Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ali Suat Ertosun (6) [2.B.], B. No: 2013/1542, 25/6/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ SUAT ERTOSUN BAŞVURUSU (6)

(Başvuru Numarası: 2013/1542)

 

Karar Tarihi: 25/6/2015

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

Derya ATAKUL

Başvurucu

:

Ali Suat ERTOSUN

Vekili

:

Av. Rabiya BALKANLI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Zaman Gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 14/2/2013 tarihinde Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 6/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 4/2/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu süresi içinde, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği, başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmıştır. Başvurucu halen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır.

8. Ulusal düzeyde yayın yapan Zaman Gazetesinin 25/7/2009 tarihli nüshasında Mehmet Kamış imzası ile “HSYK, KCK’nın bitmesini niye istemez?” başlıklı bir köşe yazısı yayımlanmıştır. Yazıda şu ifadelere yer verilmiştir:

"…

HSYK'nın, herkesin gözünün içine baka baka özel yetkili savcı ve hakimleri görevden almak, yerlerine yenilerini atamak istemesindeki ısrarı dikkat çekerken, Diyarbakır'daki KCK operasyonu da müdahalenin merkezinde yer alıyor. HSYK'daki bazı üyelerin PKK ile ilgili bu soruşturmayı yürüten savcıyı değiştirmek istemesi hayli ilginç. Bildiğiniz gibi KCK, PKK'nın şehir yapılanması olarak adlandırılıyor. Türkiye'yi saran bir ahtapot ile mücadele eden savcıların, herkesin gözleri önünde, insanı dehşete düşüren bir aymazlıkla görevden uzaklaştırılmak istenmesi, bıçağın kemiğe dayanması olarak algılanabilir. Çevreden gelen tepkilere rağmen bazı HSYK üyelerinin taleplerinde ısrar etmesini insafla izah etmek mümkün değil. Hele de KCK savcısının alınmak istenmesinin izah edilir hiçbir tarafı yok. Bu durum, "Savcı biraz daha eşelese altından hiç hoş olmayan gerçekler mi ortaya çıkacak?" sorusunu akıllara getiriyor.

Bugün derin devletin var olmak için öne süreceği tek bir sebep kaldı. O da PKK. Terör örgütünün ya da başka bir deyişle etnik terörün varlığı, derin yapıların ayakta kalabilmesi için hayati önem taşıyor. Çünkü dindarları terörize edemediler. Türkiye'deki dindar kesimler şiddeti tasvip eden hiçbir düşünceyi yanlarına yaklaştırmadı. Aleviler de terörist olmadı. Yıllarca körükledikleri Alevi-Sünni kavgasının bugün herkes farkında ve bu oyuna gelmemeye azami özen gösteriyor. Devlet içinde bazı gruplarla irtibatlı olarak varlıklarını sürdürmek isteyen sol terör yapılanmaları da birer ikişer çökertildi. Türkiye'yi karıştırıp terör ile siyaseti tanzim etme çabaları eskisi kadar kolay değil. Bugün sadece PKK kaldı, bu konuda kendilerine yardım edecek örgüt. Onlar için örgütün yanında Kürt meselesinin de çözülmemesi lazım. "Ermeni meselesinin ortadan kalkması, Kıbrıs'ta çözüme yönelik adım atılması, Yunanistan ile barış havasının esmesi, Suriye ile iyi ilişkiler içinde olmamız ne kadar tehlikeliyse, Kürt meselesinin de çözülmesi o denli tehlikeli." diyorlar. Derin devletin, bütün bu meselelerin çözümü konusunda atılan her adımdan bir hayli rahatsız olduğunu söylemek mümkün.

Türkiye'nin kadim sorunları birer ikişer çözülürken elde sadece PKK ve etnik terör kaldı. Bu nedenle devletin Kürt meselesi konusunda atacağı her adım öncesinde olduğu gibi yeni süreçte de PKK'nın toplumun sinir uçlarına yönelik bir eylem yapması muhtemel. Dünkü Taraf gazetesinin manşetine bakılırsa hükümet dağdakileri indirebilmek için birtakım planlar üzerinde çalışıyor. Bu çabalar bakalım derin PKK içinde nasıl bir yansıma bulacak? Başbakan'ın önceki konuşmalarında, "Ne zaman DTP ile görüşmek istesem bir yerlerde bombalar patlamaya başlıyor." dediği gibi sinir uçlarımıza değen bombalar patlamaya başlayacak mı, hep birlikte göreceğiz. Bir tarafta derin PKK, derin devlet ilişkisi bu kadar gün yüzüne çıkmışken, bir taraftan KCK'ya yönelik operasyonlar yapan ve PKK'nın şehir yapılanmasını ortaya çıkartmak isteyen bir savcı görevinden alınmak isteniyor. Siz olsanız bu konuyu çok iyi niyetli olarak yorumlar mısınız? Bazı çevreleri bu kadar rahatsız ettiğine göre bu operasyonlardan sonra KCK'nın arkasından kimler çıkacak, doğrusu çok merak ediyorum."

9. Başvurucu, söz konusu yazı nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek, 26/7/2010 tarihinde, Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.

10. Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 7/12/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:

“...Dava konusu haber incelendiğinde davacının adının haberin hiçbir yerinde anılmadığı, ancak gerek mahkememizde davacı tarafından davalı aleyhine açılan 2010/343 ve 2010/351 Esas sayılı dava dosyalarındaki delillerden gerekse değişik görsel ve yazılı basın organlarının haberlerinden davacının kastedildiği bu suretle matufiyet unsurunun oluştuğu ve haberde davacının kastedildiğinin kabulü gerekmiştir.

Yazı incelendiğinde davacı tarafından HSYK görüşmeleri sırasında sunulduğu iddia edilen kararnamenin eleştirildiği, kararnamede Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan taslakta bir takım hâkim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi isteminin geniş biçimde ve değişik yorumlar katılarak eleştirildiği görülmektedir. Keza HSYK toplantıları sırasında kararname krizi yaşandığı gerek basın yayın organları gerekse basına HSYK Başkanı olan Adalet Bakanı'nın bizzat verdiği beyanlardan anlaşılmaktadır. Yani kararname krizinin yaşandığı bir gerçektir.

Bu olgular doğrultusunda yukarıda yazılı bulunan dava konusu haberin normal bir vatandaş için yapıldığı takdirde tazminat sorumluluğunu gerektirebilecek nitelikte olduğu anlaşılmakla beraber Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin de uygulamalarında belirtildiği üzere bu tür eleştirilerde eleştirilenin konumunun da nazara alınması gerektiği, davacı ise HSYK Üyesi ve Yargıtay üyesi sıfatlarını taşıyan yüksek yargıç olup kritik görevlerde bulunan önemli bir kişi olması nedeniyle dava konusu haberde yapılan yayınların davacıyı sert nitelikte de olsa eleştirdiğinin kabulü gerektiği(nin) anlaşıldığı ve kabul edildiğinden davanın reddine karar vermek gerekmiştir.”

11. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 9/4/2012 tarihli ilâmıyla onanmıştır.

12. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13/12/2012 tarihli ilâmıyla reddedilmiştir.

13. Anılan karar, 16/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 14/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

14. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

 Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Mahkemenin 25/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 14/2/2013 tarihli ve 2013/1542 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

16. Başvurucu,

 i. Davaya konu yazıda kendisinin, görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ve onun şehir yapılanması olan KCK’yi (Kürdistan Topluluklar Birliği) koruyan, özel yetkili hâkim ve savcılar ile KCK yapılanmasıyla ilgili soruşturma yürüten Cumhuriyet savcılarının görevden alınması için çaba harcayan, taraflı, derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan bir kişi olarak gösterildiğini,

 ii. Yazıda ismi kullanılmamış olsa bile olayların gerçekleştiği tarihlerde gerek diğer basın organlarında gerek Zaman Gazetesinde yayımlanan haber ve yazılar bir bütün olarak değerlendirildiğinde söz konusu köşe yazısında bahsedilen kişinin kendisi olduğunun açık olduğunu,

 iii. Bahsi geçen yazıda, ifade özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının sınırlarının aşıldığını, kullanılan ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğinde olduğunu, derece mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma özgürlüğü ile kendisinin itibarının korunması arasındaki dengeyi sağlayamadığını,

 iv. Açmış olduğu davanın hakkaniyete aykırı olarak reddedildiğini, ret kararının temyizi üzerine Yargıtayca verilen onama ve karar düzeltme ilâmlarının gerekçeden yoksun olduğunu,

ileri sürmüş, Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40., 90. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi veya 20.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

17. Başvurucu tahkir içeren sözler nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının, derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin kendisini korumaması nedeniyle ihlal edildiğini belirterek, Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40., 90. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

18. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları hatırlatılmıştır. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrar etmiştir.

19. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler ilk olarak İlhan Cihaner kararında (İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konulmuştur. Daha sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§ 35-66; Nihat Özdemir, B.No: 2013/1997, 8/4/2015 [GK], §§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikayetlerde sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat Ertosun (2), B.No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).

20. Başvuruya konu sözler ve iddialar (bkz. § 8) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin ve şikâyet konusu köşe yazısının yazarı gazetecinin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.

21. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devletin, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek şeklinde negatif yükümlülüğü ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Abdullah Doğtaş, B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözlü saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, 36; İlhan Cihaner, § 42). Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç, § 39; İlhan Cihaner, § 45).

22. Öte yandan ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edilemeyen çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (bkz. Abdullah Öcalan, B.No: 2013/409, 25/6/2014 [GK], § 95; Kadir Sağdıç, § 48; İlhan Cihaner, § 55; Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

23. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip olarak başvurunun, ihtilaflı yazı ve sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu yazıya veya sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi halde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzeri olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun şekilde bir denge kurmaları gerekir.

24. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi), haber, köşe yazısı veya makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışları, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları ile haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanma şartları (bkz. İlhan Cihaner, §§ 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; Nihat Özdemir, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), §§ 42-50).

25. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin başvurucuyu eleştiri sınırını aşan bir müdahaleden korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük ölçüde, dava konusu yazının maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (bkz. Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner, § 64; bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46). Yine de yeterli bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte yargılamaya konu bir yazının bir bütün olarak ele alındığında kamu yararını ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bir suç isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya konulmasında aranan kesinlik derecesinin, kamu yararı ile ilgili bir konuda, gazetecilerin değer yargısı içeren ifadeleri bakımından da aranmasını beklemek basın özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz (aynı yönde bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98, 13/2/2004, §§ 39-43).

26. Başvurucu, her ne kadar bahsi geçen yazıda ismi verilmemiş ise de yazının yayımlandığı dönem yaşanan olaylar dikkate alındığında kendisinin hedef alındığını, PKK ve onun şehir yapılanması olan KCK’yi koruyan, özel yetkili hâkim ve savcılar ile KCK yapılanmasıyla ilgili soruşturma yürüten Cumhuriyet savcılarının görevden alınması için çaba harcayan bir kişi olarak gösterildiğini iddia etmektedir. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi, söz konusu yazının basın özgürlüğünün sınırlarını aşmayan eleştirel nitelikte bir yazı olduğunu kabul etmiştir.

27. Başvurucunun, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğu yönündeki değerlendirmelerine karşı davalı, söz konusu yazının bütünü değerlendirildiğinde kişilik haklarına saldırı niteliğinde ifadelerin bulunmadığının anlaşılacağını, yapılan eleştirinin kamuoyunun ilgisine matuf olduğunu ve basın özgürlüğü kapsamında kaldığını ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi, dava konusu yazıda başvurucunun isminin anılmadığını, bununla birlikte gerek başvurucu tarafından davalı aleyhine açılan benzer dava dosyalarındaki deliller gerek çeşitli yayın organlarının haberleri incelendiğinde, başvurucunun kastedildiğinin anlaşıldığını ifade etmiştir. Mahkemeye göre, dava konusu yazıda, başvurucu tarafından HSYK görüşmeleri sırasında sunulduğu iddia edilen kararname eleştirilmiştir. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun, olayların gerçekleştiği tarihlerde HSYK üyesi olduğunu, HSYK toplantıları sırasında hâkimler ve savcıların atanmalarına ilişkin kararnamenin hazırlanması hususunda üyeler arasında bir kriz yaşandığını, söz konusu krizin HSYK Başkanı’nın açıklamaları ile basın ve yayın organlarında yer aldığını tespit etmiştir. İlk Derece Mahkemesi bu olgular doğrultusunda, bahsi geçen yazının sıradan bir vatandaş hakkında yapıldığı takdirde tazminat sorumluluğunu gerektirebilecek nitelikte olduğunu, bununla birlikte bu tür eleştirel yazılarda eleştirilenin konumunun da nazara alınması gerektiğini, başvurucunun ise HSYK üyesi ve Yargıtay üyesi sıfatlarını taşıyan yüksek yargıç olup kritik görevlerde bulunan önemli bir kişi olması nedeniyle açıklanan düşüncelerin eleştiri sınırlarında kaldığını belirterek, başvurucunun kişisel haklarına herhangi bir saldırı olmadığını kabul etmiştir.

28. Başvurucu ayrıca, başvuru konusu yazıda kendisinin, görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan, PKK ve onun şehir yapılanması olan KCK’yi koruyan, özel yetkili hâkim ve savcılar ile KCK yapılanmasıyla ilgili soruşturma yürüten Cumhuriyet savcılarının görevden alınması için çaba harcayan, taraflı, derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan bir kişi olarak tanımlandığını ve böylece kendisine hakaret edildiğini ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı şikâyet konusu sözlerin, davacı tarafın kişisel haklarına herhangi bir saldırı oluşturmadığını kabul ederek davayı reddetmiştir. Somut davada İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı sert sözlere onun verdiği anlamın ötesinde anlam yüklemeyi reddetmiştir.

29. Başvurucu, davalı tarafından kaleme alınan köşe yazısında şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşılık davalı, yazıda yer verilen bilgilerin güncel ve kamuoyunun ilgisine matuf olduğunu ve hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığını iddia etmiştir. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, söz konusu yazının bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı yönünde değerlendirme yaparak reddetmiştir.

30. İlk olarak, davalının, başvuruya konu gazete yazısında dile getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber, köşe yazısı veya makalenin kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine, yazının bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, § 74). Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.

31. Şikâyet konusu köşe yazısının yayımlandığı dönem, ülkede sivil hükümete karşı darbe hazırlığı yapıldığına ilişkin iddialar üzerine başlatılan ve “Ergenekon soruşturmaları” adı verilen bir dizi soruşturmanın devam ettiği ve özel yetkili hâkim ve savcıları da etkileyecek bir kararname hazırlığının yapıldığı bir dönemdir. Köşe yazısının yayımlandığı tarihte basın ve yayın organlarında, HSYK toplantıları sırasında hâkimler ve savcıların atanmalarına ilişkin kararnamenin hazırlanması hususunda üyeler arasında bir kriz yaşandığı, bazı HSYK üyelerinin, Ergenekon ve KCK davaları olarak nitelendirilen davalara bakmakta olan hâkim ve savcıların görevden alınmalarına ilişkin talepleri olduğu yönünde pek çok haber yayınlanmıştır.

32. Başvuruya konu köşe yazısının yayımlandığı dönemde başvurucu ile ilgili olarak bir süre basın ve yayın organlarında haber yapılmış ve yazılar yazılmıştır. Nitekim başvurucunun bireysel başvuru dosyasına eklediği gazete kupürleri de bunu doğrulamaktadır. Başvurucu uzun bir süre Adalet Bakanlığında genel müdürlük, Yargıtay üyeliği ve HSYK üyeliği yapmıştır. Başvuruya konu yazıda, HSYK’daki bazı üyelerin, özel yetkili hâkim ve savcıların görevden alınmasına yönelik müdahalelerinin olduğu, bu müdahalelerin merkezinde KCK operasyonlarının yer aldığı, zira Türkiye'nin kadim sorunlarının çözülmeye başladığı bir dönemde derin devletin varlığını sürdürebilmesinin etnik terörün devam etmesine bağlı olduğu belirtilmekte ve etnik teröre ilişkin çözüm sürecinden bazı çevrelerin rahatsız olduğu ifade edilmektedir. Şikâyet konusu yazıda dile getirilen iddialar ile köşe yazısının yayımlandığı dönemdeki olaylar ve başvurucunun beyanları birlikte değerlendirildiğinde söz konusu yazıda sarf edilen sözlerin ve iddiaların bir ölçüde, genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir.

33. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, § 85).

34. Buna karşılık başvurucu, şikâyet konusu yazıda, sözü edilen özel yetkili hâkim ve savcılar ile KCK yapılanmasıyla ilgili soruşturma yürüten Cumhuriyet savcılarının görevden alınmasına ilişkin iddiaların dile getirildiği dönemde HSYK üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyelerince seçilmiştir. Ayrıca HSYK’nın yönetsel bir kurul olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Başvurucunun, olayların geçtiği zaman diliminde ve halen Türkiye kamuoyunda tanınan bir yüksek bürokrat olduğu ve tanınmışlık derecesi dikkate alındığında, onun az bilinen bir kişi olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla başvurucu, Türk yargı sistemi için önemli olan ve köşe yazısının yayımlandığı sırada bulunduğu HSYK üyeliği görevi nedeniyle eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.

35. Diğer yandan, söz konusu köşe yazısı nedeniyle başvurucunun kişisel kariyerinin ve mesleğinin önemli ölçüde etkilenmediği göz önünde tutulmalıdır. Nitekim köşe yazısının yayımlandığı dönemde başvurucunun HSYK üyeliği devam etmiştir ve başvurucu halen Yargıtay üyesi olarak kariyerine devam etmektedir.

36. Son olarak başvuruya konu köşe yazısında abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Kadir Sağdıç, § 76; Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37).

37. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın 26. maddesinin, sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (bkz. Ali Suat Ertosun, § 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, § 57).

38. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, değer yargılarına dayanan söz konusu yazının genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca haberin yapıldığı şartlar üzerine de eğilmiştir. Mahkeme, davaya konu yazıda geçen olayların gerçekliği meselesine değinmiş, başvurucunun, olayların gerçekleştiği tarihlerde HSYK üyesi olduğunu, HSYK toplantıları sırasında hâkimler ve savcıların atanmalarına ilişkin kararnamenin hazırlanması hususunda üyeler arasında bir krizin yaşandığına ilişkin HSYK Başkanı’nın açıklamalarının basın ve yayın organlarında yer aldığını belirterek, dava konusu yazının yeterli bir olgusal temele sahip olduğunu ortaya koymuş ve yayının yapıldığı tarihte meydana gelen olaylarla yayının içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığı, başvuruya konu köşe yazısında geçen olayların “gerçekliğe uygun” olduğu yönünde değerlendirme yapmıştır.

39. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, Derece Mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,

25/6/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Ali Suat Ertosun (6) [2.B.], B. No: 2013/1542, 25/6/2015, § …)
   
Başvuru Adı ALİ SUAT ERTOSUN (6)
Başvuru No 2013/1542
Başvuru Tarihi 14/2/2013
Karar Tarihi 25/6/2015

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Zaman Gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiaları hakkındadır.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Şeref ve İtibarın Korunması (İfade Özgürlüğü Hariç) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6098 Türk Borçlar Kanunu 49
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi