TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İDRİS KAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1497)
|
|
Karar Tarihi: 18/6/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
İdris KAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Halit SALDAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 4/4/2001 tarihinde
Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen kabulüne karar
verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 18/2/2013 tarihinde
Eskişehir 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
I.4. Birinci Bölümün 23/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 21/3/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu 21/9/1999 tarihinde
meydana gelen iş kazası sonucu yaralanmıştır.
8. Başvurucu, 4/4/2001 tarihinde
Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ve İ.A. aleyhine Eskişehir İş Mahkemesinde
açtığı davada; davalı şirkette işçi olarak çalıştığı sırada, istif halinde olan
şeker torbalarının kayması sonucu şeker torbalarının altında kalarak
yaralandığını, ambar şefi ile şirketin kusurlu olduğunu ileri sürerek 10.000 TL
maddi ve 10.000 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmiştir.
9. Mahkemece, 25/11/2008 tarih ve
E.2001/190, K.2008/1266 sayılı ilamla; davanın kısmen kabulüne, 6.527,00 TL
maddi, 5.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
10. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin 5/4/2010 tarih ve E.2009/3631, K.2010/3738
sayılı ilamıyla; maddi zararın hesabına ilişkin 22/7/2008 tarihli bilirkişi
raporunda pasif dönemin hesaba dâhil edilmediği ve zarar hesabı yapılırken aktif
dönem başlangıcının, olay tarihi olan 21/4/1999 tarihinin değil de bilirkişinin
hatalı yorum ve hesabına dayalı olarak, davacıya ödenen geçici iş göremezlik
ödeneğinin sona erdiği tarih olan 7/2/2000 tarihinden itibaren başlatıldığı ve
bu bilirkişi raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
11. Başvurucu, 18/8/2010 tarihli
ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini 17.565,61 TL’ye yükseltmiştir.
12. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonucunda, 18/1/2011 tarih ve E.2010/971, K.2011/12 sayılı kararla; davanın
kısmen kabulü ile, 6.527,00 TL maddi ve 5.000,00 TL
manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
13. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin 6/6/2011 tarih ve E.2011/3519, K.2011/5173
sayılı ilamıyla; başvurucunun ıslah dilekçesindeki talebi konusunda herhangi
bir karar verilmediği ve bozmanın davacı yararına olduğu dikkate alınarak karar
verilmesi gerektiği belirtilerek, hüküm bozulmuştur.
14. Başvurucu aynı iddialarla ve aynı davalılar aleyhine, 24/1/2011 tarihinde, Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı davada
ise; 6.211,47 TL’nin tahsilini talep etmiştir.
15. Mahkemece, her iki dava dosyası birleştirilmiştir.
16. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonucunda 12/10/2011 tarih ve E.2011/1295, K.2011/1272
sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne, bilirkişi raporları ve tüm doya
kapsamı dikkate alınarak, 10.000 TL maddi, 5.000 TL manevi tazminatın olay
tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan tahsiline, fazlaya ilişkin
taleplerin reddine, birleşen dava dosyasındaki taleplerin ise olay tarihinden
itibaren 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde belirtilen 1 ve 10
yıllık zamanaşımı sürelerinin geçmesi nedeniyle reddine karar verilmiştir.
17. Tarafların temyizi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin
3/12/2012 tarih ve E.2011/17484, K.2012/21852 sayılı
ilamıyla; dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin
takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, temyiz itirazlarının reddiyle
hükmün onanmasına karar verilmiştir.
18. Karar, 22/1/2013 tarihinde
başvurucu tarafından öğrenilmiştir.
19. Başvurucu, 18/2/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi
ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
21. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili
hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf
yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri
uygulanır.”
22. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili
hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf
yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri
uygulanır.”
23. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş
Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun
değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde
çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş
Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının
çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.”
24. 5521 sayılı Kanun’un 7.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk
oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya
vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas
hakkında hüküm verilir.”
25. 5521 sayılı Kanun’un 15.
maddesi şöyledir:
“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan
hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
26. 818 sayılı mülga Kanun’un
47. maddesi şöyledir:
“Hakim,
hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar
olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar
verebilir.”
27. 818 sayılı mülga Kanun’un
60. maddesi şöyledir:
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava,
mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı
tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan
itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
18/2/2013 tarih ve 2013/1497 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, 21/4/1999 tarihinde
meydana gelen iş kazası sonucu yaralandığını, 4/4/2001 tarihinde Eskişehir İş
Mahkemesinde açtığı tazminat davası sonunda asıl davanın kısmen kabulüne karar
verildiğini, birleştirilen davanın zamanaşımının geçtiği gerekçesiyle reddedildiğini,
zararın öğrenildiği tarihten itibaren zamanaşımının başlayacağını, Yargıtay
bozma kararından sonra maddi zararın belirlendiğini, bilirkişi raporunda maddi
zararın 17.565,61 TL olduğunun belirtilmesine rağmen Mahkemece asıl dava
dosyasında talep edilen 10.000 TL tazminata hükmedildiğini, bu şekilde kanun
önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini, kararın Yargıtay 21. Hukuk
Dairesince 3/12/2012 tarihinde onandığını, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının
gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul olmayan bir süre olan 11 yıl sonra
neticelendiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat
ödenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
30. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun,
Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı davanın kısmen reddine karar verilmesinin adil
yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürdüğü
anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Bu kapsamda anılan ihlal
iddialarının, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı, makul sürede
yargılanma hakkının ihlali iddiası ve gerekçeli karar hakkının ihlali iddiası
çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı İddiası Yönünden
31. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
32. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
33. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
34. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
35. Somut olayda başvurucu,
Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat davası sonunda asıl davanın kısmen
reddine karar verildiğini, birleştirilen davanın zamanaşımının geçtiği
gerekçesiyle reddedildiğini, zararın öğrenildiği tarihten itibaren
zamanaşımının başlayacağını, Yargıtay bozma kararından sonra maddi zararın
belirlendiğini ve bilirkişi raporunda maddi zararın 17.565,61 TL olduğunun
belirtilmesine rağmen Mahkemece sadece asıl dava dosyasında talep edilen 10.000
TL tazminata hükmedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
36. Başvurucu, 21/9/1999 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu
yaralanması üzerine Eskişehir İş Mahkemesinde 4/4/2001 tarihinde açtığı davada
10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir. Anılan davada
alınan bilirkişi raporunda başvurucunun maddi zararının 17.565,61 TL olduğunun
belirtilmesi üzerine başvurucu 24/1/2011 tarihinde
aynı Mahkemede 6.211,47 TL maddi tazminatın ödenmesi istemiyle yeni bir dava
açmıştır. Mahkemece, her iki dava dosyası birleştirilerek yargılamaya devam
edilmiştir. Yargılama sırasında tarafların delileri
toplanmış, bilirkişi raporları alınmış, başvurucunun raporlara itirazları
değerlendirilmiş ve asıl davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL maddi ve
5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline, birleşen dava açısından ise,
mülga 818 sayılı Kanun’un 60. maddesine göre olay tarihinden itibaren 1 ve 10
yıllık zamanaşımı sürelerinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 3/12/2012 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
37. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemeleri
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
38. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemeleri tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemelerin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi
bir durum da tespit edilememiştir.
39. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu ve derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
40. Başvurucu, ilk derece
mahkemesi ve Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini ileri
sürmüştür.
41. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır.”
42. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır(B. No: 2013/307, 16/5/2013,
§ 30).
43. Ancak derece mahkemeleri,
kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber,
ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması
söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorundadır.
Böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir(B.
No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
44. Öte yandan, temyiz
mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya
aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir.
Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş
ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını
ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 57).
45. Somut olayda başvurucu, ilk
derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında gerekçe gösterilmeksizin taleplerinin
reddedildiğini belirterek, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Mahkemece, bilirkişi raporları ve olay tarihi ile 24/1/2011
tarihinde açılan dava dosyası incelenerek, 1 ve 10 yıllık zamanaşımı
sürelerinin başlangıçları tartışılmış, her iki zamanaşımı süresinin de geçtiği
kabul edilerek, asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın ise reddine
karar verilmiştir (bkz. §16). Yargıtay tarafından da ilk derece mahkemesince
verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek
hüküm onanmıştır (bkz. § 17). Dolayısıyla ilk derece mahkemesi ve Yargıtay
kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
46. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın
Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası Yönünden
47. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali ile
ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, bu şikâyet için diğer
kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucu, iş kazası sonucu yaralanması nedeniyle 4/4/2001 tarihinde Eskişehir İş Mahkemesinde açtığı tazminat
davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
49. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
50. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
51. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
52. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
53. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 36. maddesine dayanarak
inceleme yaptığı birçok kararında, AİHS’in 6. maddesi
ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorum yaparak,
Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan alt ilke ve hakları adil yargılanma
hakkı kapsamında kabul etmektedir (AYM, E.2011/43, K.2012/10, 19/1/2012).
54. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 39).
55. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara
ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru
konusu olayda iş kazası sonucu yaralanan başvurucunun maddi ve manevi zararının
tazmini talebiyle açtığı bir tazminat davası bulunmakta olup, 5521 ve 6100
sayılı Kanunlarda yer verilen usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku bulunmamaktadır.
56. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B.No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
57. Davanın koşulları ve karmaşıklığı, yargılamanın kaç
dereceli olduğu, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve
davranışlar, ilgili kamu makamlarının yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaati ile davanın
başvurucu açısından taşıdığı önem ve değer gibi hususlar bir davanın süresinin
makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken unsurlardır
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 57).
58. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı
tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi
unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §46).
59. İşverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini
sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları
noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu, 4857 sayılı Kanun’un 77. maddesinde
açıkça düzenlenmiştir. İş kazalarında işverenin sorumluluğu, kusur sorumluluğu
esasına dayanır. İşverenin, kendisine bağımlı olarak çalışan işçisini koruma ve
gözetme borcuna aykırı hareket etmesi sonucunda iş kazası veya meslek
hastalığına maruz kalan işçi, tüm zararlarının tazminini talep etme hakkına
sahiptir (B. No: 2013/4701, 23/1/2013, § 45).
60. İş mahkemelerinin görevi
5521 sayılı Kanun’un 1. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle
işveren veya işveren vekili arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her
türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde
çözümleneceği hüküm altına alınmıştır.
61. Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu
niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin
dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun
uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını
amaçlamıştır (B. No: 2013/4701, 23/1/2013, § 47).
62. Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre içinde
nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi
yükler. İş kazası sonucu yaralanan bir çalışanın, bu fiil sonucu ortaya çıkan
zararının karşılanması için derhal bir yargı kararı verilmesinde önemli bir
kişisel yararı bulunmaktadır. Zira çalışma gücünü kısmen veya tamamen kaybeden
bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle açıklığa kavuşturulması gerekir.
Çalışanın, geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun süre belirsiz
bırakılması halinde, çalışan bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle iş
uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir
itina göstermesi gerekir (B. No: 2013/4701, 23/1/2013,
§ 48).
63. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100
sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde olduğu gibi
daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama
usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak
üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Dolayısıyla iş kazasından
kaynaklanan tazminat davalarında da takip edilmesi gereken yargılama usulü,
6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011
tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur.
64. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316.
maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda
uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa
bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
65. Somut başvuruda makul süre incelemesi yapılırken, iş
kazası nedeniyle açılan tazminat davasının başvurucu için taşıdığı değer ve
başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurularak ve yargılama sürecindeki
gecikmelerin her biri belirlenerek gecikmeye neden olan unsurlar ve bunların
gecikmedeki etkisinin tespiti ile bahsedilen makul süre kriterlerinin
toplam etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
66. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih
4/4/2001 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu
zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde uyuşmazlığın kesin olarak sona erme
tarihidir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 69). Somut
başvuru açısından sürenin bitiş tarihi, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin, ilk
derece mahkemesi kararının onanmasına dair E.2011/17484, K.2012/21852 sayılı
karar tarihi olan, 3/12/2012 tarihidir.
67. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
yargılamanın konusunun, iş kazası sonucu yaralanma nedeniyle tazminat istemine
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından 4/4/2001
tarihinde Eskişehir İş Mahkemesinde açılan davada, Mahkemece, tarafların
delilleri toplanarak olay yerinde keşif yapılmış ve bilirkişi raporu
alınmıştır. Rapora itiraz edilmesi üzerine 3 kişilik bilirkişi heyetinden rapor
alınmasına karar verilmiş, anılan raporun gelmesinden sonra başvurucunun
maluliyet oranının tespiti amacıyla başvurucu Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK)
Eskişehir Bölge Hastanesine sevk edilmiştir. Belirtilen hastaneden rapor
gelmesinden sonra, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan rapor alınmasına
karar verilmiş, anılan Kurumun uzun süre sonra, başvurucunun yeniden hastaneye
sevk edilerek eksik hususların tamamlanması akabinde rapor düzenleneceğini
belirttiği anlaşılmıştır. Başvurucunun tekrar hastaneye sevk edilerek raporunun
düzenlenmesinden sonra Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulundan rapor
düzenlenmesi talep edilmiştir. Belirtilen raporun dosyaya sunulması sonrasında
başvurucu vekili rapora itiraz etmiş ve Mahkemece Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas
Kurulundan rapor alınmasına karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu raporunun
gelmesinden sonra başvurucu, raporlar arasında çelişki olduğunu ileri sürerek
Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan rapor alınmasını talep etmiştir.
68. Mahkemece, Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden
rapor alınmasına karar verilmiş, 3/1/2008 tarihli
rapora karşı başvurucunun itirazı üzerine, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan
rapor alınmasına karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 20/3/2008 tarihli raporunun dosyaya sunulmasının akabinde
25/11/2008 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
69. Taraflarca temyiz üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 5/4/2010 tarihinde hüküm bozulmuş ve Mahkemece bozma
kararına uyularak yeniden rapor alınmıştır. Mahkemece, 18/1/2011
tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, anılan hükmün temyizi üzerine
Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 6/6/2011 tarihinde bozma kararı verilmiştir.
Başvurucu, ilk bozma kararı sonrasında alınan bilirkişi raporunu dikkate alarak
24/1/2011 tarihinde ek dava açarak maddi tazminat
talep etmiştir. Mahkemece dava dosyaları birleştirilerek yargılamaya devam
edilmiş ve 12/10/2011 tarihinde asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın
reddine hükmedilmiştir.Temyiz
üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 3/12/2012 tarihinde hüküm onanarak
kesinleşmiştir.
70. Mahkemece, 4/4/2001 tarihli
dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının
tanzimi sonrasında, yargılama sürecinde birçok duruşma yapılmış olup,
belirtilen celseler arasında genellikle üç aylık sürelerin bulunduğu
anlaşılmaktadır.
71. Yargılama sürecinde davanın taraflarının yargılamayı
geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında
taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri
engelleme sorumluluğu bulunmaktadır (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 59).
72. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
iş kazasına dayalı tazminat davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi
olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık
olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli
haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli
ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
73. Başvuruya konu tazminat davasında, yargılama sürecindeki
gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince uzun
aralıklarla duruşmalar yapıldığı, birçok defa bilirkişi raporu alındığı, temyiz
süreciyle beraber yargılamanın makul olmayan bir süre olan yaklaşık on bir yıl
sekiz aylık bir süreçte tamamlandığı görülmektedir. İş kazasına dayalı tazminat
davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki
menfaati dikkate alındığında, söz konusu yargılama süresinin makul olmadığı
açıktır.
74. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
75. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edilmesi nedeniyle, maddi ve manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir.
76. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Başvurucu tarafından maddi tazminata hükmedilmesi
talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal
edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen
maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun
maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
78. Başvurucunun iş kazası sonucu yaralanması nedeniyle
açtığı tazminat davası, makul olmayan bir süre olan yaklaşık on bir yıl sekiz
aylık bir süreçte sonuçlanmıştır. Dolayısıyla uyuşmazlığın niteliği ve
başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurulduğunda, başvurucuya yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren 15.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
79. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın
sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya 15.150,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
C. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.