TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YUNİS AĞLAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1239)
|
|
Karar Tarihi: 20/3/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Yunis AĞLAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet Cengiz TANGÖREN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu taşınmazının 3/5/1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 10. maddesi
uyarınca işlem görmesi ile uzun süreden beri kamulaştırma işlemi yapılmaması ve
açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasını,
yeniden yargılamaya hükmedilmemesi halinde uğradığı zararın tazminine karar
verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 1/2/2013
tarihinde İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölümün İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 16/4/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 17/6/2013 tarihli görüş yazısı
27/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili
tarafından 11/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi
ibraz edilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucuya ait olan
İstanbul ili Ümraniye ilçesi Dudullu Mahallesi 17
pafta 3035 parsel sayılı taşınmaz 18/8/2004 tarihli
nazım imar planı ile kısmen park alanı, kısmen dere koruma alanı, kısmen konut
alanına alınmıştır.
8. Taşınmaz daha sonra 16/1/2008 tarihli uygulama imar planı uyarınca kısmen park
alanı, kısmen dere koruma alanı, kısmen konut alanına alınmıştır.
9. Başvurucu tarafından 26/8/2010 tarihinde yapılan, taşınmazın konut alanı dışında
kalan bölümlerinin konut alanına alınmasına ilişkin plan değişikliği müracaatı,
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 14/10/2010 tarih ve 2280 sayılı kararı
ile reddedilmiştir.
10. Taşınmaza ilişkin
kamulaştırma işlemi yapılmaması üzerine başvurucu tarafından Ümraniye 2. Asliye
Hukuk Mahkemesine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası
Mahkemenin 25/8/2011 tarih ve E.2010/767, K.2011/481
sayılı kararı ile uygulama imar planının kesinleşme tarihinden itibaren, 3194
sayılı Kanun’un 10. maddesinde yer alan beş yıllık sürenin geçmediği
belirtilerek reddedilmiştir.
11. Kararın temyiz edilmesi
üzerine, ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 12/3/2012 tarih ve E.2011/19483, K.2012/4517 sayılı kararı
ile onanmıştır.
12. Karar düzeltme talebi
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 8/11/2012 tarih ve
E.2012/15169, K.2012/22030 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
13. 3194 sayılı Kanun’un “İmar programları, kamulaştırma ve
kısıtlılık hali” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Belediyeler; imar
planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek
üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının
görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri
görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar,
belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde
bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına
bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu
hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu
program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu
kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.
İmar programlarında,
umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan
gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye
kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder.”
14. 3194 sayılı Kanun’un “İmar planlarında umumi hizmetlere
ayrılan yerler” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“(Birinci fıkra
iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
İmar programına
alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi
durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma
tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare
tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce
plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde
ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.
(Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33,
K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
Onaylanmış imar
planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda
öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal
sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk
işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
15. Mahkemenin 20/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
1/2/2013 tarih ve 2013/1239 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, taşınmazının
Ümraniye Belediye Başkanlığınca 18/8/2004 tarihli nazım
imar planı ile kısmen park alanı, kısmen dere koruma alanı, kısmen konut
alanına alındığını, taşınmazın daha sonra 16/1/2008 tarihli uygulama imar planı
uyarınca kısmen park alanı, kısmen dere koruma alanı, kısmen konut alanına
alındığını, nazım imar planının üzerinden çok uzun bir süre geçmesine rağmen
imar programı hazırlanarak ilgili idarelerce kamulaştırma yapılmadığını,
taşınmazın imar planları kapsamındaki durumu nedeniyle taşınmazda inşaat
yapamadığını, satamadığını ve bu yolla kar elde etme olanağının elinden
alındığını, taşınmazın kamulaştırılmaması nedeniyle peşin ödenmesi gereken
kamulaştırma bedelini alıp, bu bedeli de farklı yatırımlara yönlendiremediğini,
taşınmazının imar planındaki niteliği nedeniyle değerinin büyük ölçüde
azaldığını ve taşınmazındaki uzun süreli kısıtlama nedeniyle açtığı tazminat
davasının Mahkemece uygulama imar planı tarihi nazara alınarak ve bu tarih
itibarıyla 3194 sayılı Kanun’da yer verilen beş yıllık süreninin dolmadığından
bahisle reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
17. Başvuru dosyası kapsamından,
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun, kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
18. Başvurucu, taşınmazının 3194
sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca işlem görmesi ile uzun süreden beri
kamulaştırma işlemi yapılmaması ve açtığı tazminat davasının reddedilmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
19. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci
fıkrasının ilk cümlesi ve Anayasa’nın 35. maddesi çerçevesinde, başvurucunun
taşınmazına fiilen el atılmamış olmasına ve taşınmazın hâlihazırda tapuda
başvurucu adına kayıtlı olmasına rağmen, taşınmazın kullanılabilirliğinin
azaldığının, başvurucu tarafından ileri sürülen durumun etkilerinin mülkiyet
hakkına yönelik kısıtlamalardan ileri geldiğinin ve gayrimenkulün değeri ile
ilişkili olduğunun, imar planlarının kamu yararını gözettiğinin ve başvuruya
konu kanun hükmünün uygulanmasında, Yargıtayın
istikrar kazanmış içtihatları uyarınca, imar planı kapsamında umumi hizmetlere
ayrılan taşınmazların uygulama imar planının kesinleşmesinden itibaren beş
yıllık süre içerisinde kamulaştırılmaması durumunda kamulaştırmasız el atma
nedeniyle tazminat talep etme imkânının kabul edildiğinin yapılacak
değerlendirmede dikkate alınması gerektiği ve öngörülen beş yıllık sürenin
hesabında hangi tarihin esas alınacağı hususunun Anayasa Mahkemesinin
takdirinde olduğu bildirilmiştir.
20. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve
miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
21. Anayasa’nın 35. maddesinde
yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 22/11/2011
tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununda yer alan mülkiyet kavramı ile
sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa’nın 35. maddesinin
güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur (B. No. 2013/382, 16/4/2013, § 25).
22. Mülkiyet hakkı, kişiye
başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak
koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerden yararlanma ve
tasarruf olanağı verir (AYM, E.2002/112, K.2003/133, K.T. 10/4/2003).
23. Anayasada benimsenmiş olan
mülkiyet anlayışında, hakkın iki temel yönü bulunmakta olup, bunlardan ilki
mülkiyetin kişiye sağladığı haklar, diğeri ise kişiye yüklediği ödevlerdir. Bu
nedenle mülkiyet hakkının özü yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Ancak,
Anayasada benimsenen mülkiyet anlayışında özel mülkiyet kural, hakkın
sınırlandırılması ve malike ödevler yüklenmesi ise istisnadır.
24. Mülkiyet hakkının
sınırlamaları ve güvenceleri açısından Anayasa’nın 35. maddesinin 13. maddeyle
birlikte değerlendirilmesinden doğan genel rejim yanında, Anayasa’nın başka
maddelerinde de mülkiyete ilişkin ek güvence ve sınırlama hükümlerine yer
verilmekle birlikte, bunlardan en önemlisi şüphesiz mülkiyeti bir hak olarak tanımlayan
35. maddedir. Maddenin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta; ikinci
ve üçüncü fıkralarda ise sınırlama ve güvence ölçütleri gösterilmektedir.
Belirtilen hüküm uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla
sınırlanabilecek ve bu sınırlama kanunla yapılabilecektir. Bu sınırlama ve
güvence ölçütlerinin Anayasa’nın 13. maddesi ışığında yorumlanması gerekir.
Zira belirtilen Anayasa hükmü, hak
ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup,
Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi
ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır.
25. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
26. Anayasanın bütünselliği
ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları
göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer
alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin,
Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de
gözetilmesi gerektiği açıktır. Bu kapsamda mülkiyet hakkı, özüne
dokunulmaksızın, kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Ayrıca yapılan
sınırlamalar Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz (AYM, E.1999/33, K.1999/51,
K.T. 29/12/1999).
27. Anayasa’nın gerek 35.
gerekse 13. maddesine göre, mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kanunla
düzenlenmesi gerekmektedir. Kanun dışında herhangi bir hukuk normu ile
getirilen sınırlama, sınırlamada kamu yararı olsa dahi, Anayasa’nın 35. ve 13.
maddelerine aykırılık teşkil edecektir. Zira belirtilen hükümlerin ifade tarzı,
mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların mutlaka şekli anlamda kanun ile
yapılması zorunluluğuna işaret etmektedir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün,
yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır. Hak ve
özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü Anayasal temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında vazgeçilmez bir unsur olup, bu koşulun sağlanmaması
durumunda diğer güvence ölçütlerinin değerlendirilmesinin bir anlamı yoktur (B.
No. 2013/1287, 19/12/2013, § 36).
28. Anayasa’nın 35. maddesi
uyarınca, mülkiyet hakkı kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir.
Mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmesi Anayasa’nın 2.
maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti ilkesiyle de yakından ilgili olup,
Anayasa Mahkemesi kararlarında da kamu yararı kavramı, sosyal hukuk devletinin
tanımlanmasında göz önünde bulundurulması gereken unsurlardan biri olarak
nitelendirilmektedir. Bu bağlamda sosyal hukuk devleti ilkesinin hayata
geçirilebilmesi için zaman zaman farklı ekonomik ve sosyal politikalar
uygulanması gerekebilmekte, bu politikaların uygulanabilmesi için de kamu
yararı amacıyla mülkiyet hakkına sınırlamalar getirilmesi ihtiyacı doğmaktadır
(AYM, E. 2000/77, K. 2000/49, K.T. 21/11/2000). Toplum
yararı, ortak çıkar, genel yarar gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla
ifade edilen ve bireysel çıkardan farklı, onun üstünde ortak bir yarar olan
kamu yararı, Anayasa’nın 35. maddesinin mülkiyet hakkı açısından öngördüğü özel
sınırlandırma sebebi olup, genel yarar ve toplumsal yarar gibi ifadeleri de
kapsayacak şekilde geniş yorumlanmaktadır (AYM, E. 1999/46, K. 2000/25, K.T. 20/09/2000). Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu
yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir
sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra, mülkiyet hakkının kamu yararı amacı
dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı
oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
29. Kamu yararı kavramı, devlet
organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup, objektif
bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca
değerlendirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi de birçok kararında, kamu
yararının gerektirdiği durumların belirlenmesinin kanun koyucunun takdirinde
olduğunu vurgulamaktadır. Ancak belirtilen bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp,
kanun koyucunun kamu yararına olan düzenlemeleri belirleme ve yürürlüğe koyma
yetkisi Anayasa normları ile sınırlıdır. Bu nedenle yasa koyucu takdir alanına
giren konularda anayasal ilkelere uygun düzenlemeler yapmak zorundadır (AYM, E.
1992/22, K. 1992/40, K.T. 17/6/1992). Bu bağlamda
makul bir temelden açıkça yoksun olan düzenlemelerin kamu yararının tespitine
ilişkin takdir yetkisi kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. James ve
Diğerleri/Birleşik Krallık, B.No. 8793/79,
21/2/1986, § 46).
30. Anayasa’nın 13. maddesine
göre temel haklara yönelik sınırlamalar Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülük ilkesine aykırı olamaz. Bu ilkeler diğer temel hak
ve özgürlüklerde olduğu gibi, mülkiyet hakkına ilişkin sınırlamalar bakımından
da geçerlidir. Anayasa’nın sözünden kasıt, Anayasa’da lafzen yer alan
kurallardır. Bunun yanı sıra Anayasa özü ile de birtakım kurallar koymakta
olup, Anayasa’nın koyduğu açık kuralların dayandığı hukuk ilkeleri dahi,
Anayasa kuralı gibi bağlayıcıdır. Bu anlamda Anayasa’nın ruhu kavramı bir bütün
olarak Anayasa’nın tamamını ifade etmekle, mülkiyet hakkına getirilecek
sınırlamaların da Anayasa’nın genel felsefesine ve ondan çıkan temel anlama
uygun olması gerekmektedir. Bu bağlamda, getirilecek sınırlamanın Anayasa’nın
başlangıç kısmında yer verilen hususlara ve özellikle 2. maddesinde belirtilen
niteliklere uygun olması gözetilmelidir.
31. Çağdaş demokrasiler, temel
hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı
rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde
kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik
toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk
devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde
yararlanmalarını sağlamak olduğundan, yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran
bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların
yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen
kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde
değerlendirilmelidir (AYM, E.1999/33, K.1999/51, K.T. 29/12/1999).
32. Mülkiyet hakkının ayrıca
hakkın özüne dokunulmadan ve ölçülülük ilkesine riayetle sınırlandırılması
gerekmektedir. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü
anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup, bu yönüyle her temel hak
açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu
çerçevede, hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz
hale getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul
edilmelidir. Mülkiyet hakkı bağlamında da, mülkiyet hakkını oluşturan
yetkilerin tamamının veya bir ya da belirli bir kısmının ortadan kaldırılması,
kullanılamaz hale getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede
güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkın özünü zedeleyeceği
açıktır (AYM, E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003;
E.1999/33, K.1999/51, K.T. 29/12/1999). Ölçülülük ilkesinin amacı da, temel hak
ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa
Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın
sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik,
sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına
işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması
ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesini deyimleyen
oranlılık unsurlarını içermektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, K.T. 4/7/2013).
33. Mülkiyet hakkına ilişkin
Anayasa Mahkemesi kararlarında söz konusu ölçütler çoğunlukla birlikte
uygulanmak suretiyle, bireyin hakkıyla kamu yararı arasında kurulması gereken
adil dengeye vurgu yapılmaktadır (AYM, E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003; AYM, E.1999/33, K.1999/51, K.T. 29/12/1999).Bu
noktada, belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının
tespiti için, müdahale teşkil ettiği ve mülkiyet hakkının ihlalini sonuçladığı iddia edilen önlemin temelini oluşturan kamu
yararı karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının göz önünde
bulundurulması ve toplumun genel yararının gerekleri ile bireyin temel hakkının
korunması arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi
zorunludur (AYM, E.1999/33, K.1999/51, K.T. 29/12/1999; Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç,
B.No.7151/75, 23/9/1982, § 69). Mülkiyet hakkının sınırlandırılması mümkün
olmakla beraber, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile,
sınırlandırma arasında orantısızlık bulunmamalı, toplumun sınırlandırma ile
ulaşacağı genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin
kaybının dengelenmesine özen gösterilmelidir.
34. İmar planları onaylanarak
bağlayıcılık kazandıktan sonra, idare ve bireyler açısından bir takım hukuki
sonuçlar doğurmaktadır. Bir başka ifadeyle imar planları, idare ve bireyler
açısından bazı yükümlülükler meydana getirmekte ve özellikle mülkiyet haklarına
ilişkin sınırlamalar öngörmektedir. Özel hukuk gerçek ve tüzel kişileri
açısından, imar planlarının onaylanmasından sonra, özellikle imar sınırları
içinde girecekleri her türlü imar ve yapı faaliyetlerinde imar plan ve imar
programlarına uygun davranmak, her türlü yapı için ilgili idareden izin almak
ve izin ilkelerine uygun olarak yapı inşa etmek yükümlülüğü doğmaktadır. Somut
başvuru açısından, 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesinde yer alan, imar
planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç ay içinde, bu planı tatbik
etmek üzere beş yıllık imar programlarının hazırlanacağı ve beş yıllık imar
programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis
edilmiş olan yerlerin ilgili kamu kuruluşlarınca bu program süresi içinde
kamulaştırılacağı düzenlemesi karşısında, uygulama imar planı kapsamında kısmen
park alanı, kısmen dere koruma alanı, kısmen konut alanı olarak belirlenen
taşınmazı üzerinde, başvurucunun mülkiyet hakkından kaynaklanan yetkilerinin tahdit edilmiş olduğu anlaşılmakla, belirtilen uygulamanın,
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına
bir müdahale oluşturduğu açıktır. Bu nedenle, yukarıda yer verilen sınırlama ve
güvence ölçütleri çerçevesinde, belirtilen müdahalenin haklılığının
denetlenmesi gerekmektedir.
35. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu uygulamanın, 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca yapıldığı
anlaşılmaktadır.
36. Genel olarak imar
planlamasının amacı, belediye ve mücavir alanların dışında, kamu ve toplum
yararını gerçekleştirecek hukuki çerçevenin oluşturulmasıdır. 3194 sayılı
Kanun’un 1. maddesinde de kanunun amacı, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki
yapılaşmaların, plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü
sağlamak şeklinde açıklanmıştır. 3194 sayılı Kanun’un arazi
ve arsa düzenlemesi sırasında kamu hizmetleri ve tesisleri için yeterli
yerlerin ayrılması konusunda da düzenlemeler öngördüğü, bu düzenlemeler
arasında yer alan 10. madde ile de düzgün yapılaşmanın yanı sıra o beldede
yaşayan halkın çalışma, dinlenme, ulaşım, sağlık, sosyal, kültürel ve güvenlik
gibi her türlü ortak ihtiyaçlarına çözüm bulmayı ve planın kapsadığı alan
içerisinde yaşayanların daha sağlıklı, temiz, düzenli ve altyapısı oturmuş,
ihtiyaçları karşılamaya yeterli ve gelişimi kurallara bağlanmış ortamlarda
yaşamalarını temin etmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır.
37. Toplum yaşamını yakından
etkileyen fiziksel çevrenin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve toprağın
koruma ve kullanma dengesinin en rasyonel biçimde belirlenmesi için hazırlanan
imar planları kamu yararı amacını taşıması gereken belgeler olduğundan,
yargısal denetiminde bu hususlara riayet edilip edilmediği, planlanan yörede
bulunan parsellerin imar planında tahsis edildikleri amaç yönünden şehircilik
ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uygun düşüp düşmediği irdelenmekte
olup, somut başvuru açısından söz konusu imar planlarının yargısal denetimi
hususunda herhangi bir iptal davası da açılmadığı görülmekle, esasen yapılan
imar düzenlemesinin 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca kamu yararı
amacıyla yapıldığı hususunun başvurucunun da kabulünde olduğu anlaşılmaktadır.
38. Başvurucunun iddiaları,
sahip olduğu taşınmazla ilgili imar planlarının taşınmaz üzerinde doğurduğu
sonuçlarla ilgilidir. Başvurucu, söz konusu imar planlarının
ve beraberinde getirdiğini iddia ettiği inşaat yasaklarının ilgili mevzuat
hükümlerine uygun olduğuna itiraz etmemekle birlikte, imar planlarının ve
beraberinde getirdiği inşaat yasağının çok uzun bir süre, taşınmazına ilişkin kamulaştırma
işlemi yapılmaksızın yürürlükte kaldığını beyan ederek, bu tedbirlerin mülkiyet
hakkı üzerinde meydana getirdiği olumsuz sonuçlara işaret etmektedir. Bu
kapsamda başvurucu, taşınmazından tam anlamıyla istifade etme olanağını
yitirdiğini, taşınmazını normal piyasa fiyatlarından satma imkânını
kaybettiğini ve taşınmazının imar planındaki niteliği nedeniyle değerinin büyük
ölçüde azaldığını belirterek, bahse konu bu durum dikkate alındığında, mülkiyet
hakkına karşı orantısız bir müdahalenin yapıldığını ileri sürmektedir. Bu
nedenle başvurucu, mülkiyet hakkından hukuken yoksun bırakılmadığı halde, söz
konusu imar planlarının ve beraberinde getirdiği inşaat yasağının taşınmazından
yararlanma ve tasarruf etme yetkilerini ağır kısıtlamalara tabi tuttuğunu ve
her hangi bir tazminata da meydan vermediğini belirterek, söz konusu
tedbirlerin yürürlükte kaldığı süreçte, mülkiyet hakkının özünden yoksun
bırakıldığını vurgulamaktadır.
39. İmar planı kapsamında kalan
taşınmaz malikleri, mülkiyet haklarını ancak imar mevzuatının öngördüğü esaslar
doğrultusunda kullanabilecektir. Zira imar planına konu yürürlük sahasında
kalan özel mülkiyete konu taşınmaz sahipleri, imar mevzuatının gerektirdiği
kısıtlama ve kullanma esaslarına uymak zorundadırlar.
40. 3194 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin ikinci fıkrasında, imar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan
yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller
kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye
kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen hakların devam edeceği
belirtilmiş olup, 3194 sayılı Kanun’un umumi hizmetlere ayrılan yerlerde inşaat
veya mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasını yasaklayan 13.
maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkra hükmü Anayasa Mahkemesince iptal
edilmiş olmakla beraber (AYM, E.1999/33, K.1999/51, K.T. 29/12/1999),
imar planlarının buyurucu özelliği karşısında inşaat izni başvurularının ilgili
idarelerce kabul görmeme ihtimali yüksektir. Somut başvuru açısından da benzer
durum söz konusu olup, başvurucu tarafından 26/8/2010
tarihinde yapılan, taşınmazın konut alanı dışında kalan bölümlerinin de konut
alanına alınmasına ilişkin plan değişikliği müracaatının, İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisinin 14/10/2010 tarih ve 2280 sayılı kararı ile reddedildiği
anlaşılmaktadır. 3194 sayılı Kanun'un 13. maddesinin iptal
edilen birinci ve üçüncü fıkraları nedeniyle doğan hukuksal boşluğun, kamu
düzenini ve kamu yararını olumsuz yönde etkileyeceğinden bahisle, gerekli
düzenlemelerin yapılması için yasama organına süre tanımak amacıyla iptal
kararının Resmî Gazete'de yayımından başlayarak altı
ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş olup, belirtilen sürenin dolmuş
olmasına rağmen yasama organınca bu konuda herhangi bir düzenlemenin yapılmamış
olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, belirtilen hükümler iptal edilmiş
olmakla beraber, hiçbir taşınmaz imar planında ayrıldığı amaç dışında
kullanılamayacağı için, taşınmazlar hakkındaki inşaat yasağına ilişkin
kısıtlamanın fiilen devam ettiği anlaşılmaktadır.
41. Taşınmaz maliklerinin,
taşınmazlarının kamulaştırılması veya imar planındaki amacının değiştirilmesi
hususunda ilgili idareye yaptıkları başvurunun reddedilmesi durumunda, talebin
açıkça veya zımnen reddedilmesi yolundaki işlemlerin dava konusu edilmesi
mümkün olmakla beraber, Danıştayın istikrar kazanmış
içtihadının idarelerin kamulaştırma yapmaya zorlanamayacakları yönünde olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak Yargıtayın istikrar kazanmış
içtihadı uyarınca, mülkiyete eylemli olarak el atılıp tamamen veya kısmen
kullanılmasına engel olunması ile imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde
olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında
sonucu itibari ile bir fark bulunmadığına ve her ikisinin de kişinin mülkiyet
hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurduğuna işaret edilerek,
3194 sayılı Kanun’un 10. maddesinin tatbik edildiği hallerde, kamulaştırmasız
el atmadan söz edilebileceğinin kabul edildiği (Y.H.G.K.,
E.2010/5-662, K.2010/651, K.T.15/12/2010), bununla birlikte, somut başvuruya
konu karara benzer şekilde, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat
talebinde bulunulması durumunda, 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörülen
beş yıllık sürenin taşınmaz kamulaştırılmaksızın geçmesi koşulunun arandığı
görülmektedir. Bunun yanı sıra, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne yansıyan başvurular
sonucunda Mahkemece, somut başvuruya benzer şekilde imar planı ve buna dayalı
imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davaların
idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince
çözümlenmesi gerektiğine işaret edildiği (Uyuşmazlık Mahkemesi, E.2012/157,
K.2012/182, K.T.24/9/2012), 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun geçici 6. maddesinde 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanunla yapılan
değişiklik kapsamında, anılan maddenin onuncu fıkrasında, uygulama imar
planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili
kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3194 sayılı
Kanunda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda
dava açılabileceği düzenlemesine yer verildiği ve belirtilen değişiklik
sonrasında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca, imar kısıtlamalarından kaynaklanan
tazminat davalarının idari yargıda açılması gerektiğine hükmedilerek (Y.H.G.K., E.2013/5-603, K.2013/1503, K.T.30/10/2013), Danıştay
tarafında da, somut başvuruya benzer uyuşmazlıklar açısından, 3194 sayılı
Kanun’un 10. maddesine dayanan uygulama nedeniyle mülkiyet hakkının belirsiz
bir süre ile kısıtlandığı ve bu kısıtlamanın idarece bir karar alınarak
kaldırılmadığının sabit olması durumunda, taşınmaz malın değerinin hesaplanarak
ilgilisine ödenmesi ve bu değerin 2942 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınarak
saptanması gerektiği kabul edilmekle birlikte, tazmin koşullarının oluşması
noktasında 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesinde yer verilen beş yıllık süre
sınırına işaret edildiği (D. 6. D., E.2011/8152, K.2013/2702, K.T.17/4/2013)
anlaşılmaktadır.
42. Başvurucunun, taşınmazının
3194 sayılı Kanun’un 10. maddesine istinaden yapılan uygulama nedeniyle değer
kaybettiğini iddia ederek, uğradığı zararın tazmini talebiyle 6/12/2010 tarihinde Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin
E.2010/767 sırası üzerinde açtığı dava, Mahkemece, dava konusu parselin imar
durum belgesinin kesinleşme tarihi olan 16/1/2008 tarihinden itibaren, 3194
sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörülen beş yıllık düzenleme süresinin
geçmediği belirtilerek reddedilmiş, ilk derece mahkemesi kararı kanun yolu
incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
43. Başvurucu, iddiasına konu
imar düzenlemesinin 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca yapıldığı
noktasında bir itirazı olmamakla ve iptal davası açmayarak söz konusu işlemde
kamu yararı amacının gözetildiğini zımnen kabul etmekle birlikte, imar planının
kesinleştiği tarihin üzerinden çok uzun bir süre geçmesine rağmen taşınmazına
ilişkin kamulaştırma işlemi yapılmamasından ve bu hareketsizliğe bağlı olarak,
idare aleyhine açtığı tazminat davasında önceki tarihli nazım imar planının
değil uygulama imar planının kesinleşme tarihi esas alınarak talebinin
reddedilmesinden dolayı mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Nazım imar planı, şehrin ana
dokusunu gösteren ve genel ilkeleri belirleyen plandır. İmar planına konu
düzenleme alanındaki konut, ticaret ve sanayi bölgeleri, yeşil alanlar,
yerleşim dışı alanlar, ulaşım sistemleri bu plan kapsamında belirlenmektedir.
Ancak nazım imar planları kesin sınır ve biçim belirlemeyip, üzerinden ölçü
alınamamakta ve uygulama için kullanılamamaktadır. Nazım imar planı kentin
çeşitli işlev alanlarının ve toprak parçalarının kullanım biçimlerini
saptarken, uygulama imar planı sözü geçen planların uygulanmaları için gerekli
tüm teknik ayrıntıları içermektedir. Belirtilen bu hususlar ışığında ve
özellikle imar planlarının yukarıda belirtilen nitelikleri gereği, idare
aleyhine açılan tazminat davalarında sürenin tespitinde, uygulama imar planının
kesinleşme tarihinin nazara alınması noktasında yapılan değerlendirmede bariz
bir takdir hatası bulunmadığı anlaşılmaktadır.
44. Başvurucu imar planı
kapsamında kısmen park alanı ve kısmen dere koruma alanı olarak belirlenen
taşınmazının, etrafında yollar, kanalizasyonlar, ışıklandırma çalışmaları ve
çevre düzenlemelerinin yapıldığını ve taşınmazının bulunduğu bölgede büyük iş
merkezleri, rezidanslar ve lüks daireler bulunduğunu
ve çevresindeki sosyal yaşam alanlarıyla birlikte son zamanlarda cazibe merkezi
haline geldiğini, ancak yapılan imar düzenlemesi nedeniyle taşınmazın kullanım
hakkının kısıtlanmasına bağlı olarak büyük ölçüde değer kaybına uğradığını
iddia ederek, taşınmazının öznel durumuna işaret etmektedir. Başvuruya konu
yargılama dosyası içeriğinde yer alan kurum müzekkereleri ve bilirkişi raporu
kapsamından, başvurucuya ait taşınmazın 16/1/2008
tarihli uygulama imar planı kapsamında kısmen konut alanı, kısmen park alanı ve
kısmen dere koruma alanı lejantında kaldığı, imar uygulama işlemi görmemiş olan
taşınmazın kadastral parsel niteliğinde olduğu, taşınmazın
Hatboyu caddesinden cephe aldığı ve söz konusu yolun
ana arter listesinde bulunduğu, mücavir alan sınırları içerisinde kalan
taşınmazın etrafının meskun olup yoğun yerleşim alanında kaldığı
anlaşılmaktadır.
45. İmar planlarının belirli
aralıklarla, düzenlemeye konu olan alanın imar ve gelişimini denetim altına
almayı amaçlamalarından dolayı, imar planı ile getirilen esasların bir anda
gerçekleştirilebilmesi hukuki, mali ve teknik sebeplerden dolayı mümkün
değildir. Dolayısıyla, imar planlarının uygulanması amacıyla yapılması gereken
imar, yapı ve kamulaştırma işlemlerinin bir programa bağlanarak, imar planı
uygulamasının bölümlere ayrılmasında ve bunların belirli zaman diliminde gerçekleştirilmesinde
zorunluluk bulunmaktadır. 3194 sayılı Kanun imar planlarının beşer yıllık imar
programları yapılarak bir program dâhilinde ve etaplar halinde uygulanmalarını
öngörmüştür. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi
sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcilerinin de görüşleri
esas alınmak üzere meclis toplantısına katılmaları hususunun 3194 sayılı
Kanun’un 10. maddesinde açıkça düzenlenmesinin nedeninin de, ilgili idarelerin
kamu hizmet tesislerine tahsis edilen yerlerden bir an önce haberdar olmaları
suretiyle, belirtilen yerlerin kamulaştırılması için ilgili idarelerin
bütçesine gerekli ödeneğin konulması ve programda yer alan işlerin bir an önce
gerçekleştirilmesinin sağlanması olduğu açıktır.
46. Başvurucunun taşınmazının
uygulama imar planı gereği kısmen konut alanı, kısmen park alanı ve kısmen
yeşil alan olarak tespit edilmiş olmasına rağmen, uygulama imar planının
kesinleştiği tarih olan 16/1/2008 tarihinden itibaren
dava tarihine kadar geçen yaklaşık iki yıl on bir aylık süreçte
kamulaştırılmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucu, hukuken taşınmazın
maliki konumunda olmakla, taşınmazı kullanma, satma, vasiyet etme, bağışlama,
ipotek etme veya sair hukuki işlemlerde bulunma hakkına sahiptir. Zira
taşınmazın mülkiyetinin kamuya geçmesi ancak kamulaştırma işlemi ile
gerçekleşecektir. Ancak başvurucunun iddiaları esasen söz konusu taşınmazı
tasarruf etme imkânının daraltılmasından kaynaklanmaktadır. Söz konusu imar
uygulaması nedeniyle taşınmaza ilişkin belirtilen hukuki tasarruflarda bulunma
imkânının şeklen varlığını sürdürmesine rağmen, fiilen kullanılmasının
güçleştiği açıktır. Bu kapsamda başvurucu, mülkiyet hakkından hukuken yoksun
bırakılmadığı halde, söz konusu imar planının taşınmazından yararlanma ve tasarruf
etme yetkilerini kısıtlamalara tabi tuttuğu anlaşılmaktadır.
47. Kamu makamlarının, özellikle
büyük şehirlerin gelişmeleri gibi karmaşık ve zor bir alanda kendi imar
politikalarını uygulamak için geniş bir takdir alanı kullanmaları doğal olmakla
birlikte, belirtilen takdir yetkisinin Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkını ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen
güvence ölçütlerini gözetecek şekilde kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi
zorunludur. Bir sınırlamanın özellikle ölçülü olduğunun, hakkın özüne
dokunmadığının ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunun
kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına
ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması
gerekmektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, K.T. 4/7/2013).
48. Başvurucunun taşınmazının 16/1/2008 tarihli uygulama imar planı uyarınca kısmen park
alanı, kısmen dere koruma alanı, kısmen konut alanına alındığı ve başvurucu
tarafından 6/12/2010 tarihinde Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/767
sırası üzerinde açılan davanın, Mahkemece, dava konusu parselin imar durum
belgesinin kesinleşme tarihi olan 16/1/2008 tarihinden itibaren, 3194 sayılı
Kanun’un 10. maddesinde öngörülen beş yıllık düzenleme süresinin geçmediği
belirtilerek reddedildiği görülmekle, dava tarihi itibariyle başvurucunun
taşınmazı üzerinde 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında söz konusu olan
sınırlamanın, iki yıl on bir aylık bir süredir devam ettiği ve 3194 sayılı
Kanun’un 10. maddesi uyarınca taşınmazları umumi hizmet tesislerine tahsis
edilen taşınmaz malikleri açısından, ilgili düzenlemede belirtilen beş yıllık
süre sınırı nazara alınmak suretiyle, derece Mahkemeleri nezdinde, belirtilen
hukuki el atma işlemi nedeniyle tazminat talep etme olanağının bulunduğu
görülmektedir (§ 42).
49. Taşınmazın başvuruya konu
yargılama evrakı kapsamından tespit edilen nitelikleri itibariyle mücavir alan
sınırları içerisinde kalması ve etrafının meskun olup
yoğun yerleşim alanında bulunması unsurlarının göz önünde bulundurulması
durumunda dahi, imar planlaması gibi karmaşık ve düzenleme yapılmasını
gerektiren alanlarda kamu makamlarının şehir planlamasına yönelik
politikalarında sahip olmaları doğal olan takdir payı ve ilgili idarece
kamulaştırma yapılmaksızın geçirilen iki yıl on bir aylık süre nazara
alındığında, söz konusu sınırlamanın ortaya çıkardığı durumun, başvurucunun
mülkiyet hakkının korunması ile kamusal menfaatin gerekleri arasında sağlanması
gereken dengeyi bozmadığı ve başvurucu açısından meşru sayılamayacak olan ferdi
ve aşırı nitelikte bir yük oluşturmadığı anlaşılmaktadır.
50. Yukarıda açıklanan
nedenlerle, başvurucunun ihlal iddiasına konu müdahalenin, belirtilen sınırlama
ve güvence ölçütlerine aykırı olmadığı anlaşılmakla, Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerine bırakılmasına,
20/3/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.