TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
BAYRAM SİVİŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/5844)
Karar Tarihi: 5/11/2014
R.G. Tarih-Sayı: 30/1/2015-29252
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucu
Bayram SİVİŞ
Temsilcisi
Tursun SİVİŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, kasten adam öldürmeye teşebbüs ve hakaret suçlarından yargılandığı davada, soruşturma evresinde kendisine müdafi atanmaması ile delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi nedenleriyle Anayasa'nın 10., 19. ve 36. maddelerinde belirtilen anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 28/4/2014 tarihinde Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 24/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
5. Fethiye İlçesinde 24/1/2010 tarihinde meydana gelen kavga olayından dolayı mağdur E. K. yaralanmıştır.
6. Başvurucunun bu olayla ilgili olarak “kasten yaralama” suçundan aynı gün Fethiye Emniyet Müdürlüğünce, 25/1/2010 tarihinde de Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınmıştır. İfade alımı esnasında başvurucu müdafi talep etmediğinden, ifadesi müdafi hazır olmaksızın alınmıştır.
7. Fethiye Devlet Hastanesinin 24/01/2010 tarih ve 6183 sayılı raporunda, bıçaklanma nedeniyle yaralanan mağdurun yapılan muayenesinde, karın sağ tarafta 3 cm., karın sol yanda 2 cm. ve lomber bölge sol tarafta 12 cm’lik üst taraftan yüzeysel başlayıp sonra derinleşen kesi, karın arka duvar orta hatta 2 adet 1,5 cm’lik kesiler, toraks ön duvarda sternum alt uçta 0,5 cm’lik yüzeyel cilt kesisi bulunduğu belirtilmiştir.
8. Başvurucunun kasten adam öldürmeye teşebbüs ve hakaret suçlarını işlediği konusunda yeterli şüpheye ulaşan Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine hitaben 3/3/2010 tarih ve E.2010/791 sayılı iddianameyi düzenlemiştir.
9. Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin talebi üzerine düzenlenen Muğla Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 22/04/2010 tarih ve 2010/636 sayılı raporunda, mağdurdaki yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, mağdurun yaşamını tehlikeye sokan bir durum oluşturduğu mütalaa edilmiştir.
10. Başvurucu, Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin 31/5/2011 tarih ve E.2010/111, K.2011/150 sayılı kararıyla kasten adam öldürmeye teşebbüs suçundan 7 yıl 6 ay hapis, diğer suçtan 500 TL adli para cezasına mahkûm edilmiştir.
11. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 19/12/2013 tarih ve E.2012/2052, K.2013/7943 sayılı ilâmıyla hakaret suçu yönünden verilen kararın temyiz sınırı altında olması nedeniyle reddine karar vermiş diğer suç yönünden anılan Mahkeme kararını onamış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
12. Başvurucu, nihai karardan cezasının infazı için yakalandığı 30/3/2014 tarihinde haberdar olduğunu bildirmiştir.
13. Başvurucu, 28/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
15. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 150. maddesi şöyledir:
“(Değişik madde: 6/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un 21.md)
(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
16. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” kenar başlıklı 156. maddesi şöyledir:
“(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir.
(2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.
(3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer”.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 5/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 28/4/2014 tarih ve 2014/5844 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, üzerine atılı suçun mahiyeti gereği soruşturma evresinde zorunlu müdafi görevlendirilmesi yapılmadan ifadesinin alındığını, mağdurun Adli Tıp Kurumundan raporunun alınmadığını, eyleminin yaralama suçunun yasal unsurlarını taşımasına ve icra hareketlerini sonlandırmasına rağmen hakkında adam öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulduğunu, maruz kaldığı haksız saldırı nedeniyle kendisini savunmasına rağmen meşru müdafaa hükümlerinin uygulanmadığını belirterek, Anayasa’nın 10., 19. ve 36. maddelerinde tanımlanan anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talep etmiştir.
B. Değerlendirme
19. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurunun, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına yönelik olduğu görülmektedir. Başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 10. ve 19. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, bu iddiaların özü, söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları aşağıda adil yargılanma hakkı çerçevesinde iki başlık altında değerlendirilmiştir.
1. Soruşturma Evresinde Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
20. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
21. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B.No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Bkz. Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49-50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Bkz. Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980 § 33).
24. AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”
25. AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunmak, kendisinin seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25/4/1983).
26. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (B.No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29). Diğer bir anlatımla, müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ilkesine hayat vermektedir. Çünkü müdafi adil yargılamanın teminatı olarak belirmektedir.
27. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için, kural olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 50-55). AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendinin etkinliğinden söz edilebilmesi için, delillerin toplanması ile ilgili mevzuatın karmaşık olduğu bu evrede de müdafi yardımından yararlanılmasının zorunluluğu ortaya çıkmaktadır (Imbrioscia/İsviçre, B.No: 13972/88, 24/11/1993, § 33).
28. Diğer taraftan AİHM, müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını (Can/Avusturya, B.No: 9300/81, 30/9/1985, § 57), geçerli bir sebebe dayanılıyorsa, davanın açılmasından önceki soruşturma evresinde avukata erişimin kısıtlanmasının mümkün olabileceğini (John Murray/Birleşik Krallık, B.No: 18731/91, 8/2/1996, § 63), önemli olanın yargılamaya bir bütün halinde bakıldığında soruşturma evresinde bu hükme aykırılığın, ciddi bir şekilde adil yargılanma hakkına engel olması durumunda hak ihlalinin ortaya çıkabileceğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, § 36). Ancak, avukata erişim hakkının kısıtlanmasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile, bu kısıtlamanın savunma haklarına zarar vermemesi gerekmektedir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008).
29. Bu kapsamda mutlak bir hak olarak kabul edilmese de, suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse re’sen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel özelliklerinden biridir (Poitrimol/Fransa, B.No: 14032/88, 23/11/1993, § 34). AİHM, avukatın, müvekkili ile görüşememesi ve bir denetim olmaksızın müvekkilinden gizli talimatlar alamaması durumunda, avukatın desteğinin yararlılığını büyük ölçüde yitireceğini belirtmektedir (S/İsviçre, B. No: 12629/87, 28/11/1991, § 48).
30. Müdafi yardımından yararlanma hakkının adil yargılanma hakkı temelinde önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünde devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. AİHS’in 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi devletleri, suç isnadı altındaki kişiyi, bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırma yükümlülüğü altına sokmuştur (B.No: 2014/3836, 17/9/2014, § 31). Adaletin selametinin gerekleri sanığın müdafi ile temsilini zorunlu kılıyor ise, devletlerin başkaca bir koşul öne sürmeksizin, müdafi görevlendirme konusundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekir.
31. Şüphelinin/sanığın olay hakkında doğrudan doğruya bilgi sahibi olduğu ve açıklamalarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde bulunduğu gerçeği karşısında; başvurucunun, avukatı hazır bulunmadığı halde kendi aleyhine itiraflarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir.
32. Başvuru konusu olayda, kasten yaralama suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 24-25/1/2010 tarihlerinde sırasıyla Fethiye İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun “şüpheli” sıfatıyla ifadesi alınmıştır. İfadeleri alınırken müdafi yardımından yararlanmayan başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında yasal zorunluluk olmasına rağmen müdafi yardımından yararlandırılmamasının savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
33. Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı olan müdafi ile temsil edilme hakkının bir gereği olarak, 5271 sayılı Kanun 150. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanık için istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. Diğer yandan, aynı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince de şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun, yasal zorunluluk dışındaki hallerde müdafi yardımından yararlanmak için suç isnadı altındaki kişinin talebini aramıştır.
34. Başvuru formu ve eklerindeki belgelerden anlaşıldığı üzere, başvurucu hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma başlatılmış ve bu suç kapsamında ifadesi alınmıştır. 5237 sayılı Kanun’un 86. maddesine göre bu suçun gerektirdiği ceza, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıdır. Dolayısıyla, soruşturma konusu suç, müdafi görevlendirmesini zorunlu kılan suçlardan değildir. Suçun vasfı, Cumhuriyet savcısının soruşturmadan sonuç çıkardığı ve iddianame düzenlediği aşamada değişmiştir. Cumhuriyet savcısınca değişen suç vasfına göre başvurucunun yeniden ifadesi alınmamıştır.
35. Ancak, soruşturma evresinde kolluk ve Cumhuriyet savcısı tarafından kasten yaralama suçundan ifadesi alınırken şüpheliye (başvurucuya) müdafi seçme hakkının bulunduğuna ve onun hukuki yardımından yararlanabileceğine, müdafiin ifade alma sırasında hazır bulunabileceğine, müdafi seçecek durumda değilse ve bir müdafi yardımından yararlanmak istediği takdirde kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirebileceğine ilişkin hakları hatırlatılmıştır. Başvurucunun müdafi talebi olmamıştır. Diğer taraftan, ifade alımı esnasında başvurucuya müdafiden yararlanma hakkı dışında başta susma hakkı olmak üzere kanunun şüphelilere/sanıklara tanıdığı diğer haklar da hatırlatılmıştır.
36. Başvuru formu ve ekli belgelerden başvurucunun, müdafi talep etmesine rağmen verilmediğine, haklarının hatırlatılmadığına, soruşturma evresindeki beyanlarının hükme esas alındığına veya savunmasının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan verdiğine dair herhangi bir iddiası bulunmamaktadır. Ayrıca, yargılama sürecinin en önemli parçası olan kovuşturma evresinde başvurucunun kendisini müdafi ile temsil ettirdiği görülmektedir.
37. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının bir ihlal içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Delillerin Değerlendirilmesi ve Diğer İddialar Yönünden
38. Başvurucu, mağdurun adli tıptan raporunun alınmadığını, eyleminin yaralama suçunun yasal unsurlarını taşıdığını ve eylemini sonlandırmasına rağmen adam öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulduğunu, maruz kaldığı haksız saldırı nedeniyle kendisini savunmasına rağmen meşru müdafaa hükümlerinin uygulanmadığını mahkûmiyet kararı verdiğini belirterek, bu hususların adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
40. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
41. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
42. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B.No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
43. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B.No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
44. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
45. AİHM, delilerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak, somut davada kullanılan delilin sanığın hazır bulunduğu duruşmada ve “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ya da söz konusu delillerin yargılamanın bütününe olan etkisi çerçevesinde değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya, B.No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B.No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89). AİHM pek çok kararında, AİHS’in 19. maddesi bağlamında görevinin, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’ye ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini sağlamak olduğunu, AİHS’in koruması altında bulunan hak ve özgürlükler ihlal edilmedikçe ulusal bir mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hataları inceleme görevinin bulunmadığını, AİHS’in 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B.No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye, B.No: 23909/03, 1/2/2011, § 124).
46. AİHM, bariz bir şekilde keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün –iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B.No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B.No: 23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699) AİHM’e göre, delillerle ilgili esas olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir (Bykov/Rusya [BD], B.No: 4378/02, 10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 700).
47. Başvuru konusu olayda, başvurucunun alınmadığını iddia ettiği Adli Tıp Kurumu raporu, 15/10/2010 tarihli duruşmada mahkemeden iddia makamı tarafından talep edilmiştir. Talep doğrultusunda Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğünce adli rapor düzenlenmiş ve 18/2/2011 tarihli duruşmada başvurucu ve vekili tarafından rapora karşı bir diyeceklerinin olmadığı beyan edilmiştir. Mahkeme; sanığın kovuşturma evresindeki savunmasına, tanık beyanlarına, adli raporlara, olay yeri görgü ve tespit tutanağına, ekspertiz raporlarına ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (gerekçeli karar, s. 6-8).
48. Somut olayda, başvurucunun delillerini sunma ve delillerin değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduğuna dair somut bir veri bulunmamakta olup, Mahkeme’nin delilleri değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunduğuna dair bir bulguya da rastlanmamıştır. Diğer taraftan, başvuru dosyası incelendiğinde, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.
49. Sonuç olarak; başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin ve Yargıtayın kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
50. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının da “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle, başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 5/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.