
üretenler ile satan veya satışa arz edenlere, (...)* beşbin
Yeni Türk Lirası idarî para cezası verilir.
…
o) (Ek bend: 13/02/2011-6111
S.K 175. mad.) Ticari amaçla sarmalık kıyılmış tütün üretenler ile satan veya
satışa arz edenlere ürettikleri, sattıkları veya satışa arz ettikleri tütünün;
50 kilograma kadar (50 kilogram dâhil) olması halinde 250
TL.
50 kilogramdan 100 kilograma kadar (100 kilogram dâhil)
olması halinde 500 TL.
100 kilogramdan 250 kilograma kadar (250 kilogram dâhil)
olması halinde 1.500 TL.
250 kilogramdan 500 kilograma kadar (500 kilogram dâhil)
olması halinde 3.000 TL.
500 kilogramdan fazla olması halinde 5.000 TL.
idari para cezası verilir.
…
Beşinci fıkranın (f), (g), (h), (ı) ve (j) ile (o)*
bentlerinde yazılı fiiller hakkında idarî yaptırım uygulamaya ve bu fiillerin
konusunu oluşturan her türlü eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi kararını
vermeye mahalli mülkî amirler, diğer bentlerde yazılı fiiller hakkında idarî
para cezası vermeye Kurum yetkilidir. Mahalli mülkî amirlerce uygulanan idarî
yaptırımlar onbeş gün içinde Kuruma iletilir.
Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî yaptırım kararlarına
karşı 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulabilir. Ancak, idare
mahkemesinde dava, işlemin tebliği tarihinden itibaren onbeş
gün içinde açılır. İdare mahkemesinde iptal davası açılmış olması, kararın
yerine getirilmesini durdurmaz.
İdarî yaptırımlara ilişkin olarak bu Kanunda hüküm
bulunmayan hallerde 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır.”
18. 30/3/2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun zaman
bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatlar
bakımından da uygulanır. Ancak, kabahatlar
karşılığında öngörülen idari yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi
bakımından derhal uygulama kuralı geçerlidir.”
19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin (1) ve
(2) numaralı fıkraları şöyledir:
(1) İşlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza
verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren
kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve
hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri
hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.
(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile
sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan
kanun uygulanır ve infaz olunur.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 15/10/2014 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucunun 13/11/2012 tarih ve 2012/731 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, 4733 sayılı Kanun’a aykırı olarak işyerinde 10 gram
sarmalık kıyılmış tütün bulundurmasından dolayı Turgutlu Kaymakamlığı
tarafından kendisine 5.723,00 TL idari para cezası verildiğini, bu cezanın
kesinleşmesinden sonra ilgili Kanun hükmünde yapılan değişiklik ile söz konusu
eylemin karşılığı olarak ceza miktarının 250,00 TL olarak düzenlendiğini, lehe
değişen hükmün uygulanması amacıyla İdare ve Mahkemelere yaptığı başvurunun
reddedildiğini, bu nedenle Anayasa’nın 38. maddesinin ihlal edildiğini iddia
etmiş ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
22. Bakanlık, başvurucunun şikâyetinin Anayasa’nın 38. maddesi
çerçevesinde incelenmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.
23. Kabul edilebilirlik açısından ayrı bir değerlendirmesi olmayan
Bakanlık görüş yazısında özet olarak; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
suç kavramını, eylemin iç hukuktaki nitelendirmesine bağlı kalmaksızın özerk
bir şekilde yorumladığı, keyfi işlemlere karşı etkin bir koruma sağlanabilmesi
için, görünüme ilişkin değil esasa yönelik bir değerlendirme yapıldığı, genel
bir ayrıma gidilmeyen AİHM içtihatlarında yorum kriterleri
olarak, başlangıçta iç hukuktaki nitelemenin dikkate alındığı, ancak bunun yanı
sıra suç ve bunun için öngörülen cezanın niteliği, amacı ve ağırlığının da göz
önünde tutulduğu, suçun niteliği değerlendirilirken, ilgili suçun Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf devletlerin büyük çoğunluğunda nasıl
nitelendirildiği, bu suçun ceza hukukundaki diğer suçlarla benzerliği,
uygulanan usullerin özellikleri, suçun bir grup için mi yoksa kamu yararına
istinaden herkes için mi bağlayıcı olduğu hususlarının dikkate alındığı,
kriterlerden biri açısından suç sayılabildiği takdirde bunun yeterli sayıldığı
belirtilmiştir.
24. Başvurucu, Bakanlık görüş yazısına karşı herhangi bir beyanda
bulunmamıştır.
25. Bir hak ihlali iddiasının gerek Anayasa’nın 38. maddesi gerekse
AİHS’nin 7. maddesi kapsamında incelenebilmesi için, ortada ceza hukuku anlamında
bir suç veya cezanın bulunması gerekir.
26. Diğer taraftan, Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bu
bağlamda, bireysel başvuru konusu temel hak ve özgürlüğün kapsamının Anayasa ve
AİHS’nin ortak koruma alanı çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 18; B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 34).
27. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar
başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası ve AİHS’nin “Kanunsuz ceza olmaz” kenar başlıklı 7. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında düzenlenmiştir. Uyuşmazlığın suç ve cezalara ilişkin
olması, bir ihlal iddiasının belirtilen maddelerin ortak koruma alanı
kapsamında değerlendirilebilmesinin ön şartıdır.
28. Benzer bir başvuruda, “cezai alanda … yöneltilen suçlama…” olarak
kabahat eylemleri nedeniyle uygulanan idari yaptırımlara ilişkin
uyuşmazlıkların da Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı kapsamında yer
aldığı kabul edilmiştir (B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 26). Dolayısıyla, idari
açıdan müeyyideye bağlanan bir eylemin, AİHS’nin 6. maddesi anlamında suç
olarak nitelendirilmesi halinde, artık bunun AİHS’nin 7. maddesi açısından da
suç olarak değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
29. Nitekim Anayasa Mahkemesi de daha önceki bir kararında (AYM,
E.2007/115, K.2009/80, 11/6/2009) kabahatlerin suç
niteliğinde olduğunu açıklamıştır. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:
“Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari
yaptırımların kapsamı ise Yasa'nın 16. maddesinde belirlenmiş ve idari
yaptırımlar, idari para cezası ve idari tedbirler olarak ifade edilmiştir.
'Kabahat' tanımı yapılmak suretiyle, daha önce idari
yaptırıma tabi olmayan bir eylem, idari yaptırıma tabi kılınmamakta, aksine
kanunla idari yaptırıma tabi kılınmış eylemler kabahat olarak
adlandırılmaktadır. Bir başka deyişle, itiraz konusu kural ile yapılan kabahat
tanımı, daha önce suç olmayan bir eylemi suç niteliğine dönüştürmemektedir.
İtiraz konusu kuralla, bir eylemin kabahat olarak kabulü
için bu eylemin karşılığında kanunun mutlaka bir idari yaptırım uygulanmasını
öngörmüş olması esas alındığından, söz konusu düzenlemede yeni bir suç
yaratılmamakta, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.
….
Kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü
kabahatlerden bir kısmının ceza hukuku kapsamında suç niteliği taşıdığı
açıktır. Nitekim, Kabahatler Kanunu'nun İkinci
Kısmında 'Çeşitli kabahatler' başlığı altında düzenlenen fiilleri, ağırlıklı
olarak 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş
olan kabahatler oluşturmaktadır. Ayrıca, çeşitli yasalarda yer alan ve
yaptırımı hafif hapis ya da hafif para cezası veya her ikisi olan fiiller, 5252
sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 7.
maddesiyle idari para cezasına dönüştürülmüşlerdir. Uygulanacak yaptırımın yasa
ile 'idari' para cezasına dönüştürülmesinin bu tür yaptırım uygulanacak
eylemlerin gerçekte ceza hukuku alanına giren suç olma özelliklerini
etkilemeyeceği açıktır.”
30. Buna göre başvuruya konu idari para cezası ve bu cezaya karşı
başvurunun Mahkemece reddedilmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin
ihlal edildiği iddiasının Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı kapsamında yer
aldığının kabul edilmesi gerekir.
31. Açıklanan nedenlerle, “suçta
ve cezada kanunilik ilkesi”ne
ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
32. Başvurucu, eylemi ile ilgili kanunda yapılan lehe değişikliğin
hakkında uygulanmayarak suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
33. Bakanlık görüş yazısında, suç ve cezaların kanuniliğinin, hukuk
devleti ilkesinin temel unsurlarından olduğu, bu güvencenin amacının, keyfi
soruşturma, kovuşturma veya cezalandırmalara karşı etkili bir koruma sağlamak
olduğu, AİHM içtihatlarına göre suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan ceza
kuralı ile kesin bir hükmün verilmesinden önce kabul edilen bir ceza kuralının
farklı olması halinde, hâkimin sanığın lehine olan ceza kuralını uygulaması
gerektiği, “kanunsuz suç ve ceza olmaz”
ilkesinin ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait
olduğu ifade edilmiştir.
34. Suçta ve cezada kanunilik, Anayasa ve AİHS’de güvence altına
alınmış temel bir ilkedir (B. No: 2013/849, 15/4/2014,
§ 28).
35. Anayasa’nın “Suç ve cezalara
ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”
36. AİHS’nin “Kanunsuz ceza
olmaz” kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka
göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı
biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez.”
37. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde
kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi, 13.
maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel
ilkelerde de sınırlamaların “ancak kanunla”
yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın suç ve cezaları düzenleyen 38.
maddesinde de (§ 35) “suçta ve cezada
kanunilik ilkesi” özel olarak güvence altına alınmıştır. (B. No:
2013/849, 15/4/2014, § 31).
38. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “Kimse, ... kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçta kanunilik”, üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak
kanunla konulur” denilerek, “cezada
kanunilik” ilkeleri güvence altına alınmıştır. Anayasa’da öngörülen “suçta ve cezada kanunilik ilkesi”, insan
hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza
hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 38. maddesine
paralel olarak 5237 sayılı Kanun’un 2. maddesinde düzenlenen “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” uyarınca,
hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir
kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır
ve sınırlarının belli olmasını gerektirmektedir. Kişilerin yasak eylemleri
önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin
güvence altına alınması amaçlanmaktadır (AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011).
39. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu
unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve
özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve
cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup, bu
kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden
dolayı keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek
olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması
sağlanmaktadır. (B. No: 2013/849, 15/4/2014, §
32).
40. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin
keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik
ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda, kamu
otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin, bu ilkeye saygılı
hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının,
yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları
kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve
ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organın da
kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi
gerekir (B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32).
41. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti”nin
temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir takım
güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle
bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye
hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip
olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp,
davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010;
AYM, E.2009/21, K.2011/16, K.T. 13/1/2011; AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T.
7/7/2011; AYM, E.2011/18, K.2012/53, K.T. 11/4/2012).
42. Hukuk devletinde, bireylerin belirli bir zaman diliminde hangi
fiillerin suç olarak tanımlandığı ve hangi cezai yaptırımlara bağlandığını
bilip öngörebilmeleri, bir başka ifadeyle ceza hukuku kurallarının
öngörülebilir ve erişilebilir olması şarttır. Aksi takdirde “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz”
şeklinde ifade edilen ceza hukuku prensibinin hayata geçirilmesi mümkün
olmayacaktır. Zira ceza sorumluluğu, kişinin fiilinin bilincinde olduğu ve
özgür iradesiyle suç olan bu fiili işlediği varsayımına dayanır. Bu nedenle,
kişinin işlediği fiilden sorumlu tutulabilmesi için, hangi fiillerin suç olduğunun
kanunlarda açıkça gösterilmesi gereklidir (AYM, E.1991/18, K.1992/20, K.T. 31/3/1992).
43. Ceza yaptırımına bağlanan fiilin kanunda açık bir şekilde
düzenlenmesi şartı, suç ve cezalara dair düzenlemelerin şeklî bakımdan kanun
biçiminde çıkarılmasının yeterli olmadığı, bunların içerik bakımından da belli
amacı gerçekleştirmeye elverişli olmaları gerektiğini ifade etmektedir. Bu
açıdan kanun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle,
hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını
belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme
alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve
sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte,
kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden,
aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği
alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate
alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamanda kolaylıkla
erişilebilir nitelikte olması gerekir (AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T. 12/1/2012).
44. Öte yandan, suçun işlendiği tarihten sonra kabul edilen lehteki
kanun hükmünün geriye yürümesi hakkını AİHS’nin 7. maddesinin güvence altına
almadığı yönündeki içtihadını değiştiren AİHM, bu ilkenin, Avrupa Temel Şartı
da dâhil temel bütün metinlerde tanındığını, artık Avrupa ceza hukuku
geleneğinin bir parçası olduğunun kabul edildiğini, hukukun üstünlüğü ilkesi
gereğince hâkimin, suç oluşturan eyleme kanun koyucunun orantılı bir ceza
olarak belirlediği cezayı vermesinin tutarlı olduğunu, suç işleyene sadece suç
işlediği tarihte daha ağır bir ceza öngörüldüğü gerekçesi ile ağır bir ceza
verilmesinin ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı bulunduğunu, bunun aynı
zamanda suçun işlendiği tarihten sonra meydana gelen bütün yasal değişiklikleri
ve toplumun o suç karşısındaki yaklaşım değişikliğini görmemek anlamına
geldiğini, lehte olan ceza hükmünün geriye yürümesi ilkesinin cezaların
öngörülebilir olması gerekliliğinin bir uzantısı olduğunu, buna göre, eğer
suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan ceza kuralı ile kesin bir hükmün
verilmesinden önce kabul edilen bir ceza kuralı farklı ise, hâkimin, sanığın
lehine olan ceza kuralını uygulaması gerektiğini belirtmiştir (bkz. Scoppola/İtalya no. 2, B. No: 10249/03, 17/9/2009,
§§ 105-109).
45. Nitekim Yargıtay uygulamasının da bu yönde olduğu görülmektedir.
Yargıtaya
göre, 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca;
sonradan yürürlüğe giren yasanın, bir fiili suç olmaktan çıkarması, suçun
unsurlarında veya diğer cezalandırılabilme şartlarında, bu suçtan dolayı
mahkûmiyetin yasal neticelerinde, ceza ve hatta güvenlik tedbirlerinde
değişiklik yapması ve bu değişikliğin failin lehine sonuç vermesi durumunda,
yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenen suçlar hakkında da uygulanması
gerekecektir. Bu değişiklik, kesinleşmiş ancak infazı henüz
tamamlanmamış hükümler ile infazı tamamlanmış hükümler bakımından da söz
konusudur (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2011/5-74, K.2011/147, K.T. 28/6/2011; YCGK. E.2008/5-220, K.2009/28, K.T. 17/2/2009).
46. Somut olayda idare tarafından, 19/4/2010
tarihinde, 4733 sayılı Kanun’a aykırı olarak sarmalık kıyılmış tütün satışı yapması
nedeniyle başvurucuya 5.723,00 TL idari para cezası verilmiş olup, bu ceza
kesinleşmiştir. Henüz para cezası infaz edilmeden, başvurucunun anılan
eylemiyle ilgili kanun hükmünde yapılan değişiklik ile idari para cezası
miktarı 250,00 TL olarak belirlenmiş ve başvurucu da lehe olan değişikliğin
uygulanmasını talep etmiş, ancak bu talebi reddedilmiştir.
47. 5326 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre,
Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler
açısından da uygulanacak, ancak, kabahatler karşılığında öngörülen idari
yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi bakımından derhal uygulama
kuralı geçerli olacaktır. Anılan maddede öngörülen “derhal uygulama” kuralı, idari yaptırım kararının infazı
yöntemiyle ilgilidir. Dolayısıyla, infaz aşamasında da olsa, kabahat fiilinin
unsurlarına veya yaptırımına yönelik lehe kanun değişikliklerinde, Anayasa’nın
38/1. maddesinde düzenlenen “kanunilik ilkesi”nin
sonuçlarından biri olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7/2. maddesinde yer
alan “lehe kanunun geriye yürümesi”
kuralının uygulanması gerekir.
48. Başvuruya konu olayda, kabahat nedeniyle başvurucuya bir
yaptırım uygulanmış, ancak henüz bu yaptırım kararı yerine getirilmeden,
sonradan yürürlüğe giren kanunla, isnat edilen suçun unsurlarında ve cezasında
lehe olacak şekilde değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklik, suçun içeriği, diğer
bir ifadeyle maddi yapısıyla ilgili olup, kararların yerine getirilme şekli ile
ilgili değildir. Buna göre, yukarıdaki hükümler (§§ 16-19) gözetildiğinde, lehe
kanun değerlendirmesinde maddi ceza hukukuna ilişkin zaman bakımından uygulama
kurallarının geçerli olması ve Mahkemece, cezası henüz infaz edilmemiş olan
başvurucu hakkında lehe kanun uygulamasının yapılması gerektiği
anlaşılmaktadır.
49. Bu açıklamalara göre, başvurucunun eylemine uyan kanun hükmünde
yapılan lehe değişikliğin başvurucuya uygulanması gerekirken, bu yöndeki
talebinin reddedilmiş olması Anayasa’nın “Suç
ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin birinci
fırkasında düzenlenen “suçta ve cezada
kanunilik ilkesi” ile bağdaşmamaktadır.
50. Açıklanan nedenlerle, başvurucu hakkında lehe kanun hükmünün
uygulanmamasından dolayı Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
V. 6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
51. Başvurucu, ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye
gönderilmesini talep etmiş olup, herhangi bir tazminat isteminde bulunmamıştır.
52. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
53. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, Mahkeme kararından
kaynaklanmaktadır. Yeniden yargılama yapılması halinde, ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması mümkün olduğundan, yeniden yargılama yapılmak üzere
dosyanın, ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir
VI. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan “suçta ve cezada kanunilik ilkesi”nin ihlal edildiği
yönündeki başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için, yeniden
yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye gönderilmesine,
D. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
15/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.