logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(İsa Yağbasan ve diğerleri [2.B.], B. No: 2013/1481, 20/11/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İSA YAĞBASAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1481)

 

Karar Tarihi: 20/11/2014

R. G. Tarih-Sayı: 14/3/2015-29295

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucular

:

İsa YAĞBASAN

 

 

Hüsnü BABAT

 

 

Faik KAPLAN

 

 

Metin DEMİR

 

 

Celile ELARSLAN

 

 

Salih KARAVİŞ

Vekili

:

Av. Veysel VESEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular siyasi parti faaliyeti çerçevesinde Kürtçe dilini kullandıklarından bahisle cezalandırıldıklarını, bu nedenle Anayasada koruma altına alınan ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 7/2/2013 tarihinde İdil Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 2/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 3/7/2014 tarihli görüş yazısı 4/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, görüşünü 23/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Demokratik Toplum Partisi (DTP) üyesi olan başvurucular, İdil İlçesinde Nevruz Bayramı kutlamalarını gerçekleştirmek için tertip komitesi sıfatıyla İdil Kaymakamlığına 15/3/2007 tarihinde başvuruda bulunmuşlardır.

8. İdil İlçesinde, 19/3/2007 tarihinde, Kürtçe ve Türkçe olarak hazırlanmış bir el ilanı dağıtılmıştır. El ilanının üzerinde DTP’nin amblemi ve her iki dilde “Newroz Bayramı, Demokratik Toplum Partisi tarafından ‘ya gerçek demokrasi, ya da hiç’ şiarıyla 21 Mart günü Newroz Meydanında bir miting ile kutlanacaktır. Tüm İdil halkımız davetlidir” yazılmıştır.

9. İdil İlçe Emniyet Müdürlüğünün ihbarı üzerine İdil Cumhuriyet Başsavcılığı, 19/3/2007 tarihinde Kürtçe-Türkçe el ilanını hazırlayanlar hakkında 22/4/1983 tarih ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 81. maddesi yollamasıyla 117. maddesi uyarınca Türkçe’den başka bir dili siyasi parti faaliyetinde kullanmak suçundan soruşturma başlatmıştır.

10. Tertip komitesinde bulunan başvurucuların 29/3/2007 tarihinde savunmaları alınmış ve başvurucular hakkında İdil Cumhuriyet Başsavcılığının 24/7/2007 tarihli iddianamesi ile İdil Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İdil Sulh Ceza Mahkemesi 29/5/2007 tarihli görevsizlik kararı ile dosyayı İdil Asliye Ceza Mahkemesine göndermiştir.

11. İdil Asliye Ceza Mahkemesi, 17/9/2008 tarihli kararı ile başvurucuların 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevirerek her bir başvurucunun 3.600,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararında şu gerekçelere yer vermiştir:

“…Olay tarihinde, yukarıda açık kimlik bilgileri ve üzerlerine atılı suçları yazılı sanıklardan Faik KAPLAN’ın İdil ilçe Başkanı ve diğerlerinin de üyesi oldukları Demokratik Toplum Partisi (DTP) ambleminin bulunduğu muhtelif sayıda ilanı, İdil’de halka, 21 Mart günü kutlanacak nevruz şölenine davet amacıyla dağıttıkları, söz konusu ilanın başlığında ve içeriğinde Türkçe dili dışında başkaca bir dile(Kürtçe) kaleme alınmış ifadelerin bulunduğu,

Sanıkların, söz konusu ilanı kendilerince hazırlanıp, 21 Mart 2007 tarihinde kutlanacağı kararlaştırılan nevruz şölenine, halkı davet etmek amacıyla dağıtıldığını, ilanlarda parti ambleminin seçilmesinin partileriyle bir ilişkisinin bulunmadığı, bunu sırf kendi inisiyatifleriyle gerçekleştirdiklerini ve ilanlardaki Kürtçe ifadelerin yasak olduğunu bilmediklerini savunmuş iseler de;

Sanıkların parti üyesi olmaları, nevruz şöleninin yurt genelinde kutlanması sürecinde Demokratik Toplum Partisinin etkin ve belirleyici olması, seçilen ilanlardaki parti amblemi, olayla ilgili alınan ifadeler ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; sanıkların yukarıda tarif edilen tarzda icra ettikleri eylemlerinin, mensubu oldukları siyası partinin gerçekleştirdiği bir hareket çerçevesinde değerlendirilebileceği, bu kapsamda eylemin, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunun 81/3 maddesinde ifade edilen: Siyasi partiler;..... Türkçe’den başka dil kullanamazlar. Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar. şeklinde ifade edilen amir düzenlemeye aykırılık teşkil eden bir fiil çerçevesinde kaldığının ve sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediğinin her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillerla anlaşıldığından sanıkların atılı suçtan cezalandırılması yönünde aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.”

12. Temyiz üzerine İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay 7. Ceza Dairesinde incelenmekte iken başvurucuların cezalandırıldığı 2820 sayılı Kanun’un 117. maddesinin “Bu Kanunun dördüncü kısmında yazılı yasak fiilleri işleyenler” ibaresinin iptali için Anayasa Mahkemesine itiraz yolu ile başvuruda bulunulmuştur.

13. Anayasa Mahkemesi 12/1/2012 tarihli kararı ile söz konusu ibarenin iptaline, iptal hükmünün kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir.

14. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı 5/7/2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış; 5/1/2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

15. Başvuruya konu İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 3/10/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır.

16. İlk Derece Mahkemesi 13/12/2012 tarihinde söz konusu karar için kesinleştirme şerhi ve ceza infaz fişi düzenleyerek infaz için Cumhuriyet başsavcılığına göndermiştir.

17. Başvuruculardan Hüsnü Babat (infaz tarihi 6/11/2013), Faik Kaplan (infaz tarihi 14/5/2013), Metin Demir (infaz tarihi 20/6/2013) ve Celile Eraslan’ın (infaz tarihi 2/10/2013) cezaları infaz edilmiş, İsa Yağbasan’ın cezası ise halen başka suçtan cezaevinde bulunması nedeniyle infaz edilmemiştir.

18. İdil Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ödeme emirleri başvuruculara tebliğe çıkartılmış; başvuruculardan Faik Kaplan 3/1/2013 tarihinde, Salih Karaviş, Metin Demir, Hüsnü Babat 4/1/2013 tarihinde, Celile Elarslan 9/1/2013 tarihinde ve İsa Yağbasan 18/7/2013 tarihinde ödeme emirlerini tebellüğ etmiştir.

19. Bireysel başvuru 7/2/2013 tarihinde yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

20. 2820 sayılı Kanun'un “Azınlık yaratılmasının önlenmesi” kenar başlıklı 81. maddesinin (c) fıkrası şöyledir:

“Siyasi partiler:

c) Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde, açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe'den başka dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür.”

21. 2820 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesince iptal edilen “Kanuna aykırı sair davranışlar” kenar başlıklı 117. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun dördüncü kısmında yazılı yasak fiilleri işleyenler, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, altı aydan az olmamak üzere hapis cezası ile cezalandırılırlar.”

22. Anayasa Mahkemesinin 12/1/2012 tarih ve E.2011/62, K.2012/2 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“İtiraz konusu kural Siyasî Partiler Kanunu'nda yer alıp, Kanun'un Dördüncü Kısmı'ndaki yasak fiilleri kişiler yönünden ceza kapsamına almaktadır. Esasen siyasi partiler için birçok yasak öngören bu Kısımdaki maddelerde yer alan fiillerin hangi hallerde suç teşkil edeceğinin gerçek kişilerce yeterli açıklıkta öngörülebilir oldukları söylenemez. Çünkü doğrudan siyasi parti tüzel kişiliğini muhatap alan bu yasaklar, itiraz konusu kuralla, kişiler hakkında yaptırım öngören düzenlemelere dönüştürülmüştür. Bu yapılırken anılan kısımda sayılan fiillerin ağırlıklarıyla bunları işleyenlerin siyasi partideki sıfat ve konumları da dikkate alınmamıştır. Bu durumda, siyasi faaliyette bulunan geniş bir kitleyi hiçbir ayrım gözetmeksizin ceza tehdidi altında bırakan düzenleme gerçek şahıslarca yeterli derecede öngörülebilir değildir.

Diğer yandan, gerek anayasal veya yasal değişiklikler sonucunda gerekse uygulamayla zaman içerisinde siyasi faaliyet alanı genişlemiştir. Buna bağlı olarak kuralın, içinde yer aldığı Kanun'un yasalaştığı dönemde 'öngörülebilir' olduğu kabul edilse bile, Anayasa ile yasalarda yapılan siyasi faaliyet özgürlüğünü genişleten değişikliklerle buna paralel uygulamalar neticesinde öngörülebilir olma özelliğini tümden yitirdiği sonucuna varılmıştır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 7/2/2013 tarih ve 2013/1481 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucular, suça konu el ilanlarını 21 Mart Nevruz Bayramı Tertip Komitesi adına hazırladıklarını, el ilanlarında üyesi oldukları DTP’nin amblemi kullanılmış olsa bile etkinliğin resmi olarak Parti ile bir ilgisinin bulunmadığını, el ilanında herhangi bir parti propagandasının da yapılmadığını, Nevruz Bayramına davet içeren bir el ilanının Kürtçe ve Türkçe dillerinde birlikte yapılmasının cezalandırılmasının ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca DTP üyesi olmaları nedeniyle örgütlenme özgürlüklerinin ve cezalandırılmaları nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların her biri ayrı ayrı 3.600,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Faik Kaplan, Salih Karaviş, Metin Demir ve Hüsnü Babat’ın Şikayetleri Yönünden

25. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder.”

26. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nünBaşvuru süresi ve mazeret” kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”

27. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (Bkz. B. No: 2013/4681, 30/6/2014, § 21).

28. Yukarıda belirtilen hükümler ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği ve başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.

29. Somut olayda İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay 7. Ceza Dairesince verilen onama kararı ile kesinleşmiştir. Yargıtay ilamı başvuruculara tebliğ edilmemiştir. İlk Derece Mahkemesi, 13/12/2012 tarihinde ceza fişlerini hazırlayarak Cumhuriyet savcılığına göndermiş; başvurucular başvuru yollarının tüketildiğini Cumhuriyet savcılığınca “para cezası ödeme emri”nin kendilerine tebliği ile öğrenmişlerdir.

30. Para cezası ödeme emirleri başvuruculardan Faik Kaplan’a 3/1/2013 tarihinde, Salih Karaviş, Metin Demir ve Hüsnü Babat’a 4/1/2013 tarihinde, Celile Elarslan’a 9/1/2013 tarihinde ve İsa Yağbasan’a 25/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Yukarıda belirtilen tespitler uyarınca, başvuruculardan Faik Kaplan, Salih Karaviş, Metin Demir ve Hüsnü Babat’ın en geç 4/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmaları gerekirken 7/2/2013 tarihinde başvuruda bulundukları anlaşılmaktadır.

31. Açıklanan nedenlerle, Faik Kaplan, Salih Karaviş, Metin Demir ve Hüsnü Babat’ın otuz günlük başvuru süresi içinde yapmadıkları anlaşıldığından, başvuruların diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 b. Celile Eraslan ve İsa Yağbasan’ın Şikayetleri Yönünden

32. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurunun doğrudan örgütlenme ve ifade özgürlüklerinin ihlali iddiasına yönelik olduğu görülmektedir. Zira başvurucular, üyesi oldukları DTP’nin amblemini kullanmak suretiyle Türkçe ve Kürtçe dillerinde bastırdıkları el ilanı nedeniyle cezalandırılmışlardır. Başvurucular her ne kadar söz konusu eylemleri nedeniyle cezalandırılmalarının adil yargılanma hakkının ve siyasi parti üyesi olmaları nedeniyle de örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş iseler de, bu iddiaların özü, ifade özgürlüğüne müdahale hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucuların iddiaları ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmiştir.

33. Başvuruculardan Celile Eraslan ve İsa Yağbasan’ın ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

34. Başvurucular, başvuruya konu el ilanlarını 21 Mart Nevruz Bayramı Tertip Komitesi adına hazırladıklarını, Nevruz Bayramına davet içeren bir ilanın Kürtçe ve Türkçe dillerinde birlikte yapılması nedeniyle cezalandırılmalarının ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.

35. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararları hatırlatılmış ve başvurucunun iddialarının bu kararlar doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. maddesi bağlamında ifade özgürlüğünün demokratik toplumun temellerinden birisini oluşturduğu; ifade özgürlüğünün yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya toplumun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda, ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale olup olmadığının, gerçekleştirilen müdahalenin yasayla öngörülmüş olup olmadığı, müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı temelinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.

36. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmiştir.

37. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

38. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

39. Yazılı belge bastırma özgürlüğünün ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe ya da anlaşmazlık bulunmamaktadır. Anayasa’da ifade özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer almakla birlikte mevcut koşullar altında başvurunun ifade özgürlüğüne ilişkin temel düzenleme olan Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

40. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (B. No:2013/2602, 23/1/2014, §43). Benzer şekilde Sözleşme’nin 10. maddesi de yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır.

41. Mutlak olmayıp sınırlanabilir bir hak olan ifade özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüğe yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir.

42. İfade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §40).

43. İfade özgürlüğü, düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla ifade özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 74).

44. Yukarıda anlatılan ilkeler ışığında, başvuru konusu olayda, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.

i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında

45. Başvurucular hakkında başvuruya konu el ilanları nedeniyle ceza davası açılmış ve her bir başvurucu ayrı ayrı cezalandırılmıştır. Müdahalenin mevcudiyetine ilişkin olarak Adalet Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine herhangi bir itiraz da sunulmamıştır. Bu koşullarda, Anayasa’nın 26. maddesi çerçevesinde başvurucuların ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.

ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında

46. Yukarıda anılan müdahaleler Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

a. Müdahalenin Kanuniliği

47. Anayasa’nın 13. maddesi ile 26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmamıştır. Öte yandan bu davada incelenmesi gereken asıl meselenin sözü edilen müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı” olması nedeniyle, 2820 sayılı Kanun'un 117. maddesinin Anayasa Mahkemesinin hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren kararıyla iptal edildiği göz önüne alınarak, mevcut davanın koşullarında, yapılan müdahalenin kanunilik unsurunu taşıyıp taşımadığının değerlendirilmesinin gerekli olmadığı kanaatine varılmıştır.

b. Meşru Amaç

48. Başvurucular, şikâyet konusu müdahalenin amacının Kürtçenin günlük yaşamda kullanılmasının sınırlandırılması olduğunu iddia etmiştir.

49. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına yönelik olması gerekir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 84).

50. Mevcut başvurunun koşullarında yapılan müdahalenin tam olarak meşru bir amaç ile yapılmış olup olmadığı yönünde bir kanaate ulaşılamamış olmakla birlikte bu durum Anayasa’nın 26. maddesine göre başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale olup olmadığıyla ve dolayısıyla davanın esasıyla ayrılmaz bir biçimde bağlantılıdır. Öte yandan bu davada incelenmesi gereken asıl mesele, sözü edilen müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığıdır” (benzer bir yaklaşım için bkz. Şükran Aydın ve Diğerleri/ Türkiye, B. No. 49197/06, 23196/07, 50242/08, 60912/08 ve 14871/09, 22/1/2013, § 47). Dolayısıyla bu sorunun Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında esasla ilişkilendirilerek tartışılması gerekmektedir.

c. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük

51. Başvurucular, Nevruz bayramını kutlayan ve yapılan etkinliklere katılım için toplumu davet eden bir el ilanı nedeniyle yargılanmak suretiyle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplumun gereklerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

52. Bakanlık görüşünde, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin varlığı halinde alınan önlemleri haklı kılacak “konuyla ilgili ve yeterli gerekçeler” ileri sürülüp sürülmediğinin ve “sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin bulunup bulunmadığının” demokratik toplum gerekleri açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

53. İfade özgürlüğü mutlak olmadığı için bazı sınırlandırmalara tabi olabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 91).

54. 1982 Anayasasında belirtilen demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile AİHS’indemokratik toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 9., 10. ve 11. maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 93).

55. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, “Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).

56. Buna göre demokratik toplumun ana temellerinden olan ifade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez ve önemsiz görülen “düşünceler” için değil, ayrıca Devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

57. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerektiğini belirterek amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunması gerektiğine karar vermiştir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 96).

58. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84).

59. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, ifade özgürlüğünü kısıtlamanın öncelikle “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunun ve daha sonra da “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunun inandırıcı bir şekilde ortaya konulup konulamadığı olacaktır.

60. AİHM de konuyla ilgili ilk kararlarından itibaren, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında geçen “gerekli” kavramını Anayasa Mahkemesinin yukarıda anlatılan yaklaşımına (§§, 57-59) benzer bir biçimde açıklamıştır. AİHM’e göre “gerekli” kavramı, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç”ı (pressing social need) ima etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48). O halde ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Bu çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale olmalıdır. İkinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (başka bir bağlamda benzer bir değerlendirme için bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).

61. Dolayısıyla, başvurucuların başvuruya konu el ilanlarının dağıtılmasından dolayı cezalandırılması nedeniyle müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucuların yargılanması ve cezalandırılması arasındaki dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, el ilanlarının dağıtılmasından dolayı başvurucuların yargılanmasına ilişkin gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (benzer kararlar için bkz. B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 87; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97).

62. İlk olarak AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin 2. paragrafında (yakalanan her kişiye yakalanma nedenlerinin en kısa sürede ve anladığı bir dilde bildirilmesi zorunludur) ve 6. maddesinin 3 (a) ve (e) paragraflarında (kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede ve anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek ve mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak) belirtilen özel haklar istisna olmak üzere, Sözleşme’nin kamu makamları ile tesis edilecek iletişimde özel bir dil kullanma hakkını ya da kişinin tercih ettiği bir dilde bilgilendirme hakkını tek başına teminat altına almadığına karar vermiştir (bkz. Mentzen/Letonya, B. No: 71074/01, 7/12/2002). AİHM ayrıca Sözleşme’nin seçim amaçlı olarak kamu makamları ile tesis edilecek iletişimde özel bir dil kullanma hakkını teminat altına almadığına da karar vermiştir (bkz. Fryske Nasjonale Partij ve Diğerleri/ Hollanda, B. No: 11100/84, 12/121985).

63. Ayrıca Devletin dil politikalarının tarih, dil, din ve kültür ile ilgili çok sayıda unsurdan etkilendiğinin göz önünde bulundurulması gerekir. Bu bağlamda devlet makamlarının bu alandaki takdir yetkisinin geniş olduğu kabul edilmelidir.

64. Somut davanın koşullarına dönülecek olursa, mevcut dava, yukarıda atıfta bulunulan davalardan farklıdır. Çünkü söz konusu davalar, kamu makamları ya da resmi kurumlarla tesis edilecek iletişimde resmi olmayan bir dil kullanımı ile ilgilidir. Mevcut davada bireysel başvuruya konu edilen mesele genel olarak seçim kampanyaları sırasında resmi dil dışında bir dilin kullanılmasına izin verilip verilmediği değildir. Somut dava, seçim kampanyaları sırasında yapılan halk toplantıları kapsamında olmayan ve bireylere, diğer bireyler ile ilgili olan ilişkilerinde dilsel kısıtlamalar getirilmesi hakkındadır.

65. Anayasa’nın 26. maddesi, her türlü kültürel, siyasal ve sosyal bilgi ve fikirlerin paylaşıldığı ortamlara dâhil olan bireylerin bilgi ve fikir alışverişinde bulunurken istedikleri dili tercih etme özgürlüğünü kapsamaktadır. Bu bağlamda bir ifade aracı olan dil, şüphesiz ki Anayasa’nın 26. maddesinin teminatı altındadır (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası/ Türkiye, B. No. 20641/05, § 73, 25/9/2012).

66. 2820 sayılı Kanun’un olayların gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 117. maddesi ve halen yürürlükte bulunan 81. maddesi siyasi partilerin Türkçe dışında bir dil kullanmalarına geniş kapsamlı bir yasak getirmekte idi. Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce sözü edilen hükümlerin ihlalleri halinde altı aydan az olmamak üzere hapis cezası verilmesi gerekmekteydi. 2820 sayılı Kanun’un 117. maddesi Anayasa Mahkemesince “yeterince belirli” bir kural olmadığından bahisle iptal edilmiş olmasına rağmen başvurucuların söz konusu Kanun nedeniyle aldıkları cezalar iptal tarihinden sonra infaz edilmiştir.

67. Bu durumda Anayasa Mahkemesi, 2820 sayılı Kanun’un olayların gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunduğu şekliyle 117. maddesi ve halen yürürlükte bulunan 81. maddesi uyarınca siyasi partilere resmi dil dışında dil kullanılmasına getirilen yasağın, demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını inceleyerek, mevcut başvurudaki müdahalenin gerekliliği tespit etmelidir.

68. Yukarıda belirtildiği gibi ilke olarak Devletlerin, seçim kampanyaları sırasında adaylar ve diğer kişiler tarafından kullanılacak dilleri belirleme ve gerekli olması halinde belli makul kısıtlamalar uygulama hakkına sahip olduklarının kabul edilmesi gerekir (benzer bir değerlendirme için bkz. Şükran Aydın ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 49197/06, 23196/07, 50242/08, 60912/08 ve 14871/09, 22/1/2013, § 55). Buna karşın Türkçe dışında kalan dillerin siyasi partilerin tüm faaliyetlerinde kullanımının tamamen yasaklanması ve beraberinde cezai yaptırımlar getirilmesi Anayasa’nın 26. maddesinde teminat altına alınan ifade özgürlüğü gibi demokratik toplumun temel değerleri ile bağdaşmaz.

69. Cezai yaptırımlar nedeniyle görüş ve fikirlerin gerektiği şekilde iletilmesi için uygun dilin kullanılamaması durumunda kişilerin görüş ve fikirlerini açıklama ve bu görüş ve fikirleri dinleme hakkının varlığından söz edilemez.

70. Mevcut başvuruya konu olayda başvurucular, kendi beyanlarına göre, suça konu el ilanlarını 21 Mart Nevruz Bayramı Tertip Komitesi adına hazırlamışlar ve ilanda üyesi oldukları DTP’nin amblemini kullanmışlardır. Buna karşın Türkçe ve Kürtçe dillerinde hazırlanan el ilanları seçim kampanyaları ile ilgili olmayıp Nevruz Bayramına davet içermektedir. Bu bağlamda başvurucuların Kürtçe el ilanı bastırmalarından dolayı cezalandırılmaları zorunlu bir sosyal ihtiyacı karşılamamaktadır.

71. Yukarıda açıklanan nedenlerle başvuranların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucuların Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulaması

72. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

73. Başvurucular hakkında verilen cezanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gözetilerek başvurucuların cezalandırılmasına ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmüştür. İfade özgürlüğüne ilişkin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

74. Başvuruda Anayasa’nın 26. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucuların her biri, 3.600,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucular ayrıca, avukatlık ücretlerini ve ödenen harç ile yapılan diğer masrafların ödenmesini de talep etmiştir.

75. Adalet Bakanlığı, başvurucular tarafından talep edilen tazminat miktarları konusunda herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

76. Başvurucuların cezalandırılmasına ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğinden ve başvurucular ödedikleri para cezalarını yeniden yargılamanın sonucuna göre 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre isteyebileceklerinden maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

77. Başvurucuların ifade özgürlüğüne yönelik başvuru açısından ihlal tespitinin yeterli tatmin sağladığı değerlendirildiğinden ifade özgürlüğüne yapılan müdahale nedeniyle manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

78. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurulara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucular Faik Kaplan, Salih Karaviş, Metin Demir ve Hüsnü Babat’ın başvurularının, "süre aşımı" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucular Celile Eraslan ve İsa Yağbasan’ın ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucular Celile Eraslan ve İsa Yağbasan’ın Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucular Celile Eraslan ve İsa Yağbasan tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA müştereken ÖDENMESİNE, başvurucular Faik Kaplan, Salih Karaviş, Metin Demir ve Hüsnü Babat tarafından yapılan yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına.

F. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(İsa Yağbasan ve diğerleri [2.B.], B. No: 2013/1481, 20/11/2014, § …)
   
Başvuru Adı İSA YAĞBASAN VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2013/1481
Başvuru Tarihi 7/2/2013
Karar Tarihi 20/11/2014
Resmi Gazete Tarihi 14/3/2015 - 29295

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucular siyasi parti faaliyeti çerçevesinde Kürtçe dilini kullandıklarından bahisle cezalandırıldıklarını, bu nedenle Anayasada koruma altına alınan ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
İfade özgürlüğü Diğer İhlal Yeniden yargılama
Süre Aşımı

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2820 Siyasi Partiler Kanunu 81
117
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi