TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YOSİF LİNDİRİDİ VE MANOL LİNDİRİDİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2058)
|
|
Karar Tarihi: 25/6/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucular
|
:
|
Yosif LİNDİRİDİ
|
|
|
Manol LİNDİRİDİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Berrin TEZGEN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, 1968 yılında
yapılan kadastro çalışması ile 221 sayılı Kanun gereği Hazine adına tescil
edilen ortak murislerine ait taşınmaz için 2007 yılında açtıkları tazminat
davası reddedilen başvurucuların, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 5/3/2013
tarihinde İstanbul 2. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 20/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için
Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının görüş
yazısı, 17/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığının cevabına karşı beyanlarını yasal
süresi içinde 1/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların ortak
murislerinin (anneleri) 1/3 hissesine sahip bulunduğu İstanbul İli Beyoğlu
İlçesi Şişli Mahallesi 1795 yevmiye, 250 cilt, 2 sırada kayıtlı taşınmaz, 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya
Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller
Hakkında Kanun’a dayanılarak 1968 yılında yapılan kadastro işlemi ile İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına kaydedilmiştir.
8. Başvurucuların ortak murisi,
1968 yılında, İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinde İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı aleyhine müdahalenin men’i davası
açmıştır.
9. İstanbul 18. Asliye Hukuk
Mahkemesi 4/6/1970 tarihli ve E.1968/427, K.1970/379
sayılı kararıyla davayı kabul etmiştir.
10. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 25/12/1970 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararını
bozmuştur.
11. Bozma kararı sonrasında
İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi, 29/6/1971 tarihli
ve E.1971/438 K.1971/538 sayılı kararıyla 221 sayılı Kanun şümulüne giren
taşınmazın aynına ilişkin dava açma hakkı bulunmadığı gerekçesiyle davayı
reddetmiştir.
12. Temyiz edilen kararı
inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 15/11/1971
tarihli ve E.1971/9059, K.1971/7140 sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi
kararını onamıştır.
13. Başvurucuların men-i müdahale
davasına konu ettikleri taşınmazın da yer aldığı 16 adet taşınmaz bir araya
getirilerek oluşturulan 315 pafta, 2086 ada, 1 parsel olarak tapuya kaydedilen
taşınmaz için Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından 26/7/1971
tarihinde kıymet takdir komisyonunca takdir edilen bedel İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığına ödenerek söz konusu taşınmaz kamulaştırılmıştır.
14. Başvurucular, 5/10/2007 tarihinde İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) murislerine ait taşınmaza hiçbir bedel ödenmeden kamulaştırmasız el
atıldığı iddiasıyla tazminat davası açmışlardır.
15. Başvurucuların iddialarına
karşı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dava konusu taşınmazın 1946,
1966, 1982 ve 2009 hava fotoğraflarında anıt olarak tespit edildiği, Hürriyet-i
Ebediye anıtının yapımına 1909 yılında karar verildiği ve 1911 yılında
yapıldığı, söz konusu taşınmazın mülkiyetinin 1956 yılından önce Belediyeye
geçtiği, daha sonra bir kısmının Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından
kamulaştırıldığı ve 221 sayılı Kanuna göre 2 yıllık dava açma süresinin
fazlasıyla geçtiği belirtilmiştir.
16. Davanın devamı sırasında 221
sayılı Kanun’un 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “tazminat” kelimesi Anayasa Mahkemesinin 17/1/2008 tarihli ve E.2004/25, K.2008/42 sayılı kararıyla
iptal edilmiştir.
17. Mahkemece yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonrasında başvurucular, 28/9/2009
tarihli dilekçeleriyle taleplerini 12.000.000 TL’ye ıslah ettiklerini ve
taşınmazın bedeli yerine tazminat istediklerini bildirmişlerdir.
18. Mahkeme 26/5/2011
tarihli ve 2007/315, K.2011/218 sayılı kararıyla iki yıllık dava açma süresinin
fazlasıyla geçirildiği ve davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle davayı
reddetmiştir.
19. Başvurucuların temyiz
talebini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 5/6/2012
tarihli ve E.2012/1764, K.2012/11909 sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi
kararını aynı gerekçe ile onamıştır.
20. Karar düzeltme talebi de
aynı Dairenin 24/12/2012 tarihli ve E.2012/24289,
K.2012/28015 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
21. Kesinleşen karar başvurucuya
6/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu, 5/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
23. 221 sayılı Kanun’un 1.
maddesi şöyledir:
“6830 sayılı İstimlak Kanununun yürürlüğe girdiği tarihe
kadar, kamulaştırma işlerine dayanmaksızın, kamulaştırma kanunlarının gözönünde tuttuğu maksatlara fiilen tahsis edilmiş olan
gayrimenkuller ilgili amme hükmi şahsı veya müessesesi adına tahsis tarihinde
kamulaştırılmış sayılır.”
24. 221 sayılı Kanun’un 3.
maddesi şöyledir:
“Birinci maddede yazılı gayrimenkuller tapuda kayıtlı ise,
kayıt sahipleri veya mirascıları ancak fiili tahsis
tarihindeki rayiç üzerinden gayrimenkul bedelini istiyebilirler.
Tapuda kayıtlı olmayan gayrimenkuller hakkında fiili tahsis tarihinden itibaren
on sene geçmemiş ise o tarihte zilyedlikle iktisap
şartları tahakkuk eden zilyedleri veya mirasçıları
birinci fıkra hükmünden faydalanabilirler.
Herhalde gayrimenkule
müdahalenin men'i (İptal ibare: Anayasa Mah.nin 17/01/2008 tarihli ve E. 2004/25, K. 2008/42 sayılı Kararı
ile.) * davası dinlenmez.”
25. 221 sayılı Kanun’un 4.
maddesi şöyledir:
“Gayrimenkulün bedelini dava hakkı bu kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren iki sene sonra düşer.”
26. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 25/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların
5/3/2013 tarihli ve 2013/2058 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
28. Başvurucular, 1968 yılında
hiçbir bedel ödenmeden yapılan kadastro çalışması ile Hazine adına tescil
edilen ortak murislerine ait taşınmaz için 2007 yılında açtıkları tazminat
davasının süre yönünden reddedildiğini, oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
(AİHM) orman alanlarının devletleştirilmesiyle ilgili Türkiye aleyhine yapılan
başvurularda benzer durumlarda tazminat ödenmesi yönünde kararları bulunduğunu ve
Anayasa Mahkemesinin 17/1/2008 tarihli ve E.2004/25, K.2008/42 sayılı kararı
ile 221 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan tazminat
kelimesini iptal ettiğini, açtıkları davanın bu iptal kararı dikkate
alınmaksızın sonuçlandırıldığını, hakkın özünü ortadan kaldıran bu
uygulamaların ve beş yıl süren yargılamanın Anayasa’nın 11.,
13., 14., 35., 36., 40., ve 46. maddelerinde tanımlanan haklarını ihlal
ettiğini ileri sürerek 15.000.000,00 TL maddi ve 500.000,00 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
29. Başvurucular, murislerinin
sahibi olduğu taşınmazın 1968 yılında yapılan kadastro işlemi ile ellerinden
çıktığını, 2007 yılında açtıkları bedel davasında Anayasa Mahkemesinin
17/1/2008 tarihli iptal kararı sonrasında talep konusunu tazminata
çevirdiklerini, ancak Mahkemenin davayı süre yönünden reddettiğini ve davada
makul sürenin aşıldığını belirterek Anayasa’nın 2.,
5., 10., 13., 36., 40., 90. ve 125. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal
iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, somut dava ve buna bağlı
olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir
eder.
30. Başvurucuların şikâyetinin
özü, 1966 yılında yapılan kadastro işlemi ile taşınmaz mülkiyetinin ellerinden
alınması ve 2007 yılında açtıkları bedel davasında Mahkemenin hatalı yorumu ile
davayı tazminata çevirme taleplerini dikkate almaması ve yanlış karar vermesi
nedeniyle haklarının ihlal edildiği iddialarına dayandığından bu şikâyetler
mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı yönünden incelenmiştir. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkına yönelik
şikâyetleri ise ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
31. Başvurucular, murislerinin
sahibi olduğu taşınmazın 1968 yılında yapılan kadastro işlemi ile ellerinden
çıktığını, 2007 yılında açtıkları bedel davasında Anayasa Mahkemesinin 17/1/2008 tarihli iptal kararı sonrasında talep konusunu
tazminata çevirdiklerini, ancak Mahkemenin davayı süre yönünden reddettiğini
belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
32. 6216 sayılı Kanun'un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler."
33. Anayasa ve 6216 sayılı
Kanun'un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme,
ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan
bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında,
anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde
yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından
yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle,
bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınmaları gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15).
34. Somut başvuruya konu olayda
başvurucuların murisi, 1968 yılında yapılan kadastro işlemi sonrasında aynı yıl
adına kayıtlı 1954 yılına ait tapu kaydına dayanarak müdahalenin men’i davası açmış, ancak dava söz konusu taşınmazın 221
sayılı Kanun şümulüne girdiği gerekçesiyle reddedilmiş ve Yargıtay 1. Hukuk
Dairesinin 15/11/1971 tarihli onama kararı ile
kesinleşmiştir. Başvurucular, murislerinin veya kendilerinin 221 sayılı Kanunun
3. maddesine göre 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihe
kadar, kamulaştırma işlemi yapılmadan alınan taşınmazlar için öngörülen iki yıl
içinde bedel davası açtıklarına dair bir belge sunmamışlardır.
35. Başvurucular, murislerine
ait olduğunu iddia ettikleri taşınmazın bedeliyle ilgili olarak yapılan
kadastro işleminden 41 yıl sonra 5/10/2007 tarihinde
bedel davası açmışlar ve Anayasa Mahkemesinin 17/1/2008 tarihli ve E.2004/25,
K.2008/42 sayılı kararı ile 221 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan “tazminat” kelimesini
iptal etmesinden sonra 28/9/2009 tarihli dilekçeleriyle bedel yerine tazminat
talep ettiklerini Mahkemeye bildirmişlerdir. Başvurucuların
iddialarına karşı İdare dava konusu taşınmazın 1946, 1966, 1982 ve 2009 hava
fotoğraflarında anıt olarak tespit edildiği, Hürriyet-i Ebediye anıtının
yapımına 1909 yılında karar verildiği ve 1911 yılında yapıldığı, söz konusu
taşınmazın mülkiyetinin 1956 yılından önce Belediyeye geçtiği, daha sonra bir kısmının
Karayolları tarafından kamulaştırıldığı ve 221 sayılı Kanuna göre iki yıllık
dava açma süresinin fazlasıyla geçtiği itirazlarında bulunmuştur.
36. Yapılan yargılama sonucunda
Mahkeme, 26/5/2011 tarihli kararıyla 221 sayılı
Kanun’un 3. maddesinde yer alan iki yıllık dava açma süresinin fazlasıyla
aşıldığı gerekçesiyle davayı reddetmiş ve temyiz talebini inceleyen Yargıtay 5.
Hukuk Dairesinin 5/6/2012 tarihli onama ve 24/12/2012 tarihli karar düzeltme
talebini ret kararı ile karar kesinleşmiştir
37. Başvurucuların murislerinin
açtığı taşınmazın aynına ilişkin dava 1971 yılında kesinleşmiş olup, taşınmazın
mülkiyeti, bahsedilen tarihte Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları
incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden 41 yıl önce
kesin olarak başvurucuların murisinin elinden çıkmıştır. Mahkeme kararı
kesinleştikten sonra taşınmazın mülkiyeti artık başvurucuların murisinin hak
alanından çıkmıştır. Taşınmazın bedel talebi için 221 sayılı Kanun’un 4.
maddesi ile getirilen süre ise bahsedilen Kanun’un Resmî Gazete’de
yayımlandığı 12/01/1961 tarihinden iki yıl sonra
12/1/1963 tarihinde son bulmuştur.
38. Anayasa ve AİHS'in ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı,
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir (Bkz.,
Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi,
§§ 36-37), Başvurucular, 2007 yılında açtıkları bedel davasında taşınmazın
hukuki olarak malikleri olmayıp, 1971 yılında murislerinin kaybettiği
taşınmazın mülkiyetini yeniden kazanmayı veya buna bağlı olarak tazminat almayı
talep etmektedirler. Başvurucuların mülkiyet hakkına konu ettikleri taşınmazla
hukuki ilişkileri Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye
başladığı 23/9/2012 tarihinden 41 yıl önce
kesildiğinden ve bu taşınmaza bağlı bedel talebi hakları da 12/1/1963 tarihinde
son bulduğundan mülkiyet hakkına yönelik şikayet, Mahkemenin zaman bakımından
yetkisinin dışında kalmaktadır.
39. Nitekim benzer nitelikte 221
sayılı Kanun çerçevesinde el konulan gayrimenkullerle ilgili bir başvuruyu
inceleyen AİHM, “… yani
Türkiye Cumhuriyeti için 1 Nolu Ek Protokol’ün 1.
maddesinin yürürlüğe girdiği 28 Ocak 1987 tarihinden önce, Hazine’ye
devredilmesini dikkate alan AİHM, 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun’a dayalı bir
mülkiyet mahrumiyetinin koşullarını incelemek için zaman bakımından yetkisiz
olduğu kanaatine varmaktadır.” demek suretiyle benzer bir olayda
kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ekdal ve diğerleri/Türkiye, 6990/04, 25/1/2011, § 48).
40. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların bedel veya tazminat istemine dayanak yaptıkları taşınmazla
hukuki ilişkilerinin bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak
belirlenen 23/9/2012 tarihinden önce 1971 yılındaki
Mahkeme kararıyla kesildiği, bu kararın aynı yıl kesinleştiği ve taşınmaza
bağlı bedel talebi haklarının da 12/1/1963 tarihinde son bulduğu
anlaşıldığından, başvuruya konu mülkiyet hakkına yönelik şikâyetin, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiği İddiası
41. Başvurucular, murislerinin
sahibi olduğu taşınmazın 1971 yılında mahkeme kararıyla ellerinden çıktığını,
2007 yılında açtıkları bedel davasının Anayasa Mahkemesinin 17/1/2008
tarihli ve E.2004/25, K.2008/42 sayılı kararı ile 221 sayılı Kanun’un 3.
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “tazminat”
kelimesini iptal etmesinden sonra 28/9/2009 tarihli dilekçeleriyle bedel yerine
tazminata çevrilmesini istediklerini, buna rağmen Mahkemenin 2 yıllık dava açma
süresinin fazlasıyla aşıldığı gerekçesiyle davayı reddettiğini belirterek
Anayasal haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
42. Başvurucuların şikâyetinin
özü mahkemenin dava süresiyle ilgili hatalı yorum yaptığı ve yanlış karar verdiği
iddiasına dayandığından ve mülkiyet hakkıyla ilgili olarak zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı verildiğinden bu şikâyet adil
yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden
incelenmiştir.
43. Anayasa'nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı
Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir.
44. Bir anayasal hakkın ihlali
iddiası içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi
talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun
tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin
olduğu açıktır (B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 34).
45. İlke olarak derece
mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası
veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
46. Hukukun genel ilkelerinden
biri hukuk güvenliği prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini,
devletin de hukuki düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar (Zafer Öztürk,
B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
47. Belli bir hakkın mahkemede
ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın
açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil
yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler,
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da
ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet
ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi
içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe
Anayasa'da yer alan adil yargılanma hakkını ihlal etmiş sayılmazlar (Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı, B.
No: 2013/757, 13/6/2013, § 27).
48. Başvurucuların murisi adına
1956 yılına ait kaydı bulunan ve 1966 yılında yapılan kadastro tespitiyle
mülkiyeti tartışmalı olan taşınmaza ilişkin mülkiyet sorunu, yapılan yargılama
sonucunda 1971 yılında kesin olarak çözümlenmiştir. Başvurucular, taşınmazın
aynıyla ilgili dava kesinleştikten 36 yıl sonra 2007 yılında bedel davası
açmışlar ve Anayasa Mahkemesinin 17/1/2008 tarihli ve
kararı ile 221 sayılı Kanun’un 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “tazminat” kelimesini iptal etmesinden
sonra 28/9/2009 tarihli dilekçeleriyle davada taleplerinin bedel yerine
tazminata çevrilmesini Mahkemeden istemişlerdir. Mahkeme, 26/5/2011
tarihli kararıyla iki yıllık dava açma süresinin fazlasıyla aşıldığı ve davanın
süresinde açılmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bu karar 24/12/2012 tarihinde derecattan
geçerek kesinleşmiştir.
49. Başvurucular, murislerinin
1966 yılında yapılan kadastro işlemi sonrasında men’i
müdahale davası açtığını belirtmekle birlikte bedel davasını 221 sayılı Kanunun
3. maddesinde öngörülen sürede açtıklarına dair bir belge sunmamışlar, somut
başvuruya konu davayı ise bahsedilen kanuni sürenin çok üzerinde 41 yıl sonra
2007 yılında açmışlardır.
50. Somut davada İlk Derece
Mahkemesince uyuşmazlığın çözümü için gerekli bilgi ve belgeler toplanarak
inceleme yapılmış ve bilirkişi raporları alınmış, başvuruculara bahsettikleri
iddia ve itirazlarını sunmak üzere imkân verilmiş ve başvurucular iddia ve
itirazlarını Mahkemeye sunmuştur. İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay bu iddia ve
itirazları değerlendirerek iki yıllık dava açma süresinin geçtiği gerekçesiyle
davanın reddi yönünde karar vermiştir.
51. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesi gereği hukukun uygulanması ve
yorumlanması hâkimin resen gözeteceği bir husustur. Bu kapsamda hak düşürücü
sürenin dava konusu uyuşmazlıkta uygulanması da hâkimin takdir yetkisi içinde
olup (Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı,
§ 31), kanunun açık hükmü karşısında beklenmesi gereken bir
sonuçtur. Derece mahkemelerinin kararlarında dava süresinin uygulanması
konusunda bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.
52. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği
iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece
mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik içermediği
anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin "açıkça dayanaktan
yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
53. Başvurucuların makul sürede
yargılanma haklarına yönelik şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı
ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
54. Başvurucular, 2007 yılında
murislerine ait taşınmazla ilgili olarak açılan hukuk davasının beş yılda
kesinleşmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
55. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının
da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan
makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
56. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir
(Güher Ergun ve Diğerleri, §§
41–45).
57. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde açılan bedel davasının söz konusu
olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre
yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan
bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher
Ergun ve Diğerleri, § 49).
58. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup (Güher Ergun ve Diğerleri,
§ 50), somut başvuru açısından bu tarih 5/10/2007 tarihidir.
59. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. (Güher Ergun ve Diğerleri,
§ 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş
tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Yargıtay 5. Hukuk
Dairesinin E.2012/24289, K.2012/28015 sayılı kararı verdiği 24/12/2012
tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
60. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil,
uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 51).
61. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun bir adet taşınmaza ilişkin 221
sayılı Kanun’a dayalı bedel talebi olduğu, 5/10/2007
tarihinde açılan davanın yargılama sürecinde ilk derece mahkemesince verilen
kararın temyiz edildiği, taraflarında iki davacı ve bir davalının yer aldığı
davanın Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 24/12/2012 tarihli kararıyla beş yılın
üzerinde bir sürede kesinleştiği anlaşılmaktadır.
62. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi
önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları
konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu
olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 26).
63. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiş olup (Güher Ergun ve Diğerleri,
§§ 54-64), başvuruya konu davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru
açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz
konusu beş yılı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
64. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
65. Başvurucular, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle 500.000,00 TL manevi tazminata ve
mülkiyet hakkının ihlal edilmesi nedeniyle 15.000.000,00 TL maddi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
66. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
67. Başvurucuların tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin beş yılı aşan yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken takdiren net 3.350,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
68. Başvurucular tarafından
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile
iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından ve
başvurucuların mülkiyet hakkıyla ilgili şikâyetleri zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulunduğundan başvurucuların maddi
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
69. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucuların,
1. Mülkiyet haklarının ihlali iddiasının "zaman bakımından yetkisizlik",
2. Hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlali iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması",
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma haklarının ihlali iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara müştereken net 3.350,00 TL manevi TAZMİNAT
ÖDENMESİNE,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
25/6/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.