TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
RAMİ VATANDAŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1021)
Karar Tarihi: 17/11/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
Başvurucu
Rami VATANDAŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 8/10/2007 tarihinde Karşıyaka 1. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle, Anayasa'nın 10., 35., 36., 49., 53. ve 55. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 24/1/2013 tarihinde İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön inceleme neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 18/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 10/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 23/6/1986 tarihinden itibaren Çukurova A.Ş.’de işçi olarak çalışmakta iken anılan şirket 26/11/2001 tarihinde başka bir şirket tarafından devralınmış ve faaliyetine Ege Çelik Endüstri San. Tic. A.Ş. unvanı altında devam etmiştir.
8. 10/9/2002 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiş, ardından başvurucu 11/9/2002 tarihinde asıl işverene bağlı olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamış, 11/10/2002 tarihinde tekrar asıl işveren nezdinde işe başlamıştır.
9. Başvurucu, 1986-2002 tarihleri arasında davalı işyerinde kesintisiz olarak çalıştığını, bağlı olduğu Sendikaya aidat ödemek suretiyle Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hükümlerinden yararlandığını, 2002 yılında davalı şirket tarafından, ücretini düşürmek için iş akdi kendisi tarafından feshedilmiş gibi gösterilerek taşeron kayıtları üzerinden kısa bir süre çalışmış olarak gösterildiğini, daha sonra tekrar davalı şirket kayıtlarına geçirildiğini, davalı işverenin bu muvazaalı işlemi, işten çıkarma tehdit ve baskısı altında gerçekleştirdiğini, muvazaalı işlem sonrası işverenin asgari ücret ödemeye başladığını ve TİS'in orantısal zamlarını asgari ücrete uyguladığını ileri sürerek, 8/10/2007 tarihinde Karşıyaka 1. İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine alacak davası açmış, ücret alacağı, fazla çalışma ücreti alacağı farkı, ikramiye ve gece çalışma ücreti farkı yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 5.000,00 TL'nin faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir.
10. Yargılama sürerken, 14/2/2009 tarihinde başvurucunun iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir.
11. Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine, 6/3/2009 tarihinde Karşıyaka 3. İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine işe iade istemiyle dava açmış, Mahkeme, 13/7/2010 tarih ve E.2009/134, K.2010/708 sayılı kararla; davalının, kısa çalışma ödeneği başvurusu sonuçlanmadan önce davacıyla birlikte 134 kişinin iş akdine son verdiğini, toplu iş sözleşmesi fark alacakları için işveren aleyhine dava açan işçiler ile açmayan işçiler arasında dolaylı ayrımcılık yapıldığını, işverenin iyi niyetli olmadığını ve fesihten önce başvurulabilecek daha hafif tedbirlere başvurmadığını belirterek, feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 20/9/2010 tarih ve E.2010/36275, K.2010/24371 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
12. Alacak davasına ilişkin yargılamada Karşıyaka 1. İş Mahkemesi, 12/5/2010 tarih ve E.2007/633, K.2010/373 sayılı kararla, “davacının olayın üzerinden yaklaşık 5 yıl geçtikten sonra ileri sürdüğü irade fesadına yönelik iddiasının, irade fesadının ileri sürülmesi için bir yıllık süre öngörmüş olan Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi göz önünde bulundurulduğunda kabul edilemeyeceği, davacının muvazaalı olduğunu iddia ettiği işlemin tarafı olduğu düşünüldüğünde muvazaa hükümlerinin de uygulanamayacağı, ayrıca söz konusu işlemin 2002 yılında gerçekleşmiş olup, dava tarihine kadar öngörülen yeni ücretler bakımından davacının herhangi bir itirazi kayıt ileri sürmediği, bu süre zarfında birkaç TİS'in imzalandığı, bu hususun TİS hükümlerinde dahi düzenlenmediği, dolayısıyla TİS’te olması gereken düzen ilkesi gereği davacının önceye dayanan iddialarından vazgeçtiği ve kurulan yeni iş şartlarını kabul ettiği, TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını talep etmesinin hukuken mümkün olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
13. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 7/11/2012 tarih ve E.2010/27886, K.2012/36540 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
14. Karar, 25/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu, 24/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi ve 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası, 7. maddesinin birinci fıkrası ve 15. maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 24/1/2013 tarih ve 2013/1021 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, işveren şirket tarafından iş akdinin feshedileceği iddiasıyla iradesi fesada uğratılarak bazı belgelerin imzalatıldığını, bu belgelere dayanılarak 10/9/2002 tarihinde işyerinden çıkışı yapılarak 11/9/2002 tarihinde asıl işverene bağlı taşeron şirkette işe giriş yapmış şekilde gösterildiğini, 11/10/2002 tarihinde tekrar asıl işverenin işçisi olarak çalışmaya başlatıldığını, bu tarihten itibaren düşük ücretle çalıştırıldığını, TİS’ten yararlandığı halde ücretlerinin düşürüldüğünü, TİS ile kazanılan hakların bireysel iş sözleşmesiyle ortadan kaldırılamayacağını, benzer davalarda Yargıtayın davaların kabulüne karar vermesine rağmen, sonradan görüş değiştirdiğini, bu davalar sona erdiğinde de Yargıtayın yine eski görüşü doğrultusunda kararlar vermeye başladığını, alacak davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, çalışma hakkı, TİS yapma hakkı, eşit ücret hakkı, mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, Karşıyaka 1. İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedilmesi nedeniyle, çalışma hakkı, TİS yapma hakkı, eşit ücret hakkı, mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun anılan iddiaları yargılama sonucunda verilen kararın sonucu itibarıyla adil olmadığına yönelik olup, bu iddialar adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
20. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."
21. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, . açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
22. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
23. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
24. Somut olayda başvurucu, 10/9/2002 tarihinde işveren tarafından iş akdinin feshedileceği iddiasıyla iradesi fesada uğratılarak bazı belgelerin imzalatıldığını, kısa bir süre asıl işverene bağlı taşeron şirkette çalışmış gibi gösterildiğini, 11/10/2002 tarihinde tekrar asıl işverenin işçisi olarak çalışmaya başlatıldığını ancak bu tarihten itibaren düşük ücretle çalışmaya devam ettiğini, TİS'ten yararlandığı halde ücretlerinin düşürüldüğünü, TİS ile kazanılan hakların bireysel iş sözleşmesiyle ortadan kaldırılamayacağını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Başvurucunun iş akdi 10/9/2002 tarihinde feshedilerek bu tarihten sonra asıl işverene bağlı olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamıştır. 11/10/2002 tarihinde ise tekrar asıl işverene bağlı olarak çalışmaya devam etmiştir.
26. Başvuruya konu olan alacak davasında Mahkeme, 12/5/2010 tarih ve E.2007/633, K.2010/373 sayılı kararla, “davacının olayın üzerinden yaklaşık 5 yıl geçtikten sonra ileri sürdüğü irade fesadına yönelik iddiasının, irade fesadının ileri sürülmesi için bir yıllık süre öngörmüş olan Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi göz önünde bulundurulduğunda kabul edilemeyeceği, davacının muvazaalı olduğunu iddia ettiği işlemin tarafı olduğu düşünüldüğünde muvazaa hükümlerinin de uygulanamayacağı, ayrıca söz konusu işlemin 2002 yılında gerçekleşmiş olup, dava tarihine kadar öngörülen yeni ücretler bakımından davacının herhangi bir itirazı kayıt ileri sürmediği, bu süre zarfında birkaç TİS'in imzalandığı, bu hususun TİS hükümlerinde dahi düzenlenmediği, dolayısıyla TİS’te olması gereken düzen ilkesi gereği davacının önceye dayanan iddialarından vazgeçtiği ve kurulan yeni iş şartlarını kabul ettiği, TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını talep etmesinin hukuken mümkün olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir.
27. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
28. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
29. Başvurucu ayrıca, benzer davalarda Yargıtayın davaların kabulüne karar vermesine rağmen, sonradan görüş değiştirdiğini ve davanın ret ile sonuçlandığını, bu davalar sona erdiğinde de Yargıtayın yine eski görüşü doğrultusunda kararlar vermeye başladığını belirterek, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan ihlal iddiası da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
30. Aynı hukuki metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45).
31. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
32. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, başvurucunun yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Başvurucu, 8/10/2007 tarihinde açtığı alacak davasının makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
35. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
36. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, işçi alacaklarının tahsili istemli bir davanın söz konusu olduğu görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
37. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 8/10/2007 tarihidir.
38. Sürenin bitiş tarihi ise yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, Karşıyaka 1. İş Mahkemesi kararının Yargıtay tarafından onandığı 7/11/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
39. Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında, sözlü yargılama usulüne tabi özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce, mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
40. 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle, daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §§ 64-65).
41. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, 5521 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 5521 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 16).
42. Başvuruya konu dava süreci incelendiğinde, yargılamanın beş yıl bir aylık sürede tamamlandığı, yargılama sürecinin uzamasında, delillerin toplanması ve bilirkişi raporunun tamamlanması aşamalarında geçen sürelerin ve temyiz aşamasında geçen yaklaşık iki buçuk yıllık sürenin etkili olduğu görülmektedir.
43. 5521 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2013/4701, 23/1/2014, §§ 35-51).
44. Başvuruya konu yargılama sürecinin değerlendirilmesi neticesinde, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında davanın karmaşık nitelik taşımadığı, başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ya da usuli haklarını kullanırken özensiz davranarak yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olmadığı da dikkate alındığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu beş yıl bir ay devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
46. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiş, manevi zararları açısından ihlal tespitinin yeterli olacağını bildirmiştir.
47. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
48. Başvurucunun, uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitine karar verilmiş olup, tespit edilen ihlal açısından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun yeniden yargılama yapılması yönündeki talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmadığı görülmekle, bu konuda değerlendirme yapılmamıştır.
50. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.