TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AKTİF ELEKTRİK MÜH. İNŞ. SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/855)
|
|
Karar Tarihi: 26/6/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Ali GÖLCÜKLÜ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, hakkında açılmış olan
tazminat davasına bakan mahkemece tutanaklarda davanın iş mahkemesi sıfatıyla
görüldüğünün belirtilmemesi, tefhim edilen kısa kararda mahkemenin adının ‘Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesi’ olarak
geçmesi ve sadece ‘yasa yolu açık olmak üzere’ ifadesinin kullanılması
nedenleriyle yaptığı temyiz başvurusunun Yargıtay tarafından 8 günlük temyiz
süresinden sonra yapıldığından reddedilmesi sonucu adil yargılanma hakkıyla
Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş; ayrıca icra dosyasına
yatırdığı tazminat tutarının dosyada aynen muhafaza edilmesi konusunda tedbir
kararı verilmesini, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasını veya
85.000 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/11/2012 tarihinde
Denizli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölümün 6/2/2014 tarihli
ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 4/4/2014
tarihli görüş yazısı 15/4/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
Başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi
içinde ibraz etmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Denizli İli Acıpayam İlçesinde süt mamulleri
üreten Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti. ile bir anlaşma
imzalamış ve fabrikanın ihtiyacı olan elektromekanik kapı işini üstlenmiştir.
8. Kapının kurulumu sırasında iskelenin devrilmesi sonucu
başvurucu ile iş akdi olan işçi Ali ÇATAL 06/02/2006
tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu yaralanmış ve hastaneye
kaldırılmıştır. Kazanın etkisi ile Ali ÇATAL’ın
omuriliği kırılmış ve felç olmuştur. Fizik tedavi bölümünde tedavi görürken eşi
kendisine ekmek yedirmiş ve yediği ekmek parçalarının akciğerine gitmesi sonucu
enfeksiyon kapmış ve yoğun bakıma kaldırılmıştır. Ali
ÇATAL 10/04/2006 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
9. Ali ÇATAL’ın ölümü üzerine
Acıpayam Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde 2006/295 Esas sayılı dosya ile taksirle
ölüme sebebiyet verme suçu nedeniyle kamu davası açılmıştır.
10. Ceza davası devam ederken müteveffa Ali ÇATAL’ın eşi Perihan ÇATAL bu olay üzerine başvurucu şirket
ve Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti aleyhine 1/5/2007 tarihinde Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) kendisine asaleten oğlu Ömer MERT’e
vekâleten tazminat davası açmış ve toplamda 130.000 TL tazminat talep etmiştir.
11. Tanık olarak dinlenen müteveffanın annesi ve babası ile
ameliyat olduğu hastanede görevli iki hemşire kazadan sonra müteveffanın
ameliyat olduğunu ve durumunun iyiye gittiğini, müteveffanın eşi Perihan ÇATAL’ın istemediği halde kendisine ekmek yedirmesiyle
akciğerinde enfeksiyona sebep olduğunu beyan
etmişlerdir.
12. Mahkeme, kusur oranının tespiti için bilirkişi incelemesi
yaptırmış, 4/12/2009 tarihli bilirkişi raporuyla
bilirkişi, başvurucu ve Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti.’nin kusur oranını ayrı ayrı %40, müteveffanın eşi Perihan ÇATAL’ın kusur oranını ise % 20 olarak tespit etmiştir.
13. Mahkeme, destekten yoksun kalma tazminatı için de
bilirkişi raporu istemiş ve 25/6/2010 tarihli
bilirkişi raporuyla Perihan ÇATAL’ın 41.717,85 TL,
oğlunun ise 9.166,51 TL tazminat talep etme hakları olduğu tespit edilmiştir.
14. Mahkeme, 06/07/2010 tarihli 11.
ve son duruşmada iş mahkemesi sıfatıyla davaya baktığını belirtmeksizin davanın
kısmen kabulü ile müteveffa Ali ÇATAL’ın eşi ve
oğlunun başvurucu ve Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti.’den tazminat almasına “yasa yolu açık olmak üzere’’ karar vermiş ve karar davacı ve
davalı vekillerinin yüzlerine karşı okunmuştur.
15. Mahkeme, 06/07/2010 tarih ve
E.2007/280 K.2010/281 sayılı gerekçeli kararında ise aynı hükmü “8 gün içerisinde Yargıtay Hukuk Dairesine temyiz yolu
açık olmak üzere” ibaresiyle kaleme almış ve gerekçeli karar
başvurucuya 22/07/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Mahkeme kararı, tüm davalılar ve davacı tarafından temyiz
edilmiştir. Başvurucu vekili 23/07/2010 tarihinde,
davacı vekili ise 26/07/2010 tarihinde temyiz başvurusu yapmıştır.
17. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 25/9/2012 tarih ve E.2012/15465, K.2012/15530 sayılı
kararıyla başvurucu ve davacının temyiz talepleri yönünden temyiz dilekçesinin
süre aşımı yönünden reddine, Aysüt Süt Ürünleri Ltd.
Şti.’nin temyiz talepleri yönünden ise, kazanın bir
iş kazası olup olmadığının ön tespitinin yapılması ve iş kazası olması halinde
Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) alınan tazminatın hükme konu tazminattan
mahsubu gerektiği gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
18. Başvurucu açısından kesinleşen karar başvurucuya 7/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/11/2012 tarihinde Mahkemece hükmedilen tazminatı icra
dairesi kasasına ödemiştir.
B. İlgili Hukuk
19. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş
Mahkemeleri Kanunu’nun 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanunla değişmeden önceki
8. maddesi şöyledir:
“İş mahkemesinin nihai kararları tefhim
tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir.”
20. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’na 5308 sayılı Kanunla
eklenen geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004
tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve
başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları,
kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında
İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize
ilişkin hükümleri uygulanır.”
21. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün kapsamı”
kenar başlıklı 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları
şöyledir:
“Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu
ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya
hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme
çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
…
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile
taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve
süresini.
…”
22. 6100 sayılı Kanun’un “Hüküm”
kenar başlıklı 321. maddesi şöyledir:
“(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra,
mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini
bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca
süre verilmez.
(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin
tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak
zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle,
sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda
gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.”
23. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 432.
maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir:
“Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri,
ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 26/6/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/11/2012 tarih ve 2012/855 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, hakkında açılmış olan maddi ve manevi tazminat
davasına bakan Mahkemenin davayı iş mahkemesi sıfatıyla gördüğünün tutanaklarda
belirtilmediğini, davanın son duruşmasında verilen kısa kararda da mahkemenin
adının ‘Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesi’
olarak geçtiğini ve sadece ‘yasa yolu açık
olmak üzere’ ifadesi kullanıldığını, daha sonra 22/07/2010
tarihinde tebliğ edilen gerekçeli kararda mahkemenin kararı iş mahkemesi sıfatı
ile verdiğini anladığını ve 23/7/2010 tarihinde kararı temyiz etmiş ise de,
Yargıtay tarafından İş Mahkemeleri Kanununda yer alan temyiz süresinin 8 gün
olduğu belirtilerek temyiz dilekçesinin reddedildiğini; bunun sonucunda adil
yargılanma hakkının ve Anayasa’nın 40. maddesi hükmünün ihlal edildiğini ileri
sürmüş ve tarafından icra dosyasına yatırılan tazminat parasının aynen dosyada
muhafaza edilmesi konusunda tedbir kararı verilmesini, ihlalin giderilmesi için
yeniden yargılama yapılmasını, yeniden yargılama yapılmasında hukuki bir yarar
bulunmadığı sonucuna varılması halinde ise ihlal sonucunda uğranılan 85.000 TL
maddi zararın mahkeme masraflarıyla birlikte kendisine ödenmesini talep
etmiştir.
B. Değerlendirme
26. Başvurucunun, Mahkemece davanın iş
mahkemesi sıfatıyla görüldüğünün belirtilmemesi ve kısa kararda da mahkemenin
adının ‘Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesi’
olarak yer alarak sadece ‘yasa yolu açık olmak üzere’ ifadesinin kullanılması
nedeniyle temyiz süresini kaçırması sonucu Anayasa’nın 40. maddesi ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası, mahkemeye erişim hakkı kapsamında
değerlendirilecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
27. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
yönündeki şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer
kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
28. Başvurucu, Mahkemece davanın iş mahkemesi sıfatıyla
görüldüğünün belirtilmemesi ve kısa kararda da mahkemenin adının ‘Acıpayam
Asliye Hukuk Mahkemesi’ olarak yer alarak sadece ‘yasa yolu açık olmak üzere’
ifadesinin kullanılması nedenleriyle temyiz süresini kaçırması sonucu mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
29. Adalet Bakanlığı görüş yazısında,
mahkemeye erişimin bir unsuru olan mahkeme hakkının mutlak bir hak olmadığı,
özellikle bir davanın açılabilirliğine ilişkin bazı
sınırlamalar ve niteliği gereği bu konuda düzenleyici işlemlere konu
olabileceği, bununla birlikte, bu sınırlamaların dava açmak isteyen bir kişinin
mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği,
mahkemenin çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararı hangi sıfatla verdiğini
kararda belirtmesi gerektiği, somut başvuruya konu davada Mahkemenin yargılama
boyunca davaya asliye hukuk mahkemesi sıfatıyla baktığı, ancak gerekçeli
kararda iş mahkemesi sıfatıyla davaya baktığını belirttiğinin anlaşıldığı
belirtilerek başvurucunun iddiaları incelenirken bu hususların göz önünde
bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
30. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
31. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinin dördüncü
fıkrası şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri
ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet,
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını
ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki
haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir.
Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
32. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
33. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia,
savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle
güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir (E.2013/64, K.2013/142, K.T. 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de, adil yargılanma hakkının
kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa'da adil
yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme'nin 'Adil yargılanma hakkı'
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
34. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir. (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel
unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının,
mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak
isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip
olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya
da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği
durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003,
§ 34).
35. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (E.2013/64,
K.2013/142, K.T. 28/11/2013).
36. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak
olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek
sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir
amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §
38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin
olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar
niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu
sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, §
34 ve Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
37. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da
imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da
kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
38. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak
arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler
hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılanma hakkının ihlali olarak
değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle
güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak
geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle
oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi
önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu
müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru
amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak
arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
22083/93, 22095/93; 22/10/1996,
§ 51).
39. Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal bir
takım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da, mahkemeler usul
kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek
aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul
kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten
kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
40. 3/10/2001 tarihinde kabul edilen
değişiklikle Anayasa’nın 40. maddesine “Devlet,
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını
ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü ilave edilmiştir. Bu
değişikliğin gerekçesinde ise bireylerin, yargı ya da idari makamlar önünde
sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının
amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, merci ve
sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından
zorunluluk hâline geldiği belirtilmektedir.
41. 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (ç) bendinde de mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu ve
süresinin bulunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu gereklilik özellikle
ayrı ihtisas mahkemesi bulunmayan yerlerde çeşitli sıfatlarla görev yapan asliye
hukuk mahkemeleri açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Zira asliye hukuk
mahkemelerinin bu durumda kararı hangi mahkeme sıfatıyla verdiğini açıklaması
davada uygulanan yargılama usulü ile verilen karara karşı kanun yolları
bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, tarafların
kararları temyiz haklarını zamanında ve usulüne uygun olarak kullanabilmelerine
hizmet etmektedir.
42. Başvuruya konu somut olayda, başvurucu tarafından
gerçekleştirilen elektromekanik kapı kurulumu esnasında meydana gelen iş kazası
nedeniyle, sonraki süreçte hayatını kaybeden işçinin yakınları tarafından,
başvurucu ile diğer davalı aleyhine Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde
maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır. Davacılar dava dilekçelerinde
davalarını haksız fiile dayandırmışlar ve kazanın iş kazası olduğundan
bahsetmişlerdir. Mahkeme yargılama boyunca duruşma tutanaklarında ve
yazışmalarında asliye hukuk mahkemesi sıfatını kullanmış, davaya iş mahkemesi
sıfatıyla baktığını belirtmemiş ve 6/4/2010 tarihli
duruşmada asliye hukuk mahkemesi sıfatıyla “yasa
yolu açık olmak üzere” ibaresiyle kararı davacı ve davalılara tefhim
etmiştir. Başvurucuya 22/5/2010 tarihinde tebliğ
edilen gerekçeli kararında ise Mahkeme, davaya iş mahkemesi sıfatıyla baktığını
ve temyiz süresinin tefhimden itibaren 8 gün olduğunu belirterek hüküm
kurmuştur. Başvurucunun 23/5/2010 tarihinde yaptığı
temyiz başvurusu Yargıtay’ca başvurucu ve davalılardan biri yönünden temyiz
talepleri süresinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Yargıtay diğer
davalı yönünden ise iş kazası olduğu iddia edilen olayın SGK’ya
bildirilmediği ve bu nedenle davanın iş kazası niteliğinde olup olmadığının
tespitinin ön koşul olduğu ve olayın iş kazası olarak kabulü halinde SGK’dan alınacak tazminatın hükme konu tazminattan mahsubu
gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.
43. Yargıtay’ın diğer davalı yönünden
kararı bozarak olayın iş kazası olarak kabulü halinde Sosyal Güvenlik
Kurumundan alınan tazminatın hükme konu tazminattan mahsubu gerektiğine karar
vererek davalılar lehine tazminatı azaltacak yönde kararıyla yeni bir durumun
oluştuğu göz önünde bulundurulduğunda; başvurucunun temyiz itirazlarının
esastan incelenmesi talebinin ve bunun sonuncunda elde etmeyi umduğu menfaatin
somut bir temele dayandığı, soyut bir iddia olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Yargıtay’ın bozma kararında
olayın iş kazası ve buna bağlı olarak davanın iş kazasından kaynaklanan
tazminat davası niteliğinde olup olmadığının belirlenmediği gerekçesi
değerlendirildiğinde davanın niteliğinin de başvurucunun öngöremeyeceği şekilde
belirsiz olduğu görülmektedir.
44. 5521 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereği iş davalarında 8
günlük temyiz süresi tefhimle başlamakta, 1086 sayılı Kanun’un 432. maddesine
göre ise hukuk davalarında ise 15 günlük temyiz süresi kararın tebliği ile
başlamaktadır. Ayrı özel mahkemelerin bulunmadığı yerlerde asliye hukuk
mahkemeleri özel mahkemelerin görevlerini de yerine getirmektedir. Ayrı iş mahkemelerinin
bulunmadığı yerde asliye hukuk mahkemeleri iş mahkemesi sıfatıyla iş kanunu
kapsamındaki uyuşmazlıklarından kaynaklanan davalara iş mahkemesi sıfatıyla
bakmaktadırlar.
45. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında “Kural olarak başka bir mahkeme sıfatıyla görülmek
üzere dava açılan bu gibi hallerde Asliye Hukuk Mahkemesinin yargılamaya hangi
sıfatla baktığını tensip kararından başlayarak karara bağlaması ve buna göre
yargılamayı sürdürmesi, sonuçta da nihai kararında göstermesi gerekir. Bu husus
uygulanacak yargılama yöntemi, temyiz süresi ve diğer usul kurallarının
uygulanması açısından büyük önem taşımaktadır. Örneğin, İş mahkemesi sıfatıyla
Asliye Hukuk Mahkemesine açılan bir davada seri yargılama usulü uygulanacağı
gibi, temyiz süresi de tefhimle başlayacağından mahkemenin bu sıfatla davaya
baktığını karar altına alması ve nihai kararında da göstermesi gerekir. Asliye Hukuk
ve İş Mahkemeleri yönünden temel farklılıklar gözetildiğinde böyle bir
belirleme yapılmamış olması usule aykırı olacaktır.” gerekçesiyle ön
sorunu aşarak davanın esasına girmiş ve yerel mahkemenin direnme kararını
bozmuştur (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E.2011/19-446, K.2011/569, 28/9/2011).
46. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına paralel olarak 9.
Hukuk Dairesi’nin bir kararında da “5521
sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8 inci maddesine göre, iş mahkemelerinde
verilen kararlara karşı temyiz süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren
sekiz gündür. Mahkemece karar yüze karşı tefhim edilmiş ise, tefhim edilen kısa
kararın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinde (1086 sayılı
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 383 ve devamı maddelerinde) belirtilen
şartları taşıması gerekir. Aksi takdirde usulüne uygun tefhimden söz edilemez.
Bu durumda temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır.”
(Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E. 2009/40934, K. 2012/846, 18/01/2012)
gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.
47. Somut başvuruya konu davada, asliye hukuk mahkemesinin
duruşma tutanakları ve yazışmalarında davaya iş mahkemesi sıfatıyla baktığını
belirtmemesi ve tefhim edilen kısa karar ile gerekçeli karar arasında
mahkemenin sıfatı ve kanun yoluyla ilgili açıklamalarda çelişki olması
nedenleriyle meydana gelen hukuki belirsizlik başvurucunun zamanında temyiz
başvurusu yapamamasına yol açmıştır. Bu koşullarda yapılan temyiz başvurusunu
inceleyen Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin süre yönünden temyiz taleplerinin
reddine karar vermesiyle başvurucunun temyiz taleplerinin esastan görüşülmesi
imkânı kalmamıştır.
48. AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları
birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise, mahkemeye erişim hakkı
kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek
şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir
uygulamaya tabi olmaması gerektiğini ifade etmiştir (Bkz. Beles/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002,
§ 51; Tricard/Fransa, B. No: 40472/98, 10/7/2001, §
33).
49. Sonuç olarak başvuruya konu somut
davada, davaya iş mahkemesi sıfatıyla bakan asliye hukuk mahkemesinin iş
mahkemesi sıfatını dava boyunca kullanmayarak ve Anayasa’nın 40. maddesi ve
6100 sayılı Kanunda öngörülen şekilde kanun yolunu ve süresini belirtmeksizin
kararı tefhim etmesi ile Yargıtay’ın oluşan hukuki belirsizliği dikkate
almaksızın başvurucunun temyiz talebini süre yönünden reddetmesi nedenleriyle
başvurucunun davasını esastan inceleyecek şekilde temyiz yolunu kullanabilmesi
engellenerek başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
50. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
51. Başvurucu, iş kazası nedeniyle
hayatını kaybeden işçinin yakınları tarafından, aleyhine açılan maddi ve manevi
tazminat davasında mahkemenin dava boyunca iş mahkemesi sıfatını kullanmaması
ve kanun yolu süresini belirtmeksizin kararı tefhim etmesi ile Yargıtay’ın bu
hususu göz önünde bulundurmadan temyiz talebini süre yönünden reddetmesi sonucu
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ifade ederek ihlalin varlığının
tespiti ile bu ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmasını veya uğradığı zararın tahsili için tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
52. Adalet Bakanlığı görüşünde, ihlal tespit edilmesi ve
ihlalin sonuçlarının kaldırılması için başka bir yöntem izlenmesinin
öngörülmemesi halinde hakkaniyete uygun bir tazminat ödenmesinin yerinde
olacağı yönünde beyanda bulunulmuştur.
53. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve
işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
54. Başvuru konusu olayda tespit edilen
ihlal ilk derece mahkemesinin davaya iş
mahkemesi sıfatıyla baktığını dava boyunca belirtmemesi ve tefhim edilen
kararda da kanun yolunun ve süresinin gösterilmemesi ile Yargıtay’ca
oluşan hukuki belirsizliği dikkate almaksızın başvurucunun temyiz talebinin
süre yönünden reddine karar verilmesinden kaynaklandığından ve başvurucuya davasını esastan inceleyecek
şekilde temyiz yolunu kullanabilmesi imkânı
verilmesinde hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2)
numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucuya
temyiz başvurusu yapma imkânı verilmesi amacıyla dosyanın ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 172,50
harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın
ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
26/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.