TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖZKAN ŞEN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/791)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Recep ÜNAL
|
Başvurucu
|
:
|
Özkan ŞEN
|
Vekili
|
:
|
Av. Adem DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, askerlik görevi sırasında meydana gelen mayın
patlaması sonucunda yaralanması nedeniyle, ilgili idare hakkında açtığı tam
yargı davası sonucunda, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarı üzerinden
vekâlet ücreti belirlendiğini, buna ilişkin düzenlemenin Anayasa’ya aykırı
olduğunu iddia ederek iptalini ve hükmedilen tazminat miktarının yeniden
değerlendirilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/11/2012 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 8/3/2013
tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 20/5/2013 tarihli
ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 28. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 22/5/2013
tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 22/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 29/7/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren
dilekçesini 6/8/2013 tarihinde sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Osmaniye İli Hasanbeyli
İlçe Jandarma Komutanlığında Jandarma Er olarak askerlik görevini ifa etmekte
iken, bölücü terör örgütü mensuplarınca yola yerleştirilen uzaktan kumandalı
patlayıcının 27/7/2010 tarihinde şoförlüğünü yaptığı
askeri aracın geçişi esnasında patlatılması sonucu yaralanmıştır.
9. Başvurucu, maruz kaldığı yaralanma neticesinde yapılan
ilk müdahalenin ardından Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Eğitim
Hastanesinde her iki kolundaki yumuşak doku kaybı nedeniyle “debridman-greftleme”
ameliyatı geçirmiş ve kendisine değişik sürelerle toplam 4,5 ay “hava değişimi” izni verilmiştir.
10. Son hava değişimi izni sonunda başvurucunun
sağ ön kol dorsal yüzde orta 1/3’lük bölümünde 10x6
cm boyutunda düzensiz sınırlı hiperpigmente greft dokusu ve son ön kol volar
yüzde proksimal 1/2’lik bölümünde 20x10 cm boyutunda
düzensiz sınırlı hiperpigmente vital
greft dokusu tespit edilerek anılan hastane
tarafından “askerliğe elverişlidir”
şeklinde ön rapor tanzim edilmiş ve 135 gün iş ve iş gücü kaybının olduğu
tespit edilmiştir. Başvurucu bu rapora itiraz etmiş ve İstanbul Gümüşsuyu
Asker Hastanesinde muayenesi yapılarak askerliğe elverişli olduğu yönünde rapor
düzenlenmiştir.
11. Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun 18/4/2011 tarih ve 2011/82 sayılı kararı ile 3/11/1980 tarih
ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’un 3. maddesi
uyarınca başvurucuya 135 günlük iş gücü kaybı nedeniyle 11.771,20 TL tazminat
ödenmesine karar verilmiştir.
12. Başvurucu, meydana gelen olay nedeniyle uğradığı maddi ve
manevi zararların tazmini için İçişleri Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde (AYİM) 29/7/2011 tarihinde tam yargı
davası açmış, davalı idareden 200.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi
tazminat ve adli yardım taleplerinde bulunmuştur.
13. AYİM Nöbetçi Dairesinin 10/8/2011
tarih ve E.2011/140 sayılı kararı ile 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 56. ve 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 465. maddeleri gereğince başvurucunun adli
yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
14. Davaya bakan AYİM İkinci Dairesi, başvurucunun maddi
zararının tespit edilebilmesi için bilirkişi incelemesi yapılmasına karar
vermiştir. Bilirkişinin 12/4/2012 tarihli raporunda,
başvurucunun maddi zararının 5.311,00 TL olduğu bildirilmiştir.
15. Başvurucu, AYİM İkinci Dairesine sunduğu 20/4/2012 tarihli dilekçesi ile 200.000,00 TL tutarındaki
maddi tazminat talebinin 180.000,00 TL’lik kısmından feragat ettiğini
bildirmiştir. Dilekçenin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Konu düzeltme talebimizin, davada haksız
oluşumuzdan değil; dava açıldığı tarihte ıslah kuralları da dikkate alınarak
müvekkilin herhangi bir zarara uğramaması amacıyla …
feragat edilen miktar da dahil olmak üzere talepte bulunmak zorunda
kaldığımızı, bu nedenle … feragat
edilen tazminat miktarı doğrultusunda davalı idare lehine avukatlık ücretine
hükmedilmemesini;
…”
16. AYİM İkinci Dairesi, 16/5/2012
tarih ve E.2011/1166, K.2012/539 sayılı kararı ile tıbbi rapor ve bilirkişi
raporu doğrultusunda 5.311,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminatın,
27/7/2010 tarihinden ödeme tarihine kadar hesaplanacak % 9 oranındaki yasal
faizi ile birlikte, başvurucuya ödenmesine ve fazlaya ilişkin tazminat
taleplerinin reddine; ayrıca, başvurucunun feragat isteminin etkili olmadığı
gerekçesiyle dikkate alınmayarak 2/11/2011 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe
Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin
Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (659 sayılı KHK) 6. ve 14.
maddeleri gereğince reddedilen tazminat talepleri üzerinden hesaplanan
18.531,34 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye
ödenmesine karar vermiştir.
17. Başvurucu bu karar aleyhine karar düzeltme yoluna
başvurmuş ve AYİM İkinci Dairesinin 17/10/2012 tarih
ve E.2012/576, K.2012/924 sayılı kararı ile başvurucunun talebi reddedilmiştir.
Bu şekilde başvuru yolları tüketilmiş, anılan ret kararı başvurucuya 5/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 26/11/2012 tarihinde,
Anayasa Mahkemesine süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 659 sayılı KHK’nin “Davalardaki
temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve
dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil
adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk
birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk
müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların
idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen
dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden
idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.
(2) İdareler lehine karara bağlanan ve tahsil olunan vekalet
ücretleri, hukuk biriminin bağlı olduğu idarenin merkez teşkilatında bir emanet
hesabında toplanarak idare hukuk biriminde fiilen görev yapan personele
aşağıdaki usul ve sınırlar dahilinde ödenir.
a) Vekalet ücretinin; dava ve icra
dosyasını takip eden hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat
müdürü veya avukata %55’i, dağıtımın yapıldığı yıl içerisinde altı aydan fazla
süreyle hukuk biriminde fiilen görev yapmış olmak şartıyla, hukuk birimi amiri,
hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara %40’ı
(…) eşit olarak ödenir.
b) Ödenecek vekalet ücretinin
yıllık tutarı; hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat
müdürü, avukatlar için (10.000) gösterge (…) rakamının, memur aylıklarına uygulanan
katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki
katını geçemez.
c) Yapılacak dağıtım sonunda arta kalan tutar, hukuk
biriminde görev yapan ve (b) bendindeki tutarları dolduramayan hukuk birimi
amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara
ödenir. Bu dağıtım sonunda arta kalan tutar üçüncü bütçe yılı sonunda ilgili
idarenin bütçesine gelir kaydedilir.
(3) Hizmet satın alınan avukatlara yapılacak ödemeler bu
madde kapsamı dışındadır.”
20. 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları
ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 1. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrasına
eklenen cümle şöyledir:
“Ancak, tam yargı davalarında dava
dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin
nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak
üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde
cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/11/2012 tarih ve 2012/931 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucu, terör eylemi sonucunda
maruz kaldığı maddi ve manevi zararların tazmini için açtığı dava sonucunda,
yetersiz miktarda bir tazminata hükmedildiğini, hükmedilen tazminatın
hesaplanmasında belgelendirilemeyen tedavi masraflarının, vücut bütünlüğüne
ilişkin zararının, 135 günlük iş gücü kaybının, ameliyat sonrasında oluşan güç
kaybının, tedavi sırasında kendisinin ve yakınlarının çektiği acı ve
sıkıntıların ve diğer manevi zararlarının dikkate alınmadığını ve AYİM
kararının bu nedenle hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek yeniden
değerlendirilmesini talep etmiştir.
23. Başvurucu öte yandan, hukuk
muhakemesi sisteminde yer alan ıslah müessesesinin, askeri idari yargılama
usulü için öngörülmediğini belirterek davanın açıldığı tarihte zarar miktarını
tespit etmenin olanaksız olması karşısında her hangi bir hak kaybına uğramamak
için tazminat taleplerini zorunlu olarak yüksek tuttuğunu, maddi durumunun iyi
olmaması nedeniyle yargılama sürecinde adli yardım talebinde bulunduğunu ve bu
talebinin kabul edildiğini, ancak dava açıldığı zaman yürürlükte olmayan bir
düzenlemeye dayanılarak, reddedilen miktar üzerinden nispi olarak hesaplanan
18.531,34 TL vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiğini, böylece lehine
hükmedilen maddi ve manevi tazminatın neredeyse tamamının vekâlet ücreti olarak
idareye geri verildiğini, bunun dayanağı olan 659 sayılı KHK’nin 14. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının Anayasa’nın 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğunu,
Anayasa’da tanımlanan “hak arama hürriyeti”nin
kullanılmasını engellediğini ileri sürmüş ve anılan kuralın iptalini talep
etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Hak Arama
Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
24. Başvurucu, haksız çıkan tarafa
nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik bir düzenlemenin olmadığı bir
dönemde dava açtığını ve o dönemde idari yargıda ıslah imkânı bulunmadığını
belirterek dava açarken o dönemin koşullarına göre dava konusu tazminat
miktarını belirlediğini, dava devam ederken yürürlüğe giren 659 sayılı KHK’daki
düzenleme nedeniyle öngörmediği bir şekilde vekâlet ücreti ödemeye mahkûm
edildiğini, bu durumun hak arama özgürlüğünü kısıtladığını iddia etmiştir. Başvurucunun bu iddiası, adil
yargılanma hakkının bir unsuru olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenecektir.
25. Bakanlık görüş yazısında, başvurunun bu yönünün kabul
edilebilirliği konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre,
Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi
için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da
güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu
ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
27. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
22).
28. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
29. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“1. Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
30. Asker kişilerin, askeri idarenin eylem ve işlemlerinden
doğan kişisel zararlarının tazmini, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükler” kavramı
içerisinde yer almakta olup bu tür uyuşmazlıkların Anayasa ve Sözleşme’de düzenlenen adil yargılanma hakkının koruma
alanı kapsamında yer aldığı konusunda tereddüt yoktur.
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden görülmeyen başvurunun bu
bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Tazminat
Miktarının Adil Olmadığı İddiası
32. Başvurucu, lehine hükmedilen tazminat miktarının
belirlenmesinde, belgelendirilemeyen ulaşım, iaşe, ibate vb. masraflarının;
vücut bütünlüğüne ilişkin zararlarının, kalıcı sakatlık nedeniyle maruz kaldığı
güç kaybının ve olay nedeniyle maruz kaldığı elem ve ıstıraplarının dikkate
alınmaması nedeniyle AYİM kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek
yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir.
33. Bakanlığın görüş yazısında yerel mahkemelerce olguların
veya hukukun değerlendirilmesindeki farklılıkların, Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından güvence altına alınan haklar ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece bireysel başvuru konusu yapılamayacağı,
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında,
bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece
kabul edilemezliğine karar verilebileceğinin belirtildiği, tazminat
miktarlarının usulüne uygun, adil olup olmadığı tartışılabilirse de, bu konunun
ilk derece mahkemelerinin yetkisinde olduğu, bu nedenle bu yöndeki şikâyetin
bireysel başvuruya konu olamayacağı bildirilmiştir.
34. Başvurucu, cevap dilekçesinde başvurunun bu yönüne
ilişkin olan ve yukarıda nakledilen Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir
beyanda bulunmamış, Bakanlık görüşünün genelindeki aleyhe olan hususları kabul
etmediğini bildirmiştir.
35. Başvurucu başvuru dilekçesinde AYİM’in
hükmettiği tazminat miktarlarının maddi ve manevi zararlarını gidermediğini ve
bu nedenle hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasa Mahkemesince yeniden
değerlendirilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu şikayeti
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan vücut bütünlüğünün korunması
hakkı çerçevesinde incelenecektir.
36. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre,
Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi
için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da
güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu
ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
37. Somut başvuruya ilişkin ortak koruma alanının,
Anayasa’nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde tespit edilmesi
gerekmektedir.
38. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
39. Sözleşme’nin “Özel ve
aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
40. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri ile kişinin maddi ve
manevi varlığının bütünlüğü, gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin
gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır. Bu
çerçevede devletin, egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü altında bulunan
kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri önleme, önlenememiş
olan müdahalelere yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma, failleri
tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili bir
şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan
zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin,
Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği
durumlarda, kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez.
41. Bu çerçevede, askerlik görevi sırasında terör eylemi
sonucunda yaralanan başvurucunun, bu olay nedeniyle kendisine yeterli ve adil
bir tazmin sağlanmadığı iddiası, Anayasa’nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 8.
maddesinin ortak koruma alanı kapsamında yer almaktadır.
42. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun bireysel başvuruların Anayasa
Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
43. Somut olayda, bölücü terör örgütü militanları tarafından
döşenen mayının patlaması sonucu yaralanan ve bu nedenle 135 gün iş gücü
kaybına maruz kalan başvurucuya idare tarafından 2330 sayılı Kanun’un 3.
maddesi uyarınca 11.771,20 TL tazminat ödenmiştir.
44. Kendisine ödenen tazminatı yeterli görmeyen başvurucu,
idare aleyhine AYİM’de tam yargı davası açarak
karşılanmamış olan maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesini talep
etmiştir. Başvurucunun davasını inceleyen AYİM İkinci Dairesi başvurucunun
tazminat talebinin kısmen kabulüne karar vererek 5.311,00 TL maddi ve 20.000,00
TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları
şöyledir:
“ … bölücü terör örgütü mensuplarında
yerleştirilen uzaktan kumandalı mayının patlaması sonucu aralarında davacının
da bulunduğu (4) kişinin yaralandığı, olay neticesinde Osmaniye Devlet
Hastanesine sevk edilen davacının, buradan GATA’ya sevkedildiği,
yapılan tedavisini müteakip 17.08.2010 tarihinden geçeli olmak üzere 45 gün
hava değişimi verilerek taburcu edildiği, tedaviler sonucunda GATA tarafından
verilen 22.12.2010 gün ve … numaralı rapor ile davacı
hakkında ‘A/25 F.10 Askerliğe Elverişlidir’ kararlı rapor verildiği, J.Gn.K.lığı Nakdi Tazminat
Komisyonu tarafından verilen 18.04.2011 gün ve 2011/82 sayılı karar ile,
‘meydana gelen olayın, 2330 sayılı … Kanun kapsamında olduğu
ve aynı Kanunun 3’üncü maddesi uyarınca davacıya (135) gün iş gücü kaybı
karşılığı 11.771,20 TL nakdi tazminat ödenmesine’ karar verildiği, tarihli
dilekçe ile davalı idareye müracaat ederek tazminat talep ettiği, ancak bu
talebe 60 gün içinde cevap verilmeyerek zımnen reddedilmesi üzerine süresi
içinde 29.07.2011 tarihinde AYİM’de iş bu davanın
açıldığı anlaşılmıştır.
İdare hukuku ilkelerine ve T.C. Anayasasının
125’inci maddesine göre; idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları
ödemekle yükümlüdür. Bu suretle idarenin sorumluluğu Anayasa prensibi olarak
kabul edilmiştir. İdarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği
Anayasada belirtilmemiş olup bu meselenin halli doktrin ve yargı kararlarına
bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu, hizmet kusuru veya kusursuz
sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru
ister kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılsın, idarenin tazminle sorumlu
tutulabilmesi için bir zararın varlığı, zararı doğuran işlem veya eylemin
idareye yüklenebilir nitelikte olması, zararlı sonuçla işlem veya eylem
arasında doğrudan doğruya bir illiyet bağının bulunması, zarara yol açan
eylemin bir hizmet kusuru teşkil etmesi veya kusursuz sorumluluk ilkelerinin
uygulanmasına elverir nitelikte olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi
zorunludur. Maddi olguda bu koşullardan birinin yokluğu, idarenin tazmin
sorumluluğunu ortadan kaldırır. Bu nedenle ortada bir zarar yoksa veya meydana
gelen zarar idari eylem ya da işlemden doğmamış ise yahut zararla idari eylem
veya işlem arasında nedensellik bağı kurulamıyorsa idarenin tazmin
sorumluluğundan söz edilemez.
Dava konusu olayda;
davacının mayın patlaması sonucunda yaralandığı, olayın meydana gelmesinde
davalı idareye yüklenebilecek bir hizmet kusurundan bahsetme mümkün olmasa da,
olayın görev sırasında meydana gelmesi ve yürütülen hizmet ile ortaya çıkan
zararlı sonuç arasında doğrudan bir illiyet bağının bulunması nedeniyle, ortaya
çıkan zararın zarar gören üzerinde bırakılmayarak topluma yayılmasının, adalet,
eşitlik ve hakkaniyet kurallarına uygun düşeceğinden davacının zararının,
kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince karşılanması gerektiği sonuç ve kanaatine
ulaşılmıştır.
Davacının olay sebebiyle maruz kaldığı
sakatlık oranının belirlenmesi için Kurulumuzca sevk edildiği GATA
Komutanlığının 24.01.2012 gün ve … sayılı
tıbbi rapor ile; davacının %4 oranında meslekte kazanma gücünden kaybettiği
bildirilmiştir.
Davacının maddi zararının hesaplanması için
resen seçilen bilirkişi tarafından tanzim olunup Mahkememize ibraz edilen 12
Nisan 2011 tarihli bilirkişi raporunda, nakdi tazminatın mahsubundan sonra
davacı Özkan ŞEN’in 5.311,00 TL maddi tazminat hak
edişinin bulunduğu bildirilmiştir.
…
Ayrıca davacı Özkan ŞEN’e
olay nedeniyle duyduğu ve ömür boyu duyacağı acı ve ıstırabı kısmen de olsa
karşılayabilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli, davacının askerlik
statüsü, paranın alım gücü ve işleyecek yasal faiz dikkate alınarak uygun
miktarda manevi tazminat verilmesine hükmedilmiştir.
…”
45. Görüldüğü üzere, başvurucu hakkında
düzenlenen tıbbi raporlar, iş gücü kaybı, sakatlık oranı, ilgili Kanun’a dayalı
olarak yapılan nakdi tazminat ödemesi, asgari ücret miktarı ve diğer faktörler
dikkate alınarak bilirkişi marifetiyle başvurucunun maddi zararı hesaplanmış ve
manevi zararı tespit edilerek buna ilişkin tazminat da Mahkemece takdir edilmiş
olup belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve başvurucunun
uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in
kararında herhangi bir keyfilik tespit edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin
tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda Mahkemenin takdir yetkisine
müdahalesi söz konusu olamaz.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan anayasal hakkına yönelik bir ihlal olmadığının
açık olduğu anlaşıldığından, tazminat miktarının adil olmadığına dair
başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
47. Başvurucu, ıslah imkânının ve haksız çıkan tarafa nispi
vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik bir düzenlemenin olmadığı dönemde dava
açtığını ve dava açarken o dönemin şartlarına göre dava konusu miktarı
belirlediğini, dava devam ederken yürürlüğe giren 659 sayılı KHK’deki düzenleme
ile öngörmediği bir şekilde vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiğini, bu
durumun hak arama özgürlüğünü kısıtladığını iddia etmiştir.
48. Bakanlık görüş yazısında ilk olarak, mahkemeye erişim hakkının belli şartlar
altında bir takım sınırlamalara tabi tutulabileceği, bu sınırlamaların orantılı
olup olmadığının, yargılama giderlerinin makullüğü, başvurucunun ödeme gücü,
davanın özel ayrıntıları ve sorumluluğun yüklendiği dava safhasına göre
değerlendirilmesinin gerektiği ifade edilmiştir. İkinci
olarak, yargılama giderlerinin karşılanmasında sorumluluğun büsbütün
başvurucuya yüklenmesinin devletin adil yargılanma kapsamındaki hakları
güvenceye alma noktasındaki pozitif yükümlülüğünün ihlali anlamına geldiği,
ancak “kaybeden öder” kuralı
muhtemel davacıları mahkeme önüne abartılı talepler getirmekten vazgeçirdiği için
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), bu durumun mahkemeye erişim hakkını
engelleyici bir kısıtlama olabileceğini fakat bu tür bir düzenlemenin tek
başına Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile çelişmeyeceğini
belirttiği ifade edilmiştir. Son olarak AİHM’e göre
başvuranın basit usuli kabahatine yüklenen usuli yaptırımın, kendisine yapılan kötü muameleden ötürü
aldığı tazminat miktarını haksız yere düşürdüğü, bu durumun, başvuranın
mahkemeye erişim hakkının özüne zarar veren bir kısıtlama olarak görüldüğü,
başvuru konusu olayın çözümlenmesinde 659 sayılı KHK’nin mahkemeye erişim
hakkına bir müdahale oluşturup oluşturmadığı, oluşturmakta ise bunun ölçülü
olup olmadığı ve kişiye aşırı yük yükleyip yüklemediği ve şikâyet konusu
işlemin hak arama hürriyetini ihlal ettiği yönündeki başvurucu iddialarının
değerlendirilmesinde yukarıda belirtilen hususların da Anayasa Mahkemesince göz
önünde bulundurulması gerektiğinin düşünüldüğü belirtilmiştir.
49. Başvurucu, 5/8/2013 tarihli
cevap dilekçesinde, başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrarlayarak Bakanlık
görüşünün, aleyhte olan yönlerini kabul etmediğini bildirmiştir.
50. Başvurucu lehine hükmedilen tazminat tutarının neredeyse
tamamının nispi vekâlet ücreti olarak başvurucudan tahsiline karar verilmesi ve
bu şekilde başvurucunun mahkemeye başvurmasının ve dava sonucunda lehine
tazminata hükmedilmesinin önemli ölçüde anlamını yitirmiş olması, ihlal
iddiasının özünü oluşturmaktadır.
51. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1)
numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek
hakkı...” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye
erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.
52. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir.
53. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet
ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi
için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması
gerekir. Başvuru konusu olayda dava açıldıktan sonra 2/11/2011
tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu
davaların, idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve
avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup, davanın reddi halinde idare lehine
vekalet ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların
önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul
edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara
belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu
otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı
imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde
başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir
(B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 - 39).
54. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan
vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu,
belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da
mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede,
davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı,
mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.
55. Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı 29/7/2011 tarihi itibarıyla 1602 sayılı Kanun’da, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu
miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesine veya dava sonucunda haksız
çıkan davacının, her halükarda davalı idare lehine reddedilen miktar üzerinden
nispi vekâlet ücreti ödenmesini öngören bir düzenleme bulunmamaktadır.
56. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi
ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu
belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması
da 1602 sayılı Kanun gereği 2/11/2011 tarihi öncesinde
mümkün olmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine
ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır.
57. Başvurucu da bu şartlar altında düzenlediği 29/7/2011 tarihli dilekçe ile idare aleyhine tam yargı
davası açarak 200.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur. AYİM önündeki davalarda haksız çıkan davacı aleyhine ve davalı
idare lehine vekalet ücreti ödenmesine ilişkin 659 sayılı KHK’nin 14.
maddesindeki düzenleme, 2/11/2011 tarihinde yürürlüğe
girmiş ve bu düzenlemeyi dikkate alan AYİM de başvurucu lehine toplam 25.311,00
TL tazminata hükmettikten sonra başvurucunun, reddedilen fazlaya ilişkin
tazminat talepleri üzerinden davalı idareye 18.531,34 TL vekalet ücreti
ödemesine karar vermiştir. Görüldüğü üzere başvurucu, hak kazandığı 25.311,00
TL tazminatın ancak 6.779,66 TL’lık kısmına
kavuşabilmiştir. Bu nedenle AYİM’in tazminata ilişkin
bu kararının etkili bir sonuç doğurmadığı, başvurucunun tazminat alacağının
önemli bir kısmından mahrum kaldığı ve bu durumun başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğunda kuşku yoktur.
58. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da
mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin
bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan
sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu
açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere
aykırı olamaz (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).
AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme’nin 6. maddesinde adil
yargılanma hakkın sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun
hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını
taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin bir
takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu kabul
etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte,
meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı
olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya
çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor
külfetler yüklenmemiş olması gerekir (bkz. Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57).
59. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
60. 659 sayılı KHK’nin 14. maddesi ile
tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde
idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat
müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve
duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar
tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde, ilgili mevzuata göre
hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücretinin takdir
edileceği düzenlenmiştir. Bu süreçte, düzenleme öncesi hukuki duruma göre dava açan
kişiler, reddedilen dava konusu miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödeme
zorunluluğu ile karşı karşıya kalmışlardır. Söz konusu düzenleme öncesinde AYİM’de açılan tam yargı davalarında belli koşullarda
reddedilen kısım üzerinden nispi vekalet ücretine
hükmedilmesi mümkün ise de sözü edilen düzenleme ile kaybedilen her dava
açısından idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi kural haline
getirilmiştir.
61. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
62. Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu
sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı
ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının
gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak
şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması
gereklidir.
63. 659 sayılı KHK’nin genel gerekçesinin ilgili kısımları
şöyledir:
“…
İdarelerin taraf oldukları uyuşmazlıkların;
tarafların hak ve menfaatlerinin eşit ve dengeli olarak değerlendirilerek, adil
ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi, idarelerin taraf oldukları davaların;
usul ekonomisine uygun olarak, imkanlar ölçüsünde
idarelerin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar
tarafından takibi, davaların takibinde, mahkeme kararlarının hukuka uygun
olarak, adil, süratli ve en az masrafla verilebilmesine yardımcı olunması
ilkeleri getirilmektedir.
…
Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin
taraf olduğu adli davaların başka bir idarenin bünyesinde takibinden
kaynaklanan zaman ve kırtasiye israfının önüne geçilmesi, davaların kural
olarak her idarenin bünyesindeki görevliler tarafından takibi sayesinde gerekli
koordinasyon ve işbirliğinin daha iyi sağlanması, davaların takibinde konusuna
göre uzmanlaşma sağlanarak verimin artırılması öngörülmektedir.
… Bu kapsamda; genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri ile özel bütçeli idarelerin tamamına kendi dava ve icra işlerini,
kendi bünyelerinde istihdam edecekleri hukuk müşavirleri ve avukatları
aracılığıyla takip etme imkanı getirilmektedir. Belli
idarelerin birbirlerinden avukatlık hizmeti alabilmelerine imkan
sağlanmakta ayrıca idarelere, dava ve icra işlemlerinde serbest avukatlardan ve
avukatlık ortaklıklarından, hizmet satın alma imkanı getirilmektedir.
..”
64. 659 sayılı KHK’nin 14. maddesinin gerekçesi şu
şekildedir:
“Madde ile,
idarelerin taraf olduğu her türlü dava ve icra takibi sonrasında takibin idare
lehine sonuçlanması halinde idare lehine vekalet ücreti takdir edilmesi yönünde
düzenleme yapılmaktadır. Yapılan düzenlemeyle; artık idarelerin davaları ve
icra işlemlerini avukatla takip edip etmediğine bakılmaksızın, davaların
idarelerin lehine sonuçlanması halinde vekalet
ücretine hükmedilmesi öngörülmekte böylece bu konuda davalarını avukatla takip
etmeyen idareler aleyhine oluşan aleyhe ve tarafların eşitliğine uygun düşmeyen
durum ortadan kaldırılmaktadır. Ayrıca madde ile,
tahsil edilen vekalet ücretlerinin dağıtımına dair usul de yeniden düzenlenerek
netleştirilmektedir.”
65. Belirtilen düzenlemenin, yukarıda nakledilen gerekçelerde
de ifade edilen hukuk hizmetlerinde etkililik ve uzmanlaşma ile kamu yararının
sağlanmasına yönelen amacı dikkate alındığında müdahalenin meşru bir amacının
olmadığı söylenemez. Bu çerçevede, talep konusunun reddedilen kısmının belirli
bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi
tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak
nitelendirilemez.
66. Ancak somut olayın koşulları bir
bütün halinde değerlendirildiğinde, başvurucunun maddi durumunun elverişsiz
olması nedeniyle lehine adli yardım kararı verildiği, ayrıca dava açıldığı
sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla
talebini yüksek tuttuğu, bilirkişi raporlarının tamamlanmasından sonra fazlaya
ilişkin taleplerinden feragat etmesine rağmen bunun mahkemece kabul edilmediği
ve hak kazandığı tazminatın yaklaşık 3/4’ünü vekâlet ücreti adı altında davalı
idareye geri ödemek zorunda bırakıldığı ve açılan tazminat davasının bu şekilde
başvurucu açısından anlamsız hale geldiği dikkate alındığında yapılan
müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez
67. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
68. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
69. Başvuru konusu olayda, tespit edilen ihlalin sonuçlarının
ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya takdiren 8.000,00 TL manevi
tazminat ödenmesine, karar verilmesi gerekir.
70. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Tazminat miktarının adil olmadığı yönündeki başvurunun, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine dair
başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale nedeniyle başvurucuya
8.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
7/11/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.