BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Burhan ÜSTÜN
Üyeler : Serruh
KALELİ
Nuri
NECİPOĞLU
Hasan Tahsin GÖKCAN
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
:
Akif YILDIRIM
Başvurucular
:
1. Ersin EKMEKÇİ
2. Sinan EKMEKÇİ
Vekili : Av. Nezahat PAŞA
BAYRAKTAR
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, haksız
olarak tutuklama kararı verilmesi, kanuni gözaltı süresinin aşılması, gözaltına
alınırken yasal hakların hatırlatılmaması nedenleriyle özgürlük ve güvenlik
hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, yargılamanın sonucunun
adil olmaması, dosyaya erişim kısıtlandığından savunma hakkının kullanılamaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının; protesto
eyleminden ötürü terör örgütü üyeliğinden mahkûm olunması ve örgüt propagandası
yapma suçundan açılan davada ise kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi
nedenleriyle ifade özgürlüğünün; etnik kökenden dolayı ayrımcılığa maruz
kalınması nedeniyle de kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/8/2013
tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvurucular,
bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını
belirterek adli yardım isteminde bulunmuşlardır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm
Üçüncü Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve
ekleri, Adalet Bakanlığının (Bakanlık) görüş yazısı ile Ulusal Yargı Ağı
Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar
özetle şöyledir:
5. Diyarbakır ilinde
görülen ve kamuoyunda KCK davaları olarak bilinen yargılamalarda ana dilde
savunma yapma imkânı verilmemesini protesto etmek amacıyla bir grup şahıs 2/11/2010
tarihinde İzmir ili Menemen ilçesinde saat 19.00 sıralarında bir eylem
gerçekleştirmişlerdir. Anılan olayla ilgili olarak İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.
6. Meydana gelen bu
olaya ilişkin olarak saat 22.00 sıralarında sekiz polis memurunun imzasını
taşıyan 2/11/2010 tarihli olay tutanağı düzenlenmiş; anılan olay tutanağında, eyleme
katılan şahısların tespit edilemediği, gecenin karanlığından faydalanarak
güvenlik görevlilerinden kaçmayı başardıkları belirtilmiştir.
7. Anılan olaya
ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 23.45’te tespit tutanağı düzenlenmiştir.
Tespit tutanağında eyleme katılan şahısların 25-30 kişi olduğu ve
başvurucuların da bu şahıslar arasında bulunduğu belirtilmiştir. Bu tutanakta olay
esnasında PKK terör örgütü lehine yapılan propaganda ve atılan sloganlardan bahsedilmiştir.
8. Aynı olayla ilgili
olarak saat 01.10’da düzenlenen başka bir tespit tutanağında ise molotof
kokteylli ve havai fişekli saldırıda bulunan grup içerisinde Menemen ilçesi Asarlık
bölgesinde ikamet eden ve bu bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve protesto
gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı polis tarafından bizzat tanınan
şüpheliler Y.C., A.A., Sinan Ekmekçi, Y.Y. ve Ersin Ekmekçi isimli şahısların
görüldüğü ifade edilmiştir.
9. Bu arada İzmir 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 23/11/2010 tarihli ve 2010/642 Değişik İş sayılı kararı
ile başvurucuların ikamet adreslerinde arama yapılmasına ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu’nun 10. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine istinaden soruşturma
dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Anılan karara yapılan
itiraz reddedilmiştir.
10. İddialarına göre başvurucular,
24/11/2010 tarihinde gözaltına alınırken kendilerine hakları hatırlatılmamış ve
yöneltilen suçlamalar bildirilmeden Emniyet Müdürlüğüne götürülmüşlerdir.
11. 25/11/2010
tarihinde Emniyet Müdürlüğünde ve 26/11/2010 tarihinde İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığında müdafileri huzurunda savunmaları alınan başvurucular tutuklama
istemiyle 26/11/2010 tarihinde Mahkemeye sevk edilmişlerdir.
12. İzmir 10. Ağır
Ceza Mahkemesi aynı tarihte 2010/37 Sorgu sayılı kararıyla PKK terör örgütüne
üye olma suçundan başvurucuların tutuklanmalarına karar vermiştir.
13. İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığının 24/2/2011 tarihli ve E.2011/72 sayılı iddianamesiyle “tehlikeli
maddeleri izinsiz olarak bulundurma, genel güvenliği tehlikeye sokacak şekilde
patlayıcı madde kullanma, silahlı terör örgütüne üye olma ve memura etkin
direnme” suçlarından başvurucular hakkında aynı yer 8. Ağır Ceza Mahkemesinde
kamu davası açılmıştır. Anılan iddianame Mahkemece 28/2/2011 tarihinde kabul
edilmiş ve tensiple birlikte başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına
karar verilmiştir.
14. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının
14/11/2011 tarihli ve E.2011/337 sayılı iddianamesi ile “terör örgütü
propagandası yapmak” suçundan başvurucu Sinan Ekmekçi hakkında açılan
kamu davası da bu dava ile birleştirilmiştir.
15. 2/7/2012 tarihli
ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve
Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun ile
kamuoyunda “özel yetkili” olarak adlandırılan mahkemeler kapatılmıştır. Aynı
Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında bu mahkemelerde açılmış
olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar aynı mahkemelerce bakılmaya
devam olunacağı, bu davalarda yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemeyeceği
hükme bağlanmıştır.
16. İzmir 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli ve E.2011/61, K.2012/256 sayılı kararı ile başvuruculardan
Ersin Ekmekçi hakkındaki “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan açılan
davanın kovuşturmasının ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucular isnat
edilen “kasten genel güvenliği tehlikeye sokma” suçu “etkin direnme”
suçu kapsamında görülerek bu suçtan ayrıca ceza verilmemiş, diğer suçlardan ise
başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verilmiştir. Ersin Ekmekçi hakkında
verilen kovuşturmanın ertelenmesi kararına itiraz edilmemiştir.
17. Gerekçeli kararın
ilgili kısmı şöyledir:
“…
02.11.2010 günü saat: 18.00 ile
19.00 sularında Menemen ilçesi Asarlık beldesi Gölcük Mahallesi 406 Sokak yan
kısmında bulunan ve belediye tarafından yeni açılmış olan park içerisinde,
çoğunluğu çocuk ve gençlerin oluşturduğu yaklaşık 30 kişilik gurup
toplanmıştır. Bölücü terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı övücü tarzda “biji
serok Apo, selam selam İmralı’ya bin selam, PKK halktır halk burada, v.b”
şekilde slogan atmışlardır. Bu gurup, daha önceden hazırladıkları molotof
kokteyli ve havai fişekler ellerinde bulunduğu halde Vali Kutlu Aktaş caddesine
çıkarak bu caddeyi takiben Menemen belediyesi Asarlık Şube Müdürlüğü binasına
gelmek üzere hareket edip, bu caddede beklemekte olan Çevik Kuvvet Şube
Müdürlüğüne ait (TOMA) toplumsal olayları müdahale etme aracına havai fişek ve
molotof kokteyllerini ateşlemek suretiyle saldırmışlardır. Çevik Kuvvet Şube
Müdürlüğünde görevli polis memurlarının müdahalesi üzerine gurup tarafından çöp
konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurulduktan sonra barikatın
arkasında (TOMA) aracına ve görevli polis memurlarına Molotoflu, taşlı
saldırılara devam etmişlerdir. Çevik Kuvvet personelinin devam eden müdahalesi
sonucu saldırganlar ara sokaklara dağılarak izlerini kaybettirmişlerdir. Olay yerinde siyah bir poşet
içerisinde yoğun şekilde yapıştırıcı ve benzin kokusu olan silindir teneke
bidon ele geçirilmiştir. (KL:1 Dz.67’ deki olay tutanağı)
Yukarıdaki anlatılan olayı
gerçekleştikten sonra saat 23:45’ de …30 ve …..11 sicil nolu polis memurları
tarafından olay özetlendikten sonra, PKK terör örgütü güdümünde Menemen
ilçesinde gerçekleştirilen basın açıklamaları ve protesto gösterilerinden
dolayı daha önceden tanıdıkları B. D., O. Y., A. K., Y. C., Ersin Ekmekçi,
Sinan Ekmekçi, Ü. A., V. K., A. A. ve Y. Y.’nin görevli polis memurlarına ve
(TOMA) aracına molotoflu ve havai fişekli saldırıyı gerçekleştiren gurup
içerisinde yer aldıkları yönünde tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür.
(KL:1 Dz:69’ da tespit tutanağı)
Aynı gün saat: 01:10’da yine
yukarıda anlatılan olay sonrası …40 ve …18 sicil nolu polis memurları
tarafından olay özetlendikten sonra (TOMA) aracı içerisinde görebildikleri
kadarıyla molotof kokteyli ve havai fişekli saldırıda bulunan gurup içerisinde
Asarlık bölgesinde ikamet eden ve bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve
proteste gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı bizzat tanıdıkları Y.
C., A. A., Sinan Ekmekçi, Y. Y. ve Ersin Ekmekçi isimli şahısların görüldüğü
yönünde ikinci tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür. (KL:1 Dz.78)
Her iki tutanakta da
sanıklar Sinan Ekmekçi, Ersin Ekmekçi, A. A., Y. C. ve Y. Y.’nin isimlerinin
yer aldığı görülmektedir.
01.11.2011 günkü sanıklar
Sinan Ekmekçi, Ersin Ekmekçi, A. A. ve Y. C.’nin hazır bulundukları oturum
sırasında tanık sıfatıyla dinlenilen, …40 sicil nolu polis memuru, olaya
ilişkin tuttukları tutanak içeriğinin doğru olduğunu, eylemlerin huzurdaki
sanıklar tarafından gerçekleştirildiğini, sanık Sinan Ekmekçi’nin elinde havai
fişek, diğerlerinin elinde ise molotof kokteyli olduğunu, …18 sicil nolu polis
memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu, huzurdaki sanıklardan bir kısmını
tanıdığını, bu sanıkların öncesinde de benzer olaylara katılmaları ve olay
sırasında ışıklandırmanın yeterli olması sebebiyle teşhis edebildiğini, …30
sicil nolu polis memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu, sanıkların
ellerinde molotof kokteyli ve havai fişekler bulunduğun, olaydan uzun zaman
geçtiği için huzurdaki sanıkların ne yaptıklarını tam olarak hatırlamadığını
ifade etmişlerdir.
…
Sanıklar Sinan Ekmekçi,
Ersin Ekmekçi, Y. Y. ve Y. C.’nin 02.11.2010 günü İzmir ili Menemen ilçesi
Asarlık beldesinde terör örgütünün propagandasına dönüşen yaklaşık 25-30
kişilik gurup tarafından gerçekleştirilen eyleme katıldıkları, buradan
ellerinde molotof kokteyli ve havai fişek olduğu halde Vali Kutlu Aktaş Caddesinde
Menemen Belediyesi Asarlı Beldesi Asarlık Şube Müdürlüğü yönüne doğru hareket
ettikleri, orada bulunmakta olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait (TOMA)
araca saldırdıkları, çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurdukları
ve buradan olaya müdahale etmek isteyen polis memurlarına, molotof kokteyli ve
taşlarla saldırmak suretiyle engel oldukları, sanıkların bu şekilde üzerlerine
atılı görevli memura etkin direnme ve patlayıcı madde bulundurma ya da nakletme
eylemini gerçekleştirdikleri,
Patlayıcı madde bulundurma
ya da nakletme eyleminin TCK’nun 174 ve 3713 S.Y. nın 5/2 maddesine temas
ettiği,
Sanıkların, polis
memurlarının görev yapmasına engel olmak amacıyla taş, Molotof kokteyli, havai
fişek attıkları (cebir kullanarak), sübut bulan bu eylemin TCK’nun 265/1,3,4 ve
3713 S.Y. nın 5/1. maddesine temas ettiği,
Anlaşılmakla bu maddeler
göre ceza tayini gerektiği sonucuna varılmıştır.
Sanıklar Ersin Ekmekçi,
Sinan Ekmekçi, A. A. ve Y. C.’nin suç tarihinden önce başkaca katıldıkları
eylemlere ilişkin haklarında düzenlenen iddianamelerden anlaşılacağı üzere bu
tür eylemlere katılımları yönünde gösterdikleri devamlılık, gerçekleştirilen
eylemlerin örgütsel-ideolojik eğitim ve motivasyon (dezenformasyon) olmaksızın
işlenme ihtimalinin zayıf olması ve 2007 yılından itibaren terör örgütü PKK’nın
KCK/TM olarak strateji değiştirip, terör örgütü üyesi olmanın sadece yurt dışı
kamplarına katılıp burada ideolojik ve silah eğitimi almak, sonrasında kod adı
alıp özgeçmiş vermekle değil, şehir, mahalle, üniversite gibi legal alanlarda
örgütlenip, özellikle gençleri örgüte kazandırıp şiddete dayalı sokak
eylemlerinde kullanarak toplumu terörize edip ülkeyi iç savaş ortamına
sürükleyerek devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmanın hedeflendiği
nazara alındığında sanıkların gerçekleştirdikleri eylemin terör örgütünün bu
stratejik amacı ve çerçevesinde olduğu sonucuna varıldığından sanıkların terör
örgütü KCK/TM nin gençlik yapılanması içerisinde (DYG-M) faaliyet yürüttükleri
ve bu terör örgütüne üye oldukları sonucuna varılmış olup, eylemlerine temas
eden TCK nun 314/2 ve 3713 S.Y. nın 5. maddesi uyarınca ayrıca
cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir…”
18. Anılan kararın
temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 16/5/2013 tarihli ve E.2013/3517,
K.2013/7760 sayılı ilamı ile Derece Mahkemesinin “patlayıcı madde bulundurma”
ve “görevi yaptırmamak için direnme” suçlarıyla ilgili kararının onanmasına, “örgüt
üyesi olma” suçundan verilen cezanın bozulmasına karar verilmiştir.
19. Başvurucular 29/7/2013
tarihinde nihai karardan haberdar olmuştur.
20. Bireysel başvuru 2/8/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
21. 26/9/2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 170. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya
malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı
veya panik yaratabilecek tarzda;
…
c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı
madde kullanan, Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır…”
22. 5237 sayılı
Kanun’un 174. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Yetkili makamlardan gerekli
izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu,
zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik
maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere
nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz
yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin
imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı
ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.
(2) Bu fiillerin suç işlemek için
teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek
ceza yarı oranında artırılır.”
23. 5237 sayılı Kanun’un
314. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan
örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
24. 4/12/2004 tarihli
ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın
kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın
davranışları;
1. Delilleri yok etme,
gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa.
...”
25. 5271 sayılı
Kanun’un 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde
şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik fıkra:
02/07/2012-6352 S.K./97.md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu
husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç
şüphesini,
b) Tutuklama
nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut
olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya
sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle
kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
26. 5271 sayılı
Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde
hâkim önüne çıkarılmayan,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
27. 5271 sayılı
Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 18/11/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların 2/8/2013 tarihli ve 2013/6068
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
29. Başvurucular;
i. Haklarındaki
davanın kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen Ağır Ceza Mahkemelerinde
görüldüğünü, özel yetkili mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (Sözleşme)
tanınan birçok hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü
suçlar için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve bu mahkemede
yargılanmış olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne aykırı olduğunu,
ii. Soruşturma
dosyasına erişim kısıtlandığı
için yakalama
nedenlerinin ve yöneltilen suçlamaların kendilerine bildirilmediğini,
haklarının hatırlatılmadığını, kanuni süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna
çıkarıldıklarını,
iii. Gözaltı
sırasında psikolojik muayenelerinin yapılmadığını, gözaltında iken istekleri
doğrultusunda hekime götürülmediklerini, emniyet görevlilerinin psikolojik
baskısına maruz kaldıklarını,
iv.
Tutuklama nedeni bulunmadığını, tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen
kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına
yönelik kararların duruşmasız olarak verildiğini, bu kararların verilmesi
sırasında savcı görüşlerinin tebliğ edilmediğini,
v.
Bilimsel deliller yerine tespit tutanakları gerekçe gösterilerek mahkûmiyet
hükmü kurulduğunu, mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak belli hakların belli süre
kullanılmasının yasaklandığını, bu hakların kullanılamamasının özel hayata
müdahale olduğunu, Mahkeme kararında hangi delillerin neden reddedildiğinin
belirtilmediğini, savunmaya neden itibar edilmediğinin açıklanmadığını ve kararın
gerekçeli olmadığını,
vi.
Temyiz incelemesi sırasında duruşma yapılmaması nedeniyle etkin inceleme yapılmadığını,
vii.
Yargılamanın dört yıl gibi makul olmayan bir süre devam ettiğini,
viii.
Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto
etmeleri nedeniyle haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş olmasının ifade
özgürlüğü ve barışçıl gösteri yapma haklarına bir müdahale olduğunu,
ix. Kürt
kökenli olmaları dolayısıyla ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirterek Sözleşme’nin
3., 5., 6., 8., 10., 11. ve 13. maddeleriyle Sözleşme’ye ek 7. No.lu protokolün
(2) numaralı maddesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi,
olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı
olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682,
2/10/2013, § 18).
31. Başvurucuların;
i. Gözaltına
alındıklarında yasal haklarının, yakalama nedenlerinin ve haklarındaki
suçlamaların kendilerine bildirilmemesi, tutuklama nedeni bulunmaması,
tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili
ve yeterli olmaması, tutukluluğun devamına yönelik kararların duruşmasız olarak
verilmesi, tutukluluğun devamı kararları verilirken savcı görüşlerinin tebliğ
edilmemesi yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı,
ii. Kanuni
hâkim güvencesine aykırı olarak mahkûm edilmeleri, dosyaya erişimin kısıtlanması
nedeniyle savunma yapılamaması, Derece Mahkemesi kararının gerekçesiz olması, temyiz
incelemesinin duruşmasız yapılması, yargılamanın uzun sürmesi yönündeki
şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı,
iii. Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerinde sanıklara ana dilde
savunma hakkının verilmemesini protesto etmeleri nedeniyle haklarında mahkûmiyet
ve kovuşturmanın ertelenmesi kararları verilmiş olması yönündeki
şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen
ifade özgürlüğü,
iv. Politik kararlar veren Mahkeme kararıyla Kürt kökenli olmaları dolayısıyla
ayrımcılığa maruz kalınması yönündeki
şikâyetlerinin Anayasa’nın 10. maddesinde
düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
32. Anayasa
Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında
belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler temelinde
somut olayda, hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucuların sosyal
güvenlik kapsamında bir geliri, adına kayıtlı taşıtı veya taşınmaz malı
olmadığı; geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini
ödeme gücünden yoksun oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların açıkça
dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulü gerekir.
2. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkı
Yönünden
a. Yakalama Sebeplerinin
ve Suçlamaların Bildirilmediği, Yasal Hakların Hatırlatılmadığı ve Süresi
İçinde Hâkim Önüne Çıkarılmadığı İddiaları
33. Başvurucular, soruşturma
dosyasına erişimleri kısıtlandığı
için yakalama
nedenlerinin ve yöneltilen suçlamaların kendilerine bildirilmediğini, haklarının
hatırlatılmadığını ve süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna çıkarıldıklarını iddia
etmiştir.
34. 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme,
23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine
yapılacak bireysel başvuruları inceler."
35. Bu hüküm gereğince
Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla
Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu
düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai
işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün
değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
36. Somut olayda
başvurucular, 24/11/2010 tarihinde yakalanmış ve 26/11/2010 tarihinde
tutuklanmıştır. Dosyaya erişimin kısıtlanmasına yönelik karara yapılan itiraz
ise 30/11/2010 tarihinde reddedilmiştir. Bu belirlemelere göre başvurucuların anılan
şikâyetleri 24/11/2010 ve 30/11/2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen
işlemlere ilişkin olup bu tarihlerin, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başladığı tarihten önceye ait olması nedeniyle başvurunun bu kısmı
hakkında zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmesi gerekir.
b. Kuvvetli Suç
Şüphesi ve Tutuklama Nedeni Bulunmadığı Hâlde Tutuklama Kararı Verildiği, İtirazların
Gerekçesiz ve Duruşmasız Olarak Reddedildiği İddiaları
37. Başvurucular; tutuklama
nedeni bulunmadığını, tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen kararların
gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına yönelik
kararların duruşmasız olarak verildiğini ve savcı görüşlerinin kendilerine tebliğ
edilmediğini iddia etmiştir.
38. Somut
olayda başvurucular, isnat edilen suç nedeniyle 26/11/2010 tarihinde tutuklanmıştır.
İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli kararı ile başvurucuların
hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve tutukluluk hâllerinin devamına karar
verilmiştir.
39. Başvurucuların,
isnat edilen suçlarla ilgili yargılama kapsamında İlk Derece Mahkemesince
mahkûmiyet kararının verildiği tarihe kadar geçen sürede "bir suç isnadına
bağlı olarak" özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından
sonra geçen sürenin "mahkûmiyet sonrası tutma" kapsamında olduğu
anlaşılmaktadır.
40. "Bir
suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı,
başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan
tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak
kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği
tarihtir (Murat
Narman,
B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
41. "Bir
suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren
başvuruda, hükümle birlikte tutukluluğun devamına ilişkin verilen karara karşı
itiraz yoluna gidilip gidilmediğine dair başvuru formunda bir bilgi
sunulmadığından başvurucuların, hükümle birlikte tutukluluğun devamına ilişkin
kararı öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda
bulunmaları gerekmektedir. İlk Derece Mahkemesinin nihai kararını verdiği 5/10/2012
tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 2/8/2013 tarihinde
yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu
sonucuna varılmıştır (G.K., B. No: 2014/14580, 30/12/2014; Osman
Kılıç, B. No: 2014/12837, 26/2/2015).
42. Açıklanan
nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma
Hakkı Yönünden
a. Kanuni Hâkim
Güvencesinin İhlal Edildiği İddiası
43. Başvurucular kararın,
kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen ağır ceza
mahkemesince verildiğini, özel yetkili mahkemelerin Sözleşme’de tanınan
birçok hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü suçlar
için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve bu mahkemede yargılanmış
olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
44. Sözleşme’nin 6.
maddesinde adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak yasa ile kurulmuş bir
mahkeme tarafından davanın görülmesini isteme hakkından açıkça söz edilmiştir.
Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (Tahir Gökatalay, B. No:
2013/1780, 20/3/2014, § 77; AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, 5/5/2004) yargılamayı
yapan mahkemenin yasayla kurulmasının gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde
ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
gereği mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama
usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de
kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
45. Anayasa’nın “Kanuni
hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
46. Anayasa’nın “Mahkemelerin
kuruluşu” kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama
usulleri kanunla düzenlenir.”
47. Kanuni
hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama
usulünün yasayla düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini
gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi
mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal
hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (Tahir
Gökatalay, § 79; AYM, E. 2002/170, K. 2004/54,
5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166, 20/11/2008).
48. Kanuni
hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların
belirlenmesini değil; her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı
yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına
ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki
alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya
koymaktadır (Tahir
Gökatalay, § 80).
49. Bu
güvence, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek
yargı yerini yasanın belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Kanuni hâkim
güvencesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana
gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir ifadeyle
sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM,
E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
50. Başvurucuların
kovuşturması, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerince
yapılmıştır. Yargılama sürerken 6352 sayılı Kanun yürürlüğe girmiş ve bu
Kanun’un 105. maddesinin (6) numaralı fıkrası ile 5271 sayılı Kanun’un 250.
maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer bir ifadeyle 5271 sayılı Kanun'un
250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemeleri kapatılmış, 3713 sayılı Kanun’un
10. maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri kurulmuştur. Ancak
kapatılan mahkemelerde görülen davalara kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar bu
(kapatılan) mahkemelerce bakılacağı 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesiyle
hüküm altına alınmıştır.
51. 6352
sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında Kanun'un yürürlüğe
girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların, 5271 sayılı Kanun'un
250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu
mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik
kararı veremeyecekleri belirtilerek uzun süredir devam eden davalarda başa
dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne
geçilmiştir. Dolayısıyla bu kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri
belirlenmemiş aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların
görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek suçun işlenmesinden önce
kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi,
6352 sayılı Kanun'un başvuruya konu sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasına
ilişkin hükümlerini doğal hâkim ilkesine aykırı bulmamış ve iptal istemini
reddetmiştir (AYM, E.2012/100, K. 2013/84, 4/7/2013).
52. Somut
olayda 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinin genel
bir kanuni düzenlemeye dayanarak görev yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle
gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan ve yorumlardan
hareketle başvuruculara yönelik ön yargılı bir işlem ve tutum somut olarak gösterilmeksizin
ilgili mahkemelerin kanuni hâkim güvencesine aykırı olduklarını kabul etmek
mümkün değildir. Sonuç olarak başvurucuların yargılamasına, atılı suçların
işlenmesinden önce 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş, görev ve
yetki alanları açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmiş ağır ceza
mahkemelerince devam edilmesinin kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
53. Açıklanan
nedenlerle başvurucunun “kanuni hâkim güvencesinin” ihlal edilmediği açık
olduğundan diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvurunun
bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.
Dosyaya Erişiminin Engellenmesi Nedeniyle Savunma Hakkının Kısıtlandığı İddiası
54. Başvurucular, soruşturma evresinde dosyaya erişimlerinin engellenmesi
nedeniyle savunma haklarının kısıtlandığını belirterek adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
55. Dosyaya
erişim ağırlıklı olarak soruşturma evresine ilişkin bir mesele olup özellikle şüpheli ve/veya şüpheli müdafiinin dosyanın içeriğini
incelemesi ve belgelerden örnek alması hakkının hâkim kararıyla sınırlandırıldığı
durumlarda önem kazanmaktadır.
56. Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar
başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
57. Sözleşme’nin "Adil
yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes … ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda … hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir."
58. AİHM, "hakkaniyete uygun yargılama" kavramından hareket
ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en
önemlisi Anayasa'nın 36. maddesinde de açıkça
ifade edilmiş olan "savunma hakkı"dır.
Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence
altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre
hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilebilmesi için yargılamanın
yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma
hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre,
B. No: 12433/86,
15/6/1992, §§ 49, 50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik
olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Artico/İtalya, B. No: 6694/74,
13/5/1980, § 33).
59. Sözleşme’nin
"Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen
herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
b) Savunmasını hazırlamak için
gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
..."
60. Savunmanın
hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde
belirtilen "meşru vasıta ve yollardan yararlanmak" kavramının
kapsamındadır (AYM, E.1992/8, K.1992/39, 16/6/1992). Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde göre
sanık; savunmasını uygun bir şekilde düzenleyebilmeli, yargılamayı yürüten
mahkeme önünde ilgili tüm savunma beyanlarını dile getirebilmeli ve böylece
yargılamaların sonucunu etkileyebilme imkânına sahip olmalıdır (Gregacevic/Hırvatistan,
B. No: 58331/09, 10/7/2012, § 51).
61. Sanığın kendisini aklayabilmesine veya cezasının
düşürülmesine yardımcı olabilecek unsurları içeren delil niteliğindeki
belgelere erişimine izin verilmemesi, sanığın savunmasını hazırlarken yararlanması
gereken kolaylıkların göz ardı edilmesini ve dolayısıyla da Sözleşme’nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde güvence altına alınan hakkın
ihlalini doğurur (Natunen/Finlandiya, B. No: 21022/04, 31/3/2009,
§ 43; C.G.P./Hollanda (k.k.), B. No: 29835/96, 15/1/1997). Bu kapsamda sanığın
savunmasını yürütmesine kolaylık sağlamak açısından, bu kişinin dava
dosyasındaki ilgili belgelerin suretlerini almasına ve aldığı notları derleyip
kullanmasına izin verilmelidir (Rasmussen/Polonya, B. No: 38886/05,
28/4/2009, §§ 48, 49).
62. Ancak dosyaya erişim hakkı mutlak değildir. Bazı
davalarda, üçüncü şahısların temel haklarını
korumak veya ulusal güvenlik gibi önemli bir kamu menfaatini gözetmek,
tanıkları korumak veya adli makamların suçu incelerken başvurdukları yöntemleri
güvence altına almak ve benzeri amaçlarla bazı delillerin sanıktan saklanması
gerekli görülebilir (Natunen/Finlandiya, §§ 40, 41).
63. AİHM, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edildiğinden ve sanığın menfaatlerinin korunması için yeterli güvencelerin
kapsama dâhil edildiğinden emin olmak için bu husustaki karar alma
mekanizmasını dikkatli bir şekilde incelemektedir. Diğer yandan bir sanığa
verilen sürenin ve sağlanan kolaylıkların yeterli olup olmadığını, her davanın
kendine özgü koşullarında değerlendirmektedir (Kornev ve Karpenko/Ukrayna, B.
No: 17444/04, 21/10/2010, § 67).
64. Sanığa sağlanması
gereken kolaylıklar, savunmasını hazırlaması esnasında kendisine yardımcı olacak veya olma ihtimali bulunan türdekilerle
sınırlıdır (Mayzit/Rusya, B. No: 63378/00,
20/1/2005, § 79). Sanığın dava dosyasına doğrudan erişiminin sağlanması her
koşulda gerekli olmayıp dava dosyasındaki belgeler hakkında temsilcisi
aracılığıyla bilgilendirilmesi yeterlidir (Kremzow/Avusturya, B. No: 12350/86, 21/9/1993, § 52). Ancak sanığın dava dosyasına
erişimine getirilen kısıtlama, duruşma öncesi delillerin sanığa ulaştırılmasını
ve sözlü yargılama aşamasında sanığın, müdafii aracılığıyla deliller üzerine
görüş sunmasını engellememelidir (Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 140).
65. Somut olayda İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2010 tarihli ve 2010/659 sayılı yazısı ile aynı yer 10. Ağır Ceza
Mahkemesinden, soruşturmanın amacının tehlikeye düşebileceği gerekçesiyle 3713
sayılı Kanun’un 10. maddesinin mülga (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca
müdafiin evrakları inceleme ve suret alma yetkisine ilişkin kısıtlama
(gizlilik) kararı verilmesi talep edilmiştir. Derece Mahkemesince talep yazısı
doğrultusunda itirazı kabil olmak üzere kısıtlama kararı verilmiştir.
66. Dosya kapsamından, gizlilik
kararına rağmen olay yerinin ve zamanının anlaşılabildiği, buna ilişkin savunma
yapıldığı, gizlilik kararının delil toplatılma işleminin talep edilmesine engel
olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki iddianamenin kabulü kararıyla da kısıtlama
kararı kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucu
Ersin Ekmekçi’nin, olay anında evde olduğuna dair tanık R.Y.nin dinlenmesini soruşturma
evresinde talep ettiği ve talebinin yerine getirildiği görülmektedir.
67. Başvurucular,
duruşma öncesinde delillerin bir kısmından haberdar olmuş, sözlü yargılama aşamasında (duruşmada) müdafii aracılığıyla
deliller üzerine görüş bildirmiş ve itirazlarını sunmuşlardır. Dosyanın erişime
açılmasından sonra duruşmalarda delillere yönelik iddia ve itirazlarda
bulunulmuş, başvurucuların vekili 26/7/2012 tarihli duruşmada esas hakkında
savunma yapmış, Mahkemeden soruşturmanın genişletilmesi talebinde
bulunmamıştır. Ayrıca başvuru dosyası incelendiğinde “silahların eşitliği” ve
“çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvuruculara delillerini sunma,
inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin
bir delil de bulunmamaktadır.
68. Açıklanan
nedenlerle savunma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c.
Duruşmalı Yargılama Hakkının İhlal Edildiği İddiası
69. Başvurucular,
temyiz incelemesinin duruşmasız
olarak gerçekleştirildiğini, bu sebeple etkili temyiz incelemesi yapılmadığını
ileri sürmüştür.
70. Anayasa’nın 141.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Mahkemelerde duruşmalar herkese
açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak
genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde
karar verilebilir.”
71. Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından
biri de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı
yapılması ilkesidir (Nevruz
Bozkurt,
B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32). Buna göre duruşmaların kamuya açık olarak
yürütülmesine ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en önemli
güvencelerinden biri olup temel gayesi, kişileri; kamu denetiminden uzak,
kapalı kapılar ardında yürütülmekte olan gizli bir yargılama ve bunun
doğuracağı endişelerden korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın şeffaflığı,
mahkemeye duyulması gereken güvenin pekişmesini sağlamak ve davaların adil bir
şekilde görülmesini temin etmek bakımından önemlidir.
72. Yargılamanın
açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak
yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği
önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından
birini oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni
yapılması silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini
oluşturur (Nevruz
Bozkurt,
§ 32).
73. Ancak “duruşmalı
yargılama hakkı” her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması gerektiği anlamına
gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün
azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve
duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz.
Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar
verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları
yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil
yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, § 32).
74. Somut olayda UYAP
üzerinden yapılan incelemede, dava dosyasının Derece Mahkemesi önünde
incelenmesi aşamasında duruşma yapıldığı böylece tarafların iddia ve
savunmalarını ortaya koyabildikleri görülmüştür.
75. Açıklanan
nedenlerle duruşmalı yargılama hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı görüldüğünden
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d.
Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
76. Başvurucular, yasanın ve
delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetlerine karar verildiğini, bilimsel
deliller yerine tespit tutanakları gerekçe gösterilerek haklarında mahkûmiyet
hükmü kurulduğunu, gözaltına alındıklarında derhâl müdafii atanmadığını, hangi
delillerin neden reddedildiğinin belirtilmediğini, savunmaya neden itibar
edilmediğinin açıklanmadığını ve kararın gerekçeli olmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
77. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
“Bireysel
başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz”
78. 6216 sayılı
Kanun'un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi”
kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme,
…açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
79. 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği
kurala bağlanmıştır.
80. Anılan kurallar
uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay
ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz
takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede
kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık
keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür,
B. No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
81. Belirli bir davaya
ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla
ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir.
Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve
inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa
Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu
yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin
Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
82. Başvurucular,
delillerin hatalı değerlendirildiğini, olay anında kimin molotof attığının
belli olmadığını, ele geçirilen benzin bidonunun aleyhte delil olamayacağını, sadece
tespit tutanaklarına dayanılarak haksız yere mahkûm edildiklerini ileri sürmüşlerdir.
Dolayısıyla başvurucuların iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri
değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın
sonucuna ilişkindir. Bu sebeplerle başvurucuların bu yöndeki iddialarının kanun
yolu şikâyeti niteliğinde olduğu görülmektedir.
83. Mahkemenin
gerekçeli kararı incelendiğinde söz konusu kararın; müşteki beyanlarına, tanık
anlatımlarına, olay yeri görgü ve tespit tutanağına ve fotoğraflara, sorgu
tutanağına, sanık savunmalarına, ekspertiz raporlarına, olay tutanağına ve
inceleme raporlarına, suç yeri araştırma ve inceleme raporuna, olay yeri
krokilerine, tespit tutanaklarına ve diğer delillere dayanılarak verildiği
görülmektedir (bkz. § 17). Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları,
dosyaya sundukları deliller değerlendirilip ilgili hukuk kuralları yorumlanmak
suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır.
84. Diğer yandan
başvurucular, gözaltına alınırken kendilerine derhâl müdafii atanmadığını, bu
sebeple savunma haklarının kısıtlandığını iddia etmişlerdir. Başvuru formu ve eklerinden anlaşıldığı üzere
başvurucuların, müdafi talep etmelerine rağmen bu taleplerinin karşılanmadığına
veya savunmalarının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan
verdiklerine dair herhangi bir iddiaları da bulunmamaktadır.
85. Müdafi yardımından
yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma
hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin
kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu kapsamda savunma hakkını etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi
yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir
unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak,
B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29).
86. Müdafi yardımından
yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili
olabilmesi için kural olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez
sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir (Salduz/Türkiye
[BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 50-55). Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (c) bendinin etkinliğinden söz edilebilmesi için delillerin
toplanması ile ilgili mevzuatın karmaşık olduğu bu evrede de müdafi yardımından
yararlanılmasının zorunluluğu ortaya çıkmaktadır (Imbrioscia/İsviçre, B.
No: 13972/88, 24/11/1993, § 33).
87. Somut olayda
başvurucular, kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında müdafileri huzurunda ifade
vermişlerdir. Diğer bir ifadeyle şüphelilere (başvuruculara) kolluk tarafından
ilk kez sorgulanmalarından itibaren avukata erişim hakkı sağlanmış, sonraki
savunmaları da müdafi eşliğinde yapılmıştır. Bu sebeplerle başvurucuların gözaltına
alındıktan hemen sonra müdafi atanmaması yönündeki iddialarının dayanaksız
olduğu görülmektedir.
88. Başvurucular
ayrıca Derece Mahkemesinin kararının tatmin edici olmadığını, kararlarda hangi
delile neden itibar edildiğinin açıklanmadığını, taleplerinin gerekçesiz
şekilde reddedildiğini ve iddialarının karşılanmadığını ileri sürmüşlerdir.
89. Anayasa'nın
141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
90. Anayasa Mahkemesi
kararlarında, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak
yazılmasını ifade eden Anayasa'nın 141. maddesinin, adil yargılanma hakkının
kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 49).
91. Anılan
kural uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil
yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay
ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca
varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde
gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık keyfîlik
görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil
yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B.
No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).
92. Makul
gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini,
kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını
ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek
nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi
nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için
ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve
kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer
vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının
bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).
93. Mahkeme
kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri
olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya
ayrıntılı yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe
gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Ancak
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun
yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı
olmaması, bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Ltd. Şti., § 26; benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Van de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90,
19/4/1994, § 61).
94. Başvuruya
konu yargılama bakımından, başvurucuların iddianamede belirtilen olaylara
katılıp katılmadıkları, olaylarda patlayıcı madde bulundurup bulundurmadıkları,
görevli memurlara etkin şekilde direnip direnmedikleri hususlarının
uyuşmazlığın esasını oluşturduğu ve Mahkeme kararında karşılanmaları gerektiği
açıktır. Mahkeme kararı incelendiğinde anılan hususların değerlendirildiği, sanıklar
(başvurucular) yönünden bireyselleştirildiği, dizi
pusulasına bağlanmış dosya sayfalarıyla bağlantı kurularak onlara göndermelerde
bulunulduğu görülmektedir (bkz. § 17). Duruşmalarda yapılan talepler de
gerekçeli şekilde reddedilmiştir. Belirtilen hususlar dikkate alındığında Derece
Mahkemesinin yeterli kabul edilebilecek şekilde kararı gerekçelendirdiği anlaşılmaktadır.
95. Açıklanan
nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olması ve bir ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Makul Sürede Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
96. Başvurucular, haklarında yürütülen
soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
97. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz,
B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 38, 39).
98. Davanın
karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların
yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucuların
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
99. Anayasa’nın
36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara
bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucular hakkında “tehlikeli
maddeleri izinsiz olarak bulundurma, genel güvenliği tehlikeye sokacak şekilde
patlayıcı madde kullanma, silahlı terör örgütüne üye olma ve memura etkin
direnme” suçlarını işledikleri iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır.
Başvurucular hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili
maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede
başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın, Anayasa’nın 36.
maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E.,
§ 32).
100. Ceza
muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken
sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, başvurucuların gözaltına alındığı 24/11/2010’dur. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
Somut başvuru açısından bu tarih, kararın onandığı 16/5/2013’tür.
101. 5271 sayılı
Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki
yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E.,
§§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
102.
Başvuruya konu ceza davasında başvurucular
haricinde diğer sekiz sanığın daha bulunması, başvurucular ve diğer sanıklar
hakkında birçok suçlamanın ve birleşen davaların bulunması, yargılamaya konu
suçlamaların kapsamı, başka adli birimlerle yazışma yapılmasının gerekmesi, yargılamanın yürütülmesinde izlenen
yöntem ve somut davanın koşulları dikkate alındığında
iki dereceli yargılama arasında geçen yaklaşık 2 yıl 6 aylık süre, sadece
olağan usul işlemlerinin yapılması için gerekli olduğundan makul olarak
değerlendirilmelidir.
103. Açıklanan
nedenlerle makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiği İddiaları
104. Başvurucular,
Kürt
kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.
105. Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10.
maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
106. Sözleşme'nin
"Ayırımcılık yasağı" kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"Bu
Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil,
din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir
azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma
dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır."
107. Başvurucuların
Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine
yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında
soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme
kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele
alınması gerekir. Dolayısıyla eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma
işlevine sahip olmayıp bu hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru
yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. Ayrımcılık
yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için başvurucunun, hangi
temel hak ve özgürlüğü konusunda ayrımcılığa maruz kaldığını göstermesi gerekir
(Onurhan
Solmaz, §§ 33, 34).
108. Somut
olayda başvurucular, ayırımcılığa uğradıklarını dile getirmiş fakat hangi sanıklara
göre kendilerine farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin bir beyanda bulunmamışlardır.
Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucuların kendileriyle
benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendilerine yapılan muamele
arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli
olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene dayandığını
makul delillerle ortaya koymaları gerekir. Somut olayda başvurucular kendi
durumlarıyla başka sanıkların durumlarının etnik kökenlerinden dolayı farklılık
taşıdığını ortaya koyamamışlardır. Ayrıca diğer sanıklara hangi yönde farklı
bir muamele yapıldığına ilişkin bir bilgi de sunulmamıştır.
109. Açıklanan
nedenlerle ayrımcılık yasağının ihlaline yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
5.
İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
110. Başvurucular, Diyarbakır
ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto etmeleri nedeniyle haklarında terör
örgütü üyeliğinden mahkûmiyet kararı verilmesinin ve propaganda yapma suçundan
açılan dava hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin ifade
özgürlüklerine ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına bir müdahale
olduğunu belirterek Sözleşme’nin 10. ve 11.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
111. Her ne
kadar başvurucular, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal
edildiğinden de şikâyetçi olmuşlarsa da bu şikâyetlerinin içeriği göz önüne
alındığında mevcut davanın koşullarında, başvurucuların bu başlık altındaki
şikâyetlerinin ifade özgürlüğü yönünden incelenmesi uygun bulunmuştur.
112. Bireysel başvuru
yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu
ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara
sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli
özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 17).
113. Başvurucuların, “terör
örgütünün propagandasını yapma” suçundan verilen kovuşturmanın ertelenmesi
kararına itiraz etmedikleri, kararın 27/11/2012 tarihinde itiraz edilmeden
kesinleştiği, örgüt üyeliğine yönelik mahkûmiyetin ise Yargıtay tarafından bozulduğu,
dosyadan anlaşıldığı kadarıyla anılan suça ilişkin yargılama sürecinin devam
ettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
6.
Diğer İhlal İddiaları
114. Diğer taraftan başvurucular,
psikolojik yönden de haklarında adli rapor düzenlenmesi gerektiği hâlde böyle
bir rapor düzenlenmediğini, Emniyet görevlilerinin psikolojik baskısına maruz
kaldıklarını, gözaltı sırasında mutat kontroller dışında hekime erişim
haklarının elinden alındığını, mahkûmiyetin kanuni sonuçları olarak belli haklardan
yoksun bırakıldıklarını, haklarında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanacağını,
bu sebeplerle Sözleşme’nin 3. ve 8. maddelerinde güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
115. Başvurucuların,
kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdükleri
hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini,
dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya
kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru
dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da
ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalıdır. Ayrıca bireysel
başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna
ilişkin gerekçeler ile deliller açıklanmalıdır (Veli
Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, 20).
116. Başvuruya
konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve
hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak
suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara
ait olmasına rağmen başvurucular tarafından soyut şekilde birtakım
iddialar ileri sürülmüş, hangi tarihte hangi
sebeplerle ve hangi hususlara ilişkin hekim talebinde bulunulduğuna veya
psikolojik sorunlar belirtilmesine karşın hangi tarihli muayenelerde bu talebin
hekimce yerine getirilmediğine dair Anayasa Mahkemesine bir bilgi ya da kanıt sunulmamıştır. Ayrıca başvurucular tarafından, mahkûmiyetin
kanuni sonuçlarının hangi neden ve gerekçelerle temel haklarını ihlal ettiği
belirtilmemiş, bu hususlar soyut olarak dile getirilmiştir.
117. Açıklanan
nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının
kanıtlanamamış olması ve ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Adli yardım
taleplerinin KABULÜNE,
B. 1. Yakalanma sebeplerinin
ve suçlamaların kendilerine bildirilmemesine, yasal hakların hatırlatılmamasına
ve süresi içinde hâkim önüne çıkarılmamaya ilişkin iddiaların zaman
bakımından yetkisizlik,
2. Kuvvetli
suç şüphesi ve
tutuklama nedeni bulunmadığı hâlde tutuklama kararı verilmesine, itirazların
gerekçesiz ve duruşmasız olarak reddedilmesine ilişkin iddiaların süre
aşımı,
3. Adil yargılanma
hakkı kapsamındaki güvencelerin ihlaline ilişkin iddiaların açıkça
dayanaktan yoksun olması,
4. Ayrımcılık yasağının
ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması,
5. İfade özgürlüğünün
ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması,
6. Diğer ihlal
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama
giderlerinin tahsilinin, başvurucuların mağduriyetine neden olacağı anlaşıldığından
12/1/2012 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten
tamamen MUAF TUTULMASINA
18/11/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.