TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NATIK BIÇAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1562)
|
|
Karar Tarihi: 26/6/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Natık BIÇAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Nedim KOÇ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu açtığı menfi
tespit davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını ve yapılan yargılamanın
adil yargılanma hakkının gereklerine aykırı olduğunu ileri sürerek, ihlalin
tespitiyle, yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın
tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 15/2/2013
tarihinde Nazilli 2.Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtası ile yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir
durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölümün Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 13/12/2013 tarihli görüş yazısı
24/12/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili
tarafından, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 8/1/2014 tarihli beyan dilekçesi
sunulmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu tarafından 4/11/2003 havale tarihli dilekçe ile İstanbul Asliye Ticaret
Mahkemesinin E.2003/1385 sayılı dosyası üzerinde bir bankadan almış olduğu
otomobil kredisini konu alan menfi tespit davası açılmıştır.
8. İstanbul Asliye Ticaret
Mahkemesi Üçüncü Ticaret Dairesinin 7/6/2004 tarih ve
E.2003/1385, K.2004/694 sayılı kararı ile Mahkemenin görevsizliği nedeniyle
dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
9. Görevsizlik kararı sonrası
yürütülen yargılama neticesinde, İstanbul Üçüncü Tüketici Mahkemesinin
26/6/2007 tarih ve E.2004/871, K.2007/444 sayılı kararı ile,
davanın açılmamış sayılmasına karar hükmedilmiştir.
10. Karar temyiz edilmekle,
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2/3/2009 tarih ve E.2008/12270, K.2009/2684
sayılı kararı ile, başvurucu vekilince süresinde
mazeret dilekçesi verilmiş olduğu nazara alındığında, bu mazeret dilekçesi
değerlendirilerek yargılamaya devam olunması gerekirken davanın açılmamış
sayılmasına hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilerek bozulmuştur.
11. Bozma sonrası yapılan
yargılama neticesinde İstanbul Üçüncü Tüketici Mahkemesinin 6/12/2011 tarih ve
E.2010/5, K.2011/1004 sayılı kararı ile, dava tarihi
itibarıyla başvurucunun davalı bankaya 6.136,23 TL borcu bulunduğu
anlaşıldığından, borcunun bulunmadığının tespiti yolundaki isteminin reddine,
davadan sonra yapılan ödemelerin infaz sırasında icra müdürlüğünce
değerlendirilmesine karar verilmiştir.
12. Karar temyiz edilmekle
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 6/12/2012 tarih ve
E.2012/18857, K.2012/28117 sayılı kararı ile karar düzeltme yolu kapalı olmak
suretiyle onanmıştır.
13. Karar 18/1/2013
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
14. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
15. Mahkemenin 26/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
15/2/2013 ve 2013/1562 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, açtığı menfi
tespit davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını, vekilinin mesleki
mazeretine rağmen dosyanın iki defa işlemden kaldırıldığını ve davanın
açılmamış sayılmasına karar verildiğini, ayrıca yargılama sonucunda verilen
kararın hukuka aykırı olduğunu beyan ederek, Anayasa’nın 36. maddesinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Çelişmeli Yargılama İlkesi ve Yargılamaya
Etkin Katılım Hakkının İhlali İddiası
17. Başvurucu, vekilinin mesleki
mazeretine rağmen dosyanın iki defa işlemden kaldırıldığını ve davanın
açılmamış sayılmasına karar verildiğini beyan ederek, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
18. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucu tarafından vekilinin mesleki mazeretine rağmen dosyanın iki defa
işlemden kaldırıldığı ve davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği
belirtilmesine rağmen, belirtilen hususların Yargıtay tarafından denetlenmek
suretiyle, ilk derece mahkemesince verilen kararın bozulduğunun ve bozma
sonrası süreçte başvurucuya yargılamaya ilişkin beyan ve itirazlarını sunma
imkânı tanındığının, yapılacak değerlendirmede nazara alınması gerektiği
bildirilmiştir.
19. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
20. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir
mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
21. Adil yargılanma hakkının
unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dava malzemesi
hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle
tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir (B.
No: 2013/4424, 6/3/2013,§ 21). Bu ilke ve bu ilkeyle
bağlantılı olan yargılamaya etkin katılım hakkı, adil yargılanma hakkının somut
görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen bu ilke
ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013,§ 38).
22. Çelişmeli yargılama hakkı
kapsamında, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, iddialarını sunma ve delillere
karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale
gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ruiz-Mateos/Spain, B. No:
12952/87, 23/06/1993, § 63; Feldbrugge/Netherlands, B.
No: 8562/79, 29/05/1986, § 44). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği
ilkesi ile de yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar
niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda,
davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli
yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni
bir hakka ilişkin yargılamada da tarafların duruşmada hazır bulunmasını, daha
genel bir ifade ile, yargılamanın bütününe aktif
olarak katılmalarını ifade etmektedir (B. No: 2013/4424, 6/3/2013,§ 21).
23. Somut başvuru açısından,
başvuruya konu yargılama sürecinde ilk derece mahkemesince dava dosyasının iki
kere işlemden kaldırıldığı ve dosyanın üçüncü defa takipsiz bırakıldığından
bahisle davanın açılmamış sayılmasına hükmedildiği ancak, temyiz incelemesinde,
başvurucu vekilinin ilgili celseden önce mahkemeye ibraz edilmiş olduğu
anlaşılan mazeret dilekçesinin dosya arasına alınmamış olması nedeniyle davanın
takipsiz bırakıldığına istinaden davanın açılmamış sayılması yönünde kurulan
hükmün bozulduğu, bozma ilamı sonrasında yürütülen yargılama sürecinde ise
tarafların talepleri doğrultusunda bilirkişi raporu ve ek rapor alınmak
suretiyle, yapılan değerlendirme neticesinde başvurucunun davasının reddine
hükmedildiği, başvurucu tarafından sunulan delil ve beyan dilekçeleri
kapsamında mahkemece ilgili hususların tetkik edilerek, başvurucuya dava
malzemesine ilişkin olarak tetkik ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu
çerçevede, başvuru dosyası kapsamından başvurucunun delillerini ve iddialarını
sunma fırsatı bulamadığına ve yargılamaya etkin olarak katılma imkânının
elinden alındığına dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun çelişmeli yargılama ve yargılamaya etkin katılım haklarının ihlal
edildiği yönündeki iddialarının, bir ihlalin olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
25. Başvurucu tarafından, yanlış
hukuki değerlendirme yapılarak davasının reddedildiği ve hükmün sonuç
itibarıyla hukuka aykırı olduğu beyan edilerek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddia edilmiştir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir.
27. Bir anayasal hakkın ihlali
iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden
incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve
Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin
olduğu açıktır. Bu kapsamda, bireysel başvuruya konu davadaki olayların
kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama
sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir
uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil
olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz.
Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir
hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar
bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece
mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, §§ 25-26).
28. Başvurucu tarafından, yanlış
hukuki değerlendirme yapılarak davasının reddedildiği ve hükmün sonuç
itibariyle hukuka aykırı olduğu belirtilmekte olup, başvurucunun belirtilen
iddiasının özünün derece mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve
hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın
sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun belirtilen iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara
ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası da
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
30. Başvurucu Yargıtay onama
ilamının tebliği tarihinden itibaren süresi içinde başvuruda bulunulduğunu
belirtmiştir.
31. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak
verilen kararlara atfen, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali
iddiası hakkında görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
32. Başvuru dosyası kapsamından,
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun, kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Başvurucu, bir bankayla olan
kredi ilişkisine dayalı olarak açtığı menfi tespit davasının yaklaşık dokuz
yıllık bir süreçte karara bağlandığını beyan ederek, makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
34. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
37. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
38. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
39. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 40).
40. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
41. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
42. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
43. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, bir banka ile olan kredi ilişkisine dayanan menfi tespit talebiyle
ilgili olarak tüketici mahkemesi nezdinde yürütülen bir yargılama faaliyetinin
söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 49).
44. Medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı
kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut
başvuru açısından, başvuruya konu davanın açılmış olduğu 4/11/2003
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 45). Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu
zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup,
davanın reddi hükmüyle sonuçlanan başvuru konusu yargılama açısından bu tarih
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin E.2012/18857, K.2012/28117 sayılı onama ilamı
tarihi olan 6/12/2012 tarihidir.
45. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından
yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın
başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
46. Başvuruya konu yargılama sürecinin
incelenmesinde, yargılamanın konusunun bir banka ile başvurucu arasındaki kredi
ilişkisine istinaden ileri sürülen menfi tespit talebi olduğu, 4/11/2003
tarihinde açılan ve İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi Üçüncü Ticaret Dairesinin
E.2003/1385 sırasına kaydı yapılan davanın tensip zaptını takiben yedi ayı
aşkın süre sonra 7/6/2004 tarihli celsesinde, Mahkemenin görevsizliği nedeniyle
dava dilekçesinin reddine karar verildiği, görevsizlik kararı sonrası İstanbul
3. Tüketici Mahkemesinin E.2004/871 sırasına kaydı yapılan davanın 20/9/2004
tarihli tensip zaptı sonrasında dosyanın iki defa işlemden kaldırılmasına karar
verildiği, başvurucu vekilince verilen ikinci yenileme dilekçesi üzerine
yürütülen süreçte 31/10/2006 ilâ 26/6/2007 tarihli celseler arasında bilirkişi
raporu teminine çalışıldığı ve 26/6/2007 tarihli celsede taraflarca üçüncü defa
takipsiz bırakıldığından bahisle davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği,
Mahkemece tutulan 26/6/2007 tarihli tutanakta, yargılamanın son celsesinden önce
hakim havalesi alınarak dosyaya ibraz edildiği ancak
yapılan araştırmalar sırasında bulunamaması nedeniyle duruşmadan önce dosya
arasına alınamadığı belirtilen başvurucu vekilinin mazeret dilekçesinin
duruşmadan sonra bulunarak dosya arasına alındığının belirtildiği
görülmektedir. Kararın başvurucu tarafından temyiz edildiği, dosyanın temyiz
incelemesi neticesinde Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2/3/2009 tarih ve
E.2008/12270, K.2009/2684 sayılı kararı ile, başvurucu
vekilince süresinde mazeret dilekçesi verilmesine rağmen, bu mazeret dilekçesi
değerlendirilerek yargılamaya devam olunması gerekirken davanın açılmamış
sayılmasına hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğundan bahisle ilk derece
mahkemesi kararının bozulduğu, bozma kararı sonrasında başvurucu vekiline
çıkarılan 10/4/2009 tarihli tebligata ilişkin evrakın dosyaya ulaşmadığından
bahisle ilgili posta idaresine yazılan 25/12/2009 tarihli müzekkereye cevaben,
ilgili evrakın ikmâlen 5/5/2009 tarihinde mahkemeye
teslim edildiğinin bildirildiği anlaşılmaktadır.
47. Bozma kararı sonrası
yürütülen yargılama sürecinde bir yıl iki aylık süreçte bilirkişi raporu ve ek
rapor temin edilerek, belirtilen yargılama evrakı hakkında beyanda bulunmak
üzere taraf vekillerine mehil verildiği, 6/12/2011
tarihli celsede verilen, davanın reddine dair hükmün temyiz edilmesi üzerine
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 6/12/2012 tarih ve E.2012/18857, K.2012/28117
sayılı kararı ile karar düzeltme yolu kapalı olmak suretiyle onandığı
anlaşılmaktadır.
48. Başvuruya konu yargılama
sürecinin değerlendirilmesinde, İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi Üçüncü
Ticaret Dairesinin E.2003/1385 sırası üzerinde yürütülen yargılamada tensip
duruşmasını takiben yaklaşık yedi ay sonra görevsizlik kararı verildiği,
görevli mahkeme nezdinde yapılan yargılama sırasında atanan bilirkişinin iki
defa yargılama konusu hususlara ilişkin inceleme yapmaya ehil olmadığını
bildiren ön rapor ibraz etmesi üzerine Mahkemece uygun bilirkişi tetkikine
başlanıldığı ve bu suretle yaklaşık sekiz aylık bir sürenin bilirkişi tespit
edilmesi amacıyla geçirildiği, başvurucu vekilince sunulan ve hakim havalesi taşıyan mazeret evrakının ilgili celseden
önce dosya arasına alınmaması nedeniyle davanın takipsiz bırakıldığından
bahisle açılmamış sayılmasına hükmedildiği, bu hükme ilişkin temyiz süreci de
nazara alındığında, belirtilen ihmale istinaden iki yıl yedi ayı aşkın bir
yargılama süresinin geçtiği, ayrıca bozma sonrasında başvurucu vekili için
çıkarılan ve 15/4/2009 tarihinde tebliğ edilerek 5/5/2009 tarihinde mahkeme
kalemine teslim edildiği anlaşılan tebligat evrakının dokuz ayı aşkın süreçte
dosya arasına alınmaması nedeniyle 2/3/2009 tarihli bozma kararı sonrası ancak
8/2/2010 tarihinde tensip duruşmasının yapılabildiği, ayrıca bozma kararı
sonrası yürütülen yargılama sürecinde temin edilen bilirkişi raporlarının,
ilgili celse ara kararlarında belirtilen tarihler arasında temini ile tetkik ve
beyanda bulunmak üzere taraflara tebliği gerekirken, belirtilen hususların
zamanında ikmal edilmeyerek taraflara bilirkişi raporu ve ek raporların ilgili
celselerde elden tebliğinin sağlandığı ve tetkik ile beyanda bulunmak üzere
taraflara ayrıca süreler verildiği ve belirtilen bu uygulamaların yargılamanın
uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
49. Medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
50. Başvurucu vekilince bir
kısım celselerde mazeret dilekçesi ibraz edildiği görülmekle birlikte,
yargılamanın uzaması noktasında başvurucunun tutumunun baskın bir etkiye sahip
olduğu tespit edilmemiştir.
51. Davanın mahiyeti nedeniyle
icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık
olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında söz konusu
dokuz yıl bir aylık yargılama sürecinde, makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
52. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
53. Başvurucu, yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılmaması ve adil olmaması nedeniyle yeniden yargılama
yapılmasını ve 35.000,00 TL maddi tazminat ile 35.000,00 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
54. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin dokuz yıl bir aylık yargılama süresi nazara alındığında,
başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya takdiren 6.650,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
56. Başvurucu tarafından
yargılamanın adil olmadığı belirtilerek, uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama
yapılmasına karar verilmesi talep edilmekle birlikte, başvuruya konu yargılama
sürecinin adil olmadığı yönündeki iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu
sonucuna varılmakla, başvurucunun yargılamanın yenilenmesi yönündeki talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından ileri
sürülen maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmadığı
anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
58. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında
çelişmeli yargılama ilkesi ve yargılamaya etkin katılım hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında
yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 6.650,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
26/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.