TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUSTAFA DEMİRTAŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2002)
Karar Tarihi: 30/12/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Selami ER
Başvurucu
Mustafa DEMİRTAŞ
Vekili
Av. Hamza YILMAZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, maliki olduğu taşınmaza 2005 yılında Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırmaksızın fiilen el atılarak yol ve kaldırım yapılması ve açtığı tazminat davasında lehine hükmedilen tazminatın büyük kısmının kendisine ödenmemesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 14/03/2013 tarihinde Mersin 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 18/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanının 4/7/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 1/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı, ancak başvurucunun mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından başvuruya konu tazminatın ödenip ödenmediği hususunun Akdeniz Belediyesi’nden sorulması gerektiği bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri, ilgili dava dosyasında yer alan olaylar ile kamu kurumlarından elde edilen bilgiler ışığında özetle şöyledir:
7. Başvurucuya ait Mersin ili Nusratiye Mahallesi 3643 ada, 1 parselde kayıtlı taşınmazın toplam 56,36 m²’sine 2005 yılında Akdeniz Belediyesince kamulaştırmasız el atılarak yol ve kaldırım yapılmıştır.
8. Başvurucu, 30/4/2010 tarihinde Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) söz konusu kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davası açmıştır.
9. Mahkeme, mahallinde bilirkişi refakatinde keşif yapılmasına karar vermiş ve yapılan keşif sonrası fen bilirkişisinin vermiş olduğu 4/4/2011 tarihli kroki ve raporda dava konusu 116,00 m² miktarındaki taşınmazın A harfi ile gösterilen 29,72 m²’lik bölümünün fiilen yol olarak, B harfi ile gösterilen 26,64 m²’lik bölümünün kaldırım olarak kullanıldığı, bu bölümler dışında kalan C harfi ile gösterilen bölümün miktarının 59,63 m² olduğu ve el atılan yerin değeri ile arta kalan alanda değer düşüklüğünün %100 olduğu belirtilerek, istenebilecek tazminat bedelinin 18.466,04 TL olduğu tespit edilmiştir.
10. Mahkeme, 30/4/2010 tarih ve E.2010/272, K.2010/619 sayılı kararıyla davayı kabul ederek el atılan taşınmaz kısmının davalı idare adına tesciline ve bilirkişi raporu doğrultusunda belirlenen 18.466,04 TL bedelin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
11. Karar temyiz edilmiş ve temyiz incelemesini yapan Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 5/3/2012 tarih ve E.2011/19145, K.2012/3917 sayılı kararıyla el atılan taşınmaz bölümünün yol olarak terkinine yönelik düzeltmeyle İlk Derece Mahkemesi kararını düzelterek onamıştır.
12. Başvurucunun karar düzeltme talebini inceleyen Yargıtay aynı Dairesi, 9/10/2012 tarih ve E.2012/12668, K.2012/18844 sayılı kararıyla bu talebi reddetmiş ve dava aynı tarihte kesinleşmiştir.
13. Başvurucu alacağının tahsili için Mersin 4. İcra Müdürlüğünün E.2012/3916 sayılı dosyası ile başlattığı takip kesinleşmiştir. İcra Müdürlüğünün 14/5/2012 tarihinde yaptığı hesaplama ile alacak miktarının toplam 30.779,84 TL olduğu belirlenmiştir.
14. Davalı idare kesinleşen borcunu muhasebe kayıtlarına alarak icra dosyasına 13/9/2012 tarihinde 5.000,00 TL, 23/10/20012 tarihinde 3.000,00 TL ve 18/6/2013 tarihinde 1.500,00 TL olmak üzere toplam 9.500,00 TL ödeme yapmıştır.
15. Başvurucu kesinleşen yargı kararına rağmen bakiye kalan alacağını tahsil edemediğinden 14/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur..
B. İlgili Hukuk
16. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen geçici 6. maddenin 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki birinci ve altıncı fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.
…
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.”
17. 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptal edilen geçici 2. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.”
18. 2942 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinin 1/11/2012 tarih ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı Kararı ile iptalinden sonra 24/05/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanunla değişik geçici 6. maddesinin 1., 8. ve 13. fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.
4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır…”
19. 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.
Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.”
20. 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
“Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 30/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 14/03/2013 tarih ve 2013/2002 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
22. Başvurucu, maliki olduğu taşınmaza 2005 yılında Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırmaksızın fiilen el atılarak yol ve kaldırım yapıldığını, açtığı tazminat davasında lehine hükmedilen ve kesinleşen tazminatın büyük kısmının icra takibine rağmen kendisine ödenmediğini ve mahkeme kararının icra edilmediğini, bu nedenlerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 25.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
24. Başvurucu, maliki olduğu taşınmaza 2005 yılında Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırmaksızın fiilen el atılarak yol ve kaldırım yapıldığını, açtığı tazminat davasında lehine hükmedilen ve kesinleşen tazminatın büyük kısmının icra takibine rağmen kendisine ödenmediğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
25. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı, ancak başvurucunun mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından başvuruya konu tazminatın ödenip ödenmediği hususunun Akdeniz Belediyesinden sorulması gerektiği bildirilmiştir.
26. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
27. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
28. Anayasa'nın “Kamulaştırma” kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
29. Sözleşmeye Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
30. Anayasanın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. İki düzenlemenin ilk cümleleri herkese mülkiyet hakkını tanımakta, ikinci cümleleri ise kişilere ait mülkiyet hakkının hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin mülkünden yoksun bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır(B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 29).
31. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, başvurucuların bahsedilen talebinin değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46. maddelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).
32. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvencelerin tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir (AYM, E.2012/108, K.2013/64, K.T.22/5/2013).
33. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
34. Hak ve özgürlüklerin ve bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfi müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
35. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
36. Kamulaştırma yapmaya yetkili olan Devlet, kamu tüzel kişileri, kamu kurumları veya kamu yararı bulunması halinde yararlarına kamulaştırma yapılabilecek gerçek ve özel hukuk kişileri tarafından, Anayasa’nın 46. maddesi ve 2942 sayılı Kanuna aykırı şekilde, özel mülkiyete konu taşınmazlara kısmen veya tamamen, fiilen veya hukuken bedelsiz olarak yapılan el koyma işlemi “kamulaştırmasız el atma” olarak tanımlanmaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 55).
37. Kamulaştırmasız el atma, kamulaştırma ile kıyaslandığında daha az güvence sunan ve hukuki olmayan bir yöntemdir. Şöyle ki, 2942 sayılı Kanun’a göre, kamulaştırma kararı verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma kararı alamayacaktır. Diğer taraftan, kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma ve dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir (Bkz. AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).
38. Kamulaştırmasız el atma, idareye, taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit eden ve bireylere “kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat” ödenmesine hükmeden mahkeme kararıdır. Kamulaştırmasız el atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların maliki olarak kalan başvuranları, herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği ancak daha sonra mahkemeler tarafından değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle, kamulaştırmasız el atma, her ne olursa olsun, idare tarafından isteyerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu hukuki olarak kabul etmeye ve idareye, kanuna aykırı davranışından fayda sağlama imkânı sunmaya yol açmaktadır. İdareye resmi kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, kişilere öngörülemez ve keyfi durumlarla karşılaşma tehlikesi taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, 11765/05, 27/5/2010, §§ 40, 43, 45).
39. Anayasa’nın 35. ve 46. maddeleri, taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına son veren müdahalelerin yasal olmasını zorunlu tutmaktadır. Bu zorunluluk hukuk devletinin gereğidir. Anayasa’nın 46. maddesi hükmü ve 2942 sayılı Kanun gereği asıl olan kamulaştırma işlemi yapmak suretiyle idarenin taşınmazı iktisap etmesidir. Yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, dayanağını Anayasa ve yasalardan almayan, bireylerin mülkiyet hakkına son veren bir uygulama olan kamulaştırmasız el atma yasalara uygun bir kamulaştırma ile aynı hukuki çerçeve içinde değerlendirilemez. İdarelere resmi kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, taşınmaz sahipleri için öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riskini taşımaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 58).
40. Başvuru konusu olayda idare yol ve kaldırım yapmak amacıyla, yani meşru kamu yararı amacıyla başvurucuya ait taşınmaza el atarak 29,72 m²’lik bölümünü yol olarak, 26,64 m²’lik bölümünü ise kaldırım olarak kullandığı, taşınmazın kalan 59,63 m²’lik kısmında el atma sonrası %100 değer düşüklüğü meydana geldiği, bu şekilde Anayasa ve kanunlarla belirlenmiş süreçler takip edilmeden başvurucunun mülkiyetinde bulunan taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı mahkeme kararıyla sabittir. Bu durumda başvurucuya ait taşınmaza yol ve kaldırım yapılmak amacıyla kamulaştırmasız el atılmasının, Anayasa’nın 35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usule uymayan ve kanuni olmayan bir müdahale olduğu açık olmakla birlikte müdahale sonrasında açtığı tazminat davasında lehine hükmedilen bedelin kendisine halen ödenmemesinden şikâyetçi olan başvurucunun taşınmaz mülkiyetine yönelik müdahalenin sonuçlarının devlet tarafından ortadan kaldırılıp kaldırılmadığının ve bu bağlamda bireysel mülkiyet hakkı ile kamu yararının gerekleri arasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının incelenmesi gerekmektedir.
41. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
42. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararı ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede bireylerin, mülklerinin değeriyle orantılı makul bir bedel ödenmeden mülklerinden mahrum edilmeleri halinde yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına hükmetmektedir (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75 ve 7152/75, 23/9/1982, § 69; James ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, § 48; Lithgow ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81, 9266/81; 9313/81, 9405/81, 8/7/1986, § 120-121).
43. Yasa koyucu 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesiyle Anayasa’nın 46. maddesine uygun olarak kamulaştırılmaksızın ve malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması nedeniyle meydana gelen hak kayıplarını telafi ederek mülk sahiplerine bedelin ödenmesi ve idare adına tescil edilmesiyle taşınmazın hukuki durumunun belirgin hale getirilmesi amacıyla düzenleme yapmıştır. Bu düzenlemeye göre, kamulaştırmaksızın el atılan taşınmazların bedelinin ödenerek idare adına tescilinin sağlanması için öncelikle 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usulde uzlaşma yolu denenmelidir. Uzlaşma sağlanamaması halinde idare veya malik üç ay içinde dava açarak bedelin tespiti ve taşınmazın idare adına tescilini isteyebilmektedirler. Aynı maddeye göre bedel tespiti de 2942 sayılı Kanun hükümleri uyarınca dava tarihine göre yapılmakta ve dava tarihi ile ödeme tarihi arasındaki dönem için kanuni faiz uygulanmaktadır.
44. Yine aynı maddeye göre idarelerin kesinleşen yargı kararları gereği ödemek zorunda oldukları bedellere ilişkin olarak belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayırmaları ve kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemelerin sonraki yıllara sâri olacak şekilde garameten ve taksitlerle gerçekleştirileceği, taksitlendirmede, bütçe imkânları ile alacakların tutarlarının dikkate alınacağı ve taksitli ödeme süresince kanuni faiz uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
45. Başvuru konusu olayda, kamulaştırmasız el atma müdahalesiyle yol ve kaldırım yapılarak ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun mülkiyet hakkı arasında adil bir dengenin de kurulması gerekmektedir. Bu denge başvurucuya el atılan taşınmaz bölümünün mahkemece tespit edilen gerçek karşılığı ödenerek sağlanmalıdır. Mahkemelerin kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesine karar vermeleri kamu yararıyla kişi yararı arasında adil dengeyi sağladığı gibi, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit ederek belli bir hukuki güvence de sağlamaktadır.
46. Başvuru konusu olayda başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin kararı kesinleşmeden hükmedilen tazminatın ödenmesi için icra takibi başlatmış ve İcra Müdürlüğünün 14/5/2012 tarihinde yaptığı hesaplama ile alacak miktarının toplam 30.779,84 TL’ye ulaştığı tespit edilmiştir. Davalı idare Yargıtayın 9/10/2012 tarihli kararıyla kesinleşen borcunu muhasebe kayıtlarına almış ve tazminata ilişlin kararın kesinleşmesinin üzerinden karar tarihi itibarıyla 26 aylık bir süre geçmiş olmasına rağmen bu güne kadar idarece icra dosyasına 2012 yılında 8.000,00 TL ve 2013 yılında 1.500,00 TL olmak üzere toplam 9.500,00 TL ödeme yapılmıştır. Karar tarihi itibariyle idarece 2014 yılında ödeme yapılmamıştır. Dolayısıyla karar tarihi itibariyle kesinleşen yargı kararının üzerinden 26 ay geçmesine rağmen tazminat miktarının büyük kısmı halen ödenmemiştir.
47. İdare, başvurucuya bir ödeme takvimi sunmadığı gibi, ödemelerin düzensiz olduğu, geçen yıllar itibarıyla azaldığı, 2014 yılı içinde karar tarihi itibariyle ödeme yapılmadığı ve başvurucunun alacağının ne zaman ödeneceği konusunun belirgin olmadığı görülmektedir. Somut başvuruya konu olayda 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesiyle amaçlanan bedelin peşin veya taksitlendirilerek bir plan çerçevesinde ödenmesi ve bu şekilde taşınmazın hukuki durumunun ve taşınmazın karşılığı ödenecek bedelin ödenme şeklinin belirsizlikten kurtarılması amacına ulaşılmadığı anlaşılmaktadır.
48. Bu durumda başvurucuya el atılan taşınmazına karşılık Mahkemece belirlenen tazminat bedelinin büyük kısmının halen ödenmediği, ödemelerin yerine getirilmesinde idarenin gereken özeni göstermediği ve öngörülebilirliğin sağlanamadığı, dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin sonuçlarının telafisi ve yararlar dengesinin korunması için başvurulan ödeme yöntemi ve uygulamasının ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun müdahale edilen mülkiyet hakkı arasında olması gereken orantılılığı sağlayamadığı ve başvurucuyu ağır ve tahammül edilemez bir yük altına sokan başvuruya konu müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
49. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargı Kararının Yerine Getirilmemesi
50. Başvurucu, Akdeniz Belediyesinin maliki olduğu taşınmaza 2005 yılında kamulaştırmaksızın fiilen el atarak yol ve kaldırım yapması ve aştığı tazminat davasında lehine hükmedilen ve kesinleşen tazminatın büyük kısmının icra takibine rağmen kendisine ödenmediğini ve mahkeme kararının icra edilmediğini, bu nedenlerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 25.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesini talep etmiştir.
51. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı, ancak başvurucunun mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından başvuruya konu tazminatın ödenip ödenmediği hususunun Akdeniz Belediyesi’nden sorulması gerektiği bildirilmiştir.
52. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
53. Anayasa’nın 138. maddesinin 4. fıkrası şöyledir:
“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
54. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
55. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
56. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
57. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, K.T. 14/1/2010).
58. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır.
59. Nihai mahkeme kararlarını, taraflardan biri aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler ve uygulamalar, mahkemeye erişim hakkının anlamını yitirmesine sebep olmaktadır (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28). Yargı kararının geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında mahkemelerin bağımsızlığının bir parçası olarak görülmekte ve devlete yargı kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulama yükümlülüğü getirilmektedir.
60. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM’e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu çerçevede AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini, yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesinin, 6. madde anlamında “dava”nın tamamlayıcı unsuru olduğunu vurgulamaktadır (bkz. Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34).
61. Zira davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdareler yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybedecektir. (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, § 115). AİHM, bu yorumuyla bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmektedir (bkz. Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).
62. Anayasanın 138. maddesi metninde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kuralına yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).
63. Hukuki güvenlik ilkesi “öngörülebilirliği” sağlayan işleviyle hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olarak, bireylere hem devlet hem de toplumun diğer üyeleri karşısında “ilkesel”, “kurumsal” ve “işlevsel” güvenceleri birlikte sağlar. Bu ilke çerçevesinde; bir hukuk devletinde devletin tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olmasının mevcut normlarla kural altına alınması “ilkesel” korumayı oluştururken, söz konusu bu normların mahkemelerce uygulanarak hukuksal uyuşmazlıkların çözülmesi ise “kurumsal” güvence olarak kabul edilir. Diğer taraftan hukuksal uyuşmazlıkları kesin olarak çözen mahkeme kararlarının kamu otoritelerince yerine getirilmesi “işlevsel” güvenceyi oluşturur (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 63).
64. Yargı kararlarının uygulanmaması ve/veya geç uygulanması sebebiyle bireyler lehine zamanında kullanılamayan “işlevsel” güvencenin söz konusu olduğu bir durumda, “ilkesel” ve “kurumsal” güvencelerin bireyler adına etkin kılınabilmesi, kendilerinden beklenilen hukuksal korumayı sağlamaları beklenilemez. Dolayısıyla yargı kararlarının bireyler hakkında uygulanmasını içeren işlevsel güvence; ilkesel ve kurumsal güvenceleri tamamlayan, bu güvencelerin istenilen sonuçları vermesini mümkün hale getirerek bireysel hak ve özgürlüklere yargısal koruma sağlanabilmesini olanaklı kılan vazgeçilmez bir hukuki teminattır (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 64).
65. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin yerine getirilmesi yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).
66. Yargı kararlarının yerine getirilmesinde gecikmenin başvurucuların adil yargılanma haklarına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber, kararların icrasında ne kadar süreli bir gecikmenin hak ihlali sayılacağının, davanın konusu, davanın konusu bir alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti, başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararının icrasının başvurucu için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın icrasında geçen süre gibi somut davanın koşullarına göre incelenmesi gerekir (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 66).
67. Nitekim AİHM, mahkeme tarafından verilen hükmün yerine getirilmesini, AİHS’nin 6. maddesi bakımından yargılamanın bütünleyici bir parçası olarak görmekte ve yargılamanın uzunluğuyla ilgili davalarda da incelemektedir (Bkz. Di Pede/İtalya, B. No: 15797/89, 26/9/1996, §§ 20-24). Bununla birlikte AİHM, yaptığı incelemelerde belli süreyle gecikmeleri makul kabul etmekte ve ödemelerin gecikmesi halinde gecikme faizi gibi telafi edici yöntemler bulunup bulunmadığına bakacağına vurgu yapmaktadır (Bkz. Fidanten ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 27501/06, 28/6/2011, § 28)
68. 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddenin onbirinci fıkrası, 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir. Kanun'da bu amaçla idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve ödemelerin bu paylar üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat miktarını karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve garameten yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme halinde kanuni faiz ödenmesi de kurala bağlanmıştır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). Ancak bireyin mülkiyet hakkına hukuka aykırı olarak müdahale eden idarenin, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacakları veya tazminatları ödememekte ısrar etmesi halinde, adil yargılanma hakkı kapsamında yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkı ihlal edilmiş olur. Anılan düzenleme, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacak veya tazminatları ödememe sebebi olamaz (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 68).
69. 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesiyle de kamu kurumlarının geçmişten gelen kamulaştırmasız el atmaları nedeniyle açılan davalarda ödemek zorunda kaldıkları tazminatların mevcut kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde ödenebilmesi için bütçelerinden pay ayırmaları ve ödemeleri peşin yapamamaları halinde sonraki yıllara sâri olacak şekilde borçların taksitlendirilmesi ve taksitlendirilmiş borçlara kanuni faiz ödenmesi imkânı tanımıştır.
70. Bir kamu kurumu aleyhinde verilen nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcu ifa etmemek için ekonomik kaynak yokluğunun mazeret olarak ileri sürülemeyeceği (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 35) belirtilmekle beraber, bu husus 5018 sayılı Kanun’un 34. maddesinde ifade edilen kamu idarelerinin yargı kararı gereği ödemek zorunda oldukları öngörülemeyen giderlerini, kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde kurumların gelir ve nakit durumlarına göre belli bir takvime bağlayarak ve gecikmeden kaynaklanan değer kayıplarını faizle telafi ederek makul bir süre içerisinde ödemelerini bir hak ihlaline dönüştürmez.
71. Yargı kararlarının icrasında meydana gelen gecikmelerin ihlal boyutuna ulaşıp ulaşmadığının tespitinde gecikmenin süresi, idarenin borcunu muhasebe kayıtlarına alarak bir plana bağlanması ve bu plan çerçevesinde ödeme yapması, yani idarenin tutumu, borç miktarının öngörülüp öngörülemeyeceği, öngörülemez ise idarenin bütçe imkânlarıyla kıyaslanması, tazminatın konusunun ödenmesini ivedi hale getirecek özellikli bir konu olup olmaması, alacağın tamamının faiz ve yargılama giderleriyle beraber ödenmesi, alacaklı ile yapılan bir uzlaşmanın olup olmaması, alacaklının ödemenin yapılmasındaki menfaatinin önemi göz önünde bulundurulmalıdır.
72. Başvuru konusu olayda idare yol ve kaldırım yapmak üzere başvurucuya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atmış olduğundan tazminat ödemek durumunda kalacağını bilebilecek durumdadır. İdare kesinleşmiş mahkeme kararıyla ödemek zorunda olduğu borcunu muhasebe kayıtlarına almış ve bir kısım ödemeleri de yapmış olmakla birlikte ödemeleri bir plana bağlamadığı ve ödemelerin düzensiz olduğu görülmektedir. Ödemeler konusunda başvurucuya bir ödeme planı ve takvim de verilmediği anlaşılmaktadır. Ödenmesi gereken borç, ödenmesini aşırı derecede zorlaştıracak bir miktara da baliğ değildir. Sayılan hususların yanında idarece icra dosyasına 2012 yılında 8.000,00 TL ve 2013 yılında 1.500,00 TL ödeme yapılmış, karar tarihi itibariyle 2014 yılında ödeme yapılmamıştır. Sonuç olarak karar tarihi itibariyle kesinleşen yargı kararı üzerinden 26 aylık bir zamanın geçmesine rağmen idarece borcun büyük kısmı halen ödenmemiş durumdadır.
73. Sonuç olarak yukarıda sayılan hususlar göz önünde bulundurulduğunda; somut başvuruya konu davada kamulaştırmasız olarak el atılan taşınmaz nedeniyle tazminat ödenmesi yönünde kesinleşmiş yargı kararının üzerinden 26 ay geçmiş olmasına rağmen halen ödenmesi gereken tazminat bedelinin büyük kısmının ödenmemiş olmasının başvurucunun yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkını ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
75. Başvurucu, maliki olduğu taşınmaza 2005 yılında Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırmaksızın fiilen el atılarak yol ve kaldırım yapıldığını ve aştığı tazminat davasında lehine hükmedilen ve kesinleşen tazminatın büyük kısmının icra takibine rağmen kendisine ödenmediğini ve bu nedenlerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 25.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesini talep etmiştir.
76. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Başvurucuya ait taşınmaza Anayasa ve 2942 sayılı Kanun’da öngörülmeyen kamulaştırmasız el atma şeklindeki müdahale sonrasında açtığı tazminat davasının lehine kesinleşmesine rağmen alacağının karar tarihi itibariyle büyük kısmının ödenmemesinin mülkiyet hakkını, Mahkemece hükmedilen tazminat bedelinin kesinleşen yargı kararının üzerinden karar tarihi itibariyle 26 ay geçmesine rağmen büyük ölçüde yerine getirilmemesinin ise başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal ettiği yönünde karar verilmiştir.
78. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal Akdeniz Belediyesince el atılan taşınmazı nedeniyle kesinleşen Mahkeme kararına rağmen başvurucuya alacağının büyük kısmının karar tarihi itibariyle ödenmemesinden kaynaklandığından ve kesinleşen yargı kararının bir an önce yerine getirilmesinde başvurucunun hukuki yararı bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için el atılan taşınmaz nedeniyle kesinleşen Mahkeme kararını bir an önce yerine getirmesini temin etmek amacıyla kararın bir örneğinin Akdeniz Belediyesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, kanuni olmayan el atma ve kesinleşen yargı kararının yerine getirilmemesi nedenleriyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ve yargı kararının bir an önce yerine getirilmesi için ilgili idareye kararın gönderilmesine karar verilmiştir. Tazminat bedelinin faiziyle birlikte ödenmesi halinde başvurucunun maddi zararının karşılanacağı göz önünde bulundurulduğunda bu aşamada ayrıca maddi tazminata karar verilmesine gerek bulunmamaktadır.
80. Başvurucuya 9/10/2012 tarihinde kesinleşen yargı kararına rağmen karar tarihi itibariyle alacağının büyük kısmı halen ödenmemiş durumdadır. Bu nedenle başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
81. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle,
A. Başvurunun mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin gereği yerine getirilmek üzere Akdeniz Belediye Başkanlığına gönderilmesine,
30/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.