TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN GEÇER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1326)
|
|
Karar Tarihi: 17/7/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Osman GEÇER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, iş akdinin feshinin
iptali ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle açtığı davanın, yaklaşık 3,5
yılda tamamlandığını, iş akdinin feshedilmesine sebep olan işlemler dolayısıyla
işleme katılan diğer çalışanların iş akitlerinin feshedilmemesi ve
Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığına karar vermesine rağmen kendisine
işten çıkarılma cezası verildiğini, Mahkeme kararının gerekçesiz olduğunu
belirterek, Anayasa’nın 10. ve 36. maddelerinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 8/2/2013 tarihinde
İskenderun İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 22/4/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölümün 20/5/2013 tarihli ara
kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 22/7/2013
tarihli görüş yazısı 5/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 15/8/2013 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun çalıştığı Bankada hakkında hazırlanan teftiş
kurulu raporuyla mudilerin bilgisi ve rızası olmaksızın hesaplarından tediye ve
tahsil işlemleri yaptığı, başka bir müşteri adına yine haberi olmaksızın kredi
kullanıp kapattığı ve bu şekilde elde ettiği parayı kullandığı tespit edilmiş
ve iş akdi işveren Banka tarafından 3/3/2009 tarihli
disiplin kurulu kararına istinaden 1/6/2009 tarihinden itibaren feshedilmiştir.
8. İşveren Bankanın şikâyeti üzerine başvurucu hakkında
İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca 2009/6170 sayılı soruşturma dosyası
açılmıştır. İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun ifadesini alıp
gerekli araştırmayı yaptıktan sonra görevi kötüye kullanma suçu yönünden olayda
başvurucunun kamu görevlisi olmadığı ve hesaplarından bilgileri olmaksızın
kredi kullandırılan kişilerin kredileri kısa sürede faiziyle birlikte kapatıldığından
zarar oluşmadığı gerekçesiyle 25/10/2010 tarihinde
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiş, bu karar 11/1/2011 tarihinde
kesinleşmiştir.
9. Başvurucu 23/6/2009 tarihinde
İskenderun İş Mahkemesinde (Mahkeme) iş akdinin haksız yere feshedildiği
gerekçesiyle işe iade davası açmıştır.
10. Mahkeme, ilk üç duruşmada davacı ve davalının cevap ve
cevaba cevap dilekçelerini almış, delilleri toplamış ve şahitleri dinlemiş, 28/1/2010 tarihli üçüncü duruşmada İskenderun Cumhuriyet
Başsavcılığından dosyanın istenmesine karar vermiş, sonraki 8 duruşmada
bahsedilen dosyayı bekletici mesele yaparak sonucunun beklenmesine, istenmesine
ve incelenmesine karar vermiştir. Mahkeme 14/4/2011 ve
20/10/2011 tarihleri arasında yaptığı üç duruşmada ise 2008/8095 sayılı başka
bir soruşturma dosyasının istenmesine ve incelenmesine karar vermiştir.
11. Mahkeme, 8/3/2012 tarihinde
E.2009/523, K.2012/281 sayılı karar ile başvurucunun, müşterilerin bilgisi ve
rızası olmaksızın hesaplarından para çekip yatırdığı, kredi kullandırıp
kapattığı ve bu şekilde elde ettiği parayı kullandığı, hesaplarından kredi
kullandırılan kişilerin banka müfettişine verdikleri ifadelerde kullanımın
kendilerine ait olmadığını ifade ettikleri, daha sonra şikâyetlerini geri
almalarının başvurucuyu koruma amacına yönelik olduğu, başvurucunun
savunmalarının tutarsız olduğu, bankaların güven ve itibar kurumları olduğu, iş
sözleşmelerinin tarafların karşılıklı güvenine dayandığı, başvurucunun
Bankacılık Kanununa aykırı davranışlarının tespit edildiği ve bu güven sarsıcı
durumdan sonra sözleşmenin sürdürülmesinin beklenemeyeceği, bu nedenlerle
feshin haklı sebebe dayandığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
12. İlk Derece Mahkemesinin kararı davacı tarafından temyiz
edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, temyiz
itirazlarını yerinde görmemiş ve “…dosyadaki
yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve
özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde
bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan
hükmün onanmasına…” gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararını
usul ve kanuna uygun bularak 8/11/2012 tarihinde
E.2012/17382, K.2012/36899 sayılı kararıyla hükmü onamıştır. Karar aynı tarihte
kesinleşmiştir.
13. Kesinleşen karar 15/1/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
14. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi
ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
15. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer
kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı
447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama
usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili
hükümleri uygulanır.”
16. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş
Kanunu’nun “Fesih bildirimine itiraz ve
usulü” kenar başlıklı 20. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.”
17. 4857 sayılı Kanun’un “Feshin
geçerli sebebe dayandırılması” kenar başlıklı 18. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran
işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş
sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya
da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorundadır.”
18. 4857 sayılı Kanun’un “İşverenin
haklı nedenle derhal fesih hakkı” kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren,
aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim
süresini beklemeksizin feshedebilir:
…
II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan
haller ve benzerleri:
…
e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye
kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi
doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.
…
h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri
kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.
ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması
yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı
olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve
maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba
uğratması.
III- Zorlayıcı sebepler:
…
İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen
sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri
çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 8/2/2013 tarih ve 2013/1326 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, iş akdinin feshinin
iptali ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle açtığı davanın, ceza
soruşturmasının sonucunun beklenmesi sebebiyle yaklaşık 3,5 yılda
tamamlandığını, iş akdinin feshedilmesine sebep olan işlemler dolayısıyla
kendisine işten çıkarılma cezası verilmesine rağmen, işleme katılan banka
yönetmen yardımcısının ve yönetmeninin iş akdinin feshedilmediğini, Mahkemenin
hakkındaki ceza soruşturmasında takipsizlik kararı verilmesini göz önünde
bulundurmadan ret kararı verdiğini, temyiz davasını inceleyen Yargıtay
dairesinin onama kararını gerekçesiz verdiğini belirterek, Anayasa’nın 10. ve
36. maddelerinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiş ve iş akdinin haksız olarak feshedildiği gerekçesiyle
mahrum kaldığı 22 yıllık kıdem tazminatının ödenmesi ile yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle elde edemediği 3 yıllık kazanç kaybının tazmin edilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
21. Başvurucu iş akdinin feshedilmesine
sebep olan işlemler dolayısıyla kendisine işten çıkarılma cezası verilmesine
rağmen, işleme katılan banka yönetmen yardımcısının ve yönetmeninin iş akdinin
feshedilmediğini, Mahkemenin hakkındaki ceza soruşturmasında takipsizlik kararı
verilmesini göz önünde bulundurmadan ret kararı verdiğini, bu nedenle adil
yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. Adalet Bakanlığı görüş yazısında,
başvurucuyu işten çıkaranın özel kanun hükümlerine tabi bir banka olduğu, bu
konuda kamu otoritelerince bir işlem tesis edilmediği, bu nedenle işten çıkarma
uygulamasının kişi bakımından yetkinin dışında olduğu, Anayasa Mahkemesinin bir
hak ihlali olmadıkça mahkemelerin maddi ve hukuki hatalarının bireysel başvuru
kapsamında incelenemeyeceği, başvurucunun işten çıkarılma gerekçesinin
haksızlığından şikâyet ettiği ve bunun Mahkemece incelenip reddedildiği
belirtilerek bu şikâyetler yönünden başvurunun açıkça dayanaktan yoksun
olduğunun düşünüldüğü ifade edilmiştir.
23. Başvurucu, Adalet Bakanlığının
görüşüne karşı, işveren bankanın bir kamu bankası olduğu, sermayesinin
tamamının Hazineye ait olduğu, daha önceleri personelinin de kamu personeli
statüsünde olduğu, özel statüye geçmeyen personelin memur olarak başka
kurumlara atandığı belirtilerek kredi vermede asıl sorumlu olan unvanlı
personelin sadece uyarı cezası almasına rağmen kendisinin iş akdine son
verildiği belirterek ihlal iddialarını tekrar etmiştir.
24. Başvurucu, iş akdinin
feshedilmesine sebep olan işlemler dolayısıyla kendisine işten çıkarılma cezası
verilmesine rağmen, işleme katılan banka yönetmen yardımcısının ve yönetmeninin
iş akdinin feshedilmediğini belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüşse de, kendisine Anayasa’nın 10. maddesinin ilk fıkrasında sayılan hangi
nedene dayalı olarak veya hangi sebeple ayrı muamele yapıldığından
bahsetmemiştir. Başvurucu esas olarak işten çıkarılma gerekçesinin
haksızlığından ve bu konuda Mahkemece verilen kararın hatalı olduğundan şikâyet
etmektedir. Başvurucunun emsal gösterdiği unvanlı personelin somut başvuruya
konu olayda mudilerin hesaplarından bilgi ve rızaları olmaksızın para çekilmesi
ve yatırılması ile kredi kullandırılması işlemlerinden sorumlulukları kontrol
etme ve onaylamaya bağlı iken başvurucu işlemleri bizzat yapan kişi olarak
sorumludur. Bu sorumluluğa bağlı olarak yapılan teftiş incelemesi sonrasında
farklı cezalar önerilmesi ve yetkili kurullarca onaylanması beklenmesi gereken
bir sonuç olup, başvurucunun şikâyetinin incelemesinde ayrıca eşitlik ilkesi
yönünden değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
25. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
26. Bir anayasal hakkın ihlali iddiası içermeyen, yalnızca
derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen
başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin
yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır (B. No: 2012/1056,
16/4/2013, § 34).
27. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel
başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin
tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir
hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
28. Başvuruya konu somut davada başvurucunun hakkında
hazırlanan teftiş kurulu raporuyla mudilerin bilgisi ve rızası olmaksızın
hesaplarından tediye ve tahsil işlemleri yaptığı, başka bir müşteri adına yine
haberi olmaksızın kredi kullanıp kapattığı ve bu şekilde elde ettiği parayı
kullandığı tespit edilerek iş akdi feshedilmiştir. Başvurucunun iş akdinin
haksız yere feshedildiği gerekçesiyle açtığı işe iade davasında Mahkeme, 8/3/2012 tarihinde başvurucunun müşterilerin bilgisi ve
rızası olmaksızın hesaplarından para çekip yatırdığı, kredi kullandırıp
kapattığı ve bu şekilde elde ettiği parayı kullandığı, başvurucunun
savunmalarının tutarsız olduğu, başvurucunun bankacılık kanununa aykırı
davranışlarının tespit edildiği ve güven sarsıcı bu durumdan sonra sözleşmenin
sürdürülmesinin beklenemeyeceği, bu nedenlerle feshin haklı sebebe dayandığı
gerekçesiyle (§§ 10-11) davanın reddine karar vermiştir.
29. Somut davada Mahkemece uyuşmazlığın çözümü için gerekli
bilgi ve belgeler toplanarak inceleme yapılmış ve tanık ifadelerine
başvurulmuş, başvurucuya itirazlarını sunmak üzere imkân verilmiş ve bu iddia
ve itirazları değerlendirilmiştir.
30. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun yargılamanın sonucuna
yönelik iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
içermediği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
31. Başvurucu Yargıtay onama kararının gerekçesiz olduğu,
Anayasa’ya göre tüm mahkemelerin kararlarının gerekçeli olması gerektiğini
belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Adalet Bakanlığı görüş yazısında,
mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının adil yargılanma hakkının bir gereği
olduğu, ancak temyiz incelemesinde kararlarının tamamen gerekçeli olmak zorunda
olmadığı, derece mahkemesiyle aynı görüşte olunması halinde o gerekçeyi
kullanarak veya basit bir atıfla görüşünü karara yansıtmasının yeterli olduğu,
bu anlamda somut başvuruya konu Yargıtay kararında yeterli gerekçenin yazılmış
olduğu ifade edilmiştir.
33. Başvurucu, Adalet Bakanlığının gerekçeli karar hakkına
yönelik görüşüne karşı cevap vermemiştir.
34. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez
olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı,
iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu,
temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu
açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
35. Anayasa’nın 141. maddesinde güvence altına alınan
gerekçeli karar hakkı, mahkeme kararlarında kararların dayandığı hukuki
gerekçenin yeterli açıklıkta gösterilmesini gerektirir. Bununla birlikte
mahkeme kararlarının gerekçesinde tarafların tüm iddialarının ayrıntılı bir
biçimde tartışılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerekçenin ayrıntısı davanın
niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak
hukuki bir gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır
(B. No: 2013/1034, 20/3/2014, § 33).
36. Temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması
zorunlu değildir. Temyiz merciinin, yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı
fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla
kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin
derece mahkemesinin kararını ve temyiz itirazlarını inceleyerek kararı
onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Garcia Ruiz /İspanya, B.No. 30544/96, 21/1/1996, § 28).
37. Somut olayda, Mahkemece, başvurucunun temyiz başvurusunda
da dile getirdiği iddialar tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, hukuk kuralları
ve diğer delillerle beraber incelenmiş ve davanın reddine karar verilmiştir (§§
10-11). Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf
yapılarak ve bu gerekçe kabul edilerek hüküm onanmıştır (§ 12). Bu durumda
Yargıtay kararının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun gerekçeli karar
hakkına ilişkin iddiası yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundan,
başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin 'açıkça dayanaktan yoksun olması' nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın
Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
39. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
40. Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine iş
mahkemesinde açtığı feshe itiraz davasının, yaklaşık üç buçuk yılda makul
olmayan bir sürede tamamlandığını, dava daha hızlı sonuçlandırılsa idi kalan
emeklilik süresini doldurup emekli olabileceğini belirterek makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul süreye ilişkin
değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
yaklaşımını benimseyerek yargılama sürecinin bütününü ele aldığını, AİHM’in ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine
ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladığı ve uyguladığını denetlemediğini,
davanın başvurucu açısından taşıdığı önemi bir değerlendirme kriteri
olarak ele aldığını; somut başvuruda ilk derece mahkemesinin 33 ayda karar
verdiğini, bu süre zarfında davanın esasını incelediği, tanık ifadelerine
başvurduğu, tanık sayısının ve delil listesinde yer alan belgelerin fazla
olduğu, davanın uzamasındaki en büyük nedenin İskenderun Cumhuriyet
Başsavcılığının başvurucu hakkındaki 2009/6170 sayılı soruşturma dosyasının
bekletici mesele yapılması olduğu ifade edilerek yargılama süresinin makul olup
olmadığı incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde
beyanda bulunulmuştur.
42. Başvurucu karşı beyan dilekçesinde, Mahkemenin ret
kararını dayandırdığı gerekçelerin tamamının bekletici mesele yapılan
soruşturma dosyası sonuçlanmadan önce de mevcut olduğunu, soruşturma dosyasının
beklenmesinin davaya hiçbir katkısı olmadığını, soruşturma lehine sonuçlandığı
halde davanın reddedildiğini, dolayısıyla yargılamanın uzamasının makul
gerekçesi bulunmadığını beyan etmiştir.
43. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
45. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
46. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca adil yargılanma hakkı
kapsamında değerlendirilmiştir. Ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekmektedir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 39).
47. Adil yargılanma hakkı Devlete uyuşmazlıkların makul süre
içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma
ödevi yükler. İş akdinin işveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen
bir çalışanın, bu işlemin hukuka uygunluğu hakkında kısa sürede bir yargı
kararı verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira işten
çıkarılmak suretiyle geçim kaynağını kaybeden bir bireyin hukuki durumunun
ivedilikle açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir birey, geçim kaynağı olmaksızın
hukuki durumunun uzun süre belirsiz bırakılması halinde, bu durumdan olumsuz
etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda
yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
48. Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi
vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk
kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki
tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli
haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı
makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet
organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden
kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki
korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın
niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar
verilmesi gerekmektedir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §
49).
49. Kanun koyucu, feshe itiraz davalarının özel önemini
dikkate alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı bir şekilde karara
bağlanması için 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde özel hükümlere yer vererek
feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davalarının seri muhakeme usulüyle
mahkemelerce iki ay içinde; bu davaların temyiz incelemesinin de bir ay içinde
sonuçlandırılması yönünde düzenleme yapmıştır (Bkz.,
B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 61). Kanun’un 20. maddesinde mahkemeler için
öngörülen bu süreler hak düşürücü nitelikte değildir. İşe iade davalarının
sonuçlandırılması için öngörülen iki aylık süre, mahkemelere yönelik bir süre
olduğundan düzenleyici nitelikte olup, mahkemeler bu sürede davayı
sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe
yoktur (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 62).
50. Bunun yanında 6100 sayılı Kanun’un
30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş,
bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 4857 sayılı Kanun’un 20.
maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan
sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına
da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda işe iade davalarında da
takip edilmesi gereken yargılama usulü 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64). Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un
316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı
davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen,
daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
51. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesindeki sürelerin
düzenleyici nitelikte süreler olduğu, yapılması gereken duruşmalar ve duruşma
aralıkları, bilirkişi raporlarının beklenmesi, şahitlerin dinlenmesiyle
tebligat işlemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu sürelerin aşılabileceği
görülmektedir. Bu nedenle öngörülen süreyi aşan her yargılamanın süresinin
makul olmadığı ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği söylenemez. Bununla
birlikte işe iade davalarının başvurucu açısından taşıdığı değer ile davanın
kısa sürede bitirilmesindeki başvurucunun kişisel yararı göz önüne alındığında
bu davaların süre yönünden diğer davalarla aynı nitelikte olduğu da söylenemez
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 67).
52. Başvuru konusu olayda, iş akdi işveren tarafından
feshedilen başvurucunun 23/6/2009 tarihinde açtığı
feshe itiraz davasında Mahkeme, 2009/6170 sayılı soruşturma dosyasını bekletici
mesele yapmış ve bu soruşturmada verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın kesinleşmesi sonrasında yargılamayı yaklaşık 2 yıl 8 ayda tamamlayarak
8/3/2012 tarihinde ret kararı vermiştir. Davanın temyiz incelemesi de Yargıtay
dairesinin 8/11/2012 tarihinde verdiği onama kararı
ile 8 ayda tamamlanmıştır. Bu durumda iki dereceli yargılama sisteminde davanın
3 yıl 4 ay sürdüğü anlaşılmaktadır.
53. Davanın uzamasındaki esas nedeni 28/1/2010
tarihli davanın üçüncü duruşmasından 20/10/2011 tarihli duruşmaya kadar geçen
yaklaşık 1 yıl 9 aylık sürede İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucu
hakkında yürüttüğü soruşturma dosyasının bekletici mesele yapılmasıdır. Bu süre
içinde davanın esasına yönelik yargılama faaliyeti devam etmemiş ve
soruşturmanın sonuçlanmasından sonra mahkeme işin esasını incelemeye devam
ederek karar vermiştir.
54. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
feshe itiraz davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların
karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf ve tanık
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık
olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli
haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına sebep olduğu
da söylenemez. Sonuç olarak iş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların
özellikle de işe iade talebini içeren feshe itiraz davalarının niteliği,
başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate
alındığında, 3 yıl 4 ay gibi bir sürenin makul olmadığı aşikârdır.
55. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan “makul
sürede yargılanma hakkının” ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
56. Başvurucu, uğradığı haksızlık nedeniyle mahrum kaldığını
iddia ettiği 22 yıllık kıdem tazminatı ile uzun yargılama nedeniyle kaybettiği
3 yıllık gelir kaybı karşılığı tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
57. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat talebi
konusunda değerlendirme yapılmamıştır.
58. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
59. Başvurucu uğradığı haksızlık nedeniyle mahrum kaldığını
iddia ettiği 22 yıllık kıdem tazminatı ile uzun yargılama nedeniyle kaybettiği
3 yıllık gelir kaybı karşılığı tazminat talep edilmişse de başvurucunun makul
süre dışındaki şikâyetleri kabul edilemez bulunmuştur. Başvuruda Anayasa’nın
36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen
ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı
anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
60. Başvurucu açısından işe iade konulu
davanın başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurulduğunda, yaklaşık 3
yıl 4 ay süren yargılama sürecinin uzunluğu sebebiyle başvurucuya yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında davanın
başvurucu için taşıdığı değer de dikkate alınarak takdiren
3.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
61. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1- Yargılamanın sonucuna ilişkin şikâyetler yönünden “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2- Gerekçeli karar hakkına yönelik şikâyet yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” ,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3- Yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyet yönünden KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu Osman GEÇER’e
3.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer
taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35
harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.