TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ SUAT ERTOSUN BAŞVURUSU (8)
|
(Başvuru Numarası: 2014/4479)
|
|
Karar Tarihi: 5/11/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Derya ATAKUL
|
Başvurucu
|
:
|
Ali Suat
ERTOSUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Rabiya BALKANLI
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Habertürk
gazetesinde yayımlanan bazı köşe yazılarında kullanılan ifadelerin başvurucunun
kişilik haklarını zedelediği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/3/2014 tarihinde Ankara 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine
karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 9/2/2015 tarihli görüş yazısı başvurucuya
tebliğ edilmiş ve başvurucu süresi içinde Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını
sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama
dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu; adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği ve
başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmıştır. Başvurucu
hâlen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır.
8. Ulusal düzeyde yayın yapan Habertürk
gazetesinin 14/10/2010, 17/10/2010, 28/11/2010, 28/1/2011, 31/1/2011 ve
12/5/2011 tarihli nüshalarında Umur Talu imzası ile sırasıyla “Esas siz istifa etseydiniz Tosun Bey!”, “İtaat ve Terakki!”, “Birdirbir”, “Tekzip, tek tip”, “Suç
duyurusu” ve “İki çocuk, iki
mektup” başlıklı köşe yazıları yayımlanmıştır.
9. Gazetenin 17/10/2010 tarihli nüshasında yayımlanan “İtaat ve Terakki!” başlıklı köşe
yazısında başvurucu hakkında şu
ifadelere yer verilmiştir:
"…
Okur da belli ki, Ertosun gibi devletin kutsal
emaneti.
Böyle emanetler iktidardan iktidara geçiyor ve
bazen karışıklıklar vuku buluyor.
Aralık 2000 cezaevi katliamı sırasında,
DSP-MHP-ANAP koalisyonu Ceza ve Tevkif Evleri Müdürü olan “hassas terazili
hukuk insanı” Ertosun, bu hükümette hem Cemil Çiçek eliyle “üstün hizmet
madalyası” almış, hem HSYK’ya münasip görülmüştü.
Artık hükümet muhalifi, ama istifa da etmedi!
Okur da sanırım benzer “Çiçek” familyasından.
Nasıl Çiçek, 12 Eylül sonrası ANAP
kuruculuğundan beri “Devlet”in parçası ise, bazı
“Adalet” bürokratları da öyle olmalı.
“Karışıklık” şuradan:
AKP’ye yakın sandığınız biri, “devlet adamı”
olarak muhalif çıkmış mesela!
Ya da “Devletin adamı” sandığınız, AKP’nin de
has adamı olmuş.
Belki de bu AKP’nin ve devletin yapısından
ileri geliyor:
Nasıl devlet biraz AKP ise; AKP de biraz
devlet!
Belki de, kökler öyle
birbirine girmiş ki; “derinlikte” buluşuyor bazen!
…
İktidar gölgesinde bağımsız yargı olmayacağı
gibi; bağımsız ve özgür gazetecilik de hikâye.
“Asker gölgesi”nde
hiç olamayacağı nasıl kesinse, öyle!
Birbirini gırtlaklayan hukukçular ile…
Birbirini boğazlayan gazeteciler azıcık
düşünseler…
“Postal postası” olmanın da “iktidar kuklası”
yazılmanın da insana katacağı zerre onur kırıntısı yok!
Ancak Tosunbey, Okurbey, Kasımbey filan olur,
makam, fırsat, imkân tüketirsiniz…
İnsanlık haysiyetinizle birlikte!
Terakki için itaat şart olabilir ama boynu
eğik, omurgası yamuk suretiniz; suratınızdan paçalarınıza akar!”
10. Gazetenin 28/11/2010 tarihli nüshasında yayımlanan “Birdirbir” başlıklı köşe yazısında
başvurucu hakkında şu ifadelere
yer verilmiştir:
“…
BİR MÜDÜR: Koalisyonun ve Türk’ün bakanlığının
Cezaevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’du.
BİR HÜKÜMET: Seçimde o koalisyon göçmüş, AKP
iktidar olmuştu.
BİR ÖDÜL: İstanbul’daki mahkemenin devleti
mahkûm ettiği günlerde (Mart 2004), AKP iktidarı, o “insan hakları ve yaşam
hakkı ihlali”nin üst düzey bürokratı Ertosun’a ödül
verdi. TBMM Başkanı Arınç’ın elinden Devlet Üstün
Hizmet Beratı; Adalet Bakanı Çiçek’in elinden Devlet Üstün Hizmet Madalyası.
BİR TAKDİR: Ertosun, aynı hükümet ile o
gruptan çıkan Cumhurbaşkanı’nca HSYK üyesi de yapıldı.
BİR HÂKİM: Devleti tazminata mahkûm eden,
(dolayısıyla eski hükümeti, katliam için savunma yapan bu hükümeti, ikisinin
Ertosun’unu dolaylı veya vicdanen bile olsa mahkûm eden) kararı Hâkim Nilgün
Kurtoğlu kaleme almıştı. Hatta tazminatı az bulup şerh koymuştu.
…”
11. Gazetenin 28/1/2011 tarihli nüshasında yayımlanan “Tekzip, tek tip” başlıklı köşe yazısında
başvurucu kastedilerek şu
ifadelere yer verilmiştir:
“Dün Dipsiz Kuyu’da bir tekzip vardı.
Bu sütunda kimseye hakaret veya taammüden
haksızlık edilmek istenmez ama hiç olmaz demiyorum. Haksızlığı elbet düzeltmek
isterim. Fakat anlayamadığım şu:
Bir insan diyelim ki bir dönem cezaevlerinden
sorumlu en üst düzey bürokrat, oralarda kendilerine emanet 30 “başka insan”ın ölümünden sorumluysa veya öldürülmesi sırasında
sorumluysa…
Hiç değilse bir vicdan taşır. O vicdanda sızı
taşır. Utanır, sıkılır, uyku uyuyamaz, evlatlarının yüzüne rahat bakamaz,
pişkinlik edemez.
Tekzip döşenebilir ama daha iyisi,
özeleştiridir, utanmaktır.
Ama şahısların da bir yerde kabahati yok.
Çünkü DSP, MHP, ANAP hükümeti devrinde cezaevi katliamı oluyor…
AKP gelip o cezaevi sorumlusunu HSYK üyesi
yapıyor; devlet madalyasıyla taltif ediyor. Ben “devlette devamlılık” diye buna
derim işte! Sonra şey olmuş… O laikmiş, ötekiler değilmiş… Çatışmışlarmış,
çelişmişlermiş, heseyekeleşmişlermiş. Yargıyı ele
geçirmişlermiş, ellerindeki yargıyı elden geçirmişlermiş filan.
O zaman onlara derim ki…
Hocam siz hiç cezaevinde, köşeye kıstırılıp
gazla boğuldunuz mu?.. Siz hiç Adli Tıp’ta bile “acayip” denen mermilerle delik
deşik oldunuz mu?.. Siz hiç öldünüz mü, öldürüldünüz mü ve öldürüldükten sonra
bile cesetlerinize sıkıldı mı?.. Siz hiç kimyasallarla yakıldınız mı?
Hayır ise…
Şükredin hayata, sarılın birbirinizin
madalyasının, madalyonunun ipine!
Çünkü, öyle oluyor, şöyle oluyor…
Birbirinizi neyin yiyorsunuz…
Sonra bir de ne görelim:
Biri yakmış… Biri bakmış… Biri de madalya
takmış!
O yüzden… tekzip başım üstüne…
Ama tek tekziple vicdan olmuyor ki!
Kâbus var mı kâbus… Esas o önemli!
Yoksa madalya asılı kalsa da… Hayat bitiyor,
tarih çiziyor, beden çürüyüp çözülüyor! En kötüsü ise, beden ayaktayken
vicdanın, ruhun kuruması. Fare gibi kemirir insanı! Filmlerde buna “yaşayan
ölü” deniyor; hatta zombi!
…”
12. Gazetenin 31/1/2011 tarihli nüshasında yayımlanan “Suç duyurusu” başlıklı köşe yazısında
başvurucu hakkında şu ifadelere
yer verilmiştir:
"2000 sonu “cezaevi katliamı”nda
30 insanın öldürülmesinden dolayı şu sıra yargılanan var: Ateş açtığı söylenen
erler!
Çünkü memlekette erler toplanıp operasyon
kararı verir… Ne tür mermi kullanılacağını, gaz, kimyasal terkibini, medyanın
nasıl manipüle edileceğini belirler!
Oysa dönemin Cezaevleri Genel Sorumlusu,
“bağımsız yargı” kararı “Tekzip”te o davayı da tekzip
ediyor: En bilgili, en yetkili, en sorumlu, en üstün başarılı devlet ve yargı
adamı suç duyurusunda bulunuyor!
Eminim yargı bu suç duyurusunu dikkate alacak…
Sanıkları, çoktan terhis, kimi işsizliğe, kimi yoksulluğa, kimi pişmanlığa,
kimi korkuya karışmış erlerden ibaret tutmayacak!
Önceki iktidarın Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürü; AKP’nin madalyayla HSYK Üyesi yaptığı Sayın Ertosun bizzat
bağımsız mahkeme kararlı tekzipte suç duyurusunu nasıl yaptı: “Hayata Dönüş
Operasyonu… üst düzey bir siyasi karar sonucunda, Devletin ilgili tüm makam ve
birimlerinin katılımıyla uygulamaya konulmuştur. Genel müdür olarak tek başıma
karar veremeyeceğimin bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.”
…
Daha geçenlerde, dönemin tanığı, infaz koruma
memuru, Tüm Yargı Sen kurucu ve yöneticisi Ali Yazıcı, Fatih Altaylı’ya ne anlatmıştı: “O dönem, F tipi projesinin büyük
gerginlik yaratacağını Genel Müdür Ertosun’a anlattım. Ama ısrarlıydı: ‘Ali
Bey, bu proje yapılacak. Biz bu ülkede bir düşünceyi yok etmek istiyoruz dedi’…
Bu tanıklığı da,
Sayın Ertosun’un “suç duyurusu”nu dikkate alacak yüce
yargının dikkatine sunuyorum. Tabii, sanık erlerin avukatlarının ve öldürülmüş,
sakat bırakılmış onca kişinin müdahil avukatlarının da!
Sayın Ertosun’un dediği gibi hafifletici sebep
de var: “Ölüm oruçları bitmiştir.”
…
O “kanuna
uygun” günleri, tüm duygusallığıyla bize şöyle anlatıyor: “Cezaevlerinde
yaptığım çalışmalarla ülkemizin dünyaya tanıtılmasında ve Devletimizin
yüceltilmesinde gösterdiğim üstün başarıdan dolayı, 2933 Madalya ve Nişanlar
Kanunu gereğince, Bakanlar Kurulunun önerisi üzerine Cumhurbaşkanımızın tevcihi
ile tarafıma Türkiye Cumhuriyeti Devlet Üstün Hizmet Madalyası verilmiştir.”
Ne diyeyim… 30 insanın öldürülmesi, 150
kadarının ölüme itilmesi, onca sakat ve hastayla ülkemizi hakikaten dünyaya
tanıtıp büyük harfli Devleti yüceltene madalya “demokrat AKP”ye
ön kapak olsun! Sırf AKP ile çatıştılar diye, “Biz bir düşünceyi yok etmek
istiyoruz” diyebilen “terminatörler”i “cumhuriyetçi,
solcu” sananlara da arka kapak olsun!
Dilerim, Sayın Suç Duyurusu kabul olsun!”
13. Gazetenin 12/5/2011 tarihli nüshasında yayımlanan “İki çocuk, iki mektup” başlıklı köşe
yazısında başvurucu kastedilerek şu
ifadelere yer verilmiştir:
“…
Şimdi anlıyorum, o zamanlar Ceza ve Tevkif
Evleri Genel Müdürü’nün makam odasına gidip benim için yardım talep eden babama
söylenen “Onların yaşamaya hakkı var mı ki. Gebersinler!” sözünün hakikatini.
Yavaş yavaş öldüren zihniyet, hemen öldüren
zihniyetten de acımasız.
…”
14. Başvurucu, söz konusu yazılar nedeniyle kişilik haklarına
saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 14/10/2011 tarihinde, Ankara 7. Asliye
Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.
15. Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi, 12/7/2012 tarihli
kararla Habertürk gazetesinin 14/10/2010 tarihli
nüshasında yayımlanan “Esas siz istifa
etseydiniz Tosun Bey!” başlıklı köşe yazısı ile ilgili olarak
davanın kısmen kabulüne, diğer köşe yazılarıyla ilgili olarak ise davanın
reddine karar vermiştir. Mahkemenin davanın reddine ilişkin kısmının gerekçesi
şöyledir:
“...
Davacının dava konusu yaptığı 17/10/2010
tarihli "İtaat ve Terakki" başlıklı, 28/11/2011 tarihli
"Birdirbir" başlıklı, 28/1/2011 tarihli "Tekzip, tek tip"
başlıklı, 31/1/2011 tarihli "Suç duyurusu" başlıklı, 12/5/2011
tarihli "İki Çocuk, İki Mektup" başlıklı yazıların kapsamı itibariyle
yazıların bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesinde basın özgürlüğü
kapsamında kamuoyunu ilgilendiren hususlarda, doğru ve gerçeğe uygun haber
vermeyi sağlamak ve zamanında gereken ayrıntıları ile haberlerin kamuoyuna duyurulmasına
imkân vermek amaçlı toplandığı, yazıların kapsamı itibarıyla yazarın kendi
düşüncelerinden kamuoyunun haberdar olmasını sağladığı, böylece toplumun
düşünce ve kanaatlere ulaşmasını sağlayıp toplumun denetimini de sağlamak
amaçlı olarak yazıldığı, yazıların bütünlük içerisinde değerlendirilmesi ile
davacının eleştirel mahiyette yazılarının yayınlandığının kabulünde zorunluluk
bulunduğu, eleştiri hakkının kullanılması ile kişilik haklarının zarara uğrasa
dahi basın özgürlüğünün üstün bir hak olarak hukuka uygunluk nedeni sayılması
gerektiği durumlarda eleştiriden zarar görenlerin tazminat hakkının da
doğmayacağı değerlendirildiğinden, davacının yaptığı görevler itibariyle
bulunduğu makam da göz önüne alınarak yazıların kapsamı itibariyle eleştiri hakkının
kullanıldığının kabulünde zorunluluk olduğu, yazıların basın özgürlüğü
kapsamında görünürdeki gerçekliğe, olaylar sırasında davacının yaptığı görevler
nedeniyle yazıların tarihlerinde davacının eleştirilmesi amaçlı olarak
yazıların yazıldığının kabulü gerektiği, bu nedenle de görünürdeki gerçekçiliğe
ve güncelliğe uygun ve yazıların yayınlanmasında kamu yararının olduğu,
toplumsal ilginin ve yazıların tamamı itibarıyla konu ile düşünsel bağlılığın
temel kurallarının da bulunduğu, bu nedenlerle de 14.10.2010 tarihli yazı
haricindeki diğer yazılarla ilgili olarak davacının tazminat hakkının doğmadığı
anlaşılmakla, bu haberlere ilişkin tazminat taleplerinin reddine karar
verilmiştir.”
16. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 9/10/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.
17. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 3/2/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
18. Anılan karar, 25/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş ve başvurucu 26/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
58. maddesi şöyledir:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören,
uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para
ödenmesini isteyebilir.
….”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 5/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 26/3/2014 tarihli ve 2014/4479 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu,
i. Davaya
konu köşe yazılarında kendisinin; görevini kötüye kullanan, derin devlet
görevlisi, darbeci, Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürlüğü yaptığı dönemde gerçekleştirilen Hayata Dönüş Operasyonu’nda,
hapishanelerdeki infazlarda etkin rol oynayan ve o dönem yaşanan
mağduriyetlerden önemli ölçüde sorumlu olan bir kişi olarak gösterildiğini,
ii. “Tekzip,
tek tip” ve
“İki çocuk iki mektup” başlıklı
yazılarda ismi kullanılmamış olsa bile olayların gerçekleştiği tarihlerde
yayımlanan haber ve yazılar bir bütün olarak değerlendirildiğinde söz konusu
köşe yazılarında bahsedilen kişinin kendisi olduğunun açık olduğunu,
iii. Davaya
konu köşe yazılarında, ifade özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının
sınırlarının aşıldığını, kullanılan ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı
niteliğinde olduğunu, derece mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma
özgürlüğü ile kendisinin itibarının korunması arasındaki dengeyi
sağlayamadığını,
iv. Açmış
olduğu davanın hakkaniyete aykırı olarak reddedildiğini, ret kararının temyizi
üzerine Yargıtayca verilen onama ve karar düzeltme
ilamlarının gerekçeden yoksun olduğunu ileri sürmüş ve bu sebeplerle
Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40., 90. ve 141. maddelerinin ihlal
edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın
yenilenmesi veya toplam 42.500 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Başvurucu, tahkir içeren sözler nedeniyle şeref ve
itibarın korunması hakkını, derece mahkemeleri kararlarının korumadığını
belirterek Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40., 90. ve 141. maddelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve
şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın
17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
23. Bakanlığın görüş yazısında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları hatırlatılmıştır. Bakanlık görüşüne
karşı başvurucu, başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrar etmiştir.
24. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler
ilk olarak İlhan Cihaner
(B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) kararında ortaya
konulmuştur. Daha sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından
benimsenmiş (Kadir Sağdıç [GK],
B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 35-66; Nihat
Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 29-61) ve Bölümler aynı
yöndeki şikâyetlerde sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047,
15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat Ertosun (2),
B. No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).
25. Başvuruya konu sözler ve iddialar (bkz. §§ 8-13)
nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği
kabul edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun, Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını
isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin ve şikâyet konusu köşe yazılarının
yazarı gazetecinin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın
özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence
altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
26. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devletin, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek şeklinde negatif
yükümlülüğü ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde pozitif
yükümlülüğü bulunmaktadır (Abdullah Doğtaş,
B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözlü saldırılar
veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, § 36; İlhan Cihaner, §
42). Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya
uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının, kişinin itibarına
saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak
yararlanmasına zarar verecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına
göre değerlendirir (Kadir Sağdıç,
§ 39; İlhan Cihaner,
§ 45).
27. Öte yandan ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini
oluşturan ana unsurlardan biridir. Ayrıca toplumun ilerlemesi ve bireyin
gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26.
maddesinin ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğünün sadece toplum
tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve
fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve
düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu
hâlinde “demokratik bir toplum”dan söz edilemeyen
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara
tabi ise de bu istisnaların dar bir biçimde yorumlanması ve bu hakkın
sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (Kadir Sağdıç, § 48; İlhan
Cihaner, § 55; Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
28. Mevcut olaydaki gibi başvurularda, prensip olarak
başvurunun ihtilaflı yazı ve sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın 26.
maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu yazıya veya sözlere konu olan kişi
tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış
olmasına göre başvurunun sonucu değişmez. Aksi hâlde Anayasa’nın anılan maddelerinde
korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya
çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa
Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge
kurmaları gerekir.
29. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir
denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu
şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp
sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya
sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi); haber, köşe yazısı veya
makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışları; yayının içeriği, şekli ve
sonuçları ile haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanma şartları (İlhan Cihaner,
§§ 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 58-66;
Nihat Özdemir, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), §§ 42-50).
30. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin başvurucuyu
eleştiri sınırlarını aşan bir müdahaleden korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları
incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük
ölçüde, dava konusu yazıların maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı
olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada maddi olgular ile değer
yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse
de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda
tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57;
İlhan Cihaner,
§ 64; Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, §
46). Yine de yeterli bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte
yargılamaya konu bir yazının bir bütün olarak ele alındığında kamu yararını
ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini
ortaya koymaktadır. Bir suç isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya
konulmasında aranan kesinlik derecesinin, kamu yararı ile ilgili bir konuda,
gazetecilerin değer yargısı içeren ifadeleri bakımından da aranmasını beklemek
basın özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft
GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98,
13/2/2004, §§ 39-43).
31. Başvurucu, köşe yazılarında kendisinin görevini kötüye
kullanan, derin devlet görevlisi, darbeci ve hapishanelerdeki infazlarda etkin
rol oynayan bir kişi olarak gösterildiğini iddia etmektedir. Başvurucuya göre
gerçeklik unsurunu taşımayan bu yazılarda, yazıların sahibi gazeteci tarafından
hedef alınmış ve itibarsızlaştırılması amaçlanmıştır. Buna karşın İlk Derece
Mahkemesi, söz konusu yazıların basın özgürlüğünün sınırlarını aşmayan
eleştirel nitelikte yazılar olduğunu kabul etmiştir.
32. Başvurucunun, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına yönelik
bir saldırı olduğu yönündeki değerlendirmelerine karşı davalı, söz konusu
yazıların eleştiri içeren hukuka uygun yazılar olduğunu, 17/10/2010 tarihli
yazının yargının bağımsızlığına ilişkin tartışmalar üzerine ve 28/11/2010
tarihli yazının Hayata Dönüş Operasyonu’nda görev alan erler hakkında açılan
davada yapılan duruşma üzerine yazıldığını, 12/5/2011 tarihli yazının iki
mahkûmdan gelen mektupların aynen aktarımı olduğunu ve 28/1/2011 ile 31/1/2011
tarihli yazıların da daha önce yazdığı bir yazıya ilişkin tekzip metninin
yayımlanmasının ardından kaleme alındığını, dolayısıyla yazıların güncel ve
kamuoyunun ilgisine matuf olduklarını ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi,
yazıların kamuoyunu ilgilendiren hususlarda yazılan eleştirel nitelikli yazılar
olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun bulunduğu makamı da göz önüne
alarak yazıların basın özgürlüğü kapsamında yer aldığına, kişilik haklarına
saldırı niteliği taşımadığına, güncel ve görünürdeki gerçekliğe uygun olduğuna
karar vermiştir.
33. Başvurucu ayrıca başvuru konusu yazılarda kendisinin
görevini kötüye kullanan, derin devlet görevlisi, darbeci, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü yaptığı dönemde
gerçekleştirilen Hayata Dönüş Operasyonu’nda hapishanelerdeki infazlarda etkin
rol oynayan bir kişi olarak gösterildiğini ve böylece kendisine hakaret
edildiğini ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı şikâyet
konusu sözlerin, davacı tarafın kişilik haklarına herhangi bir saldırı oluşturmadığını kabul ederek davayı
reddetmiştir. Somut davada İlk Derece
Mahkemesi, davalının kullandığı sert sözlere onun verdiği anlamın ötesinde
anlam yüklemeyi reddetmiştir.
34. Başvurucu, davalı tarafından kaleme
alınan köşe yazılarında şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğunu ileri
sürmektedir. Buna karşılık davalı, yazılarda yer verilen bilgilerin güncel ve
kamuoyunun ilgisine matuf olduğunu ve hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığını
iddia etmiştir. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, söz konusu
yazıların bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim
arasındaki dengenin bozulmadığı yönünde değerlendirme yaparak reddetmiştir.
35. İlk olarak davalının, başvuruya konu gazete yazılarında
dile getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı
sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip
geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber, köşe yazısı
veya makalenin kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz
konusu haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması
gerekir. Aksine yazının bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan
çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, § 74). Basının
genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma
fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği
hatırlanmalıdır.
36. Şikâyet konusu köşe yazılarının yayımlandığı dönem, 2000
yılında Türkiye'de, cezaevlerindeki bazı tutuklu ve hükümlülerin F tipi hücre
sistemine ve tecrit uygulamasına direnmek için başlattıkları açlık grevi ve
ölüm orucu eylemlerine karşı yirmi cezaevine birden yapılan -iki asker ile otuz
tutuklu ve hükümlünün öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı, yaklaşık on bin
güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirilen- Hayata Dönüş Operasyonu’nda
görev yapan bazı güvenlik görevlilerinin yargılandığı bir dönemdir. Köşe
yazılarının yayımlandığı tarihte basın ve yayın organlarında, bahsi geçen
yargılamaya ilişkin pek çok haber yayımlanmıştır.
37. Başvuruya konu köşe yazılarının sahibi gazeteci
tarafından da Hayata Dönüş Operasyonu ve bu operasyona ilişkin yargılamalar ile
ilgili olgular ve değer yargıları içeren birçok köşe yazısı yazılmıştır.
Nitekim başvurucunun bireysel başvuru dosyasına eklediği gazete kupürleri de
bunu doğrulamaktadır. Başvuruya konu köşe yazılarında, başvurucunun Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü yaptığı dönemde
gerçekleştirilen ve otuz tutuklu ile hükümlünün ölümüyle sonuçlanan Hayata
Dönüş Operasyonu’ndan bahsedilmekte, başvurucunun Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürü olarak o dönem yaşanan mağduriyetlerden önemli ölçüde sorumlu
olduğu ileri sürülmekte, buna karşın Hayata Dönüş Operasyonu’na ilişkin
yargılamanın düşük rütbeli güvenlik görevlileri üzerinden yürütüldüğü iddia
edilmektedir. Yazılarda, başvurucunun cezaevlerinde yaşanan olaylardaki
sorumluluğuna rağmen 2004 yılında Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile
ödüllendirilmesi ve sonrasında da Cumhurbaşkanı tarafından HSYK üyesi olarak
seçilmesi eleştirel bir bakış açısıyla anlatılmaktadır. Şikâyet konusu
yazılarda dile getirilen iddialar ile köşe yazılarının yayımlandığı dönemdeki
olaylar ve başvurucunun beyanları birlikte değerlendirildiğinde söz konusu
yazılarda sarf edilen sözlerin ve iddiaların bir ölçüde, genel yarar nitelikli
bir tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir.
38. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu
görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu
görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, §
33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkimler ve savcılarla birlikte
diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin
görevlerindendir. Demokratik bir toplumda bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil
olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış
olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını
isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (İlhan Cihaner, §
85).
39. Buna karşılık başvurucu, şikâyet konusu yazılarda sözü
edilen Hayata Dönüş Operasyonu’nun yapıldığı tarihte Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü, yazıların yayımlandığı dönemde
ise HSYK üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyelerince
seçilmiştir. Başvurucunun, olayların geçtiği zaman diliminde ve hâlen Türkiye
kamuoyunda tanınan bir yüksek bürokrat olduğu ve tanınmışlık derecesi dikkate
alındığında kendisinin az bilinen bir kişi olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla
başvurucu, gerek Hayata Dönüş Operasyonu’nun yapıldığı tarihteki görevi gerekse
köşe yazılarının yayımlandığı dönemdeki görevi nedeniyle eleştirilere sıradan
kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.
40. Diğer yandan söz konusu köşe yazıları nedeniyle
başvurucunun kişisel kariyerinin ve mesleğinin önemli ölçüde etkilenmediği göz
önünde tutulmalıdır. Nitekim köşe yazılarının yayımlandığı dönemde başvurucunun
HSYK üyeliği devam etmiştir ve başvurucu hâlen Yargıtay üyesi olarak kariyerine
devam etmektedir.
41. Son olarak başvuruya konu köşe yazılarında abartıya
kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi
ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir
(Kadir Sağdıç, § 76; Radio France ve diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, §
37).
42. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik
mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini
belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle
aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda
Anayasa’nın 26. maddesinin, sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini
değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda
tutulmalıdır (Ali Suat Ertosun, §
66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, §
57).
43. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın
özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının
korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece
Mahkemesi, değer yargılarına dayanan söz konusu yazıların genel çıkarı
ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş
ayrıca yazıların yazıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. Mahkeme, davaya konu
yazılarda geçen olayların gerçekliği meselesine değinmiş, dava konusu yazıların
yeterli bir olgusal temele sahip olduğunu belirterek yayınların yapıldığı
tarihte meydana gelen olaylarla yayınların içeriği arasındaki öz-biçim
ilişkisinin bozulmadığı, başvuruya konu köşe yazılarında geçen olayların “görünür gerçekliğe uygun” olduğu yönünde
değerlendirme yapmıştır.
44. Bu şartlarda yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve
yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da
dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
pozitif yükümlülüklere uyulduğu, Derece Mahkemelerince tarafların haklarının
değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
5/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.