TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA DEMİRTAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2002)
|
|
Karar Tarihi: 30/12/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa DEMİRTAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Hamza YILMAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, maliki olduğu
taşınmaza 2005 yılında Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırmaksızın fiilen
el atılarak yol ve kaldırım yapılması ve açtığı tazminat davasında lehine
hükmedilen tazminatın büyük kısmının kendisine ödenmemesi nedenleriyle mülkiyet
ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 14/03/2013
tarihinde Mersin 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 18/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanının 4/7/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 1/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı, ancak başvurucunun mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının
tespiti bakımından başvuruya konu tazminatın ödenip ödenmediği hususunun
Akdeniz Belediyesi’nden sorulması gerektiği bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri,
ilgili dava dosyasında yer alan olaylar ile kamu kurumlarından elde edilen
bilgiler ışığında özetle şöyledir:
7. Başvurucuya ait Mersin ili Nusratiye Mahallesi 3643 ada, 1 parselde kayıtlı taşınmazın
toplam 56,36 m²’sine 2005 yılında Akdeniz Belediyesince kamulaştırmasız el
atılarak yol ve kaldırım yapılmıştır.
8. Başvurucu, 30/4/2010 tarihinde Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) söz konusu kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davası
açmıştır.
9. Mahkeme, mahallinde
bilirkişi refakatinde keşif yapılmasına karar vermiş ve yapılan keşif sonrası
fen bilirkişisinin vermiş olduğu 4/4/2011 tarihli
kroki ve raporda dava konusu 116,00 m² miktarındaki taşınmazın A harfi ile
gösterilen 29,72 m²’lik bölümünün fiilen yol olarak, B harfi ile gösterilen
26,64 m²’lik bölümünün kaldırım olarak kullanıldığı, bu bölümler dışında kalan
C harfi ile gösterilen bölümün miktarının 59,63 m² olduğu ve el atılan yerin
değeri ile arta kalan alanda değer düşüklüğünün %100 olduğu belirtilerek,
istenebilecek tazminat bedelinin 18.466,04 TL olduğu tespit edilmiştir.
10. Mahkeme, 30/4/2010
tarih ve E.2010/272, K.2010/619 sayılı kararıyla davayı kabul ederek el atılan
taşınmaz kısmının davalı idare adına tesciline ve bilirkişi raporu
doğrultusunda belirlenen 18.466,04 TL bedelin başvurucuya ödenmesine karar
vermiştir.
11. Karar temyiz edilmiş ve
temyiz incelemesini yapan Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 5/3/2012
tarih ve E.2011/19145, K.2012/3917 sayılı kararıyla el atılan taşınmaz
bölümünün yol olarak terkinine yönelik düzeltmeyle İlk Derece Mahkemesi
kararını düzelterek onamıştır.
12. Başvurucunun karar düzeltme
talebini inceleyen Yargıtay aynı Dairesi, 9/10/2012
tarih ve E.2012/12668, K.2012/18844 sayılı kararıyla bu talebi reddetmiş ve
dava aynı tarihte kesinleşmiştir.
13. Başvurucu alacağının tahsili
için Mersin 4. İcra Müdürlüğünün E.2012/3916 sayılı dosyası ile başlattığı
takip kesinleşmiştir. İcra Müdürlüğünün 14/5/2012
tarihinde yaptığı hesaplama ile alacak miktarının toplam 30.779,84 TL olduğu
belirlenmiştir.
14. Davalı idare kesinleşen
borcunu muhasebe kayıtlarına alarak icra dosyasına 13/9/2012
tarihinde 5.000,00 TL, 23/10/20012 tarihinde 3.000,00 TL ve 18/6/2013 tarihinde
1.500,00 TL olmak üzere toplam 9.500,00 TL ödeme yapmıştır.
15. Başvurucu kesinleşen yargı
kararına rağmen bakiye kalan alacağını tahsil edemediğinden 14/3/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur..
B. İlgili
Hukuk
16. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen
geçici 6. maddenin 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle
yapılan değişiklikten önceki birinci ve altıncı fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması
hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile
4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına
ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya
kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle
malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından
ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma
yoluna gidilmesi esastır.
…
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde,
uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya
davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik
tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el
konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki
değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve
taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat
ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların
hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.”
17. 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Bazı
Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un iptal edilen geçici 2. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983
tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı
maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma
işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma
işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme
kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı
maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç
olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.”
18. 2942 sayılı Kanun’un Anayasa
Mahkemesinin 1/11/2012 tarih ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı Kararı ile
iptalinden sonra 24/05/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanunla değişik geçici 6.
maddesinin 1., 8. ve 13. fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması
hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile
4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına
ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya
kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin
rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan
talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde
hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle
uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.
…
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca
ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine
dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet
alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve
il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri
toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının
en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının
ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri
olacak şekilde, garameten ve taksitlerle
gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları
ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı
Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı
gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları
da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem
yapılabilir.
…
4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği
tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç
yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına
ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare
tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce
malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra
vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre
bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve
işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra
kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci
fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan
taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır…”
19. 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu
Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun “Ödenemeyen
giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar”
kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Ödeme emri belgesine
bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet
hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin
yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet
hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar,
mahkeme kararı üzerine ödenir.
Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri
karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre
ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi
gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara,
tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme
cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet
hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.”
20. 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
“Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın
önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde
taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan
taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma
tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava
tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 30/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
14/03/2013 tarih ve 2013/2002 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
22. Başvurucu, maliki olduğu
taşınmaza 2005 yılında Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırmaksızın fiilen
el atılarak yol ve kaldırım yapıldığını, açtığı tazminat davasında lehine
hükmedilen ve kesinleşen tazminatın büyük kısmının icra takibine rağmen
kendisine ödenmediğini ve mahkeme kararının icra edilmediğini, bu nedenlerle
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
25.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesini talep
etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
24. Başvurucu, maliki olduğu
taşınmaza 2005 yılında Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırmaksızın fiilen
el atılarak yol ve kaldırım yapıldığını, açtığı tazminat davasında lehine
hükmedilen ve kesinleşen tazminatın büyük kısmının icra takibine rağmen
kendisine ödenmediğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
25. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan
görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı, ancak başvurucunun
mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından başvuruya konu
tazminatın ödenip ödenmediği hususunun Akdeniz Belediyesinden sorulması
gerektiği bildirilmiştir.
26. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.”
27. Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
28. Anayasa'nın “Kamulaştırma” kenar başlıklı 46. maddesi
şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği
hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan
taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve
usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya
yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli
nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu
hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit
olarak ödenir.
…
29. Sözleşmeye Ek (1) No.lu
Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
30. Anayasanın 35. maddesi ve
(1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. İki düzenlemenin
ilk cümleleri herkese mülkiyet hakkını tanımakta, ikinci cümleleri ise kişilere
ait mülkiyet hakkının hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin
mülkünden yoksun bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır(B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 29).
31. Anayasa’nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve
hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel
kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve
kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının
sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, başvurucuların bahsedilen talebinin
değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46.
maddelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).
32. Çağdaş demokrasiler, temel
hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı
rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz
hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi,
kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvencelerin tamamı demokratik
toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve
özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik
toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla
sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla
olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun,
kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir
özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak
düzeye vardırılmaması gerekir (AYM, E.2012/108, K.2013/64, K.T.22/5/2013).
33. Anayasa’nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla
yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi
mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve
uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM,
yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak
istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş
ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak
manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den
daha geniş bir koruma sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
34. Hak ve özgürlüklerin ve
bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu
haklara ve özgürlüklere keyfi müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini
sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla
beraber kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin
uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve
genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına
mani değildir (B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
35. Hukuki güvenlik ile
belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki
güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini
ifade etmektedir. (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
36. Kamulaştırma yapmaya yetkili
olan Devlet, kamu tüzel kişileri, kamu kurumları veya kamu yararı bulunması
halinde yararlarına kamulaştırma yapılabilecek gerçek ve özel hukuk kişileri
tarafından, Anayasa’nın 46. maddesi ve 2942 sayılı Kanuna aykırı şekilde, özel
mülkiyete konu taşınmazlara kısmen veya tamamen, fiilen veya hukuken bedelsiz
olarak yapılan el koyma işlemi “kamulaştırmasız
el atma” olarak tanımlanmaktadır (B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 55).
37. Kamulaştırmasız el atma,
kamulaştırma ile kıyaslandığında daha az güvence sunan ve hukuki olmayan bir
yöntemdir. Şöyle ki, 2942 sayılı Kanun’a göre, kamulaştırma kararı
verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit
ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini
istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya
yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu
idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma
kararı alamayacaktır. Diğer taraftan, kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla ilgili
olarak uzlaşma ve dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu
nedenle dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir (Bkz. AYM,
E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).
38. Kamulaştırmasız el atma,
idareye, taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme
imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan
taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı
sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit eden ve
bireylere “kamulaştırmasız el atma nedeniyle
tazminat” ödenmesine hükmeden mahkeme kararıdır. Kamulaştırmasız el
atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların maliki olarak kalan başvuranları,
herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı
dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği
ancak daha sonra mahkemeler tarafından değerlendirilmektedir. Başka bir
deyişle, kamulaştırmasız el atma, her ne olursa olsun, idare tarafından
isteyerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu hukuki olarak kabul etmeye ve
idareye, kanuna aykırı davranışından fayda sağlama imkânı sunmaya yol
açmaktadır. İdareye resmi kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı
sağlayan böyle bir uygulama, kişilere öngörülemez ve keyfi durumlarla
karşılaşma tehlikesi taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki
güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın
alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Aynı yöndeki AİHM kararı için
bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye,
11765/05, 27/5/2010, §§ 40, 43, 45).
39. Anayasa’nın 35. ve 46.
maddeleri, taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına son veren müdahalelerin yasal
olmasını zorunlu tutmaktadır. Bu zorunluluk hukuk devletinin gereğidir. Anayasa’nın
46. maddesi hükmü ve 2942 sayılı Kanun gereği asıl olan kamulaştırma işlemi
yapmak suretiyle idarenin taşınmazı iktisap etmesidir. Yöntem olarak Anayasa ve
yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, dayanağını
Anayasa ve yasalardan almayan, bireylerin mülkiyet hakkına son veren bir
uygulama olan kamulaştırmasız el atma yasalara uygun bir kamulaştırma ile aynı
hukuki çerçeve içinde değerlendirilemez. İdarelere resmi kamulaştırma
kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, taşınmaz
sahipleri için öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riskini taşımaktadır
(B. No: 2012/1436, 6/3/2014, § 58).
40. Başvuru konusu olayda idare
yol ve kaldırım yapmak amacıyla, yani meşru kamu yararı amacıyla başvurucuya
ait taşınmaza el atarak 29,72 m²’lik bölümünü yol olarak, 26,64 m²’lik bölümünü
ise kaldırım olarak kullandığı, taşınmazın kalan 59,63 m²’lik kısmında el atma
sonrası %100 değer düşüklüğü meydana geldiği, bu şekilde Anayasa ve kanunlarla
belirlenmiş süreçler takip edilmeden başvurucunun mülkiyetinde bulunan
taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı mahkeme kararıyla sabittir. Bu
durumda başvurucuya ait taşınmaza yol ve kaldırım yapılmak amacıyla
kamulaştırmasız el atılmasının, Anayasa’nın 35. ve 46. maddeleriyle 2942 sayılı
Kanun’da belirtilen usule uymayan ve kanuni olmayan bir müdahale olduğu açık
olmakla birlikte müdahale sonrasında açtığı tazminat davasında lehine
hükmedilen bedelin kendisine halen ödenmemesinden şikâyetçi olan başvurucunun
taşınmaz mülkiyetine yönelik müdahalenin sonuçlarının devlet tarafından ortadan
kaldırılıp kaldırılmadığının ve bu bağlamda bireysel mülkiyet hakkı ile kamu
yararının gerekleri arasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının incelenmesi
gerekmektedir.
41. Anayasa’nın 35. maddesine
göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı
gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum
bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum
bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
42. AİHM de mülkiyet hakkına
yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu
denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararı ya da genel yararı amaçlamasının
yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adil
bir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede
bireylerin, mülklerinin değeriyle orantılı makul bir bedel ödenmeden
mülklerinden mahrum edilmeleri halinde yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına
hükmetmektedir (Sporrong ve Lönnroth/İsveç,
B. No: 7151/75 ve 7152/75, 23/9/1982, § 69; James ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B.
No: 8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96,
25/3/1999, § 48; Lithgow
ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81,
9265/81, 9266/81; 9313/81, 9405/81, 8/7/1986, § 120-121).
43. Yasa koyucu 2942 sayılı
Kanun’un geçici 6. maddesiyle Anayasa’nın 46. maddesine uygun olarak
kamulaştırılmaksızın ve malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması
nedeniyle meydana gelen hak kayıplarını telafi ederek mülk sahiplerine bedelin
ödenmesi ve idare adına tescil edilmesiyle taşınmazın hukuki durumunun belirgin
hale getirilmesi amacıyla düzenleme yapmıştır. Bu düzenlemeye göre,
kamulaştırmaksızın el atılan taşınmazların bedelinin ödenerek idare adına
tescilinin sağlanması için öncelikle 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usulde
uzlaşma yolu denenmelidir. Uzlaşma sağlanamaması halinde idare veya malik üç ay
içinde dava açarak bedelin tespiti ve taşınmazın idare adına tescilini
isteyebilmektedirler. Aynı maddeye göre bedel tespiti de 2942 sayılı Kanun
hükümleri uyarınca dava tarihine göre yapılmakta ve dava tarihi ile ödeme
tarihi arasındaki dönem için kanuni faiz uygulanmaktadır.
44. Yine aynı maddeye göre
idarelerin kesinleşen yargı kararları gereği ödemek zorunda oldukları bedellere
ilişkin olarak belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son
kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı
bütçelerinde pay ayırmaları ve kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan
ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemelerin sonraki yıllara sâri olacak
şekilde garameten ve taksitlerle gerçekleştirileceği,
taksitlendirmede, bütçe imkânları ile alacakların tutarlarının dikkate
alınacağı ve taksitli ödeme süresince kanuni faiz uygulanacağı hükme
bağlanmıştır.
45. Başvuru konusu olayda,
kamulaştırmasız el atma müdahalesiyle yol ve kaldırım yapılarak ulaşılmak
istenen kamu yararıyla başvurucunun mülkiyet hakkı arasında adil bir dengenin
de kurulması gerekmektedir. Bu denge başvurucuya el atılan taşınmaz bölümünün
mahkemece tespit edilen gerçek karşılığı ödenerek sağlanmalıdır. Mahkemelerin
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesine karar vermeleri kamu
yararıyla kişi yararı arasında adil dengeyi sağladığı gibi, idare tarafından
kullanımın yasal olmadığını tespit ederek belli bir hukuki güvence de
sağlamaktadır.
46. Başvuru konusu olayda
başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin kararı kesinleşmeden hükmedilen tazminatın
ödenmesi için icra takibi başlatmış ve İcra Müdürlüğünün 14/5/2012
tarihinde yaptığı hesaplama ile alacak miktarının toplam 30.779,84 TL’ye
ulaştığı tespit edilmiştir. Davalı idare Yargıtayın 9/10/2012 tarihli kararıyla kesinleşen borcunu muhasebe
kayıtlarına almış ve tazminata ilişlin kararın
kesinleşmesinin üzerinden karar tarihi itibarıyla 26 aylık bir süre geçmiş
olmasına rağmen bu güne kadar idarece icra dosyasına 2012 yılında 8.000,00 TL
ve 2013 yılında 1.500,00 TL olmak üzere toplam 9.500,00 TL ödeme yapılmıştır.
Karar tarihi itibariyle idarece 2014 yılında ödeme yapılmamıştır. Dolayısıyla
karar tarihi itibariyle kesinleşen yargı kararının üzerinden 26 ay geçmesine
rağmen tazminat miktarının büyük kısmı halen ödenmemiştir.
47. İdare, başvurucuya bir ödeme
takvimi sunmadığı gibi, ödemelerin düzensiz olduğu, geçen yıllar itibarıyla
azaldığı, 2014 yılı içinde karar tarihi itibariyle ödeme yapılmadığı ve
başvurucunun alacağının ne zaman ödeneceği konusunun belirgin olmadığı
görülmektedir. Somut başvuruya konu olayda 2942 sayılı Kanun’un geçici 6.
maddesiyle amaçlanan bedelin peşin veya taksitlendirilerek bir plan
çerçevesinde ödenmesi ve bu şekilde taşınmazın hukuki durumunun ve taşınmazın
karşılığı ödenecek bedelin ödenme şeklinin belirsizlikten kurtarılması amacına
ulaşılmadığı anlaşılmaktadır.
48. Bu durumda başvurucuya el
atılan taşınmazına karşılık Mahkemece belirlenen tazminat bedelinin büyük
kısmının halen ödenmediği, ödemelerin yerine getirilmesinde idarenin gereken
özeni göstermediği ve öngörülebilirliğin sağlanamadığı, dolayısıyla mülkiyet hakkına
yönelik müdahalenin sonuçlarının telafisi ve yararlar dengesinin korunması için
başvurulan ödeme yöntemi ve uygulamasının ulaşılmak istenen kamu yararıyla
başvurucunun müdahale edilen mülkiyet hakkı arasında olması gereken
orantılılığı sağlayamadığı ve başvurucuyu ağır ve tahammül edilemez bir yük
altına sokan başvuruya konu müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
49. Belirtilen nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargı Kararının Yerine Getirilmemesi
50. Başvurucu, Akdeniz
Belediyesinin maliki olduğu taşınmaza 2005 yılında kamulaştırmaksızın fiilen el
atarak yol ve kaldırım yapması ve aştığı tazminat davasında lehine hükmedilen
ve kesinleşen tazminatın büyük kısmının icra takibine rağmen kendisine
ödenmediğini ve mahkeme kararının icra edilmediğini, bu nedenlerle mülkiyet ve
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 25.000,00 TL maddi,
25.000,00 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesini talep etmiştir.
51. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan
görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı, ancak başvurucunun
mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından başvuruya konu
tazminatın ödenip ödenmediği hususunun Akdeniz Belediyesi’nden sorulması
gerektiği bildirilmiştir.
52. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
53. Anayasa’nın 138. maddesinin
4. fıkrası şöyledir:
“Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
54. Anayasa’nın 125. maddesinin
son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlüdür.”
55. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
56. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer
alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 38).
57. Anayasa’nın 36. maddesinde
ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren,
bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da
aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri
önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil,
yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM,
E.2009/27, K.2010/9, K.T. 14/1/2010).
58. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer
temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın,
yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu
ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının
geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de, adil yargılanma hakkının
kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır.
59. Nihai mahkeme kararlarını,
taraflardan biri aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren
düzenlemeler ve uygulamalar, mahkemeye erişim hakkının anlamını yitirmesine
sebep olmaktadır (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).
Yargı kararının geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa’nın 138. maddesinin
dördüncü fıkrasında mahkemelerin bağımsızlığının bir parçası olarak görülmekte
ve devlete yargı kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulama
yükümlülüğü getirilmektedir.
60. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği
için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının yerine
getirilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul
etmektedir. AİHM’e göre mahkemeye erişim hakkı, bir
uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın
uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması,
yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir
unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu çerçevede AİHM, kesinleşmiş ve
bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine
rağmen infaz edilmemesi durumunda, mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade
etmeyeceğini, yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesinin, 6. madde
anlamında “dava”nın
tamamlayıcı unsuru olduğunu vurgulamaktadır (bkz. Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002,
§ 34).
61. Zira davaya taraf olan
kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi
hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir.
İdareler yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu
uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın
safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen
teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybedecektir. (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B.
No: 6334/05, 23/10/2012, § 115). AİHM, bu yorumuyla
bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını
değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik
meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmektedir (bkz. Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007,
§ 54).
62. Anayasanın 138. maddesi
metninde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme
hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir
istisna kuralına yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu
otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı
kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla
kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında
yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını
engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan
güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün
geçerli olduğu bir devlette, bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan
güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı
kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul
edilemez (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).
63. Hukuki güvenlik ilkesi “öngörülebilirliği” sağlayan işleviyle
hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olarak, bireylere hem devlet hem de
toplumun diğer üyeleri karşısında “ilkesel”,
“kurumsal” ve “işlevsel” güvenceleri birlikte sağlar. Bu
ilke çerçevesinde; bir hukuk devletinde devletin tüm işlem ve eylemlerinin
hukuka uygun olmasının mevcut normlarla kural altına alınması “ilkesel” korumayı oluştururken, söz konusu
bu normların mahkemelerce uygulanarak hukuksal uyuşmazlıkların çözülmesi ise “kurumsal” güvence olarak kabul edilir.
Diğer taraftan hukuksal uyuşmazlıkları kesin olarak çözen mahkeme kararlarının
kamu otoritelerince yerine getirilmesi “işlevsel”
güvenceyi oluşturur (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, §
63).
64. Yargı kararlarının
uygulanmaması ve/veya geç uygulanması sebebiyle bireyler lehine zamanında
kullanılamayan “işlevsel”
güvencenin söz konusu olduğu bir durumda, “ilkesel”
ve “kurumsal” güvencelerin
bireyler adına etkin kılınabilmesi, kendilerinden beklenilen hukuksal korumayı
sağlamaları beklenilemez. Dolayısıyla yargı kararlarının bireyler hakkında
uygulanmasını içeren işlevsel güvence; ilkesel ve kurumsal güvenceleri
tamamlayan, bu güvencelerin istenilen sonuçları vermesini mümkün hale getirerek
bireysel hak ve özgürlüklere yargısal koruma sağlanabilmesini olanaklı kılan
vazgeçilmez bir hukuki teminattır (B. No: 2013/1752, 26/6/2014,
§ 64).
65. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden
biri olarak kabul görmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında
düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin yerine getirilmesi
yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul edilen kesin hükme
saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği
ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz
duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı
kalmayacaktır (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).
66. Yargı kararlarının yerine
getirilmesinde gecikmenin başvurucuların adil yargılanma haklarına bir müdahale
olduğu kabul edilmekle beraber, kararların icrasında ne kadar süreli bir
gecikmenin hak ihlali sayılacağının, davanın konusu, davanın konusu bir
alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti,
başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararının icrasının başvurucu
için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki
tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip
kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın
icrasında geçen süre gibi somut davanın koşullarına göre incelenmesi gerekir
(B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 66).
67. Nitekim AİHM, mahkeme
tarafından verilen hükmün yerine getirilmesini, AİHS’nin 6. maddesi bakımından
yargılamanın bütünleyici bir parçası olarak görmekte ve yargılamanın
uzunluğuyla ilgili davalarda da incelemektedir (Bkz. Di
Pede/İtalya, B. No: 15797/89, 26/9/1996, §§ 20-24). Bununla birlikte AİHM, yaptığı
incelemelerde belli süreyle gecikmeleri makul kabul etmekte ve ödemelerin
gecikmesi halinde gecikme faizi gibi telafi edici yöntemler bulunup
bulunmadığına bakacağına vurgu yapmaktadır (Bkz. Fidanten ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 27501/06, 28/6/2011,
§ 28)
68. 2942 sayılı Kanun’a eklenen
geçici 6. maddenin onbirinci fıkrası, 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız
el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla
idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir.
Kanun'da bu amaçla idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve
ödemelerin bu paylar üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat
miktarını karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle
ve garameten yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme halinde
kanuni faiz ödenmesi de kurala bağlanmıştır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). Ancak bireyin mülkiyet hakkına hukuka aykırı
olarak müdahale eden idarenin, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen
alacakları veya tazminatları ödememekte ısrar etmesi halinde, adil yargılanma
hakkı kapsamında yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkı ihlal edilmiş
olur. Anılan düzenleme, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacak veya
tazminatları ödememe sebebi olamaz (B. No: 2013/1752, 26/6/2014,
§ 68).
69. 2942 sayılı Kanun’un geçici
6. maddesiyle de kamu kurumlarının geçmişten gelen kamulaştırmasız el atmaları
nedeniyle açılan davalarda ödemek zorunda kaldıkları tazminatların mevcut kamu
hizmetlerini aksatmayacak şekilde ödenebilmesi için bütçelerinden pay
ayırmaları ve ödemeleri peşin yapamamaları halinde sonraki yıllara sâri olacak
şekilde borçların taksitlendirilmesi ve taksitlendirilmiş borçlara kanuni faiz
ödenmesi imkânı tanımıştır.
70. Bir kamu kurumu aleyhinde
verilen nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcu ifa etmemek
için ekonomik kaynak yokluğunun mazeret olarak ileri sürülemeyeceği (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002,
§ 35) belirtilmekle beraber, bu husus 5018 sayılı Kanun’un 34. maddesinde ifade
edilen kamu idarelerinin yargı kararı gereği ödemek zorunda oldukları
öngörülemeyen giderlerini, kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde kurumların
gelir ve nakit durumlarına göre belli bir takvime bağlayarak ve gecikmeden
kaynaklanan değer kayıplarını faizle telafi ederek makul bir süre içerisinde
ödemelerini bir hak ihlaline dönüştürmez.
71. Yargı kararlarının icrasında
meydana gelen gecikmelerin ihlal boyutuna ulaşıp ulaşmadığının tespitinde
gecikmenin süresi, idarenin borcunu muhasebe kayıtlarına alarak bir plana
bağlanması ve bu plan çerçevesinde ödeme yapması, yani idarenin tutumu, borç
miktarının öngörülüp öngörülemeyeceği, öngörülemez ise idarenin bütçe
imkânlarıyla kıyaslanması, tazminatın konusunun ödenmesini ivedi hale getirecek
özellikli bir konu olup olmaması, alacağın tamamının faiz ve yargılama
giderleriyle beraber ödenmesi, alacaklı ile yapılan bir uzlaşmanın olup
olmaması, alacaklının ödemenin yapılmasındaki menfaatinin önemi göz önünde
bulundurulmalıdır.
72. Başvuru konusu olayda idare
yol ve kaldırım yapmak üzere başvurucuya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atmış
olduğundan tazminat ödemek durumunda kalacağını bilebilecek durumdadır. İdare
kesinleşmiş mahkeme kararıyla ödemek zorunda olduğu borcunu muhasebe
kayıtlarına almış ve bir kısım ödemeleri de yapmış olmakla birlikte ödemeleri
bir plana bağlamadığı ve ödemelerin düzensiz olduğu görülmektedir. Ödemeler
konusunda başvurucuya bir ödeme planı ve takvim de verilmediği anlaşılmaktadır.
Ödenmesi gereken borç, ödenmesini aşırı derecede zorlaştıracak bir miktara da
baliğ değildir. Sayılan hususların yanında idarece icra dosyasına 2012 yılında
8.000,00 TL ve 2013 yılında 1.500,00 TL ödeme yapılmış, karar tarihi itibariyle
2014 yılında ödeme yapılmamıştır. Sonuç olarak karar tarihi itibariyle
kesinleşen yargı kararı üzerinden 26 aylık bir zamanın geçmesine rağmen idarece
borcun büyük kısmı halen ödenmemiş durumdadır.
73. Sonuç olarak yukarıda
sayılan hususlar göz önünde bulundurulduğunda; somut başvuruya konu davada
kamulaştırmasız olarak el atılan taşınmaz nedeniyle tazminat ödenmesi yönünde
kesinleşmiş yargı kararının üzerinden 26 ay geçmiş olmasına rağmen halen
ödenmesi gereken tazminat bedelinin büyük kısmının ödenmemiş olmasının
başvurucunun yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkını ihlal ettiği
kanaatine ulaşılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
75. Başvurucu, maliki olduğu
taşınmaza 2005 yılında Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırmaksızın fiilen
el atılarak yol ve kaldırım yapıldığını ve aştığı tazminat davasında lehine
hükmedilen ve kesinleşen tazminatın büyük kısmının icra takibine rağmen kendisine
ödenmediğini ve bu nedenlerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve 25.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi tazminatın
kendisine ödenmesini talep etmiştir.
76. 6216 sayılı Kanun’un
“Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Başvurucuya ait taşınmaza
Anayasa ve 2942 sayılı Kanun’da öngörülmeyen kamulaştırmasız el atma şeklindeki
müdahale sonrasında açtığı tazminat davasının lehine kesinleşmesine rağmen
alacağının karar tarihi itibariyle büyük kısmının ödenmemesinin mülkiyet
hakkını, Mahkemece hükmedilen tazminat bedelinin kesinleşen yargı kararının
üzerinden karar tarihi itibariyle 26 ay geçmesine rağmen büyük ölçüde yerine
getirilmemesinin ise başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal ettiği yönünde
karar verilmiştir.
78. Başvuru konusu olayda tespit
edilen ihlal Akdeniz Belediyesince el atılan taşınmazı nedeniyle kesinleşen
Mahkeme kararına rağmen başvurucuya alacağının büyük kısmının karar tarihi
itibariyle ödenmemesinden kaynaklandığından ve kesinleşen yargı kararının bir
an önce yerine getirilmesinde başvurucunun hukuki yararı bulunduğundan, 6216
sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için el atılan taşınmaz nedeniyle kesinleşen Mahkeme
kararını bir an önce yerine getirmesini temin etmek amacıyla kararın bir
örneğinin Akdeniz Belediyesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, kanuni olmayan el atma ve
kesinleşen yargı kararının yerine getirilmemesi nedenleriyle başvurucunun
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ve yargı kararının bir an önce yerine
getirilmesi için ilgili idareye kararın gönderilmesine karar verilmiştir. Tazminat
bedelinin faiziyle birlikte ödenmesi halinde başvurucunun maddi zararının
karşılanacağı göz önünde bulundurulduğunda bu aşamada ayrıca maddi tazminata
karar verilmesine gerek bulunmamaktadır.
80. Başvurucuya 9/10/2012 tarihinde kesinleşen yargı kararına rağmen karar
tarihi itibariyle alacağının büyük kısmı halen ödenmemiş durumdadır. Bu nedenle
başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
81. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin
başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle,
A. Başvurunun mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiği iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına
alınan mülkiyet ve adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin gereği yerine getirilmek üzere Akdeniz
Belediye Başkanlığına gönderilmesine,
30/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.