TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NECMİYE ÇİFTÇİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1301)
|
|
Karar Tarihi: 30/12/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucular
|
:
|
Necmiye
ÇİFTÇİ
|
|
|
Haluk ÇİFTÇİ
|
|
|
Faruk ÇİFTÇİ
|
|
|
Hasan Tarık
ÇİFTÇİ
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Nadir
KURTDERE
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, kendilerine ait
taşınmazda kum-çakıl ocağı işletmek üzere yaptıkları başvurunun idarece
reddedilmesi sonrasında idari işlemin iptali için açtıkları davada mahkemenin
usulen inceleme yapması gerekirken işin esasını incelediğini ve davayı
reddettiğini, bu nedenle kendi mülklerinden yararlanma haklarının ve adil
yargılanma haklarının ihlal ettiğini ileri sürerek ihlalin tespitiyle
yargılamanın yenilenmesini veya kendilerine uygun tazminat ödenmesine karar
verilmesini talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/2/2013 tarihinde
Sakarya 2. İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 17/7/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014
tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir
örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 21/8/2014
tarihli görüş yazısı 1/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
Başvurucular Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 15/9/2014 tarihinde ibraz etmişlerdir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların murisi Orhan ÇİFTÇİ, kendisine ait Sakarya
ili Merkez Adliye köyü G24C13A1A paftada yer alan 40.890 m2’lik alanda
kum-çakıl ocağı işletmek üzere 19/12/2005 tarihinde
Sakarya İl Özel İdaresine (idare) başvurmuştur.
8. İl Özel İdaresi, 12/2/2006
tarihli yazısıyla ilgili kurumlardan mevzuatı gereği ruhsat başvurusuna görüş
vermesini talep etmiş, 23/6/2006 tarihinde kurum görevlileri araziyi incelemiş
ve müteakiben görüşlerini sunmuşlardır. Diğer kurumlar olumlu görüş verirken
Tarım İl Müdürlüğü 7/8/2006 tarihli yazıyla Toprak
Koruma Kurulu’nun 2/2 nolu kararı gereği olumsuz
görüş bildirmiş ve İl Özel İdaresi de başvurucunun talebini reddetmiştir.
9. Başvurucuların murisi 4/10/2006
tarihinde Sakarya 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yönetmelik gereği kurum
görüşlerinin 30 gün içinde bildirilmesi gerektiği, görüş bildirilmemesi halinde
olumlu görüş olarak değerlendirileceği, Tarım İl Müdürlüğünün üç ay sonra
olumsuz görüş bildirmesinin mevzuata aykırı olduğu, uyuşmazlık konusu alanda
komşu parsellerde kum-çakıl ocağı işletildiği ve idarenin işleminin hukuka
aykırı olduğu iddiasıyla idari işlemin iptali için dava açmıştır.
10. Mahkeme, 14/12/2007 tarihinde
bilirkişi eşliğinde dava konusu taşınmazda keşif yapmıştır. Bilirkişilerce
hazırlanan 2/1/2008 ve 4/4/2008 tarihli raporlarla
arazinin Sakarya Nehri kıyısındaki alanın alüvyonlu toprak bölümünün tarım
açısından elverişli toprak olduğu, bu toprağın alınması halinde kum-çakıl
açısından potansiyel rezerv oluşturduğu, aynı ada içinde kum-çakıl ocağı
bulunduğu, dava konusu taşınmazlardan 28, 29, 31, 32 numaralı parsellerin
koruma bandı dışında kalan kısımları, haritada ocak alanı olarak gösterilen 25,
26, 38, 40, 42, 44, 45 numaralı parseller ile park ve depolama alanı olarak
gösterilen 37 numaralı parselin tarım arazisi niteliğinde olduğu, toplam 40.890
m2 genişliğindeki taşınmazın 5.000 m2’lik alan dışında kalan büyük kısmının
tarım arazisi niteliğinde olduğu, kum-çakıl ocağı işletilmesi halinde tarım
arazisi niteliğinin ortadan kalkacağı ve çevresindeki parselleri olumsuz
etkileyeceği DSİ koruma bandında yer alan kısımdan kontrollü biçimde malzeme
alınması durumunda çevre arazilerin tehdit edilmeyeceği şeklinde görüş
verilmiştir.
11. Mahkeme, 5/6/2008 tarih ve
E.2006/244, K.2008/476 sayılı kararıyla bilirkişi raporuna atıf yaparak ve
arazinin büyük kısmının tarım arazisi niteliğinde olduğu ve ruhsat istenen alan
bütün olarak değerlendirildiğinde bu haliyle ruhsat verilmesi durumunda tarım
arazilerinin zarar göreceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
12. Başvurucuların murisi Orhan ÇİFTÇİ 26/3/2009
tarihinde vefat etmiştir.
13. Temyiz edilen kararı inceleyen Danıştay 8. Dairesi 22/3/2012 tarih E.2008/8775, K.2012/1227 sayılı kararıyla
ilk derece mahkemesi kararını usul ve yasaya uygun olduğu ve bozulmasını
gerektirir bir neden olmadığı gerekçesiyle onamıştır.
14. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 16/11/2012
tarih ve E.2012/5153, K.2012/9524 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı
tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvuruculara 22/1/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucular 7/2/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
16. 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden
Kanunu’nun 7. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
“Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve
ruhsatlandırma işlemlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat
alanlarına maden işletme yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi,
yapılacak yatırımın çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate
alınarak, temdit talepleri dahil ruhsat verilen
alanlarda kazanılmış haklar korunmak kaydıyla, ilgili kurumların görüşleri
alınarak Bakanlık tarafından kısıtlama getirilebilir.”
17. 3213 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 2. fıkrası şöyledir:
“I. Grup (a) bendi madenler için alanlar il
özel idarelerince ihale edilerek işletme ruhsatı verilir. İhale edilecek
alanlar Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak belirlenir…”
18. 3/2/2005 tarih ve 25716 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Maden Kanunu’nun I (A) Grubu Madenleri
İle İlgili Uygulama Yönetmeliği’nin ruhsat başvurusunun yapıldığı dönemde
yürürlükte bulunan 8. maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir:
“Kendi mülkü içinde I (a) Grubu maden ruhsatı
almak isteyen gerçek veya tüzel kişiler,İl
Özel İdaresine ilk müracaat harcı ile müracaat ederek ruhsat talebinde bulunur.
İl özel idaresince Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak bu alanların yerinde
tetkiki için ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yetkililerinden oluşan bir
heyet oluşturulur. Bu heyet tetkik sonucu yazılı görüşlerini otuz gün içinde il
özel idaresine bildirir. Bu süre içinde görüş bildirilmemesi olumlu görüş
olarak değerlendirilir. Yapılan incelemelerde uygun görülen alanlara ihale
edilmeden ruhsat verilir…”
19. 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 13. maddesinin 1.fıkrası şöyledir:
“Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri,
dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında
kullanılamaz…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 30/12/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/2/2013 tarih ve 2013/1301 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
21. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı
işletmek üzere yaptıkları ruhsat başvurusunda görüş vermesi gereken diğer
kurumlar olumlu görüş verirken ilgili kanun ve yönetmelik gereği 30 gün içinde
cevap vermesi gereken Tarım İl Müdürlüğü’nün bundan üç ay sonra 7/8/2006 tarihli yazıyla olumsuz görüş verdiğini ve sürenin
geçmesine rağmen bu görüş dikkate alınarak taleplerinin İdare tarafından
reddedildiğini, açtıkları idari işlemin iptali davasında bu durumun Mahkemece
gözetilmediğini, yine Mahkemece bilirkişi raporunun kısmen kum-çakıl ocağı
işletilebilir görüşüne de itibar edilmediğini, aynı yer ve mevkide benzer nitelikli
komşu taşınmaz sahiplerine işletme ruhsatı verildiğini, mahkemenin başvuru
süresi ve cevap süresi ile ilgili koşulların yerine getirilip getirilmediğini
incelemek yerine kendini ruhsat veren idare yerine koyarak ve keşif yaparak
işin esasını incelediğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlal ettiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesini
veya kendilerine uygun tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
22. Başvurucular, somut başvuruya konu ruhsat vermeme
işleminin iptali konulu davada Mahkemenin koşulların yerine getirilip
getirilmediğiyle sınırlı bir inceleme yapması gerekirken işin esasını
inceleyerek ve davayı reddederek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal
iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, somut dava ve buna bağlı
olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir
eder.
23. Başvurucuların Mahkemenin koşulların yerine getirilip
getirilmediğiyle sınırlı bir inceleme yapması gerekirken işin esasını inceleme
yapmasına ilişkin şikâyetleri Mahkeme kararının keyfilik taşıdığı iddiası
kapsamında adil yargılanma hakkı yönünden; ruhsat alamamaları nedeniyle
mülkiyet haklarının ihlal edildiği şikâyetleri ise mülkiyetin kullanımının
kontrolü kapsamında incelenecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma
Hakkının İhlali İddiası
24. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı
işletmek üzere yaptıkları ruhsat başvurusunda görüş vermesi gereken diğer
kurumlar olumlu görüş verirken ilgili kanun ve yönetmelik gereği 30 gün içinde
cevap verilmesi gerekirken Tarım İl Müdürlüğü’nün bundan üç ay sonra 7/8/2006 tarihli yazıyla olumsuz görüş verdiğini ve sürenin
geçmesine rağmen bu görüş dikkate alınarak taleplerinin idare tarafından
reddedildiğini, açtıkları idari işlemin iptali davasında bu durumun mahkemece
gözetilmediğini, yine mahkemece bilirkişi raporunun kısmen kum-çakıl ocağı işletilebilir
görüşüne de itibar edilmediğini, aynı yer ve mevkide benzer nitelikli komşu
taşınmaz sahiplerine işletme ruhsatı verildiğini, mahkemenin başvuru süresi ve
cevap süresi ile ilgili koşulların yerine getirilip getirilmediğini incelemek
yerine kendini ruhsat veren idare yerine koyarak ve keşif yaparak işin esasını
incelediğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal ettiğini
ileri sürmüşlerdir.
25. Adalet Bakanlığı, ilgili uygulama
yönetmeliğinin 8. maddesinin 1. fıkrasında yer alan 30 günlük sürede görüş
vermeye dair düzenlemenin usuli bir düzenle olduğu,
bahsedilen görüşlerle beraber tüm bilgi ve belgeler toplandıktan sonra idarece
ruhsat verme talebine cevap verildiği, somut davada idarenin ruhsat talebini
reddettiği ve Mahkemenin de kum-çakıl ocağı için gerekli şartların bulunup
bulunmadığını tespit için bilirkişiler eşliğinde keşif yaptığı ve bu işlemin
hukuka uygunluğunu usulüne uygun bir şekilde değerlendirerek keyfilikten uzak,
adalet ve hakkaniyete uygun bir karar verdiğini, başvurucuların şikâyetinin
kanun yolu niteliğinde olduğunu, Anayasa Mahkemesinin ilave bir temyiz mercii
olmadığını belirtir görüş bildirmişlerdir.
26. Başvurucular ise Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı Tarım İl Müdürlüğünün 30 gün sonrasında görüş bildirmesi
nedeniyle olumlu görüş bildirdiğinin kabul edilmesi gerektiği, Mahkemenin bunun
yerine yerindelik denetimi yaptığını, Mahkemenin ilk bilirkişi raporuna göre
hüküm vermesi gerekirken ek rapor aldırdığını, yerindelik denetimi yapılması
nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini beyan etmişlerdir.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
29. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
30. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, açık keyfilik veya
bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
31. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun yukarıdaki iddiaları
incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına,
derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümünün âdil olmamasına ve esas
itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
32. Maden Kanunu’nun I (A) Grubu Madenleri İle İlgili
Uygulama Yönetmeliği 8. maddesinin 1. fıkrasında; “ … Bu heyet… yazılı görüşlerini otuz gün
içinde bildirir. Bu süre içinde görüş bildirilmemesi olumlu görüş olarak
değerlendirilir. Yapılan incelemelerde uygun görülen alanlara ihale edilmeden
ruhsat verilir…” hükmü yer almaktadır. Öngörülen 30 günlük süre,
idarelere yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup, hak düşürücü
nitelikte değildir. Ruhsat işlemlerinin tamamlanmasından önce fakat 30 günden
sonra idarelerce bildirilen görüşlerin değerlendirilmeye alınmayacağına ilişkin
herhangi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Kanuna göre ruhsat verme işlemine
yetkili organ diğer kurumların görüşünü aldıktan sonra il özel idareleridir. Bu
nedenle 30 günlük sürede cevap verilmemiş olmasının doğrudan ruhsat hakkı
kazandırdığına dair bir yasal dayanak bulunmamaktadır.
33. Somut başvuruya konu davada Mahkeme, başvuruculara
haklarını savunabilmek için kendi görüşlerini sunma imkânı tanımış,
başvurucular konuya ilişkin iddialarını Mahkemeye sunuşlar ve Mahkeme bu
iddiaları incelemiştir. Mahkemece, kum-çakıl ocağı ruhsatı için yasal şartların
bulunup bulunmadığı ve arazinin tarım dışı amaç için kullanılmaya uygun olup
olmadığının tespiti için keşif kararı verilmiştir. Başvurucuların avukatı da
keşfe iştirak etmiştir. Keşif sonrası hazırlanan bilirkişi raporu taraflara
tebliğ edilmiştir. Mahkemece bilirkişi heyetinden ek rapor alınması cihetine
gidilmiş ve netice olarak maden ruhsatı istenilen arazinin büyük kısmının tarım
arazisi niteliğinde olduğu sonucuna varılarak hüküm tesis edilmiştir.
34. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun belirtilen
iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece
mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Mülkiyet
Hakkının İhlali İddiası
35. Başvurucular kendilerine ait taşınmazı kum-çakıl ocağı
olarak kullanmalarının engellenmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal
edildiği şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer
kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvuruya ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
36. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı
işletme taleplerinin reddedilmesi nedeniyle kendilerine ait mülklerini
istedikleri şekilde kullanamadıklarından ve mülklerinden gelir elde
edemediklerinden şikâyet etmektedirler.
37. Adalet Bakanlığı, başvurucuların
kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletme taleplerinin reddedilmesine
dair şikâyetlerinin mülkiyet hakkının üçüncü kuralı kapsamında incelenmesi
gerektiği, buna göre, devletlerin, uygun gördükleri yasalarla mülkiyetin
kullanılmasını kamu yararı amacıyla sınırlandırabilecekleri, tarım arazilerinin
tarımsal üretim amacı dışında kullanılamayacağına ilişkin sınırlandırmanın kamu
yararı amacıyla getirilmiş bir düzenleme olduğu, hukuken öngörülmüş olma
koşulunun da gerçekleşmiş olduğu, başvurucuların mülkiyetindeki arazinin tarım
arazisi vasfında olması nedeniyle söz konusu araziden tarımsal amaçla
yararlanılmasının asıl olduğu, sonuç olarak mülkiyet hakkına getirilen
sınırlandırmanın “adil dengeyi”
bozmadığı yönünde görüş bildirmiştir.
38. Başvurucular ise Adalet Bakanlığı görüşüne karşı
bilirkişi raporuyla taşınmazlarının tamamının tarım arazisi olarak
nitelendirildiğini, davanın kısmen kabul edilebilmesi mümkün olduğu halde
reddedildiğini bu nedenle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini beyan
etmişlerdir.
39. Anayasa’nın “Mülkiyet
Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
40. Anayasa'nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
41. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1)
No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
42. Anayasa'nın “Toprak mülkiyeti” kenar başlıklı 44. maddesinin 1.
fıkrası şöyledir:
“Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini
korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya
yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla
gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve
çeşitlerine göre toprağın genişliğini tesbit
edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak
sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve
yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.”
43. Anayasa'nın “Tarım, hayvancılık ve
bu üretim dallarında çalışanların korunması” kenar başlıklı 45. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
“Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek,
tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal
üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç
ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.”
44. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla
sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak
bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir
(B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
45. Anayasa’nın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1.
maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme
de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşmenin ilk cümlesi herkese mülkünden
barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş manada mülkiyet hakkını
tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise kişilerin hangi koşullarda
mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi
koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır.
46. Her iki düzenlemenin üçüncü cümlelerinde ise mülkiyetin
kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın
35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına
aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer
verirken, Sözleşmeye Ek (1) numaralı protokolün birinci maddesinin ikinci
fıkrası devletlere mülkiyeti kamu yararına düzenleme ile vergiler ve diğer
katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama
konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin genel yarara uygun olarak “mülkiyetin kullanımını kontrol” yetkisine
sahip olduklarını kabul etmektedir. Bununla beraber
Anayasa’nın birçok maddesi ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin
kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi vermektedir.
47. AİHM’ne göre ikinci ve üçüncü kurallar, mülkiyetten
barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci kuralın özel görünüm
şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci kuralın ışığı altında
anlaşılmaları gerekmektedir (James ve
Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986,
§ 37).
48. Anayasa’da ve Sözleşme’de yer
alan ve yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır (Benzer yönde
AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 83, 84). Buna göre mülkiyet hakkının
düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır. Bunun
yanında ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat
ödeme yükümlülüğü, davanın koşullarına göre düzenleme yetkisinin kullanıldığı
her durumda gerekmeyebilmektedir (Bkz. AİHM, Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010,
§ 91).
49. Devlet, düzenlemeyi bireylerin veya tüzelkişilerin olumlu
eylemlerde bulunmalarını zorunlu tutarak veya faaliyetlerine kısıtlamalar
getirerek gerçekleştirebilir. Bu tür düzenlemeler, mevzuatı kabul edilemez
duruma getirecek kadar alışılmışın dışında sonuçlar doğurmadığı sürece devletin
takdir yetkisi içinde kabul edilmektedir (Denev/İsveç, B. No: 12570/86, 18/1/1989;
J.A. Pye (Oxford) Ltd And J.A. Pye
(Oxford) Land Ltd./Birleşik Krallık, 44302/02, 30/7/2007, § 83).
50. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 6570 sayılı Kanuna 4531 sayılı
Kanunla ilave edilen geçici 7. maddeyle kira artışlarını ilk yıl %25 takip eden
yıl %10’la sınırlayan hükmü, “Taşınmaz mal
darlığının, Devletçe önlem alınmaması durumunda kiraların normalin üstünde
artacağı açıktır. Kira olgusunun bu bakımdan toplumsal bir sorun olduğu kabul
edildiğinde Devletin kira konusunda kamu yararı amacıyla kimi hak ve
özgürlükleri sınırlandırmasında Anayasa'nın 2., 13.,
35. ve 48. maddelerine aykırılık yoktur.” gerekçesiyle Anayasa’nın
diğer hükümleri yanında mülkiyet hakkına da aykırı bulmayarak iptal istemini
reddetmiştir (AYM, E.2000/26, K.2000/48, K.T. 16/11/2000).
51. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı
işletme taleplerinin reddedilmesi nedeniyle kendilerine ait mülklerini
istedikleri şekilde kullanamadıklarından ve mülklerinden gelir elde
edemediklerinden şikâyet etmektedirler.
52. Başvurucuların maliki oldukları taşınmazı diledikleri
şekilde kullanma hakları Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının
kapsamına dâhil olmakla beraber, devletin bu kullanımı kontrol/düzenleme
yetkisi vardır. Somut başvuru konusu olayda başvurucuların kendilerine ait
taşınmazları kum-çakıl ocağı işleterek kullanma ve bu yolla gelir elde etmeleri
idarenin taleplerini reddetmesi ve başvurucuların idari işlemin iptali amacıyla
açtıkları davanın da Mahkemece reddedilmesi nedeniyle mümkün olamamıştır. Somut
başvuruda başvurucuların kendilerine ait taşınmazlarının kullanımını kontrol eden/düzenleyen
müdahalenin başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğinin tespit
edilmesi için müdahalede kanuniliğin, kamu yararının ve adil dengenin korunup
korunmadığının incelenmesi gerekmektedir.
53. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme, biçimini
değiştirme, harcama ve tüketme hatta yok etme) olanağı veren bir haktır
(E.1988/34, K.1989/26, K.T. 21/6/1989; E.2011/58,
K.2012/70, K.T. 17/5/2012).
54. Anayasa’nın 35. ve 13. maddeleri mülkiyet hakkına
getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması
gerektiğini hüküm altına almaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir
diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı
kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik
şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984,
§§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını
öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma
sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
55. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki
belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik
koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir.
56. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli
derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, K.T. 22/5/2013).
57. “Belirlilik”
ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği
ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel
gereklilikleri karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin
düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında
belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün
kılacak bir normun varlığıdır (AYM, E.2009/9, K.2011/103, K.T. 16/6/2011).
58. Somut olay bakımından mülkiyetin
kullanımını kontrol/düzenleme şeklindeki müdahalenin 3213 sayılı Kanunu’nun 7.
maddesinin 1. fıkrası ve 16. maddesinin 2. fıkrası ile ilgili uygulama
yönetmeliğinin 8. maddesinin 1. fıkrası ve 5403 sayılı Kanunun 13. maddesinin
1. fıkrası hükümlerine dayanılarak gerçekleştirildiği, ilgili düzenlemelerin
yeterince açık olduğu, tarım arazilerinin tarım dışı faaliyetler için
kullanılamayacağı, kum-çakıl ocağı işletme taleplerinin il özel idarelerince
ilgili kurumların görüşü alındıktan sonra karara bağlandığı konusunda yeterli
açıklıkta hüküm bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda müdahalenin hukuki
dayanağının yeterli açıklıkta bulunduğuna şüphe yoktur. Ayrıca mevcut
düzenlemeler başvurucuların mevcut koşullarda makul kabul edilebilecek bir
ölçüde davranışlarının sonuçlarını önceden öngörmelerini sağlamaya yetecek
hukuki belirlilik taşımaktadır.
59. Bu durumda kanuni dayanağı bulunan müdahalenin kamu
yararı meşru amacının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.
60. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya
bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade
etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek
hedefine yönelmek durumundadır. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır.
Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu
yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Kamu
yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması halinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve
temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi
konumda oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde
açıkça temelden yoksun veya keyfi olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu
organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu
olamaz (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 34, 35, 36).
61. Anayasa’nın 44. maddesinin 1. fıkrası devlete toprağın
verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek şeklinde, 45. maddesinin 1.
fıkrası ise tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve
tahribini önlemek şeklinde ödev yüklemektedir. 5403 sayılı Kanun’un 13.
maddesinin 1.fıkrası: “Mutlak tarım
arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri
tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz…” hükmünü
barındırmaktadır. Toprağın korunması, geliştirilmesi, tarımsal arazi ve yeter
gelirli tarımsal arazilerin çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine
uygun olarak planlı kullanımını sağlayacak tedbirlerin alınması toplumun genel
yararınadır.
62. Kanun koyucu, tarım arazilerini
korumak amacıyla bu nitelikteki arazilerin başka amaçla kullanılmasını
yasaklayan ve bireylerin sahibi olduğu taşınmazlarında kum-çakıl ocağı işletme
taleplerini yine belirli nitelikteki arazileri korumak ve bu tür işletmelerin
çevreye olan olumsuz etkilerini azaltmak ve/veya tümüyle gidermek amacıyla
mevzuatta gösterilen belirli izin sistemlerine ve konuyla ilgili kurumların
iznine bağlayan düzenlemeler yapmasının açıkça temelden yoksun veya keyfi
olmadıkça mülkiyet hakkını ihlal ettiği söylenemez.
63. Ancak mülkiyetin kullanımını düzenleyen kanun ve
uygulamaların da elde edilmek istenen kamu yararıyla bireysel menfaatler
arsında adil bir denge kurması, yani ölçülü olması gerekir. Ne var ki
mülkiyetin zararlı kullanımını önlemeyi hedefleyen bu tür müdahalelerde bireyin
kişisel hakları ile toplumun genel menfaati arasında dengeyi sağlamak için her
zaman tazminat ödenmesi zorunlu görülemez.
64. Başvurucuların mülkiyetindeki arazinin tarım arazisi
vasfında olması nedeniyle söz konusu araziden tarımsal amaçla yararlanılması
asıldır. Başvurucular bu amaçla araziden yararlanmadıklarına dair bir şikâyeti
dile getirmemekte ve bu konuda bilgi ve belge sunmamaktadırlar. Başvurucular,
somut başvuruya konu davada bu taleplerini reddeden idari işlemin iptal
edilmemesinden şikâyet etmektedirler. Başvurucuların başvuru dilekçesine
ekledikleri evraklarda somut davaya konu arazilerde kum-çakıl
işletilebileceğine ilişkin daha önce aldıkları bir izin veya ruhsat
sunmamışlardır. Dolayısıyla başvurucuların sahibi oldukları bir ruhsat veya
izne bağlı olarak dava konusu taşınmazlar üzerinde kum-çakıl ocağı işletmek
konusunda kazanılmış bir haklarının veya meşru bir beklentilerinin de olmadığı
anlaşılmaktadır. Başvurucular izin taleplerinin reddedilmesinin taşınmazın
mevcut kullanım şeklini etkileyeceği ya da taşınmazın değerini düşüreceği şeklinde
bir iddia da ileri sürmemektedirler.
65. Bu durumda başvurucuların sahibi
oldukları tarımsal nitelikli taşınmazlarını kullanıma yönelik kısıtlamanın
ilgili Anayasa ve kanun hükümlerine göre tarım arazilerinin korunması amacıyla
kum-çakıl işletme taleplerinin reddedilmesiyle sınırlı olduğu, başvurucuların
talep ettikleri kullanım şekline daha önce hak kazanmadıkları, başvurucuların
diledikleri takdirde sahibi oldukları taşınmazı tarım amaçlı kullanabilecekleri
ya da kiraya vermek suretiyle gelir elde edebilecekleri, tarım arazilerinin
tarım amacı dışında kullanılamayacağına ilişkin düzenlemedeki korunan hukuki
yarar dikkate alındığında başvurucuların mülkiyet hakkını kullanmalarına
getirilen sınırlandırmanın, mevcut yararlanma şekillerini engelleyen, mevcut
gelir elde etme imkânlarını kısıtlayan ya da taşınmazın değerini düşüren bir
sınırlandırma olmadığı ve başvurucular üzerine ulaşılmak istenen kamu yararı
ile kıyaslandığında aşırı bir yük getirmediği, dolayısıyla “adil dengeyi” bozmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
66. Başvurucuların taşınmazları üzerinde kanunlar
çerçevesinde mülkiyet haklarını kullanabilecekleri ve izin talebinin reddinin
mevcut kullanım şeklini değiştirerek başvurucuların zararına yol açmadığı
dikkate alındığında somut başvuruya konu müdahalenin başvurucuların önemli
ölçüde zararına sebebiyet vereceği söylenemez.
67. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvurucuların
sahibi oldukları tarımsal nitelikte arazilerinde kum-çakıl ocağı işletme
taleplerinin reddedilmesinin hukuki dayanağı olduğu ve meşru bir kamu yararına
dayandığı, başvurucuların kişisel yararı ile toplumun genel yararı arasında
başvurucular aleyhine ölçüsüz ve ağır bir yüke sebep olan bir uygulamanın da
olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
68. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkına ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucuların tazminata ilişkin
taleplerinin REDDİNE,
D. Yargılama giderlerinin başvurucular
üzerinde bırakılmasına,
30/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.