TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUHAMMED FURKAN DURAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/687)
|
|
Karar Tarihi: 30/12/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Recep BENLİ
|
Başvurucu
|
:
|
Muhammed Furkan DURAN
|
Temsilcileri
|
:
|
Zeliha DURAN ve Ramazan DURAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Özgür SOLAK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, devlet hastanesinde doğumu sırasında yaşanan
kusurlu hizmet sebebi ile sakat kaldığını, uğradığı zararın tazmini istemiyle
açtığı davada ikinci bilirkişi raporuyla ortaya konulan maddi zararın idari
yargıda ıslah müessesesi olmadığı için dikkate alınmadığını belirterek
Anayasa’nın 17. ve 36. maddesi ile tanınan maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürerek
maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 16/1/2013 tarihinde
Konya Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 22/4/2013 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde yapılan
toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 23/12/2013 tarihinde
Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 20/1/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 27/1/2014 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini
7/2/2014 tarihinde sunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
8. Başvurucu, 25/6/2000 tarihinde Sağlık Bakanlığına bağlı
Adıyaman Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesinde doğumu sırasında beyninin
oksijensiz kalması nedeniyle “hipoksik iskemik ensefalopati” olarak adlandırılan beyin
rahatsızlığına yakalanmıştır.
9. Başvurucunun doğum esnasında ve sonrasında uğramış olduğu
zararlarının karşılanması talebiyle 2001 yılında Sağlık Bakanlığı’na başvuruda
bulunulmuştur.
10. Başvurunun süresinde cevaplanmaması üzerine Gaziantep 1.
İdare Mahkemesine 18/5/2001 tarihinde 11.000 TL maddi, 3.000 TL manevi tazminat
istemli tam yargı davası açılmıştır.
11. Mahkemece, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Ünitesinden aldırılan 12/10/2001
tarihli raporda özetle, çocuğun arız olan hastalığa doğum öncesinde mi, doğum
sırasında mı, yoksa doğum sonrasında mı maruz kaldığı hakkında ve hastalığın
nedeni konusunda yorum yapılamayacağı sonucuna varıldığı belirtilmiştir.
Mahkemenin iş güç kaybına yönelik avukat bilirkişiden aldırdığı 24/5/2004
tarihli bilirkişi raporunda ise, özetle, mahkemece davalı Bakanlığa bağlı
hastane personelinin ağır hizmet kusurunun bulunduğu, başvurucunun ömür boyu
%100 oranında malul kaldığı kabul edildiği takdirde iş gücü kaybından
(maluliyetten) kaynaklanan maddi tazminatın 138.246,96 TL olduğu
bildirilmiştir.
12. Başvurucu, avukat bilirkişinin iş güç kaybına ilişkin
raporunu öğrendikten sonra 20/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu’nun 13. maddesi kapsamında 8/12/2004 tarihli dilekçesi ile Sağlık
Bakanlığına başvurarak bilirkişi raporu ile ortaya çıkan toplam zarardan kalan
127.246,00 TL maddi zararın tazminini istemiştir. İdare, 27/12/2004 tarihli
cevabında konuyla ilgili olarak Gaziantep 1. İdare Mahkemesinde görülmekte olan
dava olması sebebiyle başvurucunun talebini reddetmiştir.
13. Bunun üzerine başvurucu 28/2/2005 tarihli dilekçesi ile
Gaziantep 2. İdare Mahkemesinde 127.246,00 TL maddi tazminatın ödenmesi
talebiyle ikinci bir dava açmıştır.
14. Gaziantep 1. İdare Mahkemesinde görülen davada, mahkeme
7/3/2005 tarih ve E.2001/995, K.2005/386 sayılı kararında, doğumun icap
nöbetçisi ve kadın doğum uzmanına haber verilmeksizin hastanede görevli ebeler
tarafından gerçekleştirildiğini, doğum esnasında başvurucu çocuğun fazla
zorlandığını, tüm bunların sonucunda başvurucunun beyninin hasar gördüğünü bu
nedenle kamu hizmetinin kötü işlediğinin kabul edilmesi gerektiğini belirtmiş,
tazmin istemi hakkında 10.000 TL maddi ve 3.000 TL manevi tazminata
hükmetmiştir.
15. Gaziantep 2. İdare Mahkemesi ise 27/3/2006 tarih ve
E.2005/385, K.2006/711 sayılı kararında “aynı
uyuşmazlığın yeniden dava konusu edilerek mahkemece reddedilen 127.246 YTL
tutarındaki maddi zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın kesin hüküm
nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmamaktadır” gerekçesiyle
davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar vermiştir.
16. Gaziantep 1. İdare Mahkemesinin kararı başvurucu
tarafından temyiz edilmemiştir. Davalı idare tarafından temyiz edilen karar
Danıştay Onuncu Dairesinin 15/2/2008 tarih ve E. 2005/8148 K. 2008/676 sayılı
kararında “…dava konusu uyuşmazlığın çözümü
için davalı idarenin tazmin yükümlülüğü açısından olayda hizmet kusuru bulunup
bulunmadığının tespiti amacıyla, bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucunda
hazırlanacak raporun değerlendirilmesi gerekir. …esas itibariyle adalet
işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere kurulan Adli Tıp Kurumuna, niteliği
belirtilen şekilde inceleme yaptırıldıktan sonra karar verilmesi gerekirken
bilirkişi incelemesi yaptırılmadan verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka
uygunluk bulunmamaktadır” gerekçesine dayanılarak bozulmuştur.
17. Başvurucu tarafından temyiz edilen Gaziantep 2. İdare
Mahkemesinin kararı, Danıştay 10. Dairesinin 17/12/2010 tarih, E.2007/707,
K.2010/10822 sayılı kararıyla onanmıştır. Onama kararında, davanın, idari
eylemin ve oluşan zararın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içinde idareye
başvurulduktan sonra açılması gerekirken, bu sürenin dolmasından sonra
açılmasından dolayı, süre aşımı nedeniyle reddi gerektiği şeklinde farklı bir
gerekçeye yer verilmiştir. Onama kararı üzerine karar düzeltme isteminde
bulunan başvurucunun bu istemi Danıştay 10. Dairesinin 2/11/2012 tarih ve
E.2011/8131, K.2012/5365 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
18. Bu karar başvurucuya 17/12/2012 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Bozma kararından sonra Gaziantep 1. İdare Mahkemesi
dosyayı yargı yetkisi bakımından yetkili Şanlıurfa İdare Mahkemesine
göndermiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi E.2009/502 sayılı dosya kapsamında
yaptığı yargılamada, bozma kararı doğrultusunda Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas
Kurulundan rapor almıştır. 25/9/2009 tarihli raporda özetle, mevcut tablonun
yeni doğan sepsisine bağlı olduğu, doğumda davalı
idareye atf-ı kabil kusur bulunmadığı belirtilmiştir.
Mahkeme bilirkişi raporu doğrultusunda 19/3/2010 tarih ve K.2010/445 sayılı
kararıyla davalı idareye atf-ı kabil kusur
bulunmadığından davanın reddine karar vermiştir.
20. Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine,
Danıştay 10. Dairesi 17/2/2010 tarih ve E.2010/12346, K.2010/10823 sayılı
kararıyla maddi tazminat isteminin reddine yönelik kısmın onanmasına, sunulan
sağlık hizmetinin yetersizliği nedeniyle duyulan acı, elem ve üzüntünün kısmen
de olsa hafifletilebilmesi amacıyla manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden
manevi tazminat isteminin reddine yönelik kısmın bozulmasına karar vermiştir.
21. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, Danıştay 10.
Dairesinin 27/4/2012 tarih ve E.2011/8741, K.2012/1890 sayılı kararıyla
reddedilmiştir.
22. Şanlıurfa İdare Mahkemesi manevi tazminat yönünden
bozulan karar nedeniyle yaptığı E.2012/3108 sayılı yargılama sonunda verdiği
20/12/2012 tarih ve K. 2012/3059 sayılı kararla manevi tazminat yönünden
bozulan kararında ısrar ederek davanın reddine hükmetmiştir.
23. Bu karar başvurucu tarafından 25/4/2013 tarihinde temyiz
edilmiş ve dosya 12/6/2013 tarihinde Danıştay ilgili daire başkanlığına
gönderilmiştir.
24. UYAP kayıtlarından yapılan sorgulamada dosyanın halen
Danıştay aşamasında olduğu anlaşılmıştır.
25. Başvurucu, 16/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
26. 26/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı
davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
27. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden
doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise
şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun
değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da,
hukuk hâkimini bağlamaz.”
28. Yargıtayın konu ile ilgili bazı içtihatları
şöyledir:
“…Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen
bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını
ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik
sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (
BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun
elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği
çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından
doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin
sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak
zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (
BK.321/1.md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün
kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor,
hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın
durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun
gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine
gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir
tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar
yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla
yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın
ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum
ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de
müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan
vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini
beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun
394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise
doktor sorumlu tutulmamalıdır…(Hukuk Genel Kurulunun
13/4/2011 tarih ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı).”
“Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü
iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi
doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen
doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında
kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede
bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece,
dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu
iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmıştır.
Davalının görevi dışında kalan kişisel
kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin
görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde
bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye
düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye
yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan
davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur…(Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarih ve E. 2011/4-592,
K.2012/25 sayılı kararı).”
“…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava
temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa
dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet
görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil
ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın
yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan
zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna
ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif
kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı
içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul
edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları
yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin
saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi
yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi
olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar
yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi
yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve hastalığının
özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta,
tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında
mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh
sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde
beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/1. maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa
etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte
sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır…(13.
Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarih ve E.2011/19947, K.2012/3097 sayılı kararı).”
29. 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade
Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 4.
maddesi ile değişik 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 16. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Taraflar, sürenin geçmesinden sonra
verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.
Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya
diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı
ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın
artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa
tebliğ edilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 30/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 16/1/2013 tarih ve 2013/687 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
31. Başvurucu ilk olarak, doğumu sırasında yaşanan hizmet
kusuru sebebi ile uğradığı zararların bilirkişi raporuyla sonradan tespit
edilen kısmını, zararın tam olarak davanın açıldığı sırada belli olmaması ve
idari yargıda ıslah kurumunun olmaması nedeniyle isteyemediklerini, maddi
zararın kalan kısmının tazmini isteminin Gaziantep 2. İdare Mahkemesi tarafından
kesin hüküm gerekçe gösterilerek reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini; ikinci olarak da
doğum esnasında ve sonrasında sağlık personelinin gereken önlemleri
almadıklarını, doğumda kadın doğum uzmanının bulunmadığını, doğum kararını dahi
ebelerin aldığını ve doğum sonrasında gerekli müdahalelerde bulunmadıklarını,
bu kamu görevlilerinin kendi kurumları tarafından kusurlu bulunarak
cezalandırıldıklarını belirterek sağlık hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş
ve 127.426,00 TL maddi, 500.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
32. Adalet Bakanlığı görüşünde şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından yaşam hakkının ihlali iddiasına ilişkin değerlendirme
yapılırken, öncelikle başvurucunun mağdur sıfatını taşıması gerektiği, söz
konusu başvuruda başvuranın tazminat yoluyla talebi karşılandığı gözetilerek
başvurucunun mağdur sıfatı bulunup bulunmadığı konusunda takdirin Anayasa
Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.
33. Başvurucu, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı, idarenin vermiş olduğu zararı uygun bir şekilde tazmin
etmesi mağdur sıfatını ortadan kaldırsa da kendi durumunda zararın tazmininin
söz konusu olmadığını, mahkeme tarafından uzman bilirkişilerden alınan
raporlara göre ilk dava ile karşılanmayan maddi zararın 127.426 TL olması ve bu
tazminatın başvuruda kabul edilmemesi karşısında mağduriyetinin devam ettiğini
beyan etmiştir.
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucunun adil yargılanma ve sağlık hakkına
bağlı olarak Anayasa’nın 36. ve 56. maddelerinin ihlal edildiği şeklindeki iddiaları
Anayasa’nın 17. maddesi ile ilişkili görülerek, kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
35. Başvurucu, doğum esnasında ve sonrasında sağlık
personelinin gereken önlemleri almadıklarını, doğumda kadın doğum uzmanının
bulunmadığını, doğum kararını dahi ebelerin aldığını ve doğum sonrasında
gerekli müdahalelerde bulunmadıklarını, bu kamu görevlilerinin kendi kurumları
tarafından kusurlu bulunarak cezalandırıldıklarını ileri sürmektedir.
36. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
37. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
38. Anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü, gerek kamusal yetkilerle
donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına
alınmıştır. Bu çerçevede devletin, egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü
altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri
önleme, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma,
failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili
bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan
zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin,
Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği
durumlarda, kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez. (B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 40).
39. Bu çerçevede, devlet hastanesinde doğumu esnasında
verilen kusurlu hizmet sebebiyle sakat kaldığını iddia eden başvurucunun, bu
olay nedeniyle kendisine yeterli ve adil bir tazmin sağlanmadığı iddiası,
Anayasa’nın 17. maddesinin koruma alanı kapsamında yer almaktadır.
40. Başvurucunun devlet hastanesinde doğumu sırasında yaşanan
kusurlu hizmet sebebi ile sakat kalması suretiyle devletin maddi ve manevi
varlığını koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiaları açısından bir ihlal
söz konusu ise bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır (B.No:
2013/2075, 4/12/2013, § 75). Yargıtayın yukarıda (§
28) yer verilen konu hakkındaki içtihatları (B. No: 2013/2839, 3/4/2014, §
24-27) dikkate alındığında, ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve
ihmallere karşı da, husumetin yöneltileceği kişiye bağlı olarak, 2577 sayılı
Kanun ile 6098 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen (§ 26-27) hükümleri uyarınca
kusura ve hatta kusursuz sorumluluğa dayalı olarak idareye veya kişilere
yönelik idare ve hukuk mahkemeleri önünde uğranılan zararları tazmin yolları
düzenlenmiştir (B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 74). Başvurucu da somut olayda
doğum esnasında yapılan yanlış müdahale nedeniyle sakat kaldığını ileri sürerek
ilgili idare aleyhine tazminat davası açmıştır.(§10)
41. Başvurucu, doğumu sırasında yaşanan hizmet kusuru sebebi
ile uğradığı zararların tazmini amacıyla açtığı davada bilirkişi raporuyla
hesaplanan ve karşılanmayan maddi zararının 127.426 TL olduğunu, idari yargıda
ıslah kurumunun olmaması nedeniyle bu maddi zararını talep edemediğini, bunun
üzerine maddi zararın kalan kısmının tazmini amacıyla Gaziantep 2. İdare
Mahkemesine dava açtığını, davanın kesin hüküm gerekçe gösterilerek
reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama
hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
42. Başvurucunun iddialarına konu edilen yargı süreci
incelendiğinde, başvurucu tarafından Gaziantep 1. İdare Mahkemesine açılan
11.000 TL maddi, 3.000 TL manevi tazminat istemli tam yargı davasında, mahkeme
tarafından avukat bilirkişiden alınan iş güç kaybına ilişkin raporda
başvurucunun kazanç kaybının 138.246,96 TL olduğunun bildirildiği, yargılama
sonunda kamu hizmetinin kötü işlediğinin kabul edilmesi gerektiği belirtilerek
tazmin istemi hakkında talebe bağlı kalınarak 10.000 TL maddi ve 3.000 TL
manevi tazminata hükmedildiği, kararın davalı idare tarafından temyiz edilmesi
sonucu Danıştay 10. Dairesi tarafından hizmet kusuru bulunup bulunmadığı
hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor alınmadığı gerekçesiyle kararın bozulduğu,
bozmadan sonra Gaziantep 1. İdare Mahkemesinin dosyayı yargı yetkisi bakımından
yetkili Şanlıurfa İdare Mahkemesine gönderdiği, Şanlıurfa İdare Mahkemesince
yapılan yargılamada, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan rapor alındığı, raporda
doğumda davalı idareye atf-ı kabil kusur
bulunmadığının belirtildiği, mahkemenin bilirkişi raporu doğrultusunda davalı
idareye atf-ı kabil kusur bulunmadığı gerekçesiyle
davanın reddine karar verdiği, kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi
üzerine, Danıştay 10. Dairesince maddi tazminat isteminin reddine yönelik
kısmın onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
43. Başvuru dilekçesinde başvurucu, her ne kadar bireysel
başvuru talebinin sadece Gaziantep 2. İdare Mahkemesinin E.2005/385, K.
2006/711 sayılı kararına ilişkin olduğunu belirtse de,
başvurucu bu davayı Gaziantep 1. İdare Mahkemesinde görülen davada avukat
bilirkişinin sadece iş güç kaybını hesaplayarak verdiği raporundaki tazminat
miktarını esas alarak açmıştır. Yukarıda anlatılan Gaziantep 1. İdare
Mahkemesindeki yargı süreci dikkate alındığında, avukat bilirkişinin sadece iş
güç kaybını hesaplayarak verdiği rapora istinaden verilen kararın olayda hizmet
kusuru bulunup bulunmadığının saptanması için Adli Tıptan rapor alınması
gerektiği gerekçesiyle Danıştayca bozulduğu, bozma
üzerine Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan rapor alındığı, raporda mevcut
tablonun yeni doğan sepsisine bağlı olduğu, doğumda
davalı idareye atf-ı kabil kusur bulunmadığının
belirtildiği, bunun üzerine mahkemenin davanın reddine karar verdiği,
başvurucunun kararı temyiz ettiği, temyiz incelemesi sonucu kusur durumuna
ilişkin Adli Tıp raporu yeterli görülerek maddi tazminatın reddine ilişkin
kısmın onanarak kesinleştiği, dolayısıyla başvurucunun ikinci davasına dayanak
yaptığı ilk davadaki bilirkişi raporunun hükümsüz hale geldiği, sonuç olarak
mahkeme kararında herhangi bir keyfilik tespit edilemediği gibi olayda hizmet
kusuru bulunmadığı da kesinleştiğinden başvurucunun maddi tazminata ilişkin
iddialarının dayanaktan yoksun olduğu görülmektedir.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan anayasal hakkına yönelik bir ihlal olmadığının
açık olduğu anlaşıldığından, olayda hizmet kusuru bulunduğu ve ıslah kurumunun
olmaması nedeniyle maddi zararını karşılamadığına dair başvurunun diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle başvurunun “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına, 30/12/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.