TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ ATLI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/500)
|
|
Karar Tarihi: 20/3/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Ali ATLI
|
Vekili
|
:
|
Av. Senem DOĞANOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı ceza
davasından beraat ettiğine ilişkin kararda vekalet ücretine hükmedilmemesi
nedeniyle kararı temyiz etmesinden sonraki dönemde 7/7/2012 tarihinde yürürlüğe
giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin
Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kovuşturmanın ertelenmesine karar
verildiğini ve bu nedenle adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 10/1/2013 tarihinde
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölümün Üçüncü
Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 13/6/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 24/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı
görüşünü 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 29/7/2013 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 16/8/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. 22/3/2009 tarihinde
Eskişehir’de yapılan bir açık hava toplantısı sırasında başvurucunun da
aralarında bulunduğu bir grup şüpheli hakkında terör örgütü propagandası yapmak
suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır.
9. Evrakı inceleyen Eskişehir
Cumhuriyet Savcılığı, 18/8/2009 tarih ve Soruşturma No.2009/9164, K.2009/57
sayılı kararla, atılan sloganların yasadışı PKK örgütünün propagandası niteliğinde
olduğunu, şüphelilere isnat edilen bu eylemlerin soruşturmasının CMK 250. madde
ile görevli ve yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gerektiğini
belirterek görevsizlik kararı vermiştir.
10. CMK 250. madde ile görevli
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/9/2009 tarih ve Sorgu No.2009/454,
E.2009/229, İddianame No.2009/128 sayılı iddianamesiyle, terör örgütü
PKK/KONGA-GEL propagandası yaptıkları iddiasıyla başvurucunun da dâhil olduğu
toplam dokuz şüpheli hakkında 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu’nun 7. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırılmaları talebiyle
dava açmıştır.
11. İddianamede, söz konusu
örgütün bölücü ve bölgeci bir terör örgütü olduğu, şüphelilerin nevruz
kutlamasını bahane ederek bu örgütün propagandasını yaptıkları, bu kapsamda
başvurucunun, “Geliyor Geliyor Apocular Geliyor-Biji Serok Apo” şeklinde
terör örgütü ve onun elebaşını övücü sloganlar attığı iddia edilmiştir. Suç
delili olarak kolluk tarafından tutulan bir tespit tutanağı, CD, görüntü çözüm
metni ve bir kısım fotoğraflar sunulmuştur.
12. Dava, Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesinde görülmüştür. Mahkeme, 16/2/2012 tarih ve E.2009/321, K.2012/26
sayılı kararla, sanıklardan beşinin mahkumiyetine; başvurucuyla birlikte dört
sanığın ise beraatlarına karar vermiştir. Gerekçenin başvurucuyla ilgili
kısmında, başvurucunun isnat olunan suçu
işlediğine dair kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Başvurucu vekili, 23/2/2012
tarihli dilekçesiyle, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, beraat eden
müvekkili lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararın bozulması
istemiyle kararı temyiz etmiştir.
14. Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı 26/7/2012 tarih ve 9-2012/129377 sayılı yazıyla dosyayı
mahkemesine iade etmiştir. Yazıda, 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi
gereğince sanığın hukuki durumunun yeniden takdirinde zorunluluk bulunduğu
belirtilmiştir.
15. İade üzerine başvurucunun
vekilinin de katıldığı davanın duruşması 2/11/2012 tarihinde gerçekleştirilmiştir.
Bu celsede başvurucunun vekili, müvekkilinin beraat etmiş olduğunu ifade ederek
yeniden beraat kararı verilmesini talep etmiştir.
16. Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesi, 2/11/2012 tarih ve E.2012/216, K. 2012/221 sayılı kararla, 6352
sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi
uyarınca, başvurucu ve önceki kararda mahkûmiyetlerine hükmedilen beş sanık
hakkında kovuşturmanın ertelenmesine
karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:
“Sanıklar Ali Atlı, M.T., M.V.Z., O.Y., S.A.
ve M.A hakkında, yukarıda açıklandığı üzere "terör örgütü propagandası
yapmak" suçundan kamu davası açılmış olup yargılama aşamasında suç
tarihinden sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı kanun ile getirilen düzenlemeler
dikkate alınarak sanıkların hukuki statüsü değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara
İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında ki 6352 Sayılı
Kanunun Geçici 1. Maddesinde;
…
düzenlemesinin getirildiği anlaşılmıştır.
Sanıklar Ali Atlı, M.T., M.V.Z., O.Y., S.A. ve
M.A hakkında iddia olunan eylem ve faaliyetleri sebebiyle haklarında terör
örgütünün propagandasını yapmak suçundan kamu davası açılmış olup açılan
davanın suç tipi ve suç tarihi itibarıyla 6352 sayılı yasanın Geçici
1.maddesinin (1).fıkrası kapsamında yer alan "sair düşünce ve kanaat
açıklaması yöntemleriyle işlenmiş olması halinde" demek suretiyle iddia
olunan eylemin yasa kapsamına girdiği anlaşılmış olup sanıklar hakkında açılan
kamu davasının aynı yasanın Geçici (1). maddesinin
1/(1-b) fıkrası uyarınca "Kovuşturmanın Ertelenmesine" karar
verilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis
olunmuştur.”
17. Başvurucunun vekili bu
karara itiraz etmiştir. Gerekçe olarak beraat ve lekelenmeme hakkına atıfta
bulunmuş, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223.
maddesinin (9) numaralı fıkrası gereğince derhal beraat kararı verilmesine
engel bir durumun bulunmadığını savunmuştur.
18. İtirazı inceleyen Ankara 12.
Ağır Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda vermiş olduğu
6/12/2012 tarih ve 2012/485 Değişik İş sayılı kararla, usul ve yasaya aykırılık
görülmediğinden itirazın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi
şöyledir:
“Dosyanın incelenmesinden; sanık Ali ATLI
hakkında "Terör Örgütü Propagandası Yapmak" suçundan Ankara 11. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2009/321 Esas sayılı dosyası yürütülen yargılama sonucunda
Mahkemenin 16/02/2012 tarih ve 2012/26 Karar sayılı ilamı ile beraatına karar
verildiği, kararın sanık müdafisi Av. S.D. tarafından vekalet ücreti yönünden
temyiz edilmesi üzerine 24/04/2012 tarihinde dosyanın Yargıtay'a gönderildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26/07/2012
tarih ve 9-2012/129377 sayılı yazısı ile 6352 Sayılı Yasa yönünden
değerlendirme yapılmak üzere dosyanın Mahkemeye iade edildiği, Mahkemenin
02/11/2012 tarih, 2012/216 Esas ve 2012/221 Karar sayılı kararıyla 6352 Sayılı Kanunun Geçici Madde 1/(1-b) maddesi gereğince sanık
hakkındaki kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiği, sanık müdafisinin
dilekçesiyle bu karara itiraz ettiği anlaşılmıştır.
İtiraz dilekçesi, yargılama dosyası ile
Mahkeme kararındaki gerekçe birlikte değerlendirildiğinde itiraza konu kararda
usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden sanık müdafisinin itirazının reddine
karar verilmiş ve aşağıdaki karar tesis olunmuştur.”
19. Bu karar, 12/12/2012
tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir.
20. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
7/12/2012 tarihinde 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. ve 2. maddeleri uyarınca “Talî Karar Fişi” başlıklı bir belge
düzenlemiştir. Üç bölümden oluşan bu fişin ilk bölümünde başvurucunun kimlik
bilgilerine, ikinci bölümde talî karar konusu suça ilişkin
bilgilere (talî karar konusu suçun tarihi ile asıl
karardaki sevk maddeleri) ve nihayet son bölümde de talî
karar hakkındaki bilgilere (kararı veren mahkeme, kararın tarih ve numarası ile
kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin bilgi) yer verildiği görülmüştür.
B. İlgili
Hukuk
1. İlgili Kanun Hükümleri
21. 6352 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın
yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup;
temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla
olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;
a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın
kamu davasının açılmasının ertelenmesine,
b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın
ertelenmesine,
c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün
infazının ertelenmesine,
karar verilir.
(2) Hakkında
kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen
kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci
fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, kovuşturmaya yer
olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına
giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle
cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam
olunur.
…
(4) Bu
madde hükümlerine göre cezanın infazının ertelenmesi hâlinde erteleme süresince
ceza zamanaşımı durur; kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın
ertelenmesi hâlinde, erteleme süresince dava zamanaşımı ve dava süreleri durur.
…
(8) Bu
madde hükümlerine göre kamu davasının açılmasının, kovuşturmanın veya cezanın
infazının ertelenmesi kararlarının verildiği hâllerde, bu suçlar 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun erteleme ve
tekerrüre ilişkin hükümlerinin uygulanmasında göz önünde bulundurulmaz.”
22. 6352 sayılı Kanun’un geçici
2. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu Kanunda yapılan değişiklikler
karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava
dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca; Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu
dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir.
(2) Abonelik esasına göre yararlanılabilen
elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve
tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan
dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın
hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya
hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar.”
23. 4/4/1929 tarih ve 1412
sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 326. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
“Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun
lehine Cumhuriyet savcısı veya 291 inci maddede gösterilen kimseler tarafından
temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan
cezadan daha ağır olamaz.”
2. Yargıtay Uygulaması
24. Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun (YCGK) 18/9/2012 tarih, E. 2012/5.MD-420 K.2012/1771 sayılı kararının
ilgili kısmı şöyledir:
“Sanıkların rüşvet suçundan
cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanıkların eylemlerinin rüşvet suçunu
oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkin ise de,
Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca, öncelikle;
1) 05.07.2012 gün ve 28344 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin
birinci fıkrası ile yapılan düzenlemenin rüşvet suçunu da kapsayıp kapsamadığı,
2) Düzenlemenin rüşvet suçunu kapsamadığının kabulü halinde ise 6352 sayılı
Yasanın 87. maddesi ile TCY'nın 252. maddesinde
yapılan değişiklik nedeniyle sanıkların hukuki durumunun değerlendirilmesi
amacıyla işin esasına girilmeden bozma kararı mı verileceği, yoksa dosyanın
esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulamanın denetlenip lehe yasa
değerlendirmesi yapılarak ortaya çıkan sonuca göre mi karar verileceğinin ön
sorun olarak ele alınması gerekmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuksal çözüme
kavuşturulabilmesi için, 6352 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin birinci
fıkrası ile yapılan düzenlemenin, rüşvet suçunu da kapsayıp kapsamadığı ve
düzenlemenin rüşvet suçunu kapsamadığının belirlenmesi halinde ise anılan
Yasanın 87. maddesi ile 5237 sayılı TCY'nın 252.
maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle sanığın hukuksal durumunun değerlendirilmesi
amacıyla işin esasına girilmeden bozma kararı mı verileceği, yoksa dosyanın
esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulamanın denetlenip lehe yasa
değerlendirmesi yapılarak ortaya çıkan sonuca göre mi karar verileceğine
ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde fayda
bulunmaktadır.
6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin
Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın
Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkındaki Yasanın
Geçici 2. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında;
"Bu Kanunda yapılan değişiklikler
karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava
dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu
dairece hükmü veren mahkemeye gönderilir.
Abonelik esasına göre yararlanılabilen
elektrik enerjisinin, suyun ve doğalgazın sahibinin rızası olmaksızın ve
tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla,
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan
dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın
hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya
hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar" hükmüne yer
verilmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi
için öncelikle 6352 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin yasalaşma sürecinin,
diğer bir anlatımla yasa koyucunun bu düzenlemedeki amacının ne olduğunun
tespiti gerekmektedir.
Hükümetçe Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan tasarıda yer almayan, ancak verilen bir önerge üzerine tasarıya dahil
edilen Yasanın Geçici 2. maddesi ile ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi
Adalet Alt Komisyonu görüşmeleri sırasında oluşturulan raporda;
"Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla, elektrik enerjisi, su ve doğalgaz hırsızlığı nedeniyle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyaların Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyaların ise bu dairece
hükmü veren mahkemeye gönderilmesinin ve bu sayede dosyaların gereksiz şekilde
dolaşarak zaman kaybının önlenmesinin sağlanması amacıyla yeni geçici madde
ihdasına ilişkin önerge Komisyonumuzca kabul edilerek, Geçici 2. madde olarak
metne eklenmiştir" açıklamasına yer verilmiştir. Alt Komisyonca hazırlanan
madde metni; "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, elektrik enerjisi,
su ve doğalgaz hırsızlığı nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan
dosyalar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde
bulunan dosyalar ise bu dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir"
şeklinde iken; Adalet Komisyonunca, "Alt Komisyon metninin geçici ikinci
maddesi, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yürütülen kovuşturmalar
veya hakkında hükmolunan cezalarla ilgili olarak, ilgililerin etkin pişmanlık
hükümlerinden yararlanmalarını teminen intikal
hükümlerini içeren değişikliğin yapılması amacıyla verilen önergenin kabulüyle
Komisyonumuzca kabul edilmiştir" şeklindeki açıklama ile kabul edilen
düzenleme ise,
"1) Bu Kanunda yapılan değişiklikler
karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava
dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca; Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu
dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir.
2) Abonelik esasına göre yararlanılabilen
elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve
tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan
dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın
hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya
hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar" şeklinde geçici
ikinci maddenin ilk iki fıkrasının yasalaşmış hali olup, Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki görüşmeler sırasında maddeye ayrıca başka fıkralar da eklenmiştir.
6352 sayılı Yasanın genel gerekçesinde;
"yargı hizmetlerinin hızlandırılması amacıyla bugüne kadar yapılan
düzenlemelerin devamı niteliğinde olan bu tasarı, icra - iflas, ceza ve idarî
yargı mevzuatının uygulanmasından kaynaklanan bazı sorunlara çözüm getirmek
amacıyla hazırlanmıştır" açıklamasına yer verilmek suretiyle, bu Yasanın
yargı hizmetlerinin hızlandırılması amacıyla hazırlandığının belirtilmiş
olması, anılan Yasa ile elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçu tamamen
değiştirilerek karşılıksız yararlanma suçuna dönüştürülürken, diğer suçlarda
yapılan değişikliklerde ise, suç oluşturan eylemin başka bir suça
dönüştürülmelerinin söz konusu olmaması ve anılan Yasanın Geçici 2. maddesinin
bir ve ikinci fıkralarının birlikte değerlendirilmesinde, yasa koyucunun asıl
amacının yalnızca karşılıksız yararlanma suçuna dönüştürülen elektrik enerjisi,
su ve doğalgaz hakkında hırsızlık suçlarına ilişkin dosyaların ilgili merci
tarafından incelenmeksizin kararı veren mahkemeye gönderilmesi olduğu kabul
edilmelidir.
Karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık
suçları dışında kalan suçların da aynı Yasanın Geçici 2. maddesinin birinci
fıkrası kapsamında kaldığının kabulü, dosyaların yeniden ele alınması ve
yargılamaların uzaması sonucunu doğuracaktır ki, bu durum Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 141. maddesinin dördüncü fıkrasının; "davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir" şeklindeki
düzenlemesi ile usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına ve yeni
yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Anayasanın 90. maddesi uyarınca
iç hukuk normu haline gelen ve yasaların aynı konuda farklı düzenleme getirmesi
durumunda bile uygulanması zorunlu olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
"Adil Yargılanma Hakkı" başlıklı 6. maddesinin "herkes gerek
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine
karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil
ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete
uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir" şeklindeki
hükmüne de aykırılık oluşturacaktır.
Bu itibarla, 6352 sayılı Yasanın Geçici 2.
maddesinin birinci fıkrasının sadece karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık
suçlarını kapsadığına ve anılan Yasa ile değiştirilen ve karşılıksız
yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan suçlara ilişkin dosyaların
ise esasının incelenmesine karar verilmelidir.
…
Ön sorunların bu şekilde çözülmesinden sonra
dosyanın esastan incelenerek sanıkların eylemlerinin rüşvet suçunu oluşturup
oluşturmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
…
Uyuşmazlığın bu şekilde çözüme
kavuşturulmasından sonra rüşvet suçunu düzenleyen TCY'nın
252. maddesinde hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6382 sayılı Yasanın 87.
maddesi ile değişiklik yapılması karşısında temyiz aşamasında gerçekleşen bu
değişiklik nedeniyle lehe yasa değerlendirilmesinin hangi esaslara göre
yapılacağının belirlenmesi gerekmektedir.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237
sayılı Türk Ceza Yasasının “zaman bakımından uygulama” başlıklı 7. maddesi aynı
tarihte, yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 2.
maddesine benzer şekilde düzenlenmiş olup, her iki maddede de; ceza hukuku
kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına
ilişkin ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan,
"failin lehine olan yasanın geçmişe etkili olması", “geçmişe etkili
uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine de yer verilmiştir.
Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe giren
ve fail lehine hükümler içeren yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate
alınmalıdır.
Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda;
“hapis cezasını öngören yasanın, adli para cezası kabul eden yasaya göre”, aynı
nev’i ceza içeren yasalardan; “yukarı sınırları aynı, aşağı sınırı fazla
olanın, aşağı sınırı az olan yasaya göre” “aşağı sınırları aynı, yukarı sınırı
fazla olanın, üst sınırı az olana göre” “alt ve üst sınırlarının farklı olması
halinde, üst sınırı fazla olanın, az olana göre” aleyhe olduğu kabul
görmektedir. Yine, şikâyete tabi olan suçu, kamu adına kovuşturulması gereken
suç haline getiren yasanın aleyhe, kamu adına kovuşturulan suçu, şikâyete tabi
suç haline getiren yasanın lehe, aynı cezaya ilave olarak güvenlik önlemi kabul
eden yasanın aleyhe olduğu söylenebilir ise de, bu
kuralların her somut olayda, mutlak olarak aynı sonucu doğuracağının kabulü
olanaksızdır. Ancak bazı somut durumlarda yetersiz de olsa bu ölçütler,
yasalarda kısmi değişikliklerin yapıldığı dönemlerde benimsenmesi gereken temel
ilkeleri göstermesi bakımından önemlidir.
Lehe yasanın tespiti açısından bu ölçütlere
yeni kriterler eklenmesi yönündeki görüş ve uygulamalar, öğreti ve yargısal
kararlara da konu olmuş, değişen ceza mevzuatı karşısında dahi halen
geçerliliğini koruyan 23.02.1938 gün ve 23–9 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararında da, “Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa
hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan,
ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar
belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı” şeklinde, lehe
yasanın tespitinde başvurulacak yöntem belirtilmiştir.
Öğretide de anılan İçtihadı Birleştirme
Kararındaki ilke benimsenerek, uygulanma olanağı bulunan tüm yasaların leh ve aleyhteki hükümleri birlikte ayrı ayrı ele alınarak
somut olaya göre sonuçlarının karşılaştırılması gerekeceği ve sonunda fail
bakımından daha lehe sonuç veren yasanın belirlenip hükmün buna göre verileceği
görüşleri ileri sürülmüştür. (Ord. Prof. Dr. S. Dönmezer–Prof. Dr. S. Erman,
Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, c. 1, 11. Bası, s. 167; Ord. Prof. Dr. S.
Dönmezer, Genel Ceza Hukuku Dersleri, s. 64; Prof. Dr. M. E. Artuk–Doç. Dr. A. Gökçen–Arş. Gör. A. C. Yenidünya, Ceza
Hukuku Genel Hükümler, c. 1, s. 221)
Diğer taraftan, 1982 Anayasasının 141.
maddesinin 4. fıkrası, “…Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması yargının görevidir”,
154. maddesinin 1. fıkrası ise “Yargıtay,
Adliye Mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine
bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen
belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” hükümlerini
içermektedir.
Bu hükümlerle birlikte, usulüne uygun bir
şekilde onaylamakla iç hukuk mevzuatına dâhil olan ve Anayasanın 5170 sayılı
Yasa ile değişik 90. maddesine göre de üstünlük ve önceliği kabul edilen İnsan
Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6. maddesinin “kişinin makul sürede yargılanma
hakkı olduğuna” ilişkin normu da dikkate alındığında, temyiz davasında işin
esasına girilerek dosyadaki tüm bilgi ve belgelerin incelenip
değerlendirilmesinin esas olduğu görülmektedir.
Temyiz incelemesi sırasında yasa koyucu
tarafından incelemeye konu suçlara ilişkin değişiklik yapılması durumunda
temyiz merciince sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle lehe yasa hükümlerinin
uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiği için işin
esasına girilmeden bu yönde bozma yapılması olanaklı ise de, yürürlüğe giren
yeni yasanın açıkça lehe olduğunun anlaşıldığı durumlar dışında dosyanın temyiz
merciince esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulama denetlendirilip, önceki ve sonraki yasalar bir bütün
halinde değerlendirildikten sonra ortaya çıkan sonuçlar karşılaştırılmak
suretiyle lehe yasanın belirlenmesi gerekmektedir. Önceki yasanın lehe olduğu
belirlenip, yerel mahkeme uygulamasının isabetli olduğunun anlaşılması
durumunda hükmün onanmasına, sonradan yürürlüğe giren yasanın lehe olduğunun
belirlenmesi durumunda ise hükmün bu yönden ve varsa diğer bozma nedenleri
eklenmek suretiyle bozulmasına karar verilmelidir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 06.03.2012 gün
304-79 sayılı kararı da bu yöndedir.
Bu açıklamalara göre somut olayda; rüşvet
suçunu düzenleyen, gerek 5237 sayılı TCY’nın 252.
maddesinin 1. fıkrasında, gerekse 6352 sayılı Yasanın 87. maddesiyle getirilen
yeni düzenlemede belirlenen temel ceza ile rüşvet alan veya talebinde bulunan
ya da bu konuda anlaşmaya varan kişinin yargı görevini yapan kişilerden olması
halinde yapılacak artırım oranının aynı olması nedeniyle, yeni yasanın bu
yönlerden lehe bir durum oluşturmadığı, buna karşın, 6352 sayılı Yasanın 87.
maddesiyle 5237 sayılı TCY’nın 252. maddesinin 5.
fıkrasında yapılan düzenleme ile “rüşvete aracılık eden kişinin” sorumluluk
statüsü ağırlaştırılarak eylemden “müşterek fail” olarak sorumlu tutulacağı
hüküm altına alınması nedeniyle de yeni yasal değişikliğin aleyhe olduğu
görülmektedir.
Her ne kadar, 6352 sayılı Yasanın 87.
maddesiyle 5237 sayılı TCY’nın 252. maddesinin 4.
fıkrasında yapılan yeni düzenlemeyle rüşvet suçuna özgü teşebbüs hali
öngörülerek, bu durumda verilecek cezanın “yarı oranında” indirileceği hüküm
altına alınmış, bu suretle de 5237 sayılı TCY'nın 35.
maddesinin uygulama olanağı ortadan kaldırılmış ise de; Özel Dairece hüküm tarihi
itibarıyla anılan Yasanın 35. maddesi uyarınca uygulama yapılmasında bir
isabetsizlik bulunmadığı gibi, sanıklar hakkında hükmolunan cezadan 1/2
oranında indirim yapılması karşısında yasal değişiklik bu yönden de sanıklar
lehine sonuç doğurmayacaktır.
Bu itibarla, sonradan yürürlüğe giren yasal
değişikliğin sanıklar lehine hükümler içermediği ve Özel Daire hükmünün
isabetli olduğu anlaşıldığından, sanıkların temyiz itirazlarının reddiyle usul
ve yasaya uygun bulunan Özel Daire hükmünün onanmasına karar verilmelidir.”
25. YCGK’nun 6/3/2012 tarih, E.
2011/7-304, K.2012/79 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Özel Dairece 5728 sayılı Yasa ile 5846 sayılı
Yasada yapılan değişikliklerin lehe olup olmadığının tartışılması gerektiğinden
bahisle hükmün bozulduğu anlaşılmaktadır. Suç ve hüküm tarihinden sonra
yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa ile 5846 sayılı Yasada yapılan değişiklikler
sonucunda sanığın hukuki durumunun yeniden yerel mahkemece değerlendirilmesinin
zorunlu olduğu, buna göre işin esası incelenmeksizin hükmün yasa değişikliği
nedeniyle bozulması gerektiği düşünülebilir ise de; suçun nitelendirmesinin
tartışmalı olduğu inceleme konusu olaydaki eyleme uyan suç tipinin önceki
düzenlemeden farklı unsurlar içerecek biçimde yeniden düzenlenmesi ve öncekinden
değişik yaptırımlar öngörülmesi karşısında, suçun vasıflandırılması ve
iddianamede tanımlanan eylemin hangi suçu ya da suçları oluşturabileceği
Yargıtay’ca incelenip sonuca bağlanmadan yerel mahkemece yapılacak bir hukuki
değerlendirmenin sağlıklı olmayacağı, bu uygulamanın “davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını” yargının görevi olarak niteleyen
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 ve AİHS’nin 6. maddelerine aykırılık
oluşturacağı, bu durumda öncelikle işin esasının Yargıtay ilgili dairesinde
görüşülmesi gerektiği kabul edilmelidir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Mahkemenin 20/3/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 10/1/2013 tarih ve 2013/500
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
27. Başvurucu, yargılandığı ceza
davasında beraat etmesine rağmen, bu karar kesinleşmeden yürürlüğe giren 6352
sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca
kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesinin Anayasa’nın 36. maddesinde yer
alan adil yargılanma hakkının ve 38. maddesinde yer alan masumiyet ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş;
yargılamanın yenilenmesi ile 50.000 TL manevi tazminata ve yargılama
giderlerinin ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Masumiyet
Karinesinin İhlali İddiası Yönünden
28. Başvurucu, yargılandığı ceza
davasında beraat etmesine rağmen, bu karar kesinleşmeden yürürlüğe giren 6352 sayılı
Kanun hükümleri uyarınca yeniden duruşma yapılarak hakkında kovuşturmanın
ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan
masumiyet ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
29. Başvurucunun iddialarına
karşı Bakanlık görüşünde, başvurucuya cezai sorumluluk yükleyen mahkeme
kararlarının masumiyet karinesini zedeleyebileceği, Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin ve Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarında başvurucunun
suçu işlediğine dair bir ifade bulunmadığı belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde
ayrıca, 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. ve 2. maddeleri uyarınca kovuşturmanın
ertelenmesi kararının adli sicile kaydedildiğini ancak söz konusu kayıtların
başvurucu ve dosyaya ulaşma yetkisi olan adli görevliler dışında hiç kimse
tarafından görülemediği için söz konusu adli sicil kayıtları nedeniyle
başvurucunun mağdur da olmayacağını bu nedenle masumiyet ilkesinin ihlal
edilmediği ileri sürülmüştür.
30. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dört, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında
düzenlenmektedir.
31. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
32. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
33. Anayasanın 38. maddesinin
dördüncü fıkrasında yer alan masumiyet ilkesi, bir suçla itham edilen kimseler
açısından, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen adil
yargılanma hakkının en önemli güvencelerinden birini oluşturur. Buna göre,
masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı
olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu
olarak, kişinin masumiyeti “asıl”
olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye
suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu
olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665,
13/6/2013, § 26).
34. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet
kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen
ve suçluluğu sabit hale gelen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde
olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı
kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda isnat edilen suçu işlemediğinin
sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu
nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlar ile bir suç soruşturması
veya kovuşturmasının ertelendiği durumlarda kişi hakkındaki masumiyet
karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları
anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (B.
No: 2012/998, 7/11/2013, § 61).
35. Kamu otoriteleri veya
görevlileri tarafından, hakkında
soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak, yargılama süreci
bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan, suçluluğa dair herhangi bir kanaat
ifade etmiş olması ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona
ermesine rağmen, sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade
edilmiş olması durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir
(benzer bir karar için bkz. Panteleyenko/Ukrayna, B. No: 11901/02, 29/6/2006 §
70). Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmi yazılarda veya kamu görevlilerinin
ifadelerinde sarf edilen söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki
masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek
kelimelere azamî dikkat edilmesi gerekir.
36. Başvuru ekindeki belgelerin
incelenmesinden, başvuruya konu yargılamada verilen beraat ve kovuşturmanın
ertelenmesi kararlarında, mahkemelerce, yalnızca mesele konusu iddianamede yer
alan bir “şüphe” durumu
anlatılmakta ve hiçbir suçluluk tespiti belirtilmemektedir. Aynı şekilde tanzim edilen tali ceza
fişinde de başvurucunun suçluluğunu çağrıştıracak bir ifade yer almamıştır
(Bkz.§ 20).
37. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun, masumiyet karinesinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürdüğü
yargılama işlemlerinde açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından, başvurunun
bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
38. Başvurucu, temyiz talebine rağmen dosyasının
Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderilmeyerek ve hakkında nihai ve icra
edilebilir bir karar verilmeyerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
40. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesince
hakkında beraat kararı verildikten sonra 6352 sayılı Kanun’un kabul edilmesi
nedeniyle dosyanın Yargıtay tarafından incelenmeden İlk Derece Mahkemesine geri
gönderilmesi nedeniyle uyuşmazlığını nihai ve icra edilebilir bir karar vermeye
yetkili yargı mercii önüne götüremediğini bu nedenle mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Bakanlık bu iddiaya karşı beyanda
bulunmamıştır.
42. Başvuru konusu olayda
başvurucu, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve Mahkemenin,
16/2/2012 tarihli kararı ile beraat etmiştir. Başvuran vekili, Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi uyarınca beraat eden müvekkili lehine avukatlık ücretine
hükmedilmemesi nedeniyle kararın bozulması istemiyle kararı temyiz etmiştir.
Dosya temyiz aşamasında iken 6352 sayılı Kanun’un 2/7/2012 tarihinde yürürlüğe
girmesi nedeniyle adı geçen Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya İlk Derece Mahkemesine iade edilmiştir. İade
üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 2/11/2012 tarihli kararı ile 6352
sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi
uyarınca, başvuran ve önceki kararda mahkûmiyetlerine hükmedilen beş sanık
hakkındaki kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Böylece somut olayda, Ankara
11. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli kararı başvurucu tarafından temyiz
edilmesine rağmen dosya, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi nedeniyle
temyiz mercii olan Yargıtayın ilgili dairesine
gönderilememiştir.
43. 6352 sayılı Kanun, adından
da anlaşılacağı üzere, yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesi amacıyla mevzuatın
birçok alanında değişiklik yapmıştır. Bu kapsamda geçici 1. maddeyle,
31/12/2011 tarihine kadar basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat
açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup adlî para cezasını ya da üst sınırı beş
yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı; kamu
davasının açılmasının, kovuşturmanın veya kesinleşmiş olan mahkûmiyet
hükümlerinin infazının ertelenmesi imkânı getirilmiştir. Böylece, halen
bulundukları safhaya bağlı olarak soruşturma, kovuşturma ve infaz makamları
önünde işlem görmekte olan çok sayıda dosyanın belli bir süre işlemden
kaldırılarak ağır iş yükü altındaki yargının kısmen rahatlatılması
hedeflenmiştir.
44. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36.
maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
45. Yargı yerlerinin verdikleri kararlarda, gerek yanılma, gerekse normları değişik biçimde
yorumlama sonucu olarak doğan hukuka aykırılıkların giderilmesini sağlamak
amacıyla bazı hukuki yollar kabul edilmiştir. Bir yargı yerinin verdiği kararda
aykırılık olduğu iddiası ile ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümlenmek üzere yargı
önüne getirilmesi “kanun yolu”na başvurmadır. Bunun nasıl
yapılacağı ise usul hükümleri ile gösterilmektedir. Anayasa’nın 142. maddesinde
“mahkemelerin kuruluşunun, görev ve
yetkilerinin, işleyişlerinin ve yargılama usullerinin” yasa ile
düzenlenmesi öngörülmüştür. Kanun yoluna ilişkin düzenlemeler, yargılama usulü
kapsamındadır. Yargılamanın olabildiğince hızlı sonuçlanması ve sonuçların bir
an önce açıklanması gerektiğinden her karara karşı değil, fakat önemli
kararlara karşı kanun yoluna gidilmesi gereği benimsenmektedir. Mahkemelerce
verilen tüm kararlara karşı kanun yolunun açık tutulması, kanun yolu kurumunu
işlemez duruma getirebilir (AYM, E.2006/65, K.2009/114, K.T. 23/7/2009).
46. AİHS’in 6. maddesi mahkeme
kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkını güvence altına
almamaktadır. Ancak eğer bir devlet, kendi takdirine bağlı olarak kanun yolu
başvurusunda bulunma hakkı tanıyorsa, kanun yolu başvurusunu inceleyen mahkeme
önünde uygulanan muhakeme usulünün Sözleşme’nin 6. maddesinde yer alan ilkelere
uygun olması gerekir (bkz. Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, §
26). Öte yandan “Cezai konularda iki
dereceli yargılanma hakkı” Türkiye’nin henüz taraf olmadığı AİHS’e Ek 7 No’lu Protokolün 2.
maddesi ile kabul edilmiştir.
47. Bu açıklamalar ışığında, başvuru konusu
şikâyet, başvurucu hakkında verilen beraat kararının vekâlet ücreti yönünden
temyiz edilmesinden sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun hükümlerinin
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca hatalı yorumlanarak dosyanın Yargıtay
ilgili dairesine temyiz incelemesi için gönderilmesi yerine mahkemesine iade
edilmesine yöneliktir. Başka bir deyişle başvurucunun mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği yönündeki şikâyeti, kendisine kanunlar tarafından tanınmış olan kanun yoluna başvuru
hakkının kanunlara aykırı olarak engellenmesi nedeniyle İlk Derece Mahkemesi kararını temyiz mercii önüne
götürememesine ilişkindir.
48. Herkes, kişisel hak ve
yükümlülüklerinin karara bağlanması için bir mahkemeye erişme ya da dava açma
hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkemeye erişim
hakkı, suç isnadı altındaki veya medeni haklarını icra etmesine yapılan
müdahalenin keyfi olduğunu savunulabilir şekilde öne süren ve bu şikayetini Sözleşme’nin
6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının sağladığı güvencelere sahip bulunan bir
mahkeme nezdinde öne süremediğini iddia eden herkese açıktır (bkz. özellikle, Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan, [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229).
49. Mahkemeye erişme hakkı
sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil, eğer iç hukukta itiraz,
istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst
mahkemelere başvurma hakkını da içerir (bkz. Bayar
ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42). Mahkemeye
erişme hakkı, cezai olaylarda da uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda
mahkemeye erişme hakkı, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin, bu isnat
hakkında bir mahkeme tarafından bu isnadın yerinde olduğu ya da olmadığı
yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır.
50. Öte yandan mahkemeye erişme
hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmasını gerektirdiğinden
mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM’e
göre bu hak, Sözleşme’nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan,
herhangi bir hakkın gerçek kapsamını sınırlayan hudutlardan başka, örtülü
olarak izin verilen sınırlandırmalara da tabidir. Uygulanacak olan
sınırlandırmaların, bireylerin başvurularını bu hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve ölçüde kısıtlamaması gerekir (bkz. Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 38). Ayrıca
bir sınırlama, meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla
gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi
kurulmalıdır; aksi takdirde sınırlama mahkemeye erişim hakkı ile bağdaşmaz (bkz.Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 40).
51. Bu bağlamda somut olayda
değerlendirilmesi gereken mesele, başvurucunun usul kanunlarına uygun olarak
dosyasındaki kısmi kanuna aykırılığın incelenmesi için temyiz hakkını
kullanmasından sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi
uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın İlk Derece Mahkemesine
iade edilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişme hakkına orantısız bir
müdahale oluşturup oluşturmadığıdır.
52. Başvurucu İlk Derece
Mahkemesinin kararını vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle temyiz
etmiştir. Temyiz, yargılama makamlarının kararlarındaki hukuka aykırılıkları
gidermek gayesiyle kabul edilmiş kanun yollarından biridir. “Temyiz yolu davası” veya kısaca “temyiz davası” da denilen temyiz, ilk
derece mahkemelerinin verdikleri son kararlara ve bunlarla birlikte olmak şartı
ile bunlara esas teşkil etmiş olan ara kararlara karşı kabul edilmiş olan
olağan kanun yoludur.
53. Somut olayda başvurucu
hakkında terör örgütü propagandası yaptığı iddiasıyla 3713 sayılı Kanun’un 7.
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırılması talebiyle ceza davası
açılmıştır. Başvurucu İlk Derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda
beraat etmiştir. Başvuran vekili, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca
beraat eden müvekkili lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesi nedeniyle
kararın bozulması istemiyle kararı temyiz etmiş, dosya temyiz aşamasında iken
6352 sayılı Kanun’un 2/7/2012 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle adı geçen
Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya
İlk Derece Mahkemesine iade edilmiştir.
54. YCGK, 6352 sayılı Kanun’un
geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının sadece karşılıksız yararlanmaya
dönüşen hırsızlık suçlarını kapsadığına ve anılan Kanun ile değiştirilen ve
karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan suçlara
ilişkin dosyaların ise esasının incelenmesi gerektiğine karar vermiştir (YCGK,
E. 2012/5.MD-420 K.2012/1771, K.T.18/9/2012)
55. Öte yandan YCGK, öteden beri
temyiz incelemesi sırasında yasa koyucu tarafından incelemeye konu suçlara
ilişkin değişiklik yapılması durumunda yürürlüğe giren yeni yasanın açıkça lehe
olduğunun anlaşıldığı durumlar dışında dosyanın temyiz merciince esastan
incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulama denetlenip, önceki ve sonraki
yasalar bir bütün halinde değerlendirildikten sonra ortaya çıkan sonuçlar
karşılaştırılmak suretiyle lehe yasanın belirlenmesi gerektiğine karar
vermektedir. YCGK’na göre önceki yasanın lehe olduğu
belirlenip, yerel mahkeme uygulamasının isabetli olduğunun anlaşılması
durumunda hükmün onanmasına, sonradan yürürlüğe giren yasanın lehe olduğunun
belirlenmesi durumunda ise hükmün bu yönden ve varsa diğer bozma nedenleri
eklenmek suretiyle bozulmasına karar verilmelidir (bkz. YCGK, E. 2011/7-304,
K.2012/79, K.T. 6/3/2012).
56. Somut olayda, başvurucu
hakkında beraat kararı verildiği de dikkate alındığında, yargılandığı terör
örgütü propagandası yapmak suçu 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin
birinci fıkrası kapsamında kalan suçlardan olmadığından Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca dosyanın ilgili dairesine gönderilmesi ve Dairece temyiz
incelemesinin yapılması gerekmektedir. Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının, başvurucunun temyiz talebine rağmen dosyayı ilgili ceza
dairesine göndermemesiyle Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan mahkemeye erişim
hakkına saygı gösterilmemiştir.
57. Başvurucu ayrıca, yargılama sürecinin
sonucunda icra edilebilir bir beraat kararı yerine, kovuşturmanın ertelenmesine
karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğini ileri
sürmüştür.
58. Bakanlık görüşünde,
başvurucu hakkında beraat kararı verildikten sonra kanun değişikliği nedeniyle
kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesinin başvurucunun aleyhine olduğu
ifade edilmiş ayrıca Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının yürürlükte
olan bir kanunun uygulanmasından ibaret olduğunu, Anayasa Mahkemesinin hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanmasına dayanan mahkeme kararlarını bireysel
başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutamayacağı ileri sürülmüştür.
59. Somut olayda İlk Derece
Mahkemesince başvurucu hakkında verilen beraat kararı yalnızca başvurucunun müdafii tarafından ve vekâlet ücreti yönünden temyiz
edilmiştir. Temyiz incelemesinin sonucuna göre Yargıtay, beraat kararını
onayarak ilk derece mahkemesince eksik hükmedilen vekâlet ücretine
hükmedebileceği gibi derece mahkemesinin kararını hatalı bulduğu takdirde 1412
sayılı Kanun’un 326. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca başvurucu aleyhine
temyiz bulunmadığından yalnızca hatayı belirtmekle yetinecekti. Başka bir
deyişle ilk derece mahkemesinin kararı yalnızca başvurucu tarafından temyiz
edildiğinden temyiz davası sonucunda beraat kararı kesinleşecekti. Ancak somut
olayda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosyayı iadesi ve İlk Derece
Mahkemesinin başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesi
sonucunda, başvurucu, 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca üç yıl süresince denetim altına alınmıştır. Adı geçen kurala
göre başvurucu üç yıllık süre zarfında 6352 sayılı Kanun’un geçici 1.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan suçları işlememesi halinde düşme
kararı verilecek, ancak bu süre içerisinde yeni bir suç işlemesi halinde
ertelenen kovuşturmaya devam edilecektir.
60. Bir uyuşmazlığın bir mahkeme
tarafından karara bağlanması hakkı, mahkeme hakkından türetilen bir haktır.
Gerçekten de bir mahkemenin yalnızca önüne getirilen maddi ve hukuki sorunları
inceleyebilmesi yeterli değildir; bu yargı yerinin aynı zamanda bir karar
verebilmesi de gerekir. Mahkeme hakkını kullanan tarafın amacı, davanın
sonucunda bir karar elde etmektir. Karar elde edemiyorsa, dava açmanın da bir
anlamı olduğu söylenemez.
61. Anayasa’daki hakların etkili
bir biçimde korunması için, davaya bakan yargı yerlerinin tarafların
taleplerini, iddialarını, delillerini etkili bir biçimde inceleme görevleri
vardır. Başvurucunun temyiz talebine rağmen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
dosyayı İlk Derece Mahkemesine iade etmesi ve İlk Derece Mahkemesinin
kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesinin nedeni, 6352 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girmesidir. Sonuç olarak başvurucunun temyiz talebi Yargıtayca incelenememiş ve böylece beraat etmesi gereken
bir davada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek başvurucunun etkili karar
hakkına saygı gösterilmemiştir.
62. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişme
hakkının ve etkili karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
63. Başvurucu 50.000 TL manevi
tazminat ve yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine
gönderilmesini talep etmiştir.
64. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun tazminat ve dosyanın yeniden yargılama yapmak üzere mahkemesine
gönderilmesi talebine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
65. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Mevcut başvuruda mahkemeye
erişim hakkına ve etkili karar hakkına müdahale edilmesi nedeniyle Anayasa’nın
36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından manevi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, yeniden yargılama yapmak üzere
dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi nedeniyle,
başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
68. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı ve etkili karar hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere kararın ilgili Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun manevi tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve
1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine
yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
20/3/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.