TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
İDRİS KAYA BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1497)
Karar Tarihi: 18/6/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Raportör
Murat AZAKLI
Başvurucu
İdris KAYA
Vekili
Av. Halit SALDAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 4/4/2001 tarihinde Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 18/2/2013 tarihinde Eskişehir 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
I.4. Birinci Bölümün 23/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 21/3/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu 21/9/1999 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu yaralanmıştır.
8. Başvurucu, 4/4/2001 tarihinde Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ve İ.A. aleyhine Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı davada; davalı şirkette işçi olarak çalıştığı sırada, istif halinde olan şeker torbalarının kayması sonucu şeker torbalarının altında kalarak yaralandığını, ambar şefi ile şirketin kusurlu olduğunu ileri sürerek 10.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmiştir.
9. Mahkemece, 25/11/2008 tarih ve E.2001/190, K.2008/1266 sayılı ilamla; davanın kısmen kabulüne, 6.527,00 TL maddi, 5.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
10. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 5/4/2010 tarih ve E.2009/3631, K.2010/3738 sayılı ilamıyla; maddi zararın hesabına ilişkin 22/7/2008 tarihli bilirkişi raporunda pasif dönemin hesaba dâhil edilmediği ve zarar hesabı yapılırken aktif dönem başlangıcının, olay tarihi olan 21/4/1999 tarihinin değil de bilirkişinin hatalı yorum ve hesabına dayalı olarak, davacıya ödenen geçici iş göremezlik ödeneğinin sona erdiği tarih olan 7/2/2000 tarihinden itibaren başlatıldığı ve bu bilirkişi raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
11. Başvurucu, 18/8/2010 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini 17.565,61 TL’ye yükseltmiştir.
12. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 18/1/2011 tarih ve E.2010/971, K.2011/12 sayılı kararla; davanın kısmen kabulü ile, 6.527,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
13. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 6/6/2011 tarih ve E.2011/3519, K.2011/5173 sayılı ilamıyla; başvurucunun ıslah dilekçesindeki talebi konusunda herhangi bir karar verilmediği ve bozmanın davacı yararına olduğu dikkate alınarak karar verilmesi gerektiği belirtilerek, hüküm bozulmuştur.
14. Başvurucu aynı iddialarla ve aynı davalılar aleyhine, 24/1/2011 tarihinde, Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı davada ise; 6.211,47 TL’nin tahsilini talep etmiştir.
15. Mahkemece, her iki dava dosyası birleştirilmiştir.
16. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda 12/10/2011 tarih ve E.2011/1295, K.2011/1272 sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne, bilirkişi raporları ve tüm doya kapsamı dikkate alınarak, 10.000 TL maddi, 5.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan tahsiline, fazlaya ilişkin taleplerin reddine, birleşen dava dosyasındaki taleplerin ise olay tarihinden itibaren 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde belirtilen 1 ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin geçmesi nedeniyle reddine karar verilmiştir.
17. Tarafların temyizi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 3/12/2012 tarih ve E.2011/17484, K.2012/21852 sayılı ilamıyla; dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir.
18. Karar, 22/1/2013 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir.
19. Başvurucu, 18/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
21. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”
22. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
23. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.”
24. 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.”
25. 5521 sayılı Kanun’un 15. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
26. 818 sayılı mülga Kanun’un 47. maddesi şöyledir:
“Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.”
27. 818 sayılı mülga Kanun’un 60. maddesi şöyledir:
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/2/2013 tarih ve 2013/1497 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, 21/4/1999 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu yaralandığını, 4/4/2001 tarihinde Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat davası sonunda asıl davanın kısmen kabulüne karar verildiğini, birleştirilen davanın zamanaşımının geçtiği gerekçesiyle reddedildiğini, zararın öğrenildiği tarihten itibaren zamanaşımının başlayacağını, Yargıtay bozma kararından sonra maddi zararın belirlendiğini, bilirkişi raporunda maddi zararın 17.565,61 TL olduğunun belirtilmesine rağmen Mahkemece asıl dava dosyasında talep edilen 10.000 TL tazminata hükmedildiğini, bu şekilde kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini, kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 3/12/2012 tarihinde onandığını, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul olmayan bir süre olan 11 yıl sonra neticelendiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
30. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı davanın kısmen reddine karar verilmesinin adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Bu kapsamda anılan ihlal iddialarının, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası ve gerekçeli karar hakkının ihlali iddiası çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası Yönünden
31. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
32. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
33. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
34. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
35. Somut olayda başvurucu, Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat davası sonunda asıl davanın kısmen reddine karar verildiğini, birleştirilen davanın zamanaşımının geçtiği gerekçesiyle reddedildiğini, zararın öğrenildiği tarihten itibaren zamanaşımının başlayacağını, Yargıtay bozma kararından sonra maddi zararın belirlendiğini ve bilirkişi raporunda maddi zararın 17.565,61 TL olduğunun belirtilmesine rağmen Mahkemece sadece asıl dava dosyasında talep edilen 10.000 TL tazminata hükmedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Başvurucu, 21/9/1999 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu yaralanması üzerine Eskişehir İş Mahkemesinde 4/4/2001 tarihinde açtığı davada 10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir. Anılan davada alınan bilirkişi raporunda başvurucunun maddi zararının 17.565,61 TL olduğunun belirtilmesi üzerine başvurucu 24/1/2011 tarihinde aynı Mahkemede 6.211,47 TL maddi tazminatın ödenmesi istemiyle yeni bir dava açmıştır. Mahkemece, her iki dava dosyası birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir. Yargılama sırasında tarafların delileri toplanmış, bilirkişi raporları alınmış, başvurucunun raporlara itirazları değerlendirilmiş ve asıl davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline, birleşen dava açısından ise, mülga 818 sayılı Kanun’un 60. maddesine göre olay tarihinden itibaren 1 ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 3/12/2012 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
37. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
38. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemeleri tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemelerin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
39. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
40. Başvurucu, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini ileri sürmüştür.
41. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
42. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır(B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
43. Ancak derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorundadır. Böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir(B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
44. Öte yandan, temyiz mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
45. Somut olayda başvurucu, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında gerekçe gösterilmeksizin taleplerinin reddedildiğini belirterek, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemece, bilirkişi raporları ve olay tarihi ile 24/1/2011 tarihinde açılan dava dosyası incelenerek, 1 ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin başlangıçları tartışılmış, her iki zamanaşımı süresinin de geçtiği kabul edilerek, asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın ise reddine karar verilmiştir (bkz. §16). Yargıtay tarafından da ilk derece mahkemesince verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek hüküm onanmıştır (bkz. § 17). Dolayısıyla ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
46. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası Yönünden
47. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali ile ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucu, iş kazası sonucu yaralanması nedeniyle 4/4/2001 tarihinde Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
49. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
50. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
51. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
52. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
53. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 36. maddesine dayanarak inceleme yaptığı birçok kararında, AİHS’in 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorum yaparak, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan alt ilke ve hakları adil yargılanma hakkı kapsamında kabul etmektedir (AYM, E.2011/43, K.2012/10, 19/1/2012).
54. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
55. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda iş kazası sonucu yaralanan başvurucunun maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle açtığı bir tazminat davası bulunmakta olup, 5521 ve 6100 sayılı Kanunlarda yer verilen usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
56. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
57. Davanın koşulları ve karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar, ilgili kamu makamlarının yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaati ile davanın başvurucu açısından taşıdığı önem ve değer gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken unsurlardır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 57).
58. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §46).
59. İşverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu, 4857 sayılı Kanun’un 77. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. İş kazalarında işverenin sorumluluğu, kusur sorumluluğu esasına dayanır. İşverenin, kendisine bağımlı olarak çalışan işçisini koruma ve gözetme borcuna aykırı hareket etmesi sonucunda iş kazası veya meslek hastalığına maruz kalan işçi, tüm zararlarının tazminini talep etme hakkına sahiptir (B. No: 2013/4701, 23/1/2013, § 45).
60. İş mahkemelerinin görevi 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hüküm altına alınmıştır.
61. Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/4701, 23/1/2013, § 47).
62. Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş kazası sonucu yaralanan bir çalışanın, bu fiil sonucu ortaya çıkan zararının karşılanması için derhal bir yargı kararı verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira çalışma gücünü kısmen veya tamamen kaybeden bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle açıklığa kavuşturulması gerekir. Çalışanın, geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun süre belirsiz bırakılması halinde, çalışan bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir (B. No: 2013/4701, 23/1/2013, § 48).
63. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Dolayısıyla iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında da takip edilmesi gereken yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur.
64. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
65. Somut başvuruda makul süre incelemesi yapılırken, iş kazası nedeniyle açılan tazminat davasının başvurucu için taşıdığı değer ve başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurularak ve yargılama sürecindeki gecikmelerin her biri belirlenerek gecikmeye neden olan unsurlar ve bunların gecikmedeki etkisinin tespiti ile bahsedilen makul süre kriterlerinin toplam etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
66. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 4/4/2001 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde uyuşmazlığın kesin olarak sona erme tarihidir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 69). Somut başvuru açısından sürenin bitiş tarihi, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin, ilk derece mahkemesi kararının onanmasına dair E.2011/17484, K.2012/21852 sayılı karar tarihi olan, 3/12/2012 tarihidir.
67. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun, iş kazası sonucu yaralanma nedeniyle tazminat istemine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından 4/4/2001 tarihinde Eskişehir İş Mahkemesinde açılan davada, Mahkemece, tarafların delilleri toplanarak olay yerinde keşif yapılmış ve bilirkişi raporu alınmıştır. Rapora itiraz edilmesi üzerine 3 kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verilmiş, anılan raporun gelmesinden sonra başvurucunun maluliyet oranının tespiti amacıyla başvurucu Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Eskişehir Bölge Hastanesine sevk edilmiştir. Belirtilen hastaneden rapor gelmesinden sonra, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan rapor alınmasına karar verilmiş, anılan Kurumun uzun süre sonra, başvurucunun yeniden hastaneye sevk edilerek eksik hususların tamamlanması akabinde rapor düzenleneceğini belirttiği anlaşılmıştır. Başvurucunun tekrar hastaneye sevk edilerek raporunun düzenlenmesinden sonra Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. Belirtilen raporun dosyaya sunulması sonrasında başvurucu vekili rapora itiraz etmiş ve Mahkemece Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan rapor alınmasına karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu raporunun gelmesinden sonra başvurucu, raporlar arasında çelişki olduğunu ileri sürerek Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan rapor alınmasını talep etmiştir.
68. Mahkemece, Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden rapor alınmasına karar verilmiş, 3/1/2008 tarihli rapora karşı başvurucunun itirazı üzerine, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan rapor alınmasına karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 20/3/2008 tarihli raporunun dosyaya sunulmasının akabinde 25/11/2008 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
69. Taraflarca temyiz üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 5/4/2010 tarihinde hüküm bozulmuş ve Mahkemece bozma kararına uyularak yeniden rapor alınmıştır. Mahkemece, 18/1/2011 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, anılan hükmün temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 6/6/2011 tarihinde bozma kararı verilmiştir. Başvurucu, ilk bozma kararı sonrasında alınan bilirkişi raporunu dikkate alarak 24/1/2011 tarihinde ek dava açarak maddi tazminat talep etmiştir. Mahkemece dava dosyaları birleştirilerek yargılamaya devam edilmiş ve 12/10/2011 tarihinde asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine hükmedilmiştir.Temyiz üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 3/12/2012 tarihinde hüküm onanarak kesinleşmiştir.
70. Mahkemece, 4/4/2001 tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının tanzimi sonrasında, yargılama sürecinde birçok duruşma yapılmış olup, belirtilen celseler arasında genellikle üç aylık sürelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
71. Yargılama sürecinde davanın taraflarının yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 59).
72. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu iş kazasına dayalı tazminat davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
73. Başvuruya konu tazminat davasında, yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince uzun aralıklarla duruşmalar yapıldığı, birçok defa bilirkişi raporu alındığı, temyiz süreciyle beraber yargılamanın makul olmayan bir süre olan yaklaşık on bir yıl sekiz aylık bir süreçte tamamlandığı görülmektedir. İş kazasına dayalı tazminat davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, söz konusu yargılama süresinin makul olmadığı açıktır.
74. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
75. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle, maddi ve manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir.
76. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Başvurucu tarafından maddi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
78. Başvurucunun iş kazası sonucu yaralanması nedeniyle açtığı tazminat davası, makul olmayan bir süre olan yaklaşık on bir yıl sekiz aylık bir süreçte sonuçlanmıştır. Dolayısıyla uyuşmazlığın niteliği ve başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurulduğunda, başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren 15.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya 15.150,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
C. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.