TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
RAMİ VATANDAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1021)
|
|
Karar Tarihi: 17/11/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal
Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M.
Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gizem
Ceren DEMİR KOŞAR
|
Başvurucu
|
:
|
Rami
VATANDAŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 8/10/2007
tarihinde Karşıyaka 1. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedilmesi ve
yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle, Anayasa'nın 10., 35., 36., 49., 53. ve 55. maddelerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 24/1/2013
tarihinde İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön inceleme neticesinde Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 18/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 10/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 23/6/1986 tarihinden itibaren Çukurova A.Ş.’de
işçi olarak çalışmakta iken anılan şirket 26/11/2001 tarihinde başka bir şirket
tarafından devralınmış ve faaliyetine Ege Çelik Endüstri San. Tic. A.Ş. unvanı
altında devam etmiştir.
8. 10/9/2002 tarihinde başvurucunun iş
akdi feshedilmiş, ardından başvurucu 11/9/2002 tarihinde asıl işverene bağlı
olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamış, 11/10/2002 tarihinde tekrar asıl
işveren nezdinde işe başlamıştır.
9. Başvurucu, 1986-2002
tarihleri arasında davalı işyerinde kesintisiz olarak çalıştığını, bağlı olduğu
Sendikaya aidat ödemek suretiyle Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hükümlerinden
yararlandığını, 2002 yılında davalı şirket tarafından, ücretini düşürmek için
iş akdi kendisi tarafından feshedilmiş gibi gösterilerek taşeron kayıtları
üzerinden kısa bir süre çalışmış olarak gösterildiğini, daha sonra tekrar
davalı şirket kayıtlarına geçirildiğini, davalı işverenin bu muvazaalı işlemi,
işten çıkarma tehdit ve baskısı altında gerçekleştirdiğini, muvazaalı işlem
sonrası işverenin asgari ücret ödemeye başladığını ve TİS'in
orantısal zamlarını asgari ücrete uyguladığını ileri sürerek, 8/10/2007 tarihinde Karşıyaka 1. İş Mahkemesinde Ege Çelik
Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine alacak davası
açmış, ücret alacağı, fazla çalışma ücreti alacağı farkı, ikramiye ve gece
çalışma ücreti farkı yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere
5.000,00 TL'nin faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir.
10. Yargılama sürerken, 14/2/2009 tarihinde başvurucunun iş akdi işveren tarafından
feshedilmiştir.
11. Başvurucu, iş akdinin
feshedilmesi üzerine, 6/3/2009 tarihinde Karşıyaka 3.
İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş.
aleyhine işe iade istemiyle dava açmış, Mahkeme, 13/7/2010 tarih ve E.2009/134,
K.2010/708 sayılı kararla; davalının, kısa çalışma ödeneği başvurusu
sonuçlanmadan önce davacıyla birlikte 134 kişinin iş akdine son verdiğini,
toplu iş sözleşmesi fark alacakları için işveren aleyhine dava açan işçiler ile
açmayan işçiler arasında dolaylı ayrımcılık yapıldığını, işverenin iyi niyetli
olmadığını ve fesihten önce başvurulabilecek daha hafif tedbirlere başvurmadığını
belirterek, feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesiyle feshin
geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Temyiz üzerine
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 20/9/2010 tarih ve
E.2010/36275, K.2010/24371 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
12. Alacak davasına ilişkin
yargılamada Karşıyaka 1. İş Mahkemesi, 12/5/2010 tarih
ve E.2007/633, K.2010/373 sayılı kararla, “davacının
olayın üzerinden yaklaşık 5 yıl geçtikten sonra ileri sürdüğü irade fesadına
yönelik iddiasının, irade fesadının ileri sürülmesi için bir yıllık süre
öngörmüş olan Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi göz önünde bulundurulduğunda kabul
edilemeyeceği, davacının muvazaalı olduğunu iddia ettiği işlemin tarafı olduğu
düşünüldüğünde muvazaa hükümlerinin de uygulanamayacağı, ayrıca söz konusu
işlemin 2002 yılında gerçekleşmiş olup, dava tarihine kadar öngörülen yeni
ücretler bakımından davacının herhangi bir itirazi
kayıt ileri sürmediği, bu süre zarfında birkaç TİS'in
imzalandığı, bu hususun TİS hükümlerinde dahi düzenlenmediği, dolayısıyla TİS’te olması gereken düzen ilkesi gereği davacının önceye
dayanan iddialarından vazgeçtiği ve kurulan yeni iş şartlarını kabul ettiği,
TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını talep etmesinin hukuken mümkün
olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
13. Başvurucunun temyizi üzerine
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 7/11/2012 tarih ve
E.2010/27886, K.2012/36540 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
14. Karar, 25/12/2012
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu, 24/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
16. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi ve 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası,
30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci
fıkrası, 7. maddesinin birinci fıkrası ve 15. maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818
sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
24/1/2013 tarih ve 2013/1021 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, işveren şirket tarafından iş akdinin feshedileceği iddiasıyla
iradesi fesada uğratılarak bazı belgelerin imzalatıldığını, bu belgelere
dayanılarak 10/9/2002 tarihinde işyerinden çıkışı
yapılarak 11/9/2002 tarihinde asıl işverene bağlı taşeron şirkette işe giriş
yapmış şekilde gösterildiğini, 11/10/2002 tarihinde tekrar asıl işverenin
işçisi olarak çalışmaya başlatıldığını, bu tarihten itibaren düşük ücretle
çalıştırıldığını, TİS’ten yararlandığı halde
ücretlerinin düşürüldüğünü, TİS ile kazanılan hakların bireysel iş
sözleşmesiyle ortadan kaldırılamayacağını, benzer davalarda Yargıtayın
davaların kabulüne karar vermesine rağmen, sonradan görüş değiştirdiğini, bu
davalar sona erdiğinde de Yargıtayın yine eski görüşü
doğrultusunda kararlar vermeye başladığını, alacak davasında yargılamanın makul
sürede tamamlanmadığını belirterek, çalışma hakkı, TİS yapma hakkı, eşit ücret
hakkı, mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun, Karşıyaka 1. İş Mahkemesinde
açtığı alacak davasının reddedilmesi nedeniyle, çalışma hakkı, TİS yapma hakkı,
eşit ücret hakkı, mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal
iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi
bizzat yapar. Başvurucunun anılan iddiaları yargılama sonucunda verilen kararın
sonucu itibarıyla adil olmadığına yönelik olup, bu iddialar adil yargılanma
hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun makul
sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası
ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
20. Anayasa'nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz."
21. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, . açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
22. 6216 sayılı Kanun'un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
23. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
24. Somut olayda başvurucu, 10/9/2002 tarihinde işveren tarafından iş akdinin
feshedileceği iddiasıyla iradesi fesada uğratılarak bazı belgelerin imzalatıldığını,
kısa bir süre asıl işverene bağlı taşeron şirkette çalışmış gibi
gösterildiğini, 11/10/2002 tarihinde tekrar asıl işverenin işçisi olarak
çalışmaya başlatıldığını ancak bu tarihten itibaren düşük ücretle çalışmaya
devam ettiğini, TİS'ten yararlandığı halde
ücretlerinin düşürüldüğünü, TİS ile kazanılan hakların bireysel iş
sözleşmesiyle ortadan kaldırılamayacağını belirterek, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Başvurucunun iş akdi 10/9/2002 tarihinde feshedilerek bu tarihten sonra asıl
işverene bağlı olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamıştır. 11/10/2002 tarihinde ise tekrar asıl işverene bağlı olarak
çalışmaya devam etmiştir.
26. Başvuruya konu olan alacak
davasında Mahkeme, 12/5/2010 tarih ve E.2007/633,
K.2010/373 sayılı kararla, “davacının olayın
üzerinden yaklaşık 5 yıl geçtikten sonra ileri sürdüğü irade fesadına yönelik
iddiasının, irade fesadının ileri sürülmesi için bir yıllık süre öngörmüş olan
Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi göz önünde bulundurulduğunda kabul
edilemeyeceği, davacının muvazaalı olduğunu iddia ettiği işlemin tarafı olduğu
düşünüldüğünde muvazaa hükümlerinin de uygulanamayacağı, ayrıca söz konusu
işlemin 2002 yılında gerçekleşmiş olup, dava tarihine kadar öngörülen yeni
ücretler bakımından davacının herhangi bir itirazı kayıt ileri sürmediği, bu
süre zarfında birkaç TİS'in imzalandığı, bu hususun
TİS hükümlerinde dahi düzenlenmediği, dolayısıyla TİS’te
olması gereken düzen ilkesi gereği davacının önceye dayanan iddialarından
vazgeçtiği ve kurulan yeni iş şartlarını kabul ettiği, TİS hükümlerine dayalı
fark alacaklarını talep etmesinin hukuken mümkün olmadığı”
gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
tarafından onanarak kesinleşmiştir.
27. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
28. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
29. Başvurucu ayrıca, benzer
davalarda Yargıtayın davaların kabulüne karar
vermesine rağmen, sonradan görüş değiştirdiğini ve davanın ret ile
sonuçlandığını, bu davalar sona erdiğinde de Yargıtayın
yine eski görüşü doğrultusunda kararlar vermeye başladığını belirterek, eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan ihlal iddiası
da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
30. Aynı hukuki metne ilişkin
olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat
farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak
tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45).
31. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
32. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, başvurucunun yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetinin
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Başvurucu, 8/10/2007 tarihinde açtığı alacak davasının makul sürede
tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
34. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18),
Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
38–39).
35. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
36. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, işçi alacaklarının tahsili istemli bir davanın söz konusu olduğu
görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 49).
37. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 8/10/2007 tarihidir.
38. Sürenin bitiş tarihi ise
yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 52). Somut yargılama faaliyeti
açısından sürenin bitiş tarihinin, Karşıyaka
1. İş Mahkemesi kararının Yargıtay tarafından onandığı 7/11/2012
tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
39. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek
çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş
uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir
itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı
koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel
mahkemelerin dışında, sözlü yargılama usulüne tabi özel bir iş yargılaması
sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce, mümkün
olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B.
No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
40. 6100 sayılı Kanun’un 447.
maddesiyle, daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri
yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da
uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü
yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir
incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek
dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §§ 64-65).
41. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü
görülmekle, 5521 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için
geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı
Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 5521 sayılı
Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 16).
42. Başvuruya konu dava süreci
incelendiğinde, yargılamanın beş yıl bir aylık sürede tamamlandığı, yargılama
sürecinin uzamasında, delillerin toplanması ve bilirkişi raporunun tamamlanması
aşamalarında geçen sürelerin ve temyiz aşamasında geçen yaklaşık iki buçuk
yıllık sürenin etkili olduğu görülmektedir.
43. 5521 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (B. No: 2013/4701, 23/1/2014, §§ 35-51).
44. Başvuruya konu yargılama
sürecinin değerlendirilmesi neticesinde, hukuki meselenin çözümündeki güçlük,
maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında davanın
karmaşık nitelik taşımadığı, başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ya da usuli haklarını kullanırken özensiz davranarak yargılamanın
uzamasına önemli ölçüde sebep olmadığı da dikkate alındığında, somut başvuru
açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz
konusu beş yıl bir ay devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
46. Başvurucu, yeniden yargılama
yapılmasına karar verilmesini talep etmiş, manevi zararları açısından ihlal
tespitinin yeterli olacağını bildirmiştir.
47. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
48. Başvurucunun, uzun yargılama
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitine karar verilmiş
olup, tespit edilen ihlal açısından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun yeniden yargılama yapılması yönündeki
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucu tarafından manevi
tazminat talebinde bulunulmadığı görülmekle, bu konuda değerlendirme
yapılmamıştır.
50. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.