TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÜÇGEN NAKLİYAT TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/845)
|
|
Karar Tarihi: 20/11/2014
|
R. G. Tarih-Sayı: 14/3/2015-29295
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti.
|
Temsilcisi
|
:
|
M. Ömür TEKİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Erhan BORA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Emniyet Müdürlüğü
tarafından 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre trafikten men edilen
yakalamalı ve hacizli araçları, işlettiği otoparkta uzun yıllar muhafaza ettiği
ve kendisine ödeme yapılmadığı gerekçesiyle açtığı alacak davasında mahkemenin verdiği ret kararı nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet
hakları ile zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin
tespitiyle kendisine maddi ve manevi tazminat ödenmesi taleplerinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 29/1/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 24/6/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, işlettiği
otoparkta trafikten men edilen, yakalamalı ve hacizli araçlar ile kaza sonrası
araçların muhafazası için Samsun Emniyet Müdürlüğü ile 1997 yılında şifahi
olarak anlaşmıştır.
8. Başvurucu muhafaza ettiği
yaklaşık 400 araç için kendisine yıllar boyunca ödeme yapılmaması üzerine
2/7/2008 tarihinde Ankara Asliye 6. Ticaret Mahkemesinde İçişleri Bakanlığı
aleyhine alacak dava açmıştır.
9. Mahkemece bilirkişi raporu
istenmiş ve 8/6/2010 tarihli raporla 1997 yılından dava tarihine kadar muhafaza
edilen araçların otopark ücreti, motosikletler için ilk 15 gün 1 TL, sonraki
günler 0,5 TL, diğer araçlar için ilk 15 gün 15 TL, sonraki günler 2 TL
üzerinden toplam 534.196 TL olarak tespit edilmiştir. Bilirkişi incelemesinden
araçların bir kısmının kazalı-hasarlı ve bir kısmının yakalamalı hacizli
olduğu, bazılarının ise hurdaya çıkarıldığı anlaşılmıştır. Başvurucu bilirkişi
raporu sonrasında talebini 534.196 TL’ye ıslah etmiştir.
10. Mahkeme 16/11/2011 tarih,
E.2006/1983, K.2008/1780 sayılı kararıyla taraflar arasında yazılı bir sözleşme
olmadığını, ancak davalının el koyduğu araçları uzun yıllardan beri
başvurucunun muhafaza ettiği ve bir ödeme yapılmadığı hususunda tartışma
bulunmadığını, taraflar arsındaki akdin vedia akdi mahiyetinde olduğunu, 6762
sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun 22. maddesi gereği ücret koşulmamışsa veya
durumun özellikleri ücret alınmasını gerektirmiyorsa ücret istenemeyeceğini,
rapor ekinde sunulan araç trafik men tutanaklarında aracın yasal işlemler
sonlanıncaya kadar muhafaza edileceğinin belirtildiğini, davalı idarenin
mevzuatına göre başvurucunun alacağının aracın gerçek sahibine iadesinden veya
satışından sonra muaccel hale geldiğini, ekli haciz tutanaklarından da ücretin
araç üzerinden tahsil edildiğinin anlaşıldığını, tevdi edilen araçlar nedeniyle
başvurucunun iş hacmi arttığından böyle menfaat elde ettiğini belirtilerek
durumun özellikleri ücret alınmasını gerektirmediğinden davanın reddine karar
vermiştir.
11. Kararın temyizi üzerine
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 16/5/2012 tarihli, E.2011/10853, K.2012/12564 sayılı
kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.
12. Başvurucunun karar düzeltme
talebi de aynı dairenin 15/11/2012 tarih ve E.2012/20282, K.2012/25628 sayılı
kararıyla reddedilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir.
13. Kesinleşen karar başvurucuya
7/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 29/1/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
14. 29/06/1956 tarih ve 6762
sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun 20. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli
bir iş adamı gibi hareket etmesi lazımdır.”
15. 6762 sayılı mülga Kanun’un “Ücret isteme hakkı” başlıklı 22. maddesi
şöyledir:
“Tacir olan veya olmıyan bir
kimseye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir,
münasip bir ücret istiyebilir. Bundan başka, verdiği
avanslar veya yaptığı masraflar için ödeme tarihinden itibaren faize de hak
kazanır.”
16. 22/4/1926 tarih ve 818
sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun “Vedia”
başlıklı 19. Babında yer alan 463. maddesi şöyledir:
“İda, bir akittir ki onunla müstevdi, müdi tarafından verilen
şeyi kabul ve onu emin bir mahalde hıfzetmeği deruhte eder.
Ücret şartedilmedikçe veya hal, müstevdiin
ücrete intizarını icabetmedikçe müstevdi
ücret istiyemez”.
17. 818 sayılı Kanun’un “Müdiin borçları” başlıklı 464. maddesi şöyledir:
“Müdi müstevdie
akdin icrasiyle zaruri irtibatı olan bütün masrafları
tediye etmekle mükelleftir.
Mudi, ida sebebiyle husule gelen zararın kendi kusuru olmaksızın
vukua geldiğini ispat etmedikçe, tazmin ile mükelleftir.”
18. 818 sayılı Kanun’un “Müstevdiin borçları” başlıklı 465. maddesi şöyledir:
“Müstevdi, müdiden
mezuniyet almadıkça vediayı kullanamaz.
Buna muhalif hareket ederse müdi'a
muhik bir tazminat vermeğe mecbur olur ve kazara husule gelen zararlardan dahi
mesuldür. Meğerki kullanmamış olsa dahi bu zararların vukua geleceğini ispat
ede.”
19. 818 sayılı Kanun’un “Ardiye sahibinin hakları” başlıklı 476.
maddesi şöyledir:
“Ardiye sahibi mukarrer veya mutat olan ardiye ücretini ve
muhafazanın sebebiyet vermediği bütün masraflarını (nakliye, gümrük, kayıt)
talep edebilir bu masraflar derhal tediye olunmak lazımdır.
Ardiye ücreti ise her üç ayda bir kere ve her halde eşyanın
tamamen veya kısmen istirdadında tediye olunur.
Eşya, yedinde bulunduğu veya eşyayı temsil eden her hangi bir senet vasıtasiyle
onda tasarruf etmek kudretini haiz olduğu müddetçe ardiye sahibinin, alacakları
mukabilinde ve eşya üzerinde hapis hakkı vardır.”
20. 818 sayılı Kanun’un “Hapis hakkı” başlıklı 482. maddesi
şöyledir:
“Otelci, Hancı ve umumi ahırlar ve garajlar idaresi
sahipleri nezdlerine getirilen veya ahırlarına veya
garajlarına konulan eşya üzerinde otel veya hıfz masraflarından mütevellit
alacaklarını temin için, hapis hakkına maliktirler.”
21. 2918 sayılı Kanun’a 21/4/2005
tarih ve 5335 sayılı Kanunla eklenen ek 14. madde şöyledir:
“Buluntu olması nedeniyle veya bu Kanun hükümleri gereğince
trafikten men edilerek alıkonulan, ancak sahipleri tarafından altı ay içinde
teslim alınmayan veya aranmayan araçlar Hazinece satılarak, bedelleri emanet
hesabına alınır. Bu araçların maliklerinden adresi bilinenlere, satışından önce
tebligat yapılır.
Satıldığı tarihten itibaren beş yıl içinde müracaat halinde
emanet hesabındaki bedeller, işlemler sırasında yapılan masraflar düşüldükten
sonra ilgililerine iade edilir. Beş yıl içinde herhangi bir müracaatın olmaması
halinde söz konusu bedeller Hazineye irat kaydedilir.”
22. 18.07.1997 tarih ve 23053
sayılı Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan
Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin “Araçların
çekilmesi, kurtarılması ve götürülmesi ile çekilen, trafikten men edilen ve
muhafaza altına alınan araçların bırakılacağı otoparkların belirlenmesi ve bu işlemlere
dair masrafların tespiti” başlıklı 21/03/2012 tarih, 28240 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmelikle değişik 122.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“…
Çekilen, trafikten men edilen veya muhafaza altına alınan
veya bulunduğu yerden kaldırılan araçlar, Büyükşehirlerde Ulaşım Koordinasyon
Merkezlerince, diğer il ve ilçelerde ise il ve ilçe trafik komisyonları
tarafından yetkilendirilmiş bir park yerine, yetkilendirilmiş park yeri
bulunmaması halinde ise varsa trafik kuruluşlarının yoksa mülki idare
amirliklerince belirlenecek diğer kamu kurum veya kuruluşlarına ait park
yerlerine çekilir.
Kamu kurum veya kuruluşlarına ait araç park yerlerinde
alınması gereken tedbirler, park yerinin ait olduğu kurum veya kuruluş ile
koordine kurulmak suretiyle aracın çekilmesine veya muhafazasına karar veren
kuruluşça alınır.
Araçların çekilmesi, kurtarılması, götürülmesi ve muhafazası
işlemlerinin gerçek veya tüzel kişilerce yapılması hususunda ulaşım
koordinasyon merkezlerince ve trafik komisyonlarınca yetki verilebilmesi için
aşağıdaki şartlar aranır:
a) Otoparkın etrafının duvar veya tel örgü gibi fiziki
engellerle çevrili olması,
b) Otoparkın geceleri yeterince aydınlatılması,
c) Giriş ve çıkışları ile içerisi ve etrafının 24 saat
süreyle kamera sistemiyle izlenmesi ve kayıtların belirlenecek sürelerde
saklanması,
ç) Yeterli yangın söndürme tüpü veya sistemi
bulundurulması,
d) Sabit telefon hattının olması,
e) İş ve işlemlerin yürütülebileceği yeterli büyüklükte
kapalı alanın bulunması,
f) Otopark ve müştemilatının yangın, sel, deprem ve benzeri
afetlere karşı sigortalı olması,
g) Otoparkta güvenliği sağlamak amacıyla 24 saat süreyle
bekçi veya görevli bulundurulması,
…
Ulaşım koordinasyon merkezlerince ve trafik komisyonlarınca
il veya ilçenin özelliğine göre yukarıda belirtilen şartlara ek olarak başkaca
şartlarda belirlenebilir. Ayrıca, belirlenen otoparklara hangi bölgelerden
çekilen, trafikten men edilen veya muhafaza altına alınması gereken araçların
götürüleceği belirlenir ve o bölgedeki fiyat uygulamaları da dikkate alınarak
çekme, kurtarma ve götürme ücreti ile otopark ücretleri tespit edilerek karara
bağlanır.
…”
23. Karayolları Trafik
Yönetmeliği’nin “Araçların trafikten men
edilmesi veya muhafaza altına alınması ile sürücülerin araç sürmekten men
edilmesi” başlıklı 125. maddesinin 19/02/2014 tarih ve 28918 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmelikle değişik 125.
maddesinin ilgili kısımlar şöyledir:
“2918 sayılı Kanun ve bu Yönetmelik hükümlerine aykırılığından
dolayı trafikten men edilen veya muhafaza altına alınması gereken araçlar ile
araç sürmekten men edilecek sürücülerle ilgili olarak aşağıda belirtilen usul
ve esaslar uygulanır:
a) Trafikten men edilen veya muhafaza altına alınması
gereken araçlar korunamayacak yerlere bırakılamaz.
b) Trafikten men edilecek veya muhafaza altına alınacak
aracın yerleşim yeri dışında bulunması halinde, aracın en yakın yerleşim
birimine götürülmesi sağlanarak men veya muhafaza işlemi burada
gerçekleştirilir. Zorunlu mali sorumluluk sigortası bulunmayan araçlar
trafikten men edilecekleri yere kadar çekici/kurtarıcı marifetiyle, bunun
mümkün olmaması halinde karayolunda sürülerek götürülebilir. Karayolunda
sürülmeye elverişli olmayan araçların trafikten men edilecekleri veya muhafaza
altına alınacakları yere götürülmesi çekici/kurtarıcı araçları marifetiyle
yapılır. Bu işlemlere dair masraflar araç sahibi, işleteni veya sürücüsü
tarafından karşılanır.
c) Trafikten men edilen veya muhafaza altına alınan araçlar
bu hususta bir tutanak düzenlenmek suretiyle yetkilendirilmiş otoparka teslim
edilir.
…
e) 2918 sayılı Kanun ve bu Yönetmelikte belirtilen ihlalleri
dolayısıyla trafikten men edilen, ancak bu madde kapsamında geçici olarak
trafiğe çıkış izni verilebilmesi için gerekli şartları taşıyan araçlar ile
eksiklikleri denetim noktasında giderilen araçlar, trafikten men tutanağına
gerekli şerh düşülerek otoparka götürülmeksizin denetim mahallinde sahibine,
işletenine veya sürücüsüne teslim edilir.
f) Trafikten men edilen veya muhafaza altına alınan araçlar
hakkında yapılacak iş ve işlemler aşağıda belirtildiği şekilde
gerçekleştirilir:
1) 2918 sayılı Kanunun 20 ve 25 inci maddelerine istinaden
trafikten men edilen araçların, tescili yaptırılmadan veya geçici trafik
belgesi ve geçici tescil plakası alınmadan trafiğe çıkışına izin verilmez.
2) 2918 sayılı Kanunun 23 üncü
maddesi gereğince araç tescil belgesi ve/veya motorlu araç trafik belgesi araç
üzerinde bulunmayan ve tescil kayıtlarından gerekli bilgileri tespit edilemeyen
araçlar ile tescil plakası üzerinde ve uygun durumda bulunmayan araçlar
eksiklikleri giderilinceye kadar trafikten men edilir.
…
ğ) İlgili diğer kanunlar kapsamında trafikten
men edilen ya da tescil kayıtlarındaki şerhler veya kısıtlamalar nedeniyle
yakalanan araçlar, trafikten men veya yakalama işlemini talep eden kurum veya
kuruluş tarafından belirlenen yerlere, herhangi bir yer belirlenmemiş ise
yediemin otoparklara, bunların da bulunmaması halinde ise 122 nci maddede belirtilen park yerlerinde ilgililer tarafından
teslim alınıncaya kadar muhafaza altına alınır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 20/11/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 29/1/2013 tarih ve 2013/845
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, işlettiği
otoparkta 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre trafikten men edilen
yakalamalı ve hacizli araçların muhafazası için Emniyet Müdürlüğü ile yaptığı
anlaşma gereği uzun yıllar yüzlerce aracı muhafaza ettiği halde kendisine ödeme
yapılmaması üzerine açtığı davanın meşru beklentisinin bulunmasına rağmen
alacağın doğmadığı gerekçesiyle reddedilmesiyle devletin ne zaman isterse o
zaman ödeme yapacağı mantığının kabul edildiğini, araçların halen otoparkında
durmaya devam ettiğini, bu araçları muhafaza için kendisinin belli maliyetlere
katlanması gerektiğini, Mahkemenin aldığı bilirkişi raporunda alacak tespit
edildiği halde ek bilirkişi raporu alınmaksızın raporun aksine karar
verildiğini, kararın açıkça hatalı olduğunu, aynı konulu başka bir şahsın
davasında alacağın kabul edildiğini, onama kararının öz olarak gerekçeden yoksun
olduğunu belirterek, bu nedenlerle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile
zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş, bilirkişi raporuyla
tespit edilen 534.196,00 TL maddi ve 100.000,00 TL manevi tazminatın yasal
faiziyle birlikte davalıdan alınarak kendisine ödenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca,
Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini düşünen,
medeni haklara sahip gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru açısından dava ehliyeti tanınmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 46.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise bireysel başvurunun ancak ihlale yol
açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir
hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği düzenlenmiştir.
27. Başvurucu Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., bir özel
hukuk tüzelkişisidir. Başvuru, başvurucu şirketi temsile yetkili müdürü M. Ömür TEKİN adına
başvurucunun vekili tarafından yapılmıştır. Başvuru konusunun başvurucu şirkete vedia sözleşmesi gereği ödenmesi
gereken alacağın tahsili amacıyla açılan davada verilen karara ilişkin
şikâyetler olduğu anlaşıldığından, başvurucu özel hukuk tüzel kişisinin güncel
ve kişisel bir hakkını doğrudan ilgilendiren başvurunun Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruda kişi yönünden yetkisi kapsamında olduğu görülmüştür.
28. Başvurucu, Samsun Emniyet
Müdürlüğü ile şifahi olarak yaptığı vedia sözleşmesi gereği alması gereken
alacağı tahsil için açtığı davada, Mahkemenin alacağın muaccel hale gelmemesi
nedeniyle davayı reddetmesinin adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile zorla
çalıştırma yasağını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi,
başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, somut
dava ve buna bağlı olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder
29. Başvurucunun şikâyetlerinin
özü, Samsun Emniyet Müdürlüğü’nden alacağını Mahkemenin mevcut hukuk
kuralındaki yorumu nedeniyle dava yoluyla elde edememesine ve Yargıtay onama
kararının gerekçesiz olduğuna ilişkin olup bu şikâyetler mülkiyet, yargılamanın
sonucunun adil olmadığı iddiası ve gerekçeli karar hakkı kapsamında
değerlendirilecektir.
1. Mülkiyet Hakkına Yönelik Şikâyet
30. Başvurucu, Samsun Emniyet
Müdürlüğü ile şifahi olarak yaptığı vedia sözleşmesi gereği 1997 yılında beri
muhafaza ettiği araçlar nedeniyle alması gereken alacağı tahsil için açtığı
davada verilen ret kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Bu durumda öncelikle başvurucunun başvuruya konu davada Anayasa ve
AİHS’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya
değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir.
31. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35.
maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
32. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması"
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
33. Sözleşme'ye Ek (1) No.lu Protokol'ün
"Mülkiyetin korunması"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
34. Anayasa'nın 35. maddesinde
herkesin, mülkiyet hakkına sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına
aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
35. Alacak hakkı mülkiyet hakkı
kapsamında kişilerin temel haklarındandır (E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).
Anayasa ve AİHS'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal,
mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün, mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle
korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli
durumlarda, bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacak"
iddiasını elde etmeye yönelik "meşru
bir beklenti", Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma
alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Bkz., B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36-37).
36. Meşru beklenti, makul bir
şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren
yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip
nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece
ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı
meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Bu konudaki AİHM kararları için
bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, §
52; Saghinadze/Gürcistan,
B. No: 18768/05, § 103, 27/5/2010; SA Dangeville/Fransa, B. No: 36677/97, 16/4/2002,
§§ 44-45).
37. Dolayısıyla Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet
hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının
tanınmasına bağlı olup, bu tanıma mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile
yapılmaktadır.
38. Başvuruya konu somut davada
başvurucu, Samsun Emniyet Müdürlüğü ile şifahi olarak yaptığı vedia
sözleşmesine dayalı alacaklarını Mahkemeden talep etmiştir. Mahkemenin
gerekçesinden ve tarafların beyanından şifahi olarak akdedilen sözleşme ve
muhafaza ettiği araçlar için başvurucuya bir ödeme yapılmadığı konusunda
tartışma bulunmamaktadır. Tarafların üzerinde anlaşamadıkları husus,
başvurucunun muhafaza ettiği araçlar için ücret talep edip edemeyeceği ve alacağın
talep edilebilir (muaccel) hale gelip gelmediği sorunudur. Bu durumda açıklığa
kavuşturulması gereken husus talep edilebilir bir alacağa bağlı olarak
başvurucunun Anayasa ve AİHS'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı
kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin, bir diğer ifadeyle mülkiyet hakkı
kapsamında meşru beklentisinin bulunup bulunmadığıdır.
39. Mahkeme, tarafların yaptığı
anlaşmayı vedia sözleşmesi olarak nitelemiş ve şifahi olarak yapılan sözleşmede
ücret şart edilmediğini iki tarafın da kabul ettiğini ifade etmiştir.
Başvurucunun bu hususta bir itirazı bulunmamaktadır. 818 sayılı mülga Kanun’un
463. maddesine göre vedia akdinde ücret şart edilmedikçe veya ücret alınması
gerekmedikçe ücret istenememektedir. Ücretin istenebilir duruma gelmesi
konusunda ise Kanun’da bir açıklık bulunmamaktadır. 2918 sayılı Kanun’da da
trafikten men edilen ve otoparka çektirilen araçlara ait otopark ücretinin kim
tarafından ve ne zaman ödenmesi gerektiği hususunda bir açıklık
bulunmamaktadır. 18/7/1997 tarihli Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 125.
maddesinde trafikten men edilen veya muhafaza altına alınan araçlarla ilgili
masrafların araç sahibi, işleteni veya sürücüsü tarafından karşılanacağına dair
hüküm bulunmakta, ancak sahipleri tarafından sorulmayan araçların ücreti
konusunda yine bir açıklık bulunmamaktadır.
40. Emniyet Müdürlükleri
bulundukları illerde resmi veya özel otoparklar ile anlaşmakta ve 2918 sayılı
Kanun gereği vergi ve/veya trafik sigortası ödenmemiş, muayenesi veya tescil
işlemleri yapılmamış ya da sahibi tespit edilemeyen araçlar ile borç-alacak
ilişkisi nedeniyle 17/07/2003 tarih ve 4949 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na göre
icra dairelerince haczine karar verilen ve bu amaçla kolluk tarafından
yakalanan araçlar, işlemleri tamamlanıncaya kadar, bahsedilen otoparklara yeddi
emin sıfatıyla teslim edilmektedir. Uygulamada araç sahipleri 2918 sayılı Kanun
gereği eksiklikleri tamamlayıp, icra kanalıyla çektirilen araç sahipleri ise
borçlarını ödeyerek ya da araç icraen satılıp borç
tahsil edildikten sonra otopark ücreti de ödenmektedir. Ancak özellikle 2918
sayılı Kanun gereği otoparka çekilen araçların Kanun’a aykırı (vergi ve/veya
trafik sigortası ödenmemesi, ruhsat ve/veya araç muayenesinden kaynaklanan
sorunlar) durum ve eksiklikleri sahipleri tarafından giderilmedikçe araçlar
otoparktan alınamamakta ve otopark ücretleri de ödenmeyerek sorun olarak
kalmaktadır.
41. 2918 sayılı Kanun’a 21/4/2005
tarihinde eklenen ek 14. madde ile sahipleri tarafından altı ay içinde teslim
alınmayan veya aranmayan araçların Hazinece satılarak, bedellerinin emanet
hesabına alınması ve beş yıl içinde müracaat halinde emanet hesabındaki
bedellerin, işlemler sırasında yapılan masraflar düşüldükten sonra ilgililerine
iade edilmesi, bir müracaatın olmaması halinde ise söz konusu bedellerin
Hazineye irat kaydedilmesine dair hüküm getirilmiştir. Ancak somut başvuruya
konu davada 1997 yılından beri muhafaza edilen taşıtlar için bahsedilen
Kanun’un yürürlüğe girdiği 2005 yılından sonra bu hüküm uygulanmamış veya
araçların teslimi ile hükmün yürürlüğe girmesi arasında geçen zamanda araçlar
değer kaybederek satılabilir durumlarını kaybetmiş olduğundan bu hüküm
uygulanamamış ve sonuç olarak sahipleri tarafından sorulmayan 400 civarında
araç başvurucu şirkete ait otoparkta yıllarca muhafaza edilmeye devam
edilmiştir.
42. Başvurucu, sözleşmenin
yapıldığı 1997 yılından bugüne kadar karşılıklı irade ile kurulan sözleşmeyi
tek taraflı feshederek ve katlandığını iddia ettiği zararlarını talep ederek
dava açtığına ya da 2918 sayılı Kanunu’na 21/4/2005 tarihinde eklenen ek 14.
maddeye dayanarak sahipleri tarafından sorulmayan araçların satışı için idareye
başvurduğuna veya bu konuda dava açtığına dair bilgi ve belge sunmamıştır.
43. Başvuruya konu dava başvurucunun
alacak talebine ilişkin olup, Mahkeme bu konuyla sınırlı bir inceleme yaparak
karar vermiştir. Somut başvuruya konu davada idare, ücretin doğmadığını, doğsa
da bu ücretin araç sahipleri tarafından aracın otoparktan teslim alındığı
zamanda ödenmesi gerektiğini, başvurucu ise araçların idarece otoparka
çekildiğini, araçların araç sahiplerinin iradeleriyle otoparka getirilmediğini
ve yediemin sıfatıyla kendilerine teslim edildiğini belirterek idarenin ödeme
yapması gerektiğini ileri sürmüştür.
44. Yargıtay içtihatlarında da
818 sayılı mülga Kanun'un 463. (11/01/2011 tarihli ve 6098 sayılı yeni Türk
Borçlar Kanunu'nun 561.) maddesi hükmü gereğince, açıkça öngörüldüğü veya durum
ve koşullar gerektirdiği takdirde vedia alanın (saklayanın) ücret isteyebileceği
kabul edilmekte ve saklayanın tevdi edilen eşya ile iştigal eden tacir olmasına
ve halin icabı gereği ücret isteyip isteyemeyeceğine karar verilmektedir
(Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, E.2011/12534, K.2011/15287).
45. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin
E.2011/3632, K.2012/12701 sayılı kararında ise
“…sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımının alacağın muaccel olduğu tarihten
başlayacağı tartışmasızdır. BK.nun 74.maddesi
gereğince, borcun yerine getirilmesi bir süreye bağlanmamışsa, borcun doğumu ile
alacak muaccel olur. Yine BK.nun 128.maddesi
gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Ne var ki,
vadeye tabi olmayan iade borçlarında (vedia, vekalet gibi) borcun ne zaman
doğacağı ihtilaflıdır. Bu konuda gerek yargı, gerekse
doktrinde görüş birliği yoktur. Bir görüşe göre gerek vedia ve gerekse
vekalette zamanaşımı tevdi tarihinden başlar. Bir diğer görüşe göre ise,
vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlamalıdır. (Turgut Uygur Açıklamalı
İçtihatlı Borçlar Kanunu 4.cilt Sh.4157)” denilmektedir.
46. Bu durumda başvurucunun da
kabulünde olan vedia sözleşmesi nedeniyle Kanun’a ve Yargıtay içtihatlarına
göre ücret açıkça öngörüldüğü veya halin icabı ücreti gerektirdiği durumlarda
ücret istenebildiği, ücretin hangi durumda ve ne zaman muaccel (talep
edilebilir) hale geldiği konusunun ise tartışmalı olduğu anlaşılmaktadır.
47. Mülkiyet hakkının varlığının
tespiti yerel mahkemelere bırakılmış olup, kanunlara göre hakkın kesin bir
nitelik taşıdığını ve söz konusu haktan yararlanma yetkisine sahip olunduğunu
ortaya koyma yükü başvurucular üzerindedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz., AİHM, Agneessens/Belçika, B. No: 12164/86, 12/10/1998; Dağalaş ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 51326/99,
29/9/2005; Sarıaslan ve Diğerleri/Türkiye, B. No:32554/96,
23/3/1999). Bu çerçevede AİHM, yerel mahkeme tarafından reddedilen alacak
iddiasının mülk olmadığına karar vermiştir (bkz., AİHM, Agneessens/Belçika, B. No: 12164/86, 12/10/1998).
48. Somut başvuruya konu davada
Mahkeme, başvurucunun yaptığı şifahi sözleşme nedeniyle bir tacir olarak ücret
isteme hakkının bulunduğunu, ancak ücretin şart edilmediğini ve bu durumun
başvurucunun da kabulünde olduğunu, davanın koşullarının ise ücreti
gerektirmediğini, zira sahipleri tarafından aranmayan araçlar dışında otoparkın
işlem hacminin arttığını ve başvurucunun bundan menfaat elde ettiğini
belirterek davayı reddetmiş ve alacağın doğmadığına karar vermiştir.
49. Bu durumda ilgili Kanun
hükümleri ve Yargıtay içtihatlarına göre somut başvuru konusu olayda mülkiyet
hakkı kapsamında alacak hakkına bağlı meşru beklentinin mevcut olmadığı, somut
başvuruya konu davada da başvurucunun bu iddiasını Mahkeme önünde
kanıtlayamadığı ve Mahkemenin başvurucunun alacak iddiasını reddettiği
görülmektedir.
50. Sonuç olarak, başvuru konusu
olayda mülkiyet hakkına konu olabilecek bir "ekonomik değeri" veya en azından bu şekildeki bir
değeri elde etme yönünde "meşru
beklentisi" bulunmayan başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamına giren korunmaya değer bir
menfaati bulunmadığı anlaşılmıştır.
51. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun “konu bakımından yetkisizlik”
nedeni ile kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
52. Başvurucu, 2918 sayılı
Kanunu’na göre trafikten men edilen yakalamalı araçların muhafazası için
yaptığı anlaşma gereği uzun yıllar yüzlerce aracı muhafaza ettiği halde
kendisine ödeme yapılmaması üzerine açtığı davanın meşru beklentisinin
bulunmasına rağmen alacağın doğmadığı gerekçesiyle reddedilmesiyle hakkaniyete
uygun karar verilmediğini, devletin ne zaman isterse o zaman ödeme yapacağı
mantığının kabul edildiğini, araçların halen otoparkında durmaya devam
ettiğini, bu araçları muhafaza için kendisinin belli maliyetlere katlanması
gerektiğini, mahkemenin aldığı bilirkişi raporunda alacak tespit edildiği halde
ek bilirkişi raporu alınmaksızın raporun aksine karar verildiğini, başka bir
şahsın aynı konulu davasında alacağın kabul edildiğini ve sonuç olarak adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
54. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
55. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
56. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
57. Öte yandan benzer konularda
aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları tek başına
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, derece
mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak, tarafların
talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil
yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/1056,
16/4/2013, § 36).
58. Somut başvuruya konu dava
başvurucunun alacak talebine ilişkindir ve Mahkeme bu konuyla sınırlı bir
inceleme yaparak karar vermiştir. Mahkeme, gerekli incelemeyi yapmış, bilirkişi
raporu almış, başvurucuya kendi iddialarını öne sürme ve karşı iddialara cevap
verme imkânı tanımış ve başvurucunun yaptığı şifahi sözleşmeyi 818 sayılı mülga
Kanun’da geçen vedia akdi olarak tanımlayarak vedia akdine göre ücretin her
zaman şart olmadığı ve Yargıtay içtihatları doğrultusunda ücret gerekip
gerekmediğini davanın koşullarına göre tespit edeceğini, (bkz. § 44-45) somut
davada sahipleri tarafından teslim alınan veya icra kanalıyla satılan araçlar
sayesinde başvurucunun işlem hacminin arttığını ve bundan menfaat elde ettiğini
belirterek ücret gerektirmediğine, dolayısıyla alacağın doğmadığına karar
vererek (§ 10) davayı reddetmiştir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi ise kararda
geçen gerekçeyi benimseyerek temyiz talebini reddetmiştir.
59. Başvurucu mahkemenin
sözleşmeyi vedia akdi olarak tanımlamasına karşı bir görüş bildirmemekte ve
verilen ret kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının hangi alt unsurunun ihlal
edildiğini de açıklamamaktadır. Başvurucunun şikâyetlerinin özü Mahkemenin,
kanunları yorumunda ve olayları değerlendirmesinde hatalı olduğu ve verdiği
kararın sonucu itibariyle adil olmadığı yönündedir.
60. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
61. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası veya açıkça
keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
62. Başvurucu somut başvuruya
konu alacak davasına ilişkin Yargıtay kararının gerekçesiz olduğunu iddia
etmektedir.
63. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır.”
64. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
65. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal
iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir.
66. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
67. Mahkemelerin hükümleri için
gerekçe yazmaları gerekmekle birlikte bunun tarafların tüm iddialarına detaylı
yanıt vermek zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Gerekçe yazma
yükümlülüğünün ileri sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her
davanın şartları çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu
kapsamda ileri sürülen iddianın kabulü halinde davanın sonucuna etkili olması
bekleniyor ise mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir.
68. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı
yapan mahkemenin kararını uygun bulması halinde, bunu ya aynı gerekçeyi
kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli
olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları
incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da
bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
69. Somut olayda Mahkeme,
başvurucunun alacağının vedia sözleşmesine dayalı olduğunu, ücretin şart
edilmediğini ve tarafların da bunu kabul ettiğini belirtmiş, durumun
özellikleri ücret gerektirmiyorsa ücret istenemeyeceği, somut davada mevcut
örneklerden ücretin araç üzerinden tahsil edildiğinin anlaşıldığı ve aracın
gerçek malikine iadesinde alacağın muaccel hale geldiği ve ücret alınmasının
gerekmediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir (§ 10). Yargıtay tarafından da
Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul
edilerek hüküm onanmış ve karar düzeltme istemi reddedilmiştir (§ 11-12).
Dolayısıyla ilk derece mahkemesi kararı burada yer alan gerekçeyi benimseyerek
onayan Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
70. Açıklanan nedenlerle somut
başvuruya konu alacak davasında Yargıtay kararlarının gerekçesiz olmadığının
açık olduğu anlaşıldığından, başvurucunun bu yöndeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiasının “konu bakımından yetkisizlik”,
2. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3.
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin başvurucu
üzerine bırakılmasına,
20/11/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.