TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
LEVENT YANLIK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1189)
|
|
Karar Tarihi: 18/11/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucu
|
:
|
Levent YANLIK
|
Vekili
|
:
|
Av. Ercan KANAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru, daha önce Almanya’da mahkûm olunan suç için Türkiye’de de yargılama
yapılması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ilkesinin, gerekçesiz
biçimde ya da klişe gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi
nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının; eksik soruşturma sonucunda mahkûmiyete
hükmedilmesi, ifadesi hükme esas alınan tanıkların duruşmada dinlenilmemesi ve
mahkeme kararlarının yeterli gerekçeyi içermemesi nedeniyle de adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 25/1/2013 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/2/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve
başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5.
Bakanlık tarafından 26/6/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş, 3/7/2015 tarihinde başvurucuya bildirilmiştir.
Başvurucu, karşı beyanlarını 20/7/2015 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6.
Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle
şöyledir:
1. Başvurucu Hakkında Almanya’da Yürütülen Yargılama Süreci
7.
DHKP/C terör örgütünün Almanya’daki faaliyetleri kapsamında Ocak 1997 ile Ekim
1998 tarihleri arasında örgütün alt yapılanması olan “Özgür Halk Komitesi”nin (ÖHK) sorumluluğunu yürütmek suretiyle örgüt
üyeliği suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında Almanya’da dava
açılmıştır.
8. Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, 29/11/2006 tarihli kararıyla (kesinleşme 7/12/2006)
başvurucunun örgüt üyeliğinden 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar vermiştir.
9.
Alman Mahkemesinin kararında, başvurucunun Ocak 1996 tarihinde bir kişinin
örgüte para vermeye zorlanması eyleminden Almanya’da tutuklandığı, Ö.K. ismi
altındaki mahkûmiyetinin 1/11/1996 tarihinde
kesinleştiği, cezasının infazı ertelenerek başvurucunun cezaevinden tahliye
edildiği ifade edilmiştir. Ayrıca Mahkeme, başvurucunun;
1997-1998 yılları arasında ÖHK’nın sorumlusu olarak
faaliyet gösterdiğini, Ekim 1998’de bu görevine son verildiğini, örgüt
yönetiminin emriyle 1999 başından 1999 yaz sonuna kadar Orta Doğu’da kaldığını,
sonrasında Avrupa’ya geri döndüğünü, DHKP/C’nin Avrupa Komitesine tekrar
katıldığını, örgüt adına Belçika ve Hollanda sorumluluğunu üstlendiğini,
örgütün basın açıklamalarının hazırlanmasının ve örgüt yayınlarının
işletilmesinin başvurucunun faaliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturduğunu,
örgüt adına yapılan bir eylem nedeniyle Nisan 2000 ile Ocak 2001 tarihleri
arasında Hollanda’da tutuklu kaldığını, 2005 yılı sonunda belirlenemeyen bir
nedenle örgütten ayrıldığını belirtmiştir. Mahkeme, Federal Başsavcılık
tarafından 25/7/2006 tarihinde yapılan sorgusunda
suçlamaların önemli oranda doğru olduğunu başvurucunun kabul ettiğini
belirtmiş; başvurucunun beyanlarının, üç adet tanığın ifadeleri ile
başvurucunun “Hüseyin” kod adıyla imzaladığı 24/6/2001 tarihli özgeçmişte yer
alan ve diğer delilerden elde edilen bilgilerle uyuştuğu sonucuna varmıştır.
2. Başvuruya Konu Yargılama Süreci
10.
Başvurucu, 25/7/2007 tarihinde Türkiye’ye giriş
yaptığı sırada havaalanında gözaltına alınmıştır.
11.
Aynı tarihli polis sorgusunda başvurucuya, 1/4/2004
tarihinde Hollanda’da DHKP/C örgütüne yönelik yapılan operasyon sonucu ele
geçirilen ve örgüt üyeleri arasındaki yazışmaları içeren bilgisayar kayıtlarına
ve Türkiye’de yürütülen farklı bir soruşturma kapsamında tutuklanan K.A. isimli
kişinin başvurucunun Fransa’da örgüt adına faaliyet gösteren ikinci kişi
konumunda olduğu yönündeki beyanlarına ilişkin sorular yöneltilmiştir.
12.
2/10/2003 tarihli polis ifadesinde K.A., gösteri
yapmak için gittikleri Fransa’da başvurucunun ve kendisinin de aralarında
bulunduğu bazı kişilerin tutuklandığını, iki yıl tutuklu kaldıktan sonra
kendisinin 1997 yılında tahliye edildiğini, başvurucunun Fransa’da ikinci kişi
konumunda olduğunu ileri sürmüştür.
13. Başvurucu; 1994 yılında yasa dışı yollardan yurt dışına
çıktığını, sadece Almanya ve Hollanda’da bulunduğunu, iki veya üç defa gasptan
dolayı tutuklandığını ancak bunlardan sadece birinde kendi ismiyle tutuklu
kaldığını, DHKP/C veya başka bir örgütle ilişkisinin olmadığını, Hollanda’da
ele geçirilen bilgisayar kayıtlarının kendisiyle ilgili olmadığını, kimliğini
kaybettiği için başka birinin kendi ismini kullanmış olabileceğini, Fransa’ya
hiç gitmediğini belirtmiştir. Başvurucu, Hollanda makamlarına kimliğini beyan ettiğinde bu
isimde bir kişinin zaten var olduğunu, kendisinin belirttiği kişi
olamayacağının söylendiğini, bu nedenle kimliğini DNA yoluyla ispatlamak için
annesini Hollanda’ya getirttiğini söylemiştir.
14.
Başvurucu, 29/7/2007 tarihli savcılık ve hâkim
önündeki ifadelerinde de herhangi bir örgütle bağlantısının bulunmadığını,
bilgisayar kayıtlarındaki “Levent Yanlık” isimli kişinin kendisi olmadığını,
başka birisinin kendi ismini kullanarak suç işlemiş olabileceğini, K.A. isimli
kişinin Fransa’da bulunduğunu iddia ettiği tarihlerde kendisinin Almanya’da
tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
15.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 29/7/2007 tarihinde
başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir.
16.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 15/8/2007 tarihli ve
E.2007/1121 sayılı iddianame ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütü
yöneticiliği suçundan ceza davası açmıştır. İddianamede, Hollanda’da ele
geçirilen bilgisayar kayıtlarından “05110…” isimli dosyada başvurucunun şahsi
ve ailevi bilgilerini bildirerek örgütün amaç ve felsefesine bağlı olduğunu
beyan ettiğinin, örgüt içindeki önceki faaliyetlerini anlattığının, ÖHK ile
Avrupa Komitesi içerisinde yer aldığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Yine bu öz
geçmiş raporuna göre başvurucu 1994-1998 yılları arasında Yunanistan’da ve
Almanya ÖHK’da, 1999 yılında ve hapisten çıktıktan
sonra 2001 yılında Hollanda’da farklı kod isimlerle faaliyet göstermiştir.
“5-46-….” isimli belgede Özgür Politika isimli
gazeteye başka bir kişi adına başvurucunun imzası ile ilan verildiği
görülmektedir. “03079-…” isimli belgede “Hollanda DHKP/C sözcüsü Yanlık”
tabirine yer verildiği, örgütle “Hüseyin” adıyla yazışma yaptığı, başvurucunun
2003 yılında iki kez Türkiye’ye silah ve mermi gönderdiği bilgisine yer
verilmiştir. İddianamede başvurucunun diğer bazı yazışmalarının da tespit
edildiği belirtilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun, “Hollanda ve Almanya’da yasa dışı terör örgütü adına etkin faaliyetlerde
bulunduğu, örgütün Hollanda ve Belçika sorumlusu olduğunun tespit edildiği, bu
sebeple örgütün yönetici kadrosu içerisinde sayılabilecek durumda bulunduğu”
ileri sürülmüştür.
17.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 7/12/2007
tarihli ilk duruşmada, iddianame ve ekleri başvurucunun huzurunda okunmuştur.
Başvurucu, K.A.nın polis ifadesindeki iddialarını
kabul etmemiş; Almanya’nın Köln kentinde Ö.K. ismiyle tutuklu kaldığını, B.A.
ismindeki bir kişinin kendi ismini kullandığını, bu adla Almanya'ya iltica
talebinde bulunduğunu, bu kişinin Fransa’da (Nasante)
1995-1997 yılları arasında tutuklu kaldığını ve 1999 yılında bir çatışmada
öldürüldüğünü belirtmiştir. Başvurucu ayrıca 1999 yılında kendi ismiyle
Hollanda’ya iltica başvurusunda bulunduğunu; ilgili makamlarca kendisine bu
kişi olmadığının, gerçek Levent Yanlık’ın Fransa’da
tutuklu olduğunun ve daha öncesinde Almanya’ya iltica talebinde bulunduğunun
söylendiğini, bunun üzerine 2005 yılında annesini Hollanda’ya getirttiğini ve
DNA testi yoluyla kendisinin Levent Yanlık olduğunun kanıtlandığını ifade
etmiştir. Aynı duruşmada dinlenen başvurucunun annesi, 2005 yılında DNA testi
için Hollanda’ya gittiğini ve böylelikle başvurucunun kendi oğlu olduğunun tespit
edildiğini belirtmiştir.
18.
Başvurucu 4/4/2008 tarihli duruşmada tahliye
edilmiştir.
19.
Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2008 ile 29/9/2009 arasında
tanık olarak dinlemek üzere K.A. isimli kişiyi araştırmıştır. K.A., öncelikle kaldığı cezaevinden sorulmuş; tahliye
edildiğinin anlaşılması üzerine resmî kayıtlara bildirdiği adresten
araştırılmıştır. Açık adresinin bulunamaması üzerine 29/9/2009
tarihli duruşmada görüşü sorulan başvurucu vekili, gereğinin Mahkemece takdir
edilmesini talep etmiş ve tanık ifadesini esas hakkındaki savunmalarında
değerlendireceklerini belirtmiştir. Mahkeme, tüm aramalara rağmen bulunamaması
ve adresinin de tespit edilememesi nedeniyle K.A.nın
dinlenmesinden vazgeçmiştir.
20. 26/1/2011 tarihli duruşmada başvurucu vekili, K.A.nın başvurucuya ilişkin ifadesinden daha sonrasında
vazgeçtiğini ve ifadede geçen hususların doğru olmadığını, Fransa’da olduğunu
belirttiği tarihlerde başvurucunun Almanya’da cezaevinde tutulduğunu,
Hollanda’da ele geçirilen belgelerde adı geçen “Levent Yanlık”ın
başvurucu olmadığını, bu kişinin B.A. isimli kişi olduğunu ileri sürmüştür.
Diğer yandan başvurucu vekilinin de talebi üzerine başvurucunun Türkiye’de
yargılanabilmesi için 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 13. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Adalet
Bakanı’nın talebinin sorulmasına karar verilmiştir. Bakanlık yazısında,
başvurucuya atılı suçun düzenlendiği 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin
ikinci kitap, dördüncü kısım, beşinci bölümünde yer alması nedeniyle aynı Kanun’un
13. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Adalet Bakanı’nın talebine gerek
olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, bunun üzerine yargılamaya devam etmiştir.
21.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 30/11/2011 tarihli
ve E.2007/565, K.2011/190 sayılı kararıyla başvurucunun Hollanda ve Belçika’da
DHKP/C terör örgütünün yöneticisi konumunda olduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme,
başvurucunun 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.
Mahkeme, terör örgütü üyeliği nedeniyle başvurucunun Almanya’da yargılanarak
mahkûm edilmesi nedeniyle bahse konu hapis cezasının infaz edilen kısmının 5237
sayılı Kanun’un 16. maddesi uyarınca mahsup edilmesine hükmetmiştir.
22. Mahkeme, kararında başvurucunun savunmalarına, DHKP/C
örgütüyle ilgili Hollanda’da ele geçirilen belgelere, başvurucunun
mahkûmiyetine hükmeden Alman Mahkemesinin kararına, ifade tutanakları
duruşmalarda okunan K.A.nın ifadesine, Ş.Ç. isimli
kişinin başka bir dosya kapsamında polise ya da yargı makamlarına verdiği ve
yargılama aşamasında okunduğuna dair Mahkeme tutanaklarında bilgi bulunmayan
beyanlarına ve diğer bazı belgelere dayanmıştır. İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi Hollanda’da örgüte yönelik operasyonda ele geçirilen bilgisayar
kayıtlarından başvurucunun, Avrupa ülkelerinde DHKP/C terör örgütünün sorumlu
düzeyde yöneticisi olduğunun anlaşıldığını ve örgüte verdiği özgeçmişte kişisel
ve ailevi bilgilerini verdikten sonra örgüt bünyesinde yaptığı görevleri
anlattığını da dikkate almıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, Alman Mahkemesinin
kararına göre Almanya’da bulunduğu dönemde DHKP/C terör örgütü içinde
faaliyette bulunduğunu başvurucunun kabul ettiği konusunu da ayrıca
belirtmiştir.
23.
Mahkeme, Ş.Ç.nin ifadesinde, fotoğrafı gösterilen
kişinin başvurucu olduğunu belirttiğini, başvurucunun “Sedat” ve “Hüseyin” kod
isimlerini kullandığını ve örgüt içinde sorumlu düzeyde olduğunu, Türkiye’de
düzenlenen bombalı saldırıların talimatını verdiğini, devlet büyüklerine
suikast düşüncesi içinde olduğunu söylediğini belirtmiştir. Ağır Ceza
Mahkemesi, DHKP/C örgütünün faaliyetleri ile dosyadaki diğer bilgileri
karşılaştırdığında tanığın beyanlarının oluşa uygun olduğu sonucuna varmıştır.
24.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi; tanık beyanlarını, ele geçirilen bilgisayar
dosyalarını ve Alman Mahkemesinin kararını dikkate alarak başvurucunun suçu
işlemediğine yönelik savunmalarına itibar etmemiştir. Cumhuriyet savcısı terör
örgütü üyeliğinden mahkûmiyet yönünde mütalaa vermiş ise de Ağır Ceza Mahkemesi,
davanın terör örgütü yöneticiliğinden açıldığını ve başvurucunun yönetici
konumunda olduğunun açık olduğunu belirterek terör örgütü yöneticiliğinden
hüküm kurmuştur.
25. Başvurucu bu kararı; tanıklar K.A. ve Ş.Ç.nin
duruşmada veya talimat yoluyla dinlenmediği, K.A.nın
beyanlarının aksine tanığın belirttiği tarihlerde Fransa’da değil, Almanya’da
cezaevinde olduğunun araştırılmadığı; ele geçirilen bilgisayar belgelerinde adı
geçen Levent Yanlık’ın kendisi olmadığının
araştırılmadığı, Alman Mahkemesi kararına konu suçun örgüt yöneticiliği
olmadığı, 2005’te örgütten ayrıldığına dair tespitlerin aleyhine
değerlendirildiği ve mükerrer yargılama olduğu gerekçeleriyle temyiz etmiştir.
26.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi duruşmalı inceleme yapmış, 17/12/2012
tarihli ve E.2012/8617, K.2012/14822 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin
kararını onamıştır.
27.
Yargıtay ilamı 26/12/2012 tarihinde başvurucu
vekilinin yokluğunda tefhim edilmiştir.
28.
Başvurucu 25/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
29.
5237 sayılı Kanun’un “Diğer suçlar”
kenar başlıklı 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(1) Aşağıdaki suçların, vatandaş veya yabancı tarafından, yabancı
ülkede işlenmesi halinde, Türk kanunları uygulanır:
…
b) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci,
Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Bölümlerde yer alan suçlar.
…
(2) (Ek ikinci fıkra: 29/6/2005 – 5377/3 md.) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü,
Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerde yer alanlar hariç; birinci
fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye’de yargılama yapılması, Adalet
Bakanının talebine bağlıdır
(3) Birinci fıkranın (a) ve (b) bentlerinde yazılı suçlar
dolayısıyla yabancı bir ülkede mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olsa
bile, Adalet Bakanının talebi üzerine Türkiye’de yargılama yapılır.”
30.
5237 sayılı Kanun’un “Cezadan mahsup”
kenar başlıklı 16. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Nerede işlenmiş olursa olsun bir suçtan
dolayı, yabancı ülkede gözaltında, gözlem altında, tutuklulukta veya
hükümlülükte geçen süre, aynı suçtan dolayı Türkiye’de verilecek cezadan mahsup
edilir.”
31.
5237 sayılı Kanun’un ikinci kitap, dördüncü kısım, beşinci bölümünde yer alan “Silâhlı örgüt” kenar başlıklı 314. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Bu
kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla,
silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
32.
Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda, başvurucunun 25/1/2013 tarihli ve 2013/1189 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin kararında yeterli gerekçe
gösterilmediğini, K.A.nın ifadesinin aksine Fransa’da
değil, Almanya’da cezaevinde olduğuna ve ele geçirilen belgelerdeki Levent
Yanlık isimli kişinin kendisi olmadığına ilişkin araştırma yapılmadığını,
tanıkların Mahkeme huzurunda dinlenilmediğini belirterek gerekçeli karar hakkı
ve silahların eşitliği ilkesini de içerecek şekilde adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir. Başvurucu ayrıca aynı
iddialar temelinde Almanya’da yargılanması nedeniyle hakkındaki davanın
mükerrer yargılama oluşturduğunu, tutukluluğuna ve ara kararlara yapmış olduğu
itirazların gerekçesiz ya da basmakalıp gerekçelerle reddedildiğini ve
temyizdeki itirazların dikkate alınmadığından etkili başvuru hakkına sahip
olmadığını iddia etmiştir. Başvurucu, mahkûmiyetine yeterli delil bulunmadığını
belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu,
yukarıdaki iddialarını Anayasa’nın 36., 38., 40. ve
141. maddelerine dayandırmış; 259.200 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
34. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru
formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun iddialarının asıl olarak adil
yargılanma hakkına yönelik olduğu görülmektedir. Diğer yandan başvurucunun
masumiyet karinesinin ihlal edildiği şikâyeti de adil yargılanma hakkı
kapsamında; mükerrer yargılama yapıldığı hakkındaki iddiası, ayrı bir alt
başlık olarak değerlendirileceklerdir. Başvurucunun etkili başvuru hakkına
sahip olmadığına ilişkin iddiaları ise tutukluluğunu ilgilendirdiği ölçüde
özgürlük ve güvenlik hakkı yönünden, temyizde ileri sürdüğü gerekçelerin kabul
edilmemesi bakımından ise adil yargılanma hakkı altında incelenecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
35.
Başvurucu, tutuklu yargılanmasından ve tutukluluğuna yaptığı itirazların
reddedilmesinden şikâyet etmektedir.
36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012
tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler. ”
37.
Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenleme karşısında anılan tarihten
önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının
genişletilmesi mümkün değildir.
38.
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin
belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk
güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk,
B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
39.
Somut olayda başvurucunun tutukluluğu, tahliye edildiği 4/4/2008
tarihinde sonlanmıştır (bkz. § 18). Başvuruya konu tutukluluk, bireysel
başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012
gününden önce sona ermiştir.
40.
Dolayısıyla başvurunun bu kısmının zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Adil
Yargılanma Hakkının İhlali İddiaları
i. Aynı Suçtan İki Kez Yargılanma İddiası
41. Başvurucu,
daha önce Almanya’da yargılandığını belirterek mahkûmiyetiyle sonuçlanan
davanın mükerrer yargılama olduğundan şikâyet etmiştir.
42.
6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme,
… açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
43.
5237 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca aynı Kanun’un
314. maddesinde düzenlenen silahlı örgüt üyeliği veya yöneticiliği suçunun
yabancı bir ülkede işlenmesi ve bu ülkede mahkûm olunması ya da beraat kararı
verilmesi hâlinde kişinin Türkiye’de yargılanması adalet bakanının talebine
bağlı kılınmıştır.
44. Mahkemenin
talebi üzerine gönderilen Bakanlık cevabında 5237 sayılı Kanun’un 13.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına atıfla başvurucuya atılı suçun niteliği
itibarıyla yargılama yapılabilmesi için bakan talebine gerek olmadığı
belirtilmiştir (bkz. § 20). Ancak başvurucu hakkında Almanya’da verilmiş bir
mahkûmiyet hükmü bulunmasına rağmen aynı maddenin (3) numaralı fıkrası altında
bir değerlendirme yapılmamıştır. Bununla birlikte yargılamaların aynı eylemi
ilgilendirip ilgilendirmediğine dair yapılacak değerlendirmeler gözetildiğinde bu
eksiklik sonucu etkilemeyecektir.
45.
Somut olayda başvurucu, Almanya’da örgüt üyeliğinden mahkûm edilmişse de
yargılamaya konu eylemlerin, başvurucunun bu ülkedeki 1997 ile 1998 yılları
arasındaki faaliyetleri olduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 9). İstanbul 14. Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen yargılamanın esas aldığı eylemlerin ise
başvurucunun Belçika ve Hollanda’da yürüttüğü örgüt yöneticiliğini
kapsamaktadır (bkz. §§ 16, 21). Dolayısıyla yargılamaların konusu farklılık arz
etmektedir ve başvurucunun aynı eylemden dolayı değil, farklı eylemlere ilişkin
yargılanması söz konusudur. Başvurucunun Almanya’daki mahkûmiyetinin infaz
edilen kısmının cezasından mahsubu ile de başvurucu lehine bir uygulama
yapılmıştır.
46. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Eksik
Soruşturmaya Dayalı ve Yeterli Delil Olmaksızın Mahkûm Edilme İddiası
47. Başvurucu;
K.A.nın ifadesinin aksine Fransa’da değil, Almanya’da
cezaevinde olduğuna ve ele geçirilen belgelerde adı geçen Levent Yanlık’ın kendisi olmadığına yönelik araştırma
yapılmamasının eksiklik oluşturduğundan ve mahkûmiyetine yeter delil
bulunmadığından şikâyet etmektedir.
48.
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel
başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
49.
6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
50.
Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel
başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit
ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür, B. No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
51.
Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama
sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle
bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için
başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede
yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi
sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın
çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından
dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna
sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması
gerekir (Naci Karakoç, B. No:
2013/2767, 2/10/2013, § 22).
52.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bariz takdir hatası ve açık keyfîlik olmadıkça belirli bir kanıt türünün -iç hukuk
açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere-
kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup
olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade
etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ndeki (Sözleşme) bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen
ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006,
§ 95; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, §
125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699). AİHM’e
göre delillerle ilgili esas olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz
etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir
(Bykov/Rusya [BD], B. No: 4378/02, 10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
§ 700).
53.
Başvurucunun eksik soruşturma yapıldığına ve yeterli delil olmaksızın
cezalandırılmasına hükmedildiğine dair iddialarının özü, Derece Mahkemesinin
delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkindir.
54. Tanık
K.A.nın belirttiği tarihlerde başvurucunun Fransa’da
bulunmadığına ve Hollanda’da ele geçirilen belgelerde adı geçen Levent Yanlık’ın kendisi olmadığına ilişkin araştırma yapılmaması,
maddi olayların kanıtlanmasını gerektirmekte ve Derece Mahkemelerinin takdir
yetkisi kapsamında kalmaktadır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ileri sürdüğü
hususların ayrıca araştırılmamasının, suçun sübutu ve savunma haklarının
kullanılması yönünden esaslı bir eksikliğe yol açmadığını değerlendirmektedir.
Bu kapsamda başvurucunun 2006 yılında Almanya’da cezaevinde kaldığı, Alman
Mahkemesinin kararından da anlaşılmaktadır. Hollanda makamları, başvurucunun “Levent Yanlık” olup olmadığına ilişkin
çelişki yaşanması ve başvurucunun DNA testi yaptırmak üzere annesini getirtmesi
hususunda bizzat annesini tanık olarak dinlemiştir (bkz. § 17).
55. Öte
yandan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi somut başvuruya konu kararında,
başvurucunun mahkûmiyetine hükmederken DHKP/C örgütüyle ilgili Hollanda’da ele
geçirilen belgelere ve başvurucu hakkında Alman Mahkemesince verilen karara,
ayrıca K.A. ve Ş.Ç. isimli tanıkların daha önceki beyanlarına dayanmıştır (bkz.
§ 22).
56. Delillerin
yeterliliği bakımından tanık ifadeleri, atılı suçun kanıtlanması bakımından
belirli bir önem taşımakta ise de Alman Mahkemesinin kararında ve Hollanda’da
ele geçirilen bilgisayar belgelerinde yer alan bilgiler dikkate alındığında
başvurucuyu mahkûmiyete götüren tek ya da esaslı delil niteliği taşımamaktadır.
Bu kapsamda K.A.nın ifadesinde başvurucunun DHKP/C
terör örgütünün Fransa’daki ikinci adam konumunda olduğu ve 2005 yılında
Fransa’ya geldiği ve burada bir süre tutuklu kaldığı ileri sürülmektedir. Ancak
başvuruya konu dava, başvurucunun Hollanda ve Belçika’daki faaliyetlerine
yöneliktir ve mahkûmiyet hükmü de bu çerçevede kurulmuştur (bkz. §§ 16, 21).
Başvurucunun, tanık ifadesinde belirtilen tarihlerde Almanya’da tutuklu olduğu
iddiasına ilişkin olarak ise Alman Mahkemesinin kararı başvurucuya belirli bir
dayanak sağlamaktadır (bkz. § 9).
57. Başvurucu, yargılama sürecinde sunulan deliller ve
görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma
olanağı bulamadığına, ortaya konan temel delillere ve iddialara etkili bir
şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından
dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin
kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir. Başvurucunun tanıkları
sorgulayamadığına ilişkin iddiası ise ayrı bir başlık altında ele alınacaktır.
58.
Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri
sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece
Mahkemelerinin kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
59. Başvurucunun
diğer bir iddiası, İlk Derece Mahkemesinin kararını yeterince
gerekçelendirmediğine ve Yargıtay önünde dile getirdiği itirazlarının
karşılanmadığına ilişkindir.
60.
Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
61. Anayasa’nın 141. maddesinde özel olarak güvence altına
alınan gerekçeli karar hakkı, mahkeme kararlarında kararların dayandığı hukuki
gerekçenin yeterli açıklıkta gösterilmesini gerektirir. Bununla birlikte
mahkeme kararlarının gerekçesinde tarafların tüm iddialarının ayrıntılı bir
biçimde tartışılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerekçenin ayrıntısı davanın
niteliğine göre değişmekle birlikte karara dayanak oluşturacak hukuki bir
gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33).
62. İstanbul
14. Ağır Ceza Mahkemesi başvuru konusu kararında
başvurucunun hangi gerekçeyle örgüt yöneticiliği suçundan mahkûm edildiğini,
delillerle ulaşılan sonucu ilişkilendirmek suretiyle yeterince açıklamıştır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Mahkeme,
başvurucunun savunmasına neden itibar edilmediğini de kararında belirtmiştir.
Ortaya konulan gerekçe dikkate alındığında yargılamayı esastan etkileyecek bir
iddia ve savunmanın karşılanmaması söz konusu değildir. Temyiz mercii
incelemesi bakımından ise İlk Derece Mahkemesi kararı hukuka uygun bulunarak
onanmıştır (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 50). Dolayısıyla Derece Mahkemelerinin kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
63. Başvurucunun temyiz aşamasındaki itirazlarının
karşılanmadığı şeklindeki şikâyeti genel mahiyette kaleme alındığından daha
detaylı bir incelemeyi gerektirmemektedir.
64. Bu itibarla başvurucunun şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iv. Tanıkları Sorgulama Hakkının İhlali İddiası
65.
Başvurucu, ifadeleri hükme esas alınan tanıkların Mahkeme huzurunda
dinlenilmediğinden şikâyet etmektedir.
66.
Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
67. Bakanlık görüşünde, bir mahkûmiyet kararının esaslı biçimde
veya sadece tanık ifadelerine dayanması ve sanığa tanıkları sorgulama veya sorgulattırma imkânı tanınmaması hâlinde sanığın haklarının
Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen garantilerle uyumlu olmayan bir şekilde
sınırlandırılmış olacağı ve bu durumun anılan maddenin ihlaline yol açacağı
belirtilmiştir. Somut olay bakımından ise tanıklar K.A. ve Ş.Ç.nin
ifadelerinin hükme esas alındığına fakat bu tanıkların kovuşturma aşamasında
dinlenilmediklerine vurgu yapılmıştır.
68. Başvurucu karşı beyanlarında Bakanlık görüşünde belirtilen
hususların, adil yargılanma hakkının gereği olan silahların eşitliği ilkesinin
başvuruya konu yargılamada ihlal edildiğini ortaya koyduğunu ileri sürmüştür.
69.
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (d)
bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai
alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından, hakkaniyete uygun ve kamuya açık
olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
70.
Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve “suç isnadı altındaki kişiler”e ilişkin olan “suçlamayla ilgili bilgilendirilme”, “savunma için yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma”,
“bizzat, müdafii
vasıtasıyla veya adli yardımla savunma”, “tanık dinletme ve tanık sorgulama” ile “çevirmenden ücretsiz yararlanma” hakları,
6. maddenin (1) numaralı fıkrasında koruma altına alınmış daha genel
nitelikteki “hakkaniyete uygun yargılanma”
hakkının özel görünüm şekilleridir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Sakhnovskiy/Rusya
[BD], B. No: 21272/03, 2/11/2010, § 94; Asadbeyli ve
diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05…, 11/12/2012, §§ 130, 132). Diğer taraftan 6. maddenin (3)
numaralı fıkrasının (a) ve (e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da
bağ bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri dikkate
alınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No: 25444/94,
25/3/1999, §§ 51-54.).
71.
Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak,
sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına
alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için kural olarak
bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları
gerekir. Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte eğer bir mahkûmiyet sadece
veya belirleyici ölçüde sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama
veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere
dayandırılmış ise sanığın hakları, Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle
bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu
tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise bu tanık duruşmada dinlenmeli
ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulama imkânı
bulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı
verilemez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Sadak ve diğerleri/Türkiye (no. 1),
B. No: 29900/96, 17/7/2001, §§ 64, 65).
72.
Bir sanığın; hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde tanıklara
soru yöneltebilmesi, onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının
doğruluğunu sınama imkânına sahip olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi
bakımından gereklidir. Böylelikle sanık, aleyhindeki tanık beyanlarının
zayıf/itibar edilmez noktalarını ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine
uygun olarak onların güvenilirliğini huzurda sınayabilecek (test edebilecek), tanığın
inandırıcılığı ve güvenilirliği bakımından sorduğu sorularla kendi lehine
sonuçlar ortaya çıkartabilecek ve yargılama makamının uyuşmazlık konusu olayı
sadece iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle değil, savunmanın argümanlarıyla
da algılamasını sağlayabilecektir (AZ. M.,
B. No: 2013/560, 16/4/2015, § 55).
73.
Bir sanığı suçlayan tanıklık veya başka beyan türleri, gerçek dışı düzenlenmiş
veya hatalı olabilir. Savunmanın, bu ifadenin sahibinin güvenilirliğini
sınayabileceği veya itibarına şüphe düşürebileceği bilgilerden yoksun kalması
hâlinde bu noktaları aydınlatma ihtimali çok düşük olacaktır. Böyle bir durumda
var olan tehlikeler çok belirgindir (Sebahat
Tuncel, B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 95).
Bu bakımdan sanığın aleyhine olan tanıkları çapraz sorguya tabi tutabilmesi,
Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin kilit
unsurlarından biridir.
74.
Yukarıda anlatılan ilkeler doğrultusunda kural olarak tüm delillerin sanığın
huzurunda ortaya konulması gerekmekle birlikte bu şart, uyuşmazlık konusu
kovuşturmanın öncesinde ya da haricinde alınan ifadelerin katiyetle delil
olarak kabul edilemeyeceği şeklinde anlaşılamaz. Tanık ifadelerinin okunmasıyla
yetinilmesi kimi durumlarda sanık aleyhinde beyanda bulunan kişilerin mahkeme
huzurunda dinlenmesini imkânsız kılacak bir zorunluluktan (ölüm, adresin tespit
edilememesi vb.) kaynaklanabilmektedir. Dolayısıyla savunma haklarına saygı
gösterilmek kaydıyla bu ifadelerin yargılamada kullanılması, adil yargılanma
hakkına ve özelde tanıkları sorgulama veya sorgulatma hakkına aykırılık teşkil
etmez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Asch/Avusturya, B. No: 12398/86, 26/4/1991, § 25; Buglov/Ukrayna, B. No: 28825/02, 10/7/2014, § 58).
75.
Sonuç olarak somut bir yargılama öncesinde veya haricinde elde edilen tanık
ifadelerinin delil olarak kabulünün yargılamanın adilliğine zarar verip
vermediğini değerlendirmek için iki aşamalı bir test uygulanmalıdır (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik
Krallık [BD], B. No: 26766/05, 22228/06, 15/12/2011,
§ 119; Gabrielyan/Ermenistan, B. No: 8088/05, 10/4/2012, § 77; Rudnichenko/Ukrayna,
B. No: 2775/07, 11/7/2013, § 103). İlk olarak tanığın mahkemede
hazır edilmemesi geçerli bir nedenin mevcudiyetine dayanmalıdır. İkinci olarak
ise okunmasıyla yetinilen ifadenin karara götüren tek ya da belirleyici kanıt
olması hâlinde savunma haklarının adil yargılanmanın gerekleriyle bağdaşmayacak
ölçüde sınırlandırılıp sınırlandırılmadığına bakılacaktır.
76.
Yukarıdaki değerlendirme yapılırken “geçerli neden” şartı, öncelikli olarak
gözetilmelidir. Çünkü tek veya yegâne ispat unsuru olmasa dahi ifadesi hükme
esas alınan bir tanığın geçerli bir neden olmaksızın duruşmada dinlenilmemesi
tek başına adil yargılanma hakkına aykırılık oluşturabilir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Al-Khawaja
ve Tahery/Birleşik Krallık [BD], § 120; Gabrielyan/Ermenistan, § 78; Rudnichenko/Ukrayna,
§§ 104, 109). Kamu makamları bu nedenle ifadesi hükme dayanak
yapılacak tanıkların duruşmada hazır edilmesi için makul bir çaba sergileme
yükümlülüğü altındadır.
77.
Mevcut başvuru açısından tanıklar K.A. ve Ş.Ç.nin
durumları ayrı başlıklar altında incelenecektir.
a. Tanık
K.A. Bakımından İnceleme
78.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2008 ile
29/9/2009 tarihleri arasında gerçekleşen duruşmalar süresince tanık K.A.nın mahkeme huzurunda dinlenebilmesi için araştırmalar
yapmıştır. Bu kapsamda K.A., öncelikle kaldığı
düşünülen cezaevinden sorulmuş; tahliye edildiğinin anlaşılması üzerine bilinen
son adresinden sorulmuştur. Tanığın son adresinde de bulunulmaması üzerine
Mahkeme, başvurucunun vekilinin de görüşünü alarak K.A.nın
dinlenilmesinden vazgeçmiştir (bkz. § 19).
79.
Bu nedenle kamu makamlarının tanığın hazır edilmesi için gerekli araştırmaları
yaptığı ve duruşmada dinlenilmemenin kamu makamlarına atfedilemeyeceği
değerlendirilmektedir. Başvurucu vekilinin tanığın dinlenilmesinden
vazgeçilmesine karşı çıkmaması da yeterli çabanın gösterildiği ve tanığın
ileride bulunabileceğinin öngörülemezliği sonucunu
desteklemektedir.
80.
Bu aşamada tanık ifadesinin tek veya esaslı delil olup olmadığını incelemek
gerekmekle birlikte duruşmada okunan ifadelerin böyle bir nitelik taşımadığı
anlaşılmaktadır (bkz. § 62). Yine de başvurucuya tanık ifadesine karşı
diyeceklerini sunma imkânı tanınmış ve bu yöndeki iddialarını Mahkeme önünde
dile getirebilmiştir (bkz. §§ 19, 20).
81.
Bu nedenle tanık K.A.nın duruşmada dinlenilmemesinin
savunma haklarını aşırı ölçüde kısıtlamadığına ve başvurucunun adil yargılanma
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Tanık
Ş.Ç. Bakımından İnceleme
82.
Duruşma tutanaklarında tanık Ş.Ç.nin ifadesinin
okunduğuna dair bir bilginin yer almamasından tanık ifadesinin ilk olarak
gerekçeli kararla birlikte dosyaya girdiği sonucu çıkmaktadır (bkz. § 22).
İddianamede sadece tanık K.A.nın ifadelerine atıf
yapılması, başvurucuya K.A.nın beyanlarına ilişkin
sorular sorulmasına ve bu tanığın adresinin araştırılmasına rağmen tanık Ş.Ç.ye
ilişkin bu işlemlerin yapıldığını gösteren bir ibarenin bulunmaması da yukarıda
belirtilen değerlendirmeye işaret etmektedir. Bu nedenle kamu makamlarınca
tanığın hazır edilmesini sağlayacak herhangi bir çabanın gösterildiği
söylenemez.
83.
Tanık ifadesinin ilk olarak gerekçeli kararda geçmesi, en azından karşı
beyanlarını sunmak suretiyle ifadenin güvenilirliğine karşı çıkabilme ve
güvenilirliğini şüpheye düşürme olanağından da başvurucuyu mahrum bırakmıştır.
84.
Başvurucu, tanığın duruşmada dinlenmesi gerektiğini temyiz dilekçesinde ileri
sürmüş fakat bu husus temyiz aşamasında karşılanmamıştır.
85.
Dolayısıyla her ne kadar Ş.Ç.nin ifadesi, yargılamada
yegâne veya belirleyici delil konumunda bulunmuyorsa da tanığın duruşmada hazır
edilmesini haklı gösterecek geçerli bir nedenin ortaya konulamaması nedeniyle
başvurucunun savunma haklarının adil yargılanmanın gerekleriyle bağdaşmayacak
ölçüde sınırlandırıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
86. Sonuç
olarak duruşmada dinlenilmeyen tanık Ş.Ç.nin
ifadesinin karara esas alınmasının, başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal
ettiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
87.
Başvurucu, 259.200 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında yeniden yargılama
talebinde de bulunmuştur.
88.
Bakanlık yazısında başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş
bildirilmemiştir.
89.
6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
90.
Mevcut başvuruda tanıklardan Ş.Ç.nin duruşmada
dinlenilmemesi dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit
edilmiş olduğundan ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için dosyanın ilgili
Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
91.
Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesinin başvurucu bakımından yeterli bir tazmin oluşturduğu
anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik,
2.
Aynı suçtan iki kez yargılanma, eksik incelemeye dayalı ve yeterli delil
olmaksızın mahkûm edilme ile gerekçeli karar hakkının ihlaline ilişkin
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tanıkları sorgulama ve
sorgulatma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. 1.
Tanık K.A.nın duruşmada dinlenilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2.
Tanık Ş.Ç.nin duruşmada dinlenilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesiyle korunan adil yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin İstanbul (Kapatılan) 14.
Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Maddi ve manevi tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 198,35
TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin,
kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden
itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin
sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına
18/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.