TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İSA YAĞBASAN VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1481)
|
|
Karar Tarihi: 20/11/2014
|
R. G. Tarih-Sayı: 14/3/2015-29295
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucular
|
:
|
İsa YAĞBASAN
|
|
|
Hüsnü BABAT
|
|
|
Faik KAPLAN
|
|
|
Metin DEMİR
|
|
|
Celile ELARSLAN
|
|
|
Salih KARAVİŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Veysel VESEK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular siyasi parti
faaliyeti çerçevesinde Kürtçe dilini kullandıklarından bahisle
cezalandırıldıklarını, bu nedenle Anayasada koruma altına alınan ifade
özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmektedir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/2/2013
tarihinde İdil Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 11/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 2/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 3/7/2014 tarihli görüş yazısı
4/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, görüşünü 23/7/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Demokratik Toplum Partisi
(DTP) üyesi olan başvurucular, İdil İlçesinde Nevruz Bayramı kutlamalarını
gerçekleştirmek için tertip komitesi sıfatıyla İdil Kaymakamlığına 15/3/2007 tarihinde başvuruda bulunmuşlardır.
8. İdil İlçesinde, 19/3/2007 tarihinde, Kürtçe ve Türkçe olarak hazırlanmış bir
el ilanı dağıtılmıştır. El ilanının üzerinde DTP’nin
amblemi ve her iki dilde “Newroz Bayramı, Demokratik Toplum Partisi tarafından ‘ya
gerçek demokrasi, ya da hiç’ şiarıyla 21 Mart günü Newroz
Meydanında bir miting ile kutlanacaktır. Tüm İdil halkımız davetlidir”
yazılmıştır.
9. İdil İlçe Emniyet
Müdürlüğünün ihbarı üzerine İdil Cumhuriyet Başsavcılığı, 19/3/2007
tarihinde Kürtçe-Türkçe el ilanını hazırlayanlar hakkında 22/4/1983 tarih ve
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 81. maddesi yollamasıyla 117. maddesi
uyarınca Türkçe’den başka bir dili siyasi parti
faaliyetinde kullanmak suçundan soruşturma başlatmıştır.
10. Tertip komitesinde bulunan
başvurucuların 29/3/2007 tarihinde savunmaları alınmış
ve başvurucular hakkında İdil Cumhuriyet Başsavcılığının 24/7/2007 tarihli
iddianamesi ile İdil Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İdil Sulh
Ceza Mahkemesi 29/5/2007 tarihli görevsizlik kararı
ile dosyayı İdil Asliye Ceza Mahkemesine göndermiştir.
11. İdil Asliye Ceza Mahkemesi, 17/9/2008 tarihli kararı ile başvurucuların 5 ay hapis
cezası ile cezalandırılmalarına ve hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına
çevirerek her bir başvurucunun 3.600,00 TL adli para cezası ile
cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararında şu gerekçelere yer
vermiştir:
“…Olay tarihinde, yukarıda açık kimlik bilgileri ve
üzerlerine atılı suçları yazılı sanıklardan Faik KAPLAN’ın
İdil ilçe Başkanı ve diğerlerinin de üyesi oldukları Demokratik Toplum Partisi
(DTP) ambleminin bulunduğu muhtelif sayıda ilanı, İdil’de halka, 21 Mart günü kutlanacak
nevruz şölenine davet amacıyla dağıttıkları, söz konusu ilanın başlığında ve
içeriğinde Türkçe dili dışında başkaca bir dile(Kürtçe) kaleme alınmış
ifadelerin bulunduğu,
Sanıkların, söz konusu ilanı kendilerince hazırlanıp, 21
Mart 2007 tarihinde kutlanacağı kararlaştırılan nevruz şölenine, halkı davet
etmek amacıyla dağıtıldığını, ilanlarda parti ambleminin seçilmesinin
partileriyle bir ilişkisinin bulunmadığı, bunu sırf kendi inisiyatifleriyle
gerçekleştirdiklerini ve ilanlardaki Kürtçe ifadelerin yasak olduğunu
bilmediklerini savunmuş iseler de;
Sanıkların parti üyesi olmaları, nevruz şöleninin yurt genelinde
kutlanması sürecinde Demokratik Toplum Partisinin etkin ve belirleyici olması,
seçilen ilanlardaki parti amblemi, olayla ilgili alınan ifadeler ve tüm dosya
kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; sanıkların yukarıda tarif edilen tarzda
icra ettikleri eylemlerinin, mensubu oldukları siyası partinin gerçekleştirdiği
bir hareket çerçevesinde değerlendirilebileceği, bu kapsamda eylemin, 2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunun 81/3 maddesinde ifade edilen: Siyasi partiler;..... Türkçe’den başka dil
kullanamazlar. Türkçe'den başka dillerde yazılmış
pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler
kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da
yapılmasına kayıtsız kalamazlar. şeklinde ifade edilen
amir düzenlemeye aykırılık teşkil eden bir fiil çerçevesinde kaldığının ve
sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediğinin her türlü şüpheden uzak kesin
ve inandırıcı delillerla anlaşıldığından sanıkların
atılı suçtan cezalandırılması yönünde aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.”
12. Temyiz üzerine İlk Derece
Mahkemesinin kararı Yargıtay 7. Ceza Dairesinde incelenmekte iken
başvurucuların cezalandırıldığı 2820 sayılı Kanun’un 117. maddesinin “Bu Kanunun dördüncü kısmında yazılı yasak fiilleri
işleyenler” ibaresinin iptali için Anayasa Mahkemesine itiraz yolu
ile başvuruda bulunulmuştur.
13. Anayasa Mahkemesi 12/1/2012 tarihli kararı ile söz konusu ibarenin iptaline,
iptal hükmünün kararın Resmi Gazete’de
yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir.
14. Anayasa Mahkemesinin iptal
kararı 5/7/2012 tarihli Resmi Gazete’de
yayımlanmış; 5/1/2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
15. Başvuruya konu İlk Derece
Mahkemesinin kararı Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 3/10/2012
tarihli ilamı ile onanmıştır.
16. İlk Derece Mahkemesi 13/12/2012 tarihinde söz konusu karar için kesinleştirme
şerhi ve ceza infaz fişi düzenleyerek infaz için Cumhuriyet başsavcılığına
göndermiştir.
17. Başvuruculardan Hüsnü Babat (infaz tarihi 6/11/2013),
Faik Kaplan (infaz tarihi 14/5/2013), Metin Demir (infaz tarihi 20/6/2013) ve
Celile Eraslan’ın (infaz tarihi 2/10/2013) cezaları infaz edilmiş, İsa Yağbasan’ın cezası ise halen başka suçtan cezaevinde
bulunması nedeniyle infaz edilmemiştir.
18. İdil Cumhuriyet
Başsavcılığınca hazırlanan ödeme emirleri başvuruculara tebliğe çıkartılmış;
başvuruculardan Faik Kaplan 3/1/2013 tarihinde, Salih Karaviş, Metin Demir, Hüsnü Babat
4/1/2013 tarihinde, Celile Elarslan 9/1/2013
tarihinde ve İsa Yağbasan 18/7/2013 tarihinde ödeme
emirlerini tebellüğ etmiştir.
19. Bireysel başvuru 7/2/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
20. 2820 sayılı Kanun'un “Azınlık yaratılmasının önlenmesi” kenar
başlıklı 81. maddesinin (c) fıkrası şöyledir:
“Siyasi partiler:
…
c) Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında,
kongrelerinde, açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde,
propagandalarında Türkçe'den başka dil kullanamazlar;
Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar,
levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz
ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına
kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller
dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür.”
21. 2820 sayılı Kanun'un Anayasa
Mahkemesince iptal edilen “Kanuna aykırı
sair davranışlar” kenar başlıklı 117. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun dördüncü kısmında yazılı yasak fiilleri
işleyenler, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, altı aydan az
olmamak üzere hapis cezası ile cezalandırılırlar.”
22. Anayasa Mahkemesinin 12/1/2012 tarih ve E.2011/62, K.2012/2 sayılı kararının
ilgili kısmı şöyledir:
“İtiraz konusu kural Siyasî Partiler Kanunu'nda yer alıp,
Kanun'un Dördüncü Kısmı'ndaki yasak fiilleri kişiler
yönünden ceza kapsamına almaktadır. Esasen siyasi partiler için birçok yasak
öngören bu Kısımdaki maddelerde yer alan fiillerin hangi hallerde suç teşkil
edeceğinin gerçek kişilerce yeterli açıklıkta öngörülebilir oldukları
söylenemez. Çünkü doğrudan siyasi parti tüzel kişiliğini muhatap alan bu
yasaklar, itiraz konusu kuralla, kişiler hakkında yaptırım öngören
düzenlemelere dönüştürülmüştür. Bu yapılırken anılan kısımda sayılan fiillerin
ağırlıklarıyla bunları işleyenlerin siyasi partideki sıfat ve konumları da
dikkate alınmamıştır. Bu durumda, siyasi faaliyette bulunan geniş bir kitleyi
hiçbir ayrım gözetmeksizin ceza tehdidi altında bırakan düzenleme gerçek
şahıslarca yeterli derecede öngörülebilir değildir.
Diğer yandan, gerek anayasal veya yasal değişiklikler
sonucunda gerekse uygulamayla zaman içerisinde siyasi faaliyet alanı
genişlemiştir. Buna bağlı olarak kuralın, içinde yer aldığı Kanun'un
yasalaştığı dönemde 'öngörülebilir' olduğu kabul edilse bile, Anayasa ile
yasalarda yapılan siyasi faaliyet özgürlüğünü genişleten değişikliklerle buna
paralel uygulamalar neticesinde öngörülebilir olma özelliğini tümden yitirdiği
sonucuna varılmıştır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 7/2/2013 tarih ve 2013/1481 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucular, suça konu el
ilanlarını 21 Mart Nevruz Bayramı Tertip Komitesi adına hazırladıklarını, el
ilanlarında üyesi oldukları DTP’nin amblemi
kullanılmış olsa bile etkinliğin resmi olarak Parti ile bir ilgisinin
bulunmadığını, el ilanında herhangi bir parti propagandasının da yapılmadığını,
Nevruz Bayramına davet içeren bir el ilanının Kürtçe ve Türkçe dillerinde
birlikte yapılmasının cezalandırılmasının ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca DTP üyesi olmaları nedeniyle örgütlenme
özgürlüklerinin ve cezalandırılmaları nedeniyle adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların her biri ayrı ayrı 3.600,00
TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Faik Kaplan, Salih Karaviş,
Metin Demir ve Hüsnü Babat’ın Şikayetleri Yönünden
25. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde
başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş
gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler.
Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini
inceleyerek talebi kabul veya reddeder.”
26. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Başvuru
süresi ve mazeret” kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir.”
27. Bireysel başvurunun kabul
edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı,
bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir
başvuru koşuludur (Bkz. B. No: 2013/4681, 30/6/2014, §
21).
28. Yukarıda belirtilen hükümler
ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 64. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre, bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği ve
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekir.
29. Somut olayda İlk Derece
Mahkemesinin kararı Yargıtay 7. Ceza Dairesince verilen onama kararı ile
kesinleşmiştir. Yargıtay ilamı başvuruculara tebliğ edilmemiştir. İlk Derece
Mahkemesi, 13/12/2012 tarihinde ceza fişlerini
hazırlayarak Cumhuriyet savcılığına göndermiş; başvurucular başvuru yollarının
tüketildiğini Cumhuriyet savcılığınca “para
cezası ödeme emri”nin
kendilerine tebliği ile öğrenmişlerdir.
30. Para cezası ödeme emirleri
başvuruculardan Faik Kaplan’a 3/1/2013 tarihinde,
Salih Karaviş, Metin Demir ve Hüsnü Babat’a 4/1/2013 tarihinde, Celile Elarslan’a
9/1/2013 tarihinde ve İsa Yağbasan’a 25/7/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Yukarıda belirtilen tespitler uyarınca,
başvuruculardan Faik Kaplan, Salih Karaviş, Metin
Demir ve Hüsnü Babat’ın en geç 4/2/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmaları gerekirken 7/2/2013 tarihinde
başvuruda bulundukları anlaşılmaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle, Faik
Kaplan, Salih Karaviş, Metin Demir ve Hüsnü Babat’ın otuz günlük başvuru süresi içinde yapmadıkları
anlaşıldığından, başvuruların diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
“süre aşımı” nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Celile Eraslan ve
İsa Yağbasan’ın Şikayetleri Yönünden
32. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurunun doğrudan örgütlenme ve ifade özgürlüklerinin ihlali
iddiasına yönelik olduğu görülmektedir. Zira başvurucular, üyesi oldukları DTP’nin amblemini kullanmak suretiyle Türkçe ve Kürtçe
dillerinde bastırdıkları el ilanı nedeniyle cezalandırılmışlardır. Başvurucular
her ne kadar söz konusu eylemleri nedeniyle cezalandırılmalarının adil
yargılanma hakkının ve siyasi parti üyesi olmaları nedeniyle de örgütlenme
özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş iseler de, bu iddiaların özü,
ifade özgürlüğüne müdahale hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Bu
sebeple başvurucuların iddiaları ifade özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilmiştir.
33. Başvuruculardan Celile
Eraslan ve İsa Yağbasan’ın ifade ve örgütlenme
özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun
değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
34. Başvurucular, başvuruya konu
el ilanlarını 21 Mart Nevruz Bayramı Tertip Komitesi adına hazırladıklarını,
Nevruz Bayramına davet içeren bir ilanın Kürtçe ve Türkçe dillerinde birlikte
yapılması nedeniyle cezalandırılmalarının ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde
olduğunu ileri sürmüşlerdir.
35. Bakanlık görüşünde, Anayasa
Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararları
hatırlatılmış ve başvurucunun iddialarının bu kararlar doğrultusunda
değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık
görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. maddesi
bağlamında ifade özgürlüğünün demokratik toplumun temellerinden birisini
oluşturduğu; ifade özgürlüğünün yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya
zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda
devletin veya toplumun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici
bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda,
ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale olup olmadığının, gerçekleştirilen
müdahalenin yasayla öngörülmüş olup olmadığı, müdahalenin meşru amaçlara
dayanıp dayanmadığı ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup
olmadığı temelinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.
36. Başvurucu, başvurunun esası
hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar
etmiştir.
37. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
38. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”
kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya
benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni,
kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti
ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla,
düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
39. Yazılı belge bastırma
özgürlüğünün ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir
şüphe ya da anlaşmazlık bulunmamaktadır. Anayasa’da ifade özgürlüğüne ilişkin
olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer almakla birlikte mevcut koşullar
altında başvurunun ifade özgürlüğüne ilişkin temel düzenleme olan Anayasa’nın
26. maddesi kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.
40. Anayasa’nın 26. maddesinde
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar
“söz, yazı, resim veya başka yollar”
olarak ifade edilmiş ve “başka yollar”
ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu
gösterilmiştir (B. No:2013/2602, 23/1/2014, §43).
Benzer şekilde Sözleşme’nin 10. maddesi de yalnızca düşünce ve kanaatlerin
içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır.
41. Mutlak olmayıp
sınırlanabilir bir hak olan ifade özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve
özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26.
maddenin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu
özgürlüğe yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır.
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki
ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen
sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler
çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir.
42. İfade özgürlüğü, insanın
serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği
düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya
başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi,
anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına
gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §40).
43. İfade özgürlüğü, düşüncenin
iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini
sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü
araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi
gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik
düzenin gereklerindendir. Bu itibarla ifade özgürlüğü demokrasinin işleyişi
için yaşamsal önemdedir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, §
74).
44. Yukarıda anlatılan ilkeler
ışığında, başvuru konusu olayda, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin
değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra
da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.
i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında
45. Başvurucular hakkında
başvuruya konu el ilanları nedeniyle ceza davası açılmış ve her bir başvurucu
ayrı ayrı cezalandırılmıştır. Müdahalenin mevcudiyetine ilişkin olarak Adalet
Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine herhangi bir itiraz da sunulmamıştır. Bu
koşullarda, Anayasa’nın 26. maddesi çerçevesinde başvurucuların ifade
özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.
ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında
46. Yukarıda anılan müdahaleler
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir
veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen
koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini
teşkil edecektir. Bu nedenle, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar
tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin
ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama
koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
a. Müdahalenin Kanuniliği
47. Anayasa’nın 13. maddesi ile
26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına
aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmamıştır. Öte
yandan bu davada incelenmesi gereken asıl meselenin sözü edilen müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı”
olması nedeniyle, 2820 sayılı Kanun'un 117. maddesinin Anayasa Mahkemesinin
hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren kararıyla iptal edildiği göz önüne
alınarak, mevcut davanın koşullarında, yapılan müdahalenin kanunilik unsurunu
taşıyıp taşımadığının değerlendirilmesinin gerekli olmadığı kanaatine
varılmıştır.
b. Meşru Amaç
48. Başvurucular, şikâyet konusu
müdahalenin amacının Kürtçenin günlük yaşamda kullanılmasının sınırlandırılması
olduğunu iddia etmiştir.
49. İfade özgürlüğüne yapılan
bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin
temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün
korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak
usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya
haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının
korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına
yönelik olması gerekir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014,
§ 84).
50. Mevcut başvurunun
koşullarında yapılan müdahalenin tam olarak meşru bir amaç ile yapılmış olup
olmadığı yönünde bir kanaate ulaşılamamış olmakla birlikte bu durum Anayasa’nın
26. maddesine göre başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale olup olmadığıyla
ve dolayısıyla davanın esasıyla ayrılmaz bir biçimde bağlantılıdır. Öte yandan
bu davada incelenmesi gereken asıl mesele, sözü edilen müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığıdır”
(benzer bir yaklaşım için bkz. Şükran Aydın
ve Diğerleri/ Türkiye,
B. No. 49197/06, 23196/07, 50242/08, 60912/08 ve 14871/09, 22/1/2013, § 47).
Dolayısıyla bu sorunun Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında esasla
ilişkilendirilerek tartışılması gerekmektedir.
c. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
51. Başvurucular, Nevruz
bayramını kutlayan ve yapılan etkinliklere katılım için toplumu davet eden bir
el ilanı nedeniyle yargılanmak suretiyle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik
toplumun gereklerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
52. Bakanlık görüşünde, ifade
özgürlüğüne yönelik müdahalelerin varlığı halinde alınan önlemleri haklı
kılacak “konuyla ilgili ve yeterli
gerekçeler” ileri sürülüp sürülmediğinin ve “sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin
bulunup bulunmadığının” demokratik toplum gerekleri açısından
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
53. İfade özgürlüğü mutlak
olmadığı için bazı sınırlandırmalara tabi olabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin
olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların
Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin
gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir
değerlendirme yapılması gerekmektedir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014,
§ 91).
54. 1982 Anayasasında belirtilen
demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü, Anayasa’nın 13.
maddesi ile AİHS’in “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 9.,
10. ve 11. maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla
demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde
yorumlanmalıdır (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, §
93).
55. Nitekim Anayasa Mahkemesinin
yerleşik içtihatları uyarınca, “Demokrasiler,
temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı
rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale
getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde
sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne
dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu
olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142,
K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir ifadeyle
yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor
veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük
ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa
demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69,
K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T.
17/4/2008; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).
56. Buna göre demokratik
toplumun ana temellerinden olan ifade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul
edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez ve önemsiz görülen “düşünceler” için değil, ayrıca Devletin
veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları
rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Çünkü bunlar,
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
57. Hak ve özgürlüklere
yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de
Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük
ilkesi”dir.
Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda
öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13.
maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla
birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi önceki kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye
dikkat çekmiş, temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın
demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen
kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye
olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi
gerektiğini belirterek amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin
bulunması gerektiğine karar vermiştir (AYM,
E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007; B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 96).
58. Anayasa Mahkemesinin kararlarına
göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç
arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan
yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu
sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca
ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup
olmadığı değerlendirilmelidir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014,
§ 84).
59. Bu bağlamda, başvuru konusu
olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, ifade özgürlüğünü
kısıtlamanın öncelikle “demokratik bir
toplumda gerekli” olduğunun ve daha sonra da “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunun
inandırıcı bir şekilde ortaya konulup konulamadığı olacaktır.
60. AİHM de konuyla ilgili ilk
kararlarından itibaren, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında geçen “gerekli” kavramını Anayasa Mahkemesinin
yukarıda anlatılan yaklaşımına (§§, 57-59) benzer bir biçimde açıklamıştır. AİHM’e göre “gerekli”
kavramı, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç”ı
(pressing social need) ima etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976,
§ 48). O halde ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal
bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Bu
çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale olmalıdır. İkinci
olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler
konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (başka bir bağlamda benzer bir
değerlendirme için bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, §
56).
61. Dolayısıyla, başvurucuların
başvuruya konu el ilanlarının dağıtılmasından dolayı cezalandırılması nedeniyle
müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucuların yargılanması ve
cezalandırılması arasındaki dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, el
ilanlarının dağıtılmasından dolayı başvurucuların yargılanmasına ilişkin
gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna
varılabilir (benzer kararlar için bkz. B. No: 2012/1051, 20/2/2014,
§ 87; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97).
62. İlk olarak AİHM,
Sözleşme’nin 5. maddesinin 2. paragrafında (yakalanan her kişiye yakalanma
nedenlerinin en kısa sürede ve anladığı bir dilde bildirilmesi zorunludur) ve
6. maddesinin 3 (a) ve (e) paragraflarında (kendisine karşı yöneltilen
suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede ve anladığı bir dilde ve
ayrıntılı olarak haberdar edilmek ve mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya
konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak)
belirtilen özel haklar istisna olmak üzere, Sözleşme’nin kamu makamları ile
tesis edilecek iletişimde özel bir dil kullanma hakkını ya da kişinin tercih
ettiği bir dilde bilgilendirme hakkını tek başına teminat altına almadığına
karar vermiştir (bkz. Mentzen/Letonya, B. No: 71074/01, 7/12/2002). AİHM ayrıca Sözleşme’nin seçim amaçlı olarak
kamu makamları ile tesis edilecek iletişimde özel bir dil kullanma hakkını
teminat altına almadığına da karar vermiştir (bkz. Fryske Nasjonale Partij
ve Diğerleri/ Hollanda, B. No: 11100/84, 12/121985).
63. Ayrıca Devletin dil
politikalarının tarih, dil, din ve kültür ile ilgili çok sayıda unsurdan
etkilendiğinin göz önünde bulundurulması gerekir. Bu bağlamda devlet
makamlarının bu alandaki takdir yetkisinin geniş olduğu kabul edilmelidir.
64. Somut davanın koşullarına
dönülecek olursa, mevcut dava, yukarıda atıfta bulunulan davalardan farklıdır.
Çünkü söz konusu davalar, kamu makamları ya da resmi kurumlarla tesis edilecek iletişimde
resmi olmayan bir dil kullanımı ile ilgilidir. Mevcut davada bireysel başvuruya
konu edilen mesele genel olarak seçim kampanyaları sırasında resmi dil dışında
bir dilin kullanılmasına izin verilip verilmediği değildir. Somut dava, seçim
kampanyaları sırasında yapılan halk toplantıları kapsamında olmayan ve
bireylere, diğer bireyler ile ilgili olan ilişkilerinde dilsel kısıtlamalar
getirilmesi hakkındadır.
65. Anayasa’nın 26. maddesi, her
türlü kültürel, siyasal ve sosyal bilgi ve fikirlerin paylaşıldığı ortamlara
dâhil olan bireylerin bilgi ve fikir alışverişinde bulunurken istedikleri dili
tercih etme özgürlüğünü kapsamaktadır. Bu bağlamda bir ifade aracı olan dil,
şüphesiz ki Anayasa’nın 26. maddesinin teminatı altındadır (Aynı yöndeki AİHM
kararı için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri
Sendikası/ Türkiye, B. No. 20641/05, § 73, 25/9/2012).
66. 2820 sayılı Kanun’un
olayların gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 117. maddesi ve halen
yürürlükte bulunan 81. maddesi siyasi partilerin Türkçe dışında bir dil
kullanmalarına geniş kapsamlı bir yasak getirmekte idi. Anayasa Mahkemesinin
iptal kararından önce sözü edilen hükümlerin ihlalleri halinde altı aydan az
olmamak üzere hapis cezası verilmesi gerekmekteydi. 2820 sayılı Kanun’un 117.
maddesi Anayasa Mahkemesince “yeterince
belirli” bir kural olmadığından bahisle iptal edilmiş olmasına
rağmen başvurucuların söz konusu Kanun nedeniyle aldıkları cezalar iptal
tarihinden sonra infaz edilmiştir.
67. Bu durumda Anayasa
Mahkemesi, 2820 sayılı Kanun’un olayların gerçekleştiği tarihte yürürlükte
bulunduğu şekliyle 117. maddesi ve halen yürürlükte bulunan 81. maddesi
uyarınca siyasi partilere resmi dil dışında dil kullanılmasına getirilen
yasağın, demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını inceleyerek, mevcut
başvurudaki müdahalenin gerekliliği tespit etmelidir.
68. Yukarıda belirtildiği gibi
ilke olarak Devletlerin, seçim kampanyaları sırasında adaylar ve diğer kişiler
tarafından kullanılacak dilleri belirleme ve gerekli olması halinde belli makul
kısıtlamalar uygulama hakkına sahip olduklarının kabul edilmesi gerekir (benzer
bir değerlendirme için bkz. Şükran Aydın ve
Diğerleri/Türkiye, B. No. 49197/06, 23196/07, 50242/08, 60912/08 ve 14871/09, 22/1/2013, § 55).
Buna karşın Türkçe dışında kalan dillerin siyasi partilerin tüm faaliyetlerinde
kullanımının tamamen yasaklanması ve beraberinde cezai yaptırımlar getirilmesi
Anayasa’nın 26. maddesinde teminat altına alınan ifade özgürlüğü gibi
demokratik toplumun temel değerleri ile bağdaşmaz.
69. Cezai yaptırımlar nedeniyle
görüş ve fikirlerin gerektiği şekilde iletilmesi için uygun dilin
kullanılamaması durumunda kişilerin görüş ve fikirlerini açıklama ve bu görüş
ve fikirleri dinleme hakkının varlığından söz edilemez.
70. Mevcut başvuruya konu olayda
başvurucular, kendi beyanlarına göre, suça konu el ilanlarını 21 Mart Nevruz
Bayramı Tertip Komitesi adına hazırlamışlar ve ilanda üyesi oldukları DTP’nin amblemini kullanmışlardır. Buna karşın Türkçe ve
Kürtçe dillerinde hazırlanan el ilanları seçim kampanyaları ile ilgili olmayıp
Nevruz Bayramına davet içermektedir. Bu bağlamda başvurucuların Kürtçe el ilanı
bastırmalarından dolayı cezalandırılmaları zorunlu bir sosyal ihtiyacı
karşılamamaktadır.
71. Yukarıda açıklanan
nedenlerle başvuranların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı
kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucuların Anayasa’nın 26. maddesinde
güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulaması
72. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi
yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm
altına alınmıştır.
73. Başvurucular hakkında
verilen cezanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gözetilerek başvurucuların
cezalandırılmasına ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
görülmüştür. İfade özgürlüğüne ilişkin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
74. Başvuruda Anayasa’nın 26.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucuların her biri,
3.600,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir. Başvurucular ayrıca, avukatlık ücretlerini ve ödenen harç ile yapılan
diğer masrafların ödenmesini de talep etmiştir.
75. Adalet Bakanlığı, başvurucular
tarafından talep edilen tazminat miktarları konusunda herhangi bir beyanda
bulunmamıştır.
76. Başvurucuların
cezalandırılmasına ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasına karar
verildiğinden ve başvurucular ödedikleri para cezalarını yeniden yargılamanın
sonucuna göre 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre isteyebileceklerinden maddi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
77. Başvurucuların ifade
özgürlüğüne yönelik başvuru açısından ihlal tespitinin yeterli tatmin sağladığı
değerlendirildiğinden ifade özgürlüğüne yapılan müdahale nedeniyle manevi
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
78. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurulara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Başvurucular Faik Kaplan, Salih Karaviş,
Metin Demir ve Hüsnü Babat’ın başvurularının, "süre aşımı" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Başvurucular Celile Eraslan ve İsa Yağbasan’ın ifade özgürlüğünün ihlal
edildiği yönündeki iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucular Celile Eraslan ve İsa Yağbasan’ın
Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular Celile Eraslan ve İsa Yağbasan
tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA müştereken ÖDENMESİNE,
başvurucular Faik Kaplan, Salih Karaviş, Metin Demir
ve Hüsnü Babat tarafından yapılan yargılama
giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına.
F. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.