TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA ATEŞOĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
Başvuru Numarası: 2013/1178
|
|
Karar Tarihi: 5/11/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mustafa ATEŞOĞLU
|
|
|
2. Yusuf ATEŞOĞLU
|
|
|
3. Zeynep ATEŞOĞLU
|
|
|
4. Emine GÜLCÜ
|
|
|
5. Nursel ATEŞOĞLU
|
|
|
6. Ertuğrul ATEŞOĞLU
|
|
|
7. Aysel ATAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Muammer HAPİL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tescil edilmiş
taşınmaza ilişkin tapu senetlerinin kadastro çalışmasında uygulanamayan tapu
kayıtları listesine alınması ve tapu siciline güvenilerek satın alınan
taşınmazın Hazine adına kaydı nedeniyle uğranılan zararın tazmin edilmemesi
nedenleriyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 4/2/2013
tarihinde Antalya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 4/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir
örneği görüş için gönderilmiştir.
6. Bakanlığın görüş yazısı, 1/7/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş;
başvurucular vekili Bakanlığın cevabına karşı beyanlarını 16/7/2014 tarihinde
ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Antalya ili merkez Zeytinköy’de (Çamköy) bulunan
taşınmaza ait Nisan 1320 ve Nisan 1325 tarihli kayıtların paylı olması
nedeniyle açılan ve Hazinenin taraf olmadığı izaleyi şüyu davasında Antalya
Sulh Hukuk Mahkemesi E.1940/1, K.1940/15 sayılı kararıyla taşınmazın
büyüklüğünü arttırarak tapu kayıtlarının kapsadığı alanı 22.201.202 m² olarak
belirlemiş ve taşınmazın, hisseleri oranında sahipleri adına tesciline karar vermiştir.
9. 22.012.202 m² taşınmaz,
Antalya Satış Memurluğunun 1944/2 sayılı satış dosyası ve açık arttırma
suretiyle 13/4/1944 tarihli ve 118 sıra No.lu tapu
kaydıyla K.K. ve H.Ü.ye satılmıştır.
10. Bahsedilen taşınmaz 1946
yılında 18.02.1937 tarihli ve 3116 sayılı Orman Kanunu’na göre yapılan orman
tahdidinde orman sınırları içinde kalmıştır.
11. Bahsedilen taşınmaz
-başvurucuların murislerine ait olduğunu iddia ettikleri taşınmazı da kapsayan
bölge- 1964 yılında yapılan orman tapulama (kadastro) sırasında orman tahdidi
sınırı içerisinde bulunduğundan tapulama dışı bırakılmıştır.
12. 1975 yılında Orman Kadastro
Komisyonunca 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman
Kanunu’nun 2. maddesi uygulamasıyla -2/B olarak adlandırılan uygulama- taşınmazın
bulunduğu saha Hazine adına orman dışına çıkarılarak 4 No.lu orman kadastro
parseli içinde kalmıştır. Bu uygulama, itiraz edilmemesi sonucu 20/10/1976 tarihinde kesinleşmiştir.
13. K.K. ve H.Ü. 1965 yılında
taşınmazı ifraz ettirmiş ve taşınmazı muhtelif kişilere satmışlardır.
Taşınmazın 77.291 m²lik bölümünü alan ve adlarına kaydettiren A.E., B.E., Me.E., Mu.E., M.S. taşınmazı 17/7/1979 tarih, 182 cilt 93 sayfa 9.
sıra No.lu, 1/10/1979 tarih, 183 cilt 1. sayfa 1. sıra No.lu, 182 cilt 92 sayfa
8. sıra No.lu, 182 cilt 94 sayfa 10. sıra No.lu tapu kayıtlarıyla fundalık
olarak başvurucuların murisi Osman Ali ATEŞOĞLU’na
satmışlardır.
14. 1980 yılında yapılan
kadastro çalışmasında başvurucuların murisinin de hissesi bulunduğunu iddia
ettiği taşınmaz, makilik niteliğiyle 229 parsel olarak Maliye Hazinesi adına
tespit edilmiştir. Tapulama komisyonuna yapılan itirazlar 2/6/1981
tarihli komisyon kararıyla reddedilmiştir.
15. Çamköy 229 No.lu parselde mülkiyet
iddiasında bulunan ve itirazları reddedilen başvurucuların murisi de dâhil
olmak üzere çok sayıda kişi Antalya Tapulama Hâkimliğine dava açmıştır. Mahkeme
2/3/1984 tarihli ve E.1982/50, K.1984/51 sayılı
kararıyla ve 1964 yılında yapılan tapulama dışı bırakma işleminin kesinleştiği,
tespit dışı bırakma işleminin de bir tapulama olduğu, daha sonra 6831 sayılı
Kanun’un 2. maddesi uygulamasıyla bu parselin bulunduğu sahanın orman rejimi
dışına çıkarıldığı, 1980 yılında yapılan kadastro çalışmasında ise ikinci bir
tapulama -kadastro çalışması- olduğu ve yasal yönden geçersiz olduğu -bir yerde
iki defa tapulama yapılamaz ilkesi- gerekçesiyle işlemin iptaline karar
vermiştir.
16. Kararın temyizi üzerine
incelemeyi yapan Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 13/7/1988
tarihli ve E.1987/10370, K.1988/12941 sayılı kararıyla hükümden sonra yürürlüğe
giren ve elde bulunan davalara da uygulanacağı öngörülen 21/6/1987 tarihli ve
3402 sayılı Kadastro Kanunu ile yeni bir sisteme geçildiği, Kanun’un öngördüğü
sicilleri oluşturabilmek için kadastro yapılması gerektiği ve tapulama dışı
bırakılan yerlerde tekrar kadastro yapılmayacağına dair bir hüküm bulunmadığı
gerekçesiyle kararı bozmuştur.
17. Bozma sonrası Antalya
Kadastro Mahkemesi 23/9/1994 tarihli ve E.1988/302,
K.1994/2476 sayılı kararıyla 229 No.lu parselin yüz ölçümünün 9.226.601 m²
olarak düzeltilmesine, teknik bilirkişilerce hazırlanan krokide A, B, C, D
harfleriyle gösterilen toplam 5.202.698 m² bölümün Hazine adına, kalan
4.023.903 m²lik yerin ise krokide müstakil harflerle gösterilen tapu malikleri
adına hisseleri nispetinde tespitine; bir kısım müdahillerin davalarının sübut
bulmaması, bir kısmının bazı hissedarlardan kadastrodan sonra satın almaya
dayalı taleplerinin görev nedeniyle reddine karar vermiştir.
18. Bahsedilen karar da temyiz
edilmiş ve Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 28/6/1995 tarihli ve E.1995/6250,
K.1995/4620 sayılı kararıyla, İlk Derece Mahkemesinin Hazine adına yapılan
tespitinde isabetsizlik bulunmadığından onanmasına, kişiler adına tespitte ise
1964 yılında yapılan orman tahdidi ve 1976 yılında yapılan orman dışına çıkarma
işlemi konusunda bir tartışma bulunmadığı, tartışmanın orman dışına çıkarılan
alanın zilyetlikle kazanılıp kazanılamayacağına ve bir kısım davacının dayanak
olarak aldığı tapu kayıtlarının taşınmazın bu kısmını kapsayıp kapsamadığına
ilişkin olduğu, orman dışına çıkarılmadan tespit tarihine kadar 20 yıllık süre
geçmediğinden zilyetliğe dayanarak dava açanların temyiz istemlerinin reddine
karar verilmesi gerektiği, Hazinenin temyiz itirazları yönünden ise 6831 sayılı
Kanun’un 2/B maddesinde “orman sınırları
dışına çıkarılacak yer, sınırlaması itirazsız kesinleşmiş tapulu arazi ise
mülkiyet tekrar sahiplerine geçer” hükmü gereği orman tahdidinin
itirazsız kesinleşip kesinleşmediğinin ve davacıların dayandıkları tapu
kayıtlarının revizyon görüp görmediğinin araştırılması
gerektiği, tapu kayıtlarının uyması hâlinde miktarı kadar arazinin kayıt
maliklerine verilebileceği gerekçesiyle kararın bu kısımlarını bozmuştur.
19. İlk Derece Mahkemesi bozma
kararına uyduğunu belirtmiş ancak 10/6/1997 tarihli ve
E.1996/27, K.1997/151 sayılı kararıyla 229 sayılı parselin kesinleşmeyen
4.023.903 m²lik bölümünün, haritasında bağımsız parseller olarak gösterilmek
suretiyle payları oranında tapu malikleri adına tesciline karar vermiştir.
20. Kararın temyizi üzerine
incelemeyi yapan Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 7/7/1998
tarihli ve E.1998/311, K.1998/3125 sayılı kararıyla, bozma kararının
uygulamasının yapılmadığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını tekrar
bozmuştur.
21. İlk Derece Mahkemesi 2/12/1999 tarihli ve E.1999/285, K.1999/292 sayılı kararıyla
bozma kararına direnmiştir.
22. Direnme kararını inceleyen
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 27/6/2001 tarihli ve
E.2001/7-427, K.2001/558 sayılı
kararıyla direnme kararında hüküm fıkrası oluşturulmadığı gerekçesiyle direnme
kararını bozmuştur.
23. İlk Derece Mahkemesi 11/4/2002 tarihli ve E.2002/6, K.2002/27 sayılı kararıyla
tekrar direnme kararı vermiştir.
24. Direnme kararını inceleyen
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 12/11/2003 tarihli ve
E.2003/7-563, K.2003/678 sayılı kararıyla Yargıtay 7. Dairenin görüşünü haklı
bularak ikinci direnme kararını da bozmuştur.
25. Bu kez bozma kararına uyan
İlk Derece Mahkemesi 25/4/2005 tarihli ve E.2004/1, K.200/5 sayılı kararıyla
davacıların dayandıkları Nisan 1320 ve Nisan 1325 tarihli kayıtların paylı
olması nedeniyle Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinin 11/1/1940 tarihli ve 15/1
sayılı kararıyla izaleyi şüyu davasında Mahkeme kararında tapu kayıtlarının
kapsadığı alanın 22.201.202 m² olduğunun belirlendiği, dayanak tapu
kayıtlarının miktarının ise çok düşük olduğu ve kök tapu kayıtlarının
değişebilir sınırlı bulunduğu, miktarın arttırılması talebi ve miktarın
düzeltilerek tapuya tesciline ilişkin karar bulunmadığı belirtilerek 13/4/1944
tarih ve 118 numaralı tescilin yolsuz tescil niteliğinde olduğu, bu nedenle
dayanılan tapu kaydının ihdas tarihindeki miktarı olan 1.838.000 m²nin esas
alınması gerektiği, 1946 yılında yapılan ve kesinleşen orman tahdidi ile dava
konusu taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu, 1975 yılında 6831 sayılı
Kanun’un 2/B maddesi uyarınca taşınmazın Hazine adına orman sınırları dışına
çıkarılarak 4 No.lu orman kadastro parseli içinde kaldığı, tapunun yüz ölçümü
1.838.000 m² olduğu hâlde tapu maliklerine 3.931.926 m² yer verildiğinin
anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kesinleşen kısmı için yeniden hüküm
kurulmasına gerek olmadığı gerekçesiyle davaya katılan bazı davacıların
taleplerinin görev yönünden reddine; davacılara verilen yer ile dayanak tapunun
yüz ölçümü arasında fark olması, tapunun revizyon
gördüğü parsellerin sınırlarının değişebilir nitelikte olması ve 1975 yılında
Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılmış arazinin zilyetlikle
kazanılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle taşınmazın yüz ölçümünün
düzeltilerek tespiti için Hazine adına tesciline karar vermiştir.
26. Kararın temyizi üzerine
incelemeyi yapan Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 30/11/2006
tarihli ve E.2006/2115, K.2006/3955 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesinin
kararını onamıştır.
27. Başvurucuların murisinin
karar düzeltme talebi, Yargıtay aynı Dairesinin 1/7/2008
tarihli ve E.2007/3956, K.2008/2954 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar bu
tarihte kesinleşmiştir.
28. Dava konusu taşınmazın mülkiyeti
konusunda davanın kesinleşmesinden sonra başvurucuların murisi tapu siciline
güvenerek aldığı taşınmazın Hazine adına kaydı nedeniyle zarara uğradığını
ileri sürerek 29/6/2009 tarihinde Antalya 1. Asliye
Hukuk Mahkemesi nezdinde tazminat davası açmıştır.
29. Başvurucuların murisi 26/8/2009 tarihinde vefat etmiştir.
30. Mahkeme 29/6/2009 tarihli ve
E.2009/244, K.2010/92 sayılı kararıyla ve Kadastro Mahkemesi kararına atıf
yaparak başvurucuların murisinin satın aldığı tapu kayıtlarının 229 No.lu
parsele ait olduğu iddiasının Kadastro Mahkemesince reddedildiği, dayanılan
tapu kayıtlarının miktarından daha fazla yer verildiği ve başvurucuların murisi
adına mevcut kayıtların 229 No.lu parsel dışında çok sayıda parselin revizyon gördüğü, dava dilekçesinde belirtilen hususların
tapu kaydının yanlış tutulmasından kaynaklanmadığı, başvurucuların murisinin
kadastro öncesi satın aldığı tapu kayıtları hangi kadastral
parsellere uygulanmış ise yasal süresi içinde o parseller yönünden tespit
malikleri aleyhine talepte bulunabileceği, 3402 sayılı Kanun’un 12/4 maddesi
gereği kadastrosu tamamlanmış alan içinde kalan eski tapu kayıtlarının işleme
tabi kayıt niteliğini kaybedeceği ve bunlara dayanılarak işlem yapılamayacağı
gerekçeleriyle davayı reddetmiştir.
31. Kararın temyizi üzerine
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 17/1/2012 tarihli ve E.2011/16678, K.2012/237 sayılı
kararıyla başvurucuların murisinin dayandığı tapu kaydının değişebilir sınırlar
içerdiği; miktarından çok fazlaya, toplam 3.931.926 m²ye çok sayıda parselin revizyon gördüğü, başvurucuların murisinin çekişmeli 229
sayılı parsel için mevcut bir tapu kaydının bulunmadığı, bu nedenle de Kadastro
Mahkemesi kararının kesinleşmesiyle zarara uğrandığının söylenemeyeceği
gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
32. Başvurucuların karar
düzeltme talebi Yargıtay aynı dairesinin 11/12/2012
tarihli ve E.2012/7868, K.2012/14280 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar
kesinleşmiştir.
33. Bu ilam başvuruculara 31/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
34. Başvurucular 4/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
35. 6831 sayılı Kanun’un 1.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve
ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.
…
J) Funda veya
makilerle örtülü orman ve toprak muhafaza karakteri taşımıyan
yerler;
Orman sayılmaz.”
36. 6831 sayılı Kanun’un 11.
maddesi şöyledir:
“Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı
suretiyle ilanı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak, harita ve kararlara karsı askı tarihinden itibaren altı ay
içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro
davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve 2 nci maddeye göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine
Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve hak sahibi gerçek ve tüzel
kişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon
kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir. Ancak, tapulu
gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma hakları
mahfuzdur.
37. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanun’un 1007. maddesi şöyledir:
“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet
sorumludur. Devlet, zararın dogmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer
mahkemesinde görülür.”
38. 3402 sayılı Kanun’un 12.
maddesi şöyledir:
30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan
kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
…
Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve
tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten
sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava
açılamaz. ( iptal cümle: Anayasa Mah.12.5.2011 Tarih
ve 2009/31 E. 2011/77 K. s.k.) **
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski
tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara
dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil
edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil
tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar
ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni
kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.”
39. 3402 sayılı Kanun’un 20.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir
"Tapu kayıtları ile diğer belgelerin kapsadığı yeri
tayinde;
A) Kayıt ve belgeler,
harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine uygulanması mümkün
bulunmakta ise, harita, plan ve krokideki sınırlara itibar olunur.
B) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde
belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer
hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar
esas alınarak tespit yapılır.
C) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde
belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise,
bunlarda gösterilen miktara itibar olunur. Ancak değişebilir ve genişletilmeye
elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fizik yapıları ve konumları
itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa, tespit o sınır esas alınarak yapılır.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
40. Mahkemenin 5/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların
4/2/2013 tarihli ve 2013/1178 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
41. Başvurucular, murisleri
adına tescil edilmiş taşınmaza ilişkin tapu senetlerinin yapılan kadastro
çalışmasında uygulanamayan tapu kayıtları listesine alınması nedeniyle açtıkları
itiraz davasında Kadastro Mahkemesinin kararının Yargıtay tarafından düzeltilip
onanmasıyla taşınmazın Hazine adına tescil edildiğini, bunun üzerine
murislerinin tapu siciline güvenerek aldığı taşınmazın Hazine adına kaydı
nedeniyle uğradıkları zararın tazmini için açtıkları davanın da reddedilmesi
sonucu mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler; ek beyan
dilekçeleriyle aynı parselle ilgili aynı süreci yaşayan üçüncü bir kişinin
açtığı tazminat davasında Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 25/3/2013
tarihli ve E.2013/593, K.2013/5207 sayılı, ilgili lehine bozma kararını delil
olarak sunmuşlar ve 4.251.005 TL maddi tazminat ile yargılama giderlerinin
kendilerine ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
42. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
43. Başvurucuların hak ihlaline
neden olduğunu ileri sürdükleri iki yargılama süreci bulunmaktadır. Bunlardan
ilki taşınmazın aynına ilişkin uyuşmazlığın konu olduğu Antalya Kadastro
Mahkemesine açılmış kadastro tespitine itiraz davasıdır. Bu dava Yargıtay 7.
Hukuk Dairesinin 1/7/2008 tarihli karar düzeltme
talebini ret kararı ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye
başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiğinden taşınmazın aynına ilişkin
mülkiyet sorunu hakkında değerlendirme yapılmayacaktır.
44. İkinci yargılama süreci ise
başvurucuların murisinin 229 No.lu parsele ilişkin tapu sicilinin hatalı
tutulduğu iddiasıyla Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat
talepli davadır. Bu dava Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11/12/2012
tarihli karar düzeltme talebini ret kararı ile kesinleşmiştir. Bu davanın
konusu 229 No.lu parselin tapu sicillerinin hatalı tutulması nedeniyle meydana
geldiği iddia edilen zararın tazminini talep etmek olduğundan başvurucuların
mülkiyet haklarına yönelik şikâyetleri, meydana geldiğini iddia ettikleri zararın
mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti oluşturup oluşturmadığıyla sınırlı
olarak incelenecektir.
Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Başvurucular, murislerinin
tapu siciline güvenerek aldığı taşınmazın Hazine adına kaydı nedeniyle
uğradıkları zararın tazmini için açtıkları davanın reddedilmesi sonucu mülkiyet
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
46. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35.
maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
47. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması"
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
48. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı
1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
49. Anayasa'nın 35. maddesinde
herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla
kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına
aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ve 30/3/2011tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin
taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
50. Bununla birlikte Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi içtihatlarında nelerin mülkiyet hakkına konu olabileceği
hususunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin
yorumundan bağımsız olarak "özerk bir yorum" esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD],
B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye
[BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 129; Beyeler/İtalya [BD], B.
No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Iatridis/Yunanistan
[BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, § 54).
51. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanındaki mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul
edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge,
§ 31).
52. Anayasa ve Sözleşme'nin
ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları
koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün,
mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa
olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet
kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir
"ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde
etmeye yönelik "meşru bir beklenti", Anayasa'nın ve Sözleşme'nin
ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).
53. Meşru beklenti, makul bir
şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren
yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip
nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece
ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı
meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).
54. Dolayısıyla Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet
hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının
tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile
yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd.
Şti.,
B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının ihlal
edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu
kanıtlamak zorundadır.
55. 4721 sayılı Kanun’un 1007.
maddesine göre tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devlet
sorumludur. Bu maddeye dayanılarak açılacak tazminat davalarında kişilerin,
zararın tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklandığını ispat etmeleri
gerekmektedir.
56. Osmanlı Devleti Dönemi’nde
toprak mülkiyeti sistemi bugünkü durumdan oldukça farklı olup toprakların büyük
kısmı tımar denilen ve bugünkü kullanım hakkından oldukça fazla hak içeren
ancak taşınmazın kuru mülkiyetini kullanıcıya vermeyen mülkiyet uygulaması
yaygın olarak bulunmaktaydı. Cumhuriyet Dönemi’nde 17/2/1926
tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin
kabulüyle bahsedilen türden mülkiyeti gösterir tapu belgeleri, mülkiyet olarak
kabul edilmiştir. Bununla birlikte kadastro uygulaması geç başladığından ve
uzun süre aldığından kadastronun geçmediği alanlarda kişilerin sahip olduğu
tapu belgeleri; genellikle harita, plan ve krokiye dayanmayan ve sabit
sınırları göstermeyen belgelerdir (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 39).
57. 3402 sayılı Kanun’la,
taşınmaz mülkiyetinde yaşanan uyuşmazlıkları çözmek için Kanun'un 20.
maddesinin A fıkrasında kadastro uygulaması yapılırken tapu kayıtları ile diğer
belgelerin kapsadığı yerin tayini kayıt ve belgelere, harita, plan ve krokiye
dayanmakta; bunların yerlerine uygulanması mümkün ise harita, plan ve krokideki
sınırlara itibar olunacağı ancak harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve
belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde
kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise kayıt ve belgelerde gösterilen
sınırlar esas alınarak tespit yapılacağı hükmü getirilmiştir. Aynı maddenin C
fıkrasında ise harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde
belirtilen sınırlar; değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise
bunlarda gösterilen miktara itibar olunacağı ancak değişebilir ve
genişletilmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fizik
yapıları ve konumları itibarıyla belli bir yeri kapsıyorsa tespitin o sınır
esas alınarak yapılacağı hükmü yer almaktadır.
58. Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383 E.,
2009/517 K.; 16.06.2010 tarihli ve 2010/4-349 E. 2010/318 K sayılı
kararlarında; tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini
takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro
işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan
hatalardan 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi anlamında devletin sorumlu
olduğunun kabulü gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca devletin sorumluluğunun
kusursuz sorumluluk olduğu, bu işlemler nedeniyle zarar görenlerin 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türkiye Borçlar Kanunu’nun
125. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresi gözetilerek 4721 sayılı
Kanun’un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adli
yargıda dava açabileceği ifade edilmiştir.
59. Somut başvuruya konu olayda
başvurucuların murisi, 1979 yılında 229 No.lu parselde yer aldığı belirtilen
fundalık niteliğinde değişebilir sınırlı taşınmazı satın almıştır.
Başvurucuların murisi adına düzenlenen kayıtta taşınmazın fundalık olduğu ve
sınırlarının değişebilir nitelikte olduğu yer almaktadır. Bu nedenle
başvurucuların murisi taşınmazı satın aldığı 1979 yılında, 6831 sayılı Kanun’un
1. maddesine göre taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğunu bilebilecek
durumdadır. Ayrıca başvurucuların murisinin dayandığı kayıt değişebilir sınırlı
olduğundan ve Mahkemece zilyetliğin bulunmadığı tespit edildiğinden 3402 sayılı
Kanun’un 20. maddesi gereği gösterilen miktara itibar olunacağı, kaydın fizik
yapı ve konumu itibarıyla belli bir yeri kapsaması hâlinde tespitin o sınır
esas alınarak yapılacağı da açık olup taşınmazın satın alındığı tarihte
öngörülebilmektedir.
60. 1980 yılında yapılan
kadastro çalışmasında bahsedilen parsel, Hazine adına kaydedilmiştir. Antalya
Kadastro Mahkemesi 25/4/2005 tarihli kararıyla başvurucuların murisi dâhil 392
davacının 229 No.lu parselle ilgili itirazlarını, dayandıkları Nisan 1320 ve Nisan
1325 tarihli kayıtların paylı olması nedeniyle Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinde
Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz olarak görülen izaleyi şüyu davasında
11/1/1940 tarihli kararıyla kayıtlarının kapsadığı alanın 22.201.202 m² olarak
genişletildiği ancak dayanak alınan tapu kayıtlarının miktarının ise çok düşük
olduğu ve kök tapu kayıtlarının değişebilir sınırlı bulunduğu, bu nedenle
13/4/1944 tarihli tescilin yolsuz tescil niteliğinde olduğu, dayanılan tapu
kaydının ihdas tarihindeki miktarı olan 1.838.000 m²nin esas alınması
gerektiği, dava konusu taşınmazın 1946 yılında yapılan ve kesinleşen orman
tahdidi ile orman sayılan yerlerden olduğu, 1975 yılında 6831 sayılı Kanun’un
2/B maddesi uygulamasıyla taşınmazın Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı,
tapu kayıtlarında yüz ölçüm 1.838.000 m² olduğu hâlde tapu maliklerine
kayıtlarının diğer parsellerde revizyon görmesiyle
3.931.926 m² yer verildiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle reddetmiştir.
61. Başvurucuların murisinin tapu
sicilinin hatalı tutulduğu iddiasıyla Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı davada ise Mahkeme, 29/6/2009 tarihli kararıyla ve Kadastro Mahkemesi
kararına atıf yaparak başvurucuların murisinin satın aldığı tapu kayıtlarının
229 No.lu parsele ait olduğu iddiasının Kadastro Mahkemesince reddedildiği,
dayanılan tapu kayıtlarının miktarından daha fazla yer verildiği ve
başvurucuların murisi adına mevcut kayıtların 229 No.lu parsel dışında çok
sayıda parselin revizyon gördüğü, dava dilekçesinde
belirtilen hususların tapu kaydının yanlış tutulmasından kaynaklanmadığı,
başvurucuların murisinin kadastro öncesi satın aldığı tapu kayıtlarına dayalı
olarak hangi kadastral parsellere uygulanmış ise
yasal süresi içinde o parseller yönünden tespit malikleri aleyhine talepte
bulunabileceği, 3402 sayılı Kanun’un 12/4 maddesi gereği kadastrosu tamamlanmış
alan içinde kalan eski tapu kayıtlarının işleme tabi kayıt niteliğini
kaybedeceği ve bunlara dayanılarak işlem yapılamayacağı gerekçeleriyle davayı
reddetmiştir.
62. Kadastro Mahkemesinin
başvurucuların murisi dâhil davacıların tutundukları tapu kayıtlarının miktarı
itibarıyla geçerli olduğu, miktarı itibarıyla kayıtların 229 No.lu parseli
kapsamadığı ve bu parsele uygulanamadığı sonucuna ulaştığı, Asliye Hukuk Mahkemesinin
ise bu hükme ve başvurucuların murisinin tutunduğu kaydın başka parsellere
uygulanmasına binaen başvurucuların murisinin tapu kaydının 229 No.lu parselde
hatalı tutulmasına bağlı zarar oluştuğu iddiasını yerinde görmediği
anlaşılmaktadır.
63. Bu durumda başvurucuların
murisi, Kadastro Mahkemesinde tutunduğu kaydın 229 No.lu parselde yer aldığını
ispat edememiş, başvurucular da Asliye Hukuk Mahkemesi önünde 229 No.lu
parselde kayıtların yanlış tutulması sebebiyle zarara uğradıklarını kanıtlayamamışlardır.
Mahkeme, bahsedilen parselde başvurucuların murisine ait taşınmaz bulunmadığı
yönünde kesinleşen Kadastro Mahkemesi kararı ile başvurucuların murisleri dâhil
davacıların tutundukları kayıtların kapsadığı 1.838.000 m² alandan daha fazla
3.931.926 m² olarak başka parsellerde revizyon
gördüğüne ve taşınmazın revizyon gördüğü parsellere ilişkin olarak dava
açılabileceğine dayanarak davayı reddetmiştir.
64. Başvurucular, murislerine
ait taşınmaz kaydının revizyon gördüğü diğer
parsellerle ilgili olarak bir dava açtıklarından bahsetmemekte ve böyle bir
davayı başvuru konusu yapmamaktadırlar.
65. Başvurucular aynı parsele
ilişkin üçüncü bir kişinin açtığı tazminat davasını reddeden İlk Derece
Mahkemesi kararını bozan Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 25/3/2013 tarihli ve
E.2013/593, K.2013/5270 sayılı bozma kararını delil olarak sunmuş olmakla
birlikte bu dava incelendiğinde söz konusu davacının taşınmazına ait kaydın
başka parsellerde revizyon görmediği, bu nedenle de
devletin kusursuz sorumluluğuna giden Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin tazminat
talebini ret kararını bozduğu, somut başvuruya konu davada ise başvurucuların
murislerine ait taşınmaz kaydının başka parsellerde revizyon gördüğü,
dolayısıyla tazminat koşullarının oluşması bakımından davaların aynı nitelikte
olmadığı anlaşılmıştır.
66. Sonuç olarak somut başvuruya
konu dava 229 No.lu parsele ilişkin kayıtların hatalı tutulmasına bağlı
tazminat istemi olduğundan ve başvurucular Asliye Hukuk Mahkemesi önünde 229
No.lu parsele ilişkin murislerine ait kaydın hatalı tutulmasına bağlı tazminat
iddialarını kanıtlayamadıklarından başvurucuların bu iddiaları mülkiyet hakkı
kapsamında meşru beklenti olarak nitelendirmeye yeterli somutluğa sahip bir
beklenti olmayıp başvurucuların söz konusu parsele ilişkin kayıtların hatalı
tutulmasına bağlı tazminat iddialarının Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen
mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması mümkün değildir.
67. Açıklanan nedenlerle
başvurunun konu bakımından yetkisizlik
nedeni ile kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucuların mülkiyet
hakkına yönelik ihlal iddiasının konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderinin
BAŞVURUCULAR ÜZERİNE BIRAKILMASINA
5/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.