TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ARNOLDUS THEODORUS BERNARDUS
MARİA NALES BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1211)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 6/6/2015-29378
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Arnoldus Theodorus
Bernardus Maria NALES
|
Vekili
|
:
|
Av. Okan ÇAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 17/4/2008 tarihinde İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk
Mahkemesinde açtığı patent ve markaya tecavüzün önlenmesi ile tazminat
davasında ve aleyhine açılan karşı davada makul sürede yargılama yapılmadığını,
Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkrasına aykırı olarak uluslararası anlaşma
hükümlerinin dikkate alınmadığını, eksik inceleme ve araştırmaya dayalı ve
yerleşik Yargıtay içtihatlarına aykırı olarak davanın reddine, karşı davanın
kabulü ile patentin hükümsüzlüğüne karar verildiğini, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının
gerekçesiz olduğunu belirterek, adil yargılanma ve
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, patent koruma süresinin
yirmi yıl olduğunun tespit edilmesini, yargılamanın yenilenmesine karar
verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 1/2/2013
tarihinde İstanbul 4 Nolu Fikri ve Sınai Haklar Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 12/12/2014 tarihli yazısında,
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine
atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 17/4/2008 tarihinde İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk
Mahkemesinde açtığı patent ve markaya tecavüzün önlenmesi ile tazminat
davasında, davalı şirketin, İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin
2008/19 Değişik İş sayılı dosyasında belirlenen, marka ve patentine tecavüz
teşkil eden ürünleri Türkiye'ye ithal ettiğini, gümrük antreposunda bilirkişi
incelemesi yaptırılarak bu durumun tespit edildiğini belirterek, Mahkemeye
sunduğu deliller doğrultusunda patenti ile buna dayalı olarak sahip olduğu
markalarına yönelik tecavüzün ve haksız rekabetin durdurulmasını, önlenmesini,
tecavüz teşkil eden ürünlerin imhasını, uğradığı maddi ve manevi zararın
giderilmesini, marka ve patentinin itibar zararı nedeniyle tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
8. Başvurucu aleyhine açılan
karşı davada ise, başvurucunun iddialarının haksız ve yersiz olduğu ileri
sürülmüş, başvurucunun patentinin hükümsüzlüğüne ve davanın reddine karar
verilmesi istenmiştir.
9. Yapılan yargılama sonunda
İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, 9/12/2009 tarih ve E.2008/45,
K.2009/141 sayılı kararı ile, patente tecavüz
davasının çözümlenebilmesi için öncelikle patentin hükümsüzlüğü konusunda
açılan karşı davanın ele alınması gerektiğini belirterek bu kapsamda yaptığı
değerlendirmede, davaya konu patente ilişkin Türk Patent Enstitüsünden
gönderilen onaylı patent belgesinde geçerlilik süresinin 22/11/1990 tarihinden
başlayarak on beş yıl olduğunun ve patentin yürürlükten kalkmış olan 23 Mart
1879 tarihli İhtira Beratı Kanunu’na göre verildiğinin ifade edildiğini, ayrıca
yine Türk Patent Enstitüsünden gönderilen bir başka yazıda Türkiye’nin taraf
olduğu Dünya Ticaret Örgütünün “Ticaretle
Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRİPS)” hükümlerine
göre de patentlerin koruma süresinin yirmi yıla çıkarılmasından dolayı ilgili
patentin koruma süresinin 22/11/1990 tarihinden itibaren yirmi yıl olduğunun
açıklandığını; ancak bu açıklamanın aksine, anılan anlaşmada öngörülen koruma
süresinin buluşlara ilişkin olduğunu ve dava konusu patentin İhtira Beratı
Kanunu’na göre değerlendirilerek düzenlendiğini, bu Kanun’un patentin verilmesi
için buluş adımı kriterini aramadığını, bununla ayrıca söz konusu patentin,
uluslararası anlaşmanın uygulanabilmesi amacıyla çıkarılan 24/6/1995 tarih ve
551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin
(KHK) yürürlüğe girmesinden önceki dönemde düzenlendiğini, kaldı ki bu KHK’da
da süresi dolan ihtira beratlarıyla ilgili bir uzatmanın öngörülmediğini; sonuç
olarak İhtira Beratı Kanunu’na göre buluş kriteri aranmadan verilen bir
belgenin süresi dolduktan sonra patentler için buluş adımı kriteri arayan
uluslararası sözleşme hükümlerine dayanılarak koruma süresinin uzatılamayacağını,
dolayısıyla ihtira beratının patent tescil koşullarını taşımadığını, taşıdığı
kabul edilse bile koruma süresinin de dolmuş olduğunu, ayrıca davalının, davacı
adına tescilli markaları kullanma şeklinin markasal
bir kullanım olmadığını, davalının, davacıya ait markaya tecavüz olgusunun
gerçekleşmediğini belirterek, patente ve markaya tecavüz davasının ve tazminat
isteminin reddine, ihtira beratının hükümsüzlüğüne dair açılan karşı davanın
kabulüne ve ihtira beratının (patentin) hükümsüzlüğüne, sicilden terkin
edilmesine karar vermiştir.
10. Yapılan temyiz incelemesi
sonunda Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 17/4/2012 tarih ve
E.2010/6528, K.2012/6193 sayılı ilâmı ile “dava
dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, Mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan
delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön
bulunmamasına, davalı-karşı davacının, davacı-karşı davalıya ait markaları
izinsiz şekilde kullandığının kanıtlanmamasına, ithal ettiği emtialarla ilgili olarak düzenlenen faturadaki açıklamanın
ürünü tanımlamak için kullanılmış olmasına, bu kullanımın 556 sayılı KHK’nın
12. maddesi kapsamında yer almasına göre, davacı-karşı davalı vekilinin tüm
temyiz itirazlarının reddine ve hükmün onanmasına” karar vermiştir.
11. Karar düzeltme talebi
üzerine aynı Daire tarafından, 30/11/2012 tarih ve
E.2012/11555, K.2012/19563 sayılı ilâm ile “dosyadaki
yazılara, Mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici
sebeplere göre, davacı-karşı davalı vekilinin HUMK’un
440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme
isteğinin reddine” karar verilmiştir.
12. Bu karar, başvurucuya 3/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu, 1/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
14. Anayasanın “Milletlerarası andlaşmaları
uygun bulma” kenar başlıklı 90. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“…
Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler
içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.
…”
15. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi
ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür."
16. 551 sayılı KHK’nın “Amaç ve Kapsam” kenar başlıklı 1. maddesi
şöyledir:
“Bu Kanun Hükmünde
Kararnamenin amacı, buluş yapma faaliyetini özendirmek, buluşların sanayiye
uygulanması ile teknik, ekonomik ve sosyal ilerlemenin gerçekleştirilmesini
sağlamak için buluşlara patent veya faydalı model belgesi vererek korumaktır.
Bu Kanun Hükmünde
Kararname, sınai hakkın tesisine uygun buluşlara patent veya faydalı model
belgesi verilerek bunların korunması ile ilgili esasları, kuralları ve şartları
kapsar.”
17. 551 sayılı KHK’nın “Milletlerarası Anlaşmaların Öncelikle Uygulanması” kenar
başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti
kanunlarına göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşma hükümlerinin bu
Kanun Hükmünde Kararname hükümlerinden daha elverişli olması halinde 2nci
maddede belirtilen kişiler, elverişli hükümlerin uygulanmasını talep etme
hakkına sahiptir.”
18. 26/1/1995 tarihli ve 4067 sayılı
Kanun ile onaylanması uygun bulunan ve 3/2/1995 tarihli ve 95/6525 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan TRİPS’in “Patent Verilebilir Konular” kenar
başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Paragraf 2 ve 3
hükümlerine tabi olarak, patentler, yeni olmaları, yaratıcı bir adım, bir buluş
basamağı içermeleri ve sanayide uygulanabilmeleri koşuluyla, teknolojinin her
alanında, ürünlerle veya usullerle ilgili her türlü buluş için
verilebilecektir.^1) 65 inci Maddenin 4
üncü paragrafına, 70 inci Maddenin 8 inci paragrafına ve bu Maddenin 3 üncü
paragrafına tabi olarak, buluş yeri, teknoloji alanı ve ürünlerin ithal veya
yerli üretim olup olmadığı konusunda herhangi bir ayrım yapılmadan patent
verilebilecek ve patent haklarından yararlanabilecektir.”
19. TRİPS’in “Koruma Süresi” kenar başlıklı 33. maddesi şöyledir:
“Koruma süresi başvuru tarihinden itibaren hesaplanan yirmi
yıllık bir süreye tabidir.”
20. 24/6/1995 tarih ve 556 sayılı
Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Marka tescilinden doğan hakların kapsamında istisna”
kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“Dürüstce ve ticari
veya sanayi konularıyla ilgili olarak kullanılmaları koşuluyla üçüncü
kişilerin, ad ve adresini, mal veya hizmetlerle ilgili cins, kalite, miktar,
kullanım amacı, değer, coğrafi kaynak, üretim veya sunuluş zamanı veya diğer
niteliklere ilişkin açıklamaları kullanmaları marka sahibi tarafından
engellenemez.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 10/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
1/2/2013 tarih ve 2013/1211 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucu, 17/4/2008 tarihinde İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk
Mahkemesinde açtığı patent ve markaya tecavüzün önlenmesi ile tazminat
davasında eksik inceleme ve araştırmaya dayalı ve yerleşik Yargıtay
içtihatlarına aykırı olarak davanın reddine, aleyhine açılan karşı davanın
kabulü ile patentin hükümsüzlüğüne karar verildiğini, patent koruma süresinin
yargı kararı ile on beş yıl olduğunun kabul edildiğini, ancak on beşinci yıldan
sonra da patent için TPE’ye aidat ödenmesi hususunun dikkate alınmadığını,
patentin yirmi yıllık geçerliliğinin bulunduğunu, yapılan yargılamada
Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkrasına aykırı olarak uluslararası anlaşma
hükümlerinin dikkate alınmadığını, esaslı iddialara cevap verilmediğini,
Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu, makul sürede yargılama
yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun açtığı davada, eksik inceleme ve araştırmaya
dayalı ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına aykırı olarak davanın reddine ve
karşı davanın kabulü ile patentin hükümsüzlüğüne karar verilmesinin mülkiyet hakkını
ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların
ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki
nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları yargılama sürecinin ve
yargılama sonunda verilen kararın adil olup olmadığına ilişkin olduğundan, adil
yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Öte yandan
başvurucunun, İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olması
ile makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiaları ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
24. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
27. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz
takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez
(B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
28. Somut olayda başvurucu,
İzmir Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinde açtığı patent ve markaya
tecavüzün önlenmesi ile tazminat davasında, eksik inceleme ve araştırmaya
dayalı ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına aykırı olarak davanın reddine ve
karşı davanın kabulü ile patentin hükümsüzlüğüne karar verildiğini, patent
koruma süresinin yargı kararı ile on beş yıl olduğunun kabul edildiğini, ancak
on beşinci yıldan sonra da patent için TPE’ye aidat ödenmesi hususunun dikkate
alınmadığını, patentin yirmi yıllık koruma süresine tabi olduğunu, yapılan
yargılamada Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkrasına aykırı olarak
uluslararası anlaşma hükümlerinin dikkate alınmadığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Başvurucu tarafından
açılan davada İzmir
Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi, esasa
ilişkin kararında, başvurucu tarafından 551 ve 556 sayılı KHK ile
Türkiye’nin de taraf olduğu TRİPS hükümlerine göre dava konusu patent
korumasının yirmi yıl olduğunun ileri sürülmesine karşın, anılan uluslararası
anlaşmada öngörülen koruma süresinin buluşlara ilişkin olduğunu, ancak
başvurucunun patentine 1879 tarihli İhtira Beratı Kanunu’na göre koruma süresi
verilirken buluş adımı kriterinin aranmadığını,
dolayısıyla başvurucunun patentinin bu kapsamda değerlendirilemeyeceğini,
ayrıca anılan Kanun’a göre on beş yıl olarak öngörülen koruma süresinin TPE’nin
idari bir kararı ile uluslararası antlaşmaya dayanılarak yirmi yıla
çıkarılamayacağını; 551 sayılı KHK’da ise koruma süresi dolan beratlara ilişkin
sürelerin uzatılmasına dair hüküm bulunmadığını, başvurucunun markasına tecavüz
teşkil eden bir fiilin de olmadığını, dava kapsamında alınan bilirkişi
raporunun da bu yorumları destekler nitelikte olduğunu belirterek davanın
reddine, karşı davanın kabulü ile başvuruya ait patentin hükümsüzlüğüne karar
vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay tarafından bu gerekçeler kabul edilerek
hüküm onanmıştır.
30. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemeleri
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
31. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtayın
kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilememiştir.
32. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik
de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
33. Başvurucu, İlk Derece
Mahkemesince verilen karar ile Yargıtayın onama ve
karar düzeltme isteminin reddine dair kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri
sürmüştür.
34. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.”
35. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
36. Ancak derece mahkemeleri,
kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber,
ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması
söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda
olabilir. Böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli
olabilir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
37. Öte yandan temyiz
mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz
merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya
aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması
yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde
dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını
inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
38. Somut olayda, Mahkemece,
başvurucunun iddiaları, davalı-karşı davacının savunmaları dikkate alınmış, her
iki tarafın da delilleri değerlendirilmiş, bilirkişi raporu aldırılmış, ilgili
mevzuat hükümleri ile uluslararası anlaşma hükümleri yorumlanarak, başvurucu
tarafından açılan davanın reddine, karşı davanın kabulüne karar verilmiştir
(bkz. § 9). Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince, İlk
Derece Mahkemesinin kararı, dosya kapsamına ve delillerin tartışılıp
değerlendirilmesine göre usul ve yasaya uygun bulunmuş, tüm temyiz itirazları
reddedilerek, onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından
reddedilmiştir (bkz. §§ 10-11). Dolayısıyla Mahkeme ve Yargıtay kararlarının
gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
39. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurucunun bu yöndeki
iddiası diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
c. Yargılamanın
Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
40. Başvurucunun yargılamanın
uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
41. Başvurucu, 17/4/2008 tarihinde İzmir Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk
Mahkemesinde açtığı patent ve markaya tecavüzün önlenmesi ve tazminat davası
ile aleyhine açılan karşı davada makul sürede yargılama yapılmadığını
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
42. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18),
Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
38–39).
43. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
44. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan patent ve markaya
tecavüzün önlenmesi ve tazminat davası ile patentin hükümsüzlüğü talebiyle
açılan karşı davanın söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer
alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak
ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 49).
45. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin
işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup,
somut başvuru açısından bu tarih, 17/4/2008 tarihidir.
46. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu
kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin,
başvurucunun karar düzeltme talebinin Yargıtay 11. Hukuk Dairesince
reddedildiği 30/11/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
47. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun, patent ve markaya tecavüzün
önlenmesi ve tazminat davası ile patentin hükümsüzlüğü talebiyle açılan karşı
davanın olduğu, başvurucu tarafından açılan davaya verilen cevap dilekçesi ile
başvurucuya ait patentin hükümsüzlüğünün talep edildiği, Mahkemece, tarafların
delillerinin toplandığı, patent ve marka tescil belgelerinin Türk Patent
Enstitüsünden getirtildiği, bilirkişi heyetinden rapor alınarak, ilgili KHK ve
uluslararası anlaşma hükümleri yorumlanmak suretiyle 9/12/2009
tarihinde karar verildiği anlaşılmıştır. Temyiz üzerine Yargıtay 11. Hukuk
Dairesince 17/4/2012 tarihinde hükmün onandığı, karar
düzeltme isteminin ise aynı Daire tarafından 30/11/2012 tarihinde reddedilerek
hükmün kesinleştiği belirlenmiştir.
48. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34-64).
49. Başvuruya konu davanın
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın
karmaşık niteliğinin bulunduğunu ortaya koymakla birlikte, başvurucunun tutum
ve davranışlarıyla ya da usuli haklarını kullanırken
özensiz davranarak yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olmadığı, somut
başvuru açısından, daha önce verilen kararlar dışında farklı karar verilmesini
gerektirecek bir yön bulunmadığı ve dört yıl yedi ayı aşkın yargılama sürecinde
makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
50. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
51. Başvurucu, adil yargılanma
hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edilmesi nedeniyle yargılamanın yenilenmesine
karar verilmesini, patent koruma süresinin yirmi yıl olduğunun tespit
edilmesini, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
52. 6216 sayılı Kanun’un
“Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
53. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin dört yıl yedi ayı aşkın yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net
3.350,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın
sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2.
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 3.350,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.