TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ARMAN MAZMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1752)
|
|
Karar Tarihi: 26/6/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Arman MAZMAN
|
Vekili
|
:
|
Av. İzzettin DOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Zeytinburnu
Belediyesince murisi adına tescilli taşınmazın usulsüz olarak
kamulaştırıldığını, murisinin vefatından sonra kamulaştırmasız el atma
nedeniyle açtığı tazminat davasında davanın kabul edilerek lehine karar
verilmesine rağmen idarece yargı kararının icra edilmemesi ve kamu mallarının
haczinin mümkün olmaması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 20/2/2013 tarihinde
Küçükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/3/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın
Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 6/6/2013 tarihli
ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 1/8/2013 tarihli görüş yazısı 14/8/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı
beyanlarını yasal süresi içinde 23/8/2013 tarihinde ibraz
etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
alan olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun murisi (annesi) Hermine
MAZMAN’ın hisse sahibi olduğu Zeytinburnu ilçesi
sınırları içinde yer alan taşınmaz hakkında Zeytinburnu Belediyesinin (İdare) 18/7/1986 tarihli kararıyla kamulaştırma kararı alınmıştır.
8. Başvurucunun murisi 26/7/1987
tarihinde vefat etmiştir.
9. Başvurucunun murisinin vefatından haberdar olmayan İdare,
kamulaştırma işlemlerini ölü kişiye karşı sürdürerek 14/10/1988
tarihinde taşınmazın kendi adına tespiti için Zeytinburnu İkinci Asliye Hukuk
Mahkemesinde dava açmıştır.
10. Mahkemece başvurucunun murisinin adresi tespit edilemediğinden
ilanen tebligat yapılarak davaya devam edilmiş ve 1/5/1989
tarih ve E.1988/513, K.1989/265 sayılı kararla taşınmazın idare adına tesciline
karar verilmiştir.
11. Dava konusu taşınmaz, 3/4/1990
tarihinde idare adına tapuya hükmen tescil edilmiş ve idare kamulaştırdığı
taşınmazı ifraz ederek üçüncü kişilere satmıştır.
12. İdarece başvurucunun murisi adına Ziraat Bankasına
yatırılan kamulaştırma bedeli, 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle
31/1/2002 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna
(TMSF) devredilmek üzere Genel Müdürlük kayıtlarına alınmıştır.
13. Bu durumu yıllar sonra öğrenen başvurucu, 14/7/2009 tarihinde Bakırköy Birinci Asliye Hukuk
Mahkemesinde haklarını saklı tutmak kaydıyla 10.000,00 TL talepli kamulaştırmasız
el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır.
14. Mahkemece 23/2/2010 tarihinde
dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde bilirkişiler nezaretinde keşif yapılmış,
ayrıca taşınmazın bedel tespitine esas olmak üzere emlak vergi beyanlarıyla emsal
bildirimi ve imar durumunu tespit için ilgili kurumlara müzekkere yazarak
gerekli incelemeyi tamamlamıştır.
15. Mahkemece 1/3/2010 tarihli
bilirkişi raporuna itiraz için taraflara süre verilmiş, başvurucu 21/4/2010
tarihli duruşmada rapora itirazının olmadığını beyan etmiştir.
16. Başvurucu 31/1/2011 tarihli
ıslah dilekçesiyle taşınmazın bilirkişilerce tespit edilen değeri olan
446.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle beraber tahsilini
talep etmiştir.
17. Mahkeme 2/6/2011 tarihli ve
E.2009/209, K.2011/94 sayılı kararıyla davayı kabul ederek başvurucuya murisine
ait taşınmazın dava tarihi itibarıyla değeri olan 446.000,00 TL’nin tazminat
olarak ödenmesine karar vermiştir.
18. Karar davalı idare tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay 5.
Hukuk Dairesi, 1/3/2012 tarihli ve E.2011/16175,
K.2012/3647 sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır.
19. Başvurucu, 29/3/2012 tarihinde
Küçükçekmece Birinci İcra Müdürlüğünün 2012/2459 sayılı dosyasıyla ilama dayalı
alacağı hakkında icra takibine başlamıştır.
20. Davalı idarenin karar düzeltme talebi Yargıtay’ın aynı
dairesinin, 17/9/2012 tarihli ve E.2012/12238,
K.2012/16531 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte
kesinleşmiştir.
21. İcra takibine rağmen borçlu idare borcunu ödememiş, 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun
geçici 6. ve 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden
Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve
Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun’un geçici 2. maddelerinde yer alan kamu mallarının haczedilmezliğine
ilişkin hükümler nedeniyle de başvurucu haciz işlemi yaptıramamıştır.
22. Başvurucu 18/1/2013 tarihli
dilekçesiyle İdareye kesinleşen yargı kararına dayalı alacağını ne zaman
ödeneceğini, hangi tarihte ödeme sırasına alındığını, kaçıncı sırada olduğunu
sormuş, Belediye Hukuk İşleri Müdürlüğünün dosyanın ödeme emri belgesi
düzenlenerek ödenmesi için 10/4/2012 tarihinde Mali Hizmetler Müdürlüğüne
gönderildiği, Mali Hizmetler Müdürlüğünün ise başvurucunun alacağının
27/11/2012 tarihinde muhasebe kayıtlarına işlendiğini, takriben Mayıs ayı
sonuna kadar ödeme yapılacağı yönündeki beyanlarını içeren 23/1/2013 tarihli
yazıyla başvurucuya cevap verilmiştir.
23. İcra takibinden sonuç alamayan başvurucu, 20/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda
bulunmuştur.
24. Başvurucu 5/6/2013 tarihli
dilekçesiyle 651.042,00 TL alacağının banka hesabına ödenmesini, ödeme
yapılması halinde bir alacağının kalmayacağını beyan etmiş, İdare, 6/6/2013
tarihinde Mahkemece hükmedilen tazminatı faiz ve diğer masraflarıyla beraber
651.042,00 TL olarak başvurucunun banka hesabına ödemiştir.
B. İlgili Hukuk
25. 2942 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesi’nin 1/11/2012
tarihli ve E. 2010/83, K. 2012/169 sayılı Kararı ile iptal edildikten sonra
24/05/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’la değişik geçici 6. maddesinin 1., 8., 11. (değişmeden önceki 10. fıkra ile benzer) ve 13.
fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya
kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956
tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu
yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan
taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis
etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle,
mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti
ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak
işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.
…
Kesinleşen mahkeme
kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç
olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde
sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı,
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik
ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan
ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri
için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son
kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı
bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen
alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde,
ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten
ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları
ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı
Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı
gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları
da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem
yapılabilir.
…
“…Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin
tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez...”
…
4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma
işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen
fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis
edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması
hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen
tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de,
idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve
aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için
de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar
hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu
fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve
kesinleşmeyen davalarda da uygulanır…”
26. 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye
Kanunu’nun “Belediyenin yetkileri ve
imtiyazları” kenar başlıklı 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…Belediyenin proje karşılığı borçlanma
yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen
kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç
gelirleri haczedilemez…”
27. 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Malî
Yönetimi Ve Kontrol Kanunu'nun “Ödenemeyen
giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar”
kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Ödeme
emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak
emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya
hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen
emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen
tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.
Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm
ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma
sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu
idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve
benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi
halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi
talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.”
28. 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas
Kanunu’nun “Haczi caiz olmıyan
mallar ve haklar” kenar başlıklı 82. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:
1. Devlet malları ile
mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,
…”
29. 16/5/1956 tarih ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
“Taşınmazına
kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi,
bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da
bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek
dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet
hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek
tahsiline karar verilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 26/6/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 20/2/2013 tarih ve 2013/1752 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, Zeytinburnu
Belediyesince murisi adına tescilli taşınmaza murisinin vefatından sonra el
atılması nedeniyle idareye açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat
davasında kendi adına hükmedilen tazminatı icra yoluyla takip ettiği halde
kendisine ödeme yapılmaması, 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. ve 6111 sayılı
Kanun’un geçici 2. maddelerinde yer alan kamu mallarının haczedilmezliğine
ilişkin hükümler nedeniyle icra takibinin sonuçsuz kalması ve yargı kararının
uygulanmaması sebebiyle mülkiyet hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve haklarının ihlal edildiğine karar verilerek ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere ve 100.000,00
TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkının İhlali İddiası
32. Başvurucu, açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle
tazminat davasında kendi adına hükmedilen tazminatı icra yoluyla takip ettiği
halde kendisine ödeme yapılmaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
33. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucu vekilinin
başvurucuya ait hiçbir hak ve alacağının kalmadığına dair 5/6/2013
tarihli ibranameyi imzaladığı, başvurucunun alacağının tamamının faiz ve
yargılama giderleriyle birlikte 6/6/2013 tarihinde ödendiği, bu durumda
başvurucunun mağdurluk sıfatının kalmadığı, bununla birlikte esastan inceleme
yapılması halinde kamu mallarının haczedilemeyeceğine dair hükümlerin
idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi
için gerekli olan kaynaklarının korunmasının amaçlandığı, somut olayda
başvurucuya alacağının ödeme tarihine kadar işlemiş faiziyle ödenerek makul bir
dengenin kurulduğu ifade edilerek mülkiyet hakkına ilişkin şikâyet incelenirken
bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda
bulunulmuştur.
34. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı cevabında,
ödeme yapmış olmanın temel haklarının çiğnendiği gerçeğini değiştirmediğini,
olayın 27 yıl süren bir sürecinin bulunduğunu, ibraname imzalamasının tazminat
talebinden vazgeçtiği anlamına gelmeyeceğini belirterek, manevi tazminat
talebini sürdürmüştür.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir. ...”
36. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
37. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı
doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
38. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi şöyledir:
“(1) Bölümler ya da
Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı
verilebilir:
…
ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan
herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini
haklı kılan bir neden görülmemesi.”
39. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin
bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup, anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasına göre; bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi
için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu önkoşullar,
başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya
işleminden ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı
kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların
sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur”
olduğunu ileri sürmesi gerekir (B. No: 2013/1977, 9/1/2014,
§ 42).
40. Bireysel başvuruda “mağdur”
kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız
bir şekilde yorumlanmaktadır. Bu kavramın yorumu, günümüzde toplumun koşulları
ışığında değişime tabi olup, bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde
uygulanmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz., Gorraiz Lizarraga ve
Diğerleri/İspanya, B. No: 62543/00, 10/11/2004, §§ 35, 38).
41. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bir hakkın
ihlaline karar verilebilmesi için mağdurluk statüsünün ve/veya başvuruya konu
olan kamu gücü kullanımına dayalı temel nedenlerin başvuru hakkında karar
verileceği zamana kadar devam etmesi gerekir. Mağdurluk statüsünün devamı
konusunda değerlendirme yapılırken başvurucunun şikâyet ettiği hususların hala
mevcut olup olmadığı ve muhtemel hak ihlalinin etkilerinin giderilip
giderilmediği incelenmelidir.
42. Başvuru konusunun mahkeme kararıyla elde edilmiş ve bir
kamu kurumunun ödemesi gereken belli bir miktar tazminat olması durumunda
mağdurluk statüsünün kaybı için bu bedelin tamamının ödenmesi ve ödemenin gecikmesine
ve enflasyona bağlı hissedilir derecede değer kaybının bulunmaması gerekir (B.No: 2013/817, 19/12/2013, § 59).
43. Bunun yanında tazminat ya da başvurucunun taleplerinin
anlaşma ile karşılanması da, mağdurluk statüsünün belirlenmesine etki eder.
Zira kamu idaresinin başvurucuyla yaptığı anlaşma ile borcun tamamını faiziyle
birlikte ödemesi durumunda başvurucunun önceki borçtan olumsuz etkilenme
olasılığı kalmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.,
Kemal Kol ve Ünal Kol/Türkiye, B.
No: 3816/04, 30/9/2008)
44. Somut başvuruda mülkiyet hakkına ilişkin şikâyet temel
olarak kamu mallarının haczedilmezliğine dair
hükümler nedeniyle tazminata dair yargı kararının icra edilememesine
dayanmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi başvurucu yargı kararının temyiz
incelemesi sonrasında karar düzeltme aşamasını ve kararın kesinleşmesini
beklemeden 29/3/2012 tarihinde alacağını tahsil etmek
amacıyla icraya koymuş (§ 19), karar 17/9/2012 tarihli karar düzeltme kararıyla
kesinleşmiş, başvurucu tahsili konusunda ilerleme sağlayamaması üzerine
18/1/2013 tarihinde idareye borcunu ne zaman ödeyeceğini sormuş, idare de
23/1/2013 tarihli cevabında Mayıs ayı sonunda ödeme yapacağını bildirmiştir (§
22). Bunun üzerine başvurucu 20/2/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru karara
bağlanmadan başvurucu idarenin hazırladığı 5/6/2013
tarihli ibranameyi imzalayarak kendisine 651.042,00 TL ödenmesi halinde hiçbir
hak ve alacağının kalmayacağını beyan etmiş ve 6/6/2013 tarihinde bahsedilen
bedel başvurucunun banka hesabına havale edilmiştir (§ 23).
45. Bu durumda başvurucunun idareyle anlaşma sağlayarak ve 5/6/2013 tarihli ibranameyi imzalayarak alacağının tamamını
faiz ve yargılama giderleriyle birlikte tahsil ettiği ve tazminatın
ödenmemesinden kaynaklanan maddi mağduriyetin tamamen giderildiği açıktır.
Başvurucunun somut olayda kamu mallarının haczedilmezliğine
dair kanun hükümlerinden olumsuz etkilenme olasılığı kalmamıştır. Çünkü
başvurucunun taleplerinin tümünü karşılayacak şekilde alacağının tamamını
davalı idareden tahsil etmekle, alacağının tahsili için kamu mallarını haczetme
gerekliliği kalmamıştır. Sonuç olarak başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin
mağduriyeti 6/6/2013 tarihinde tamamıyla
giderildiğinden bu hak yönünden başvurucunun mağdurluk statüsü de aynı tarihte
sona ermiştir.
46. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun mülkiyet hakkına
yönelik şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlali İddiası
47. Başvurucunun yargı kararıyla almaya hak kazandığı tazminatın
kamu idaresince icra edilmemesinin adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucu, açtığı tazminat davasında kamulaştırmasız el
atma nedeniyle kendi adına hükmedilen tazminatı icra yoluyla takip ettiği halde
ödenmemesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
49. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun alacağının
tamamının faiz ve yargılama giderleriyle birlikte 6/6/2013
tarihinde ödendiği, başvurucunun bunu kabul ederek uzlaştığı, dolayısıyla karar
icra edildiğinden başvurucunun mağdur sıfatını kaybettiği, bununla birlikte
esastan inceleme yapılması halinde kesinleşmiş yargı kararlarının icrasının
AİHM tarafından adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirildiği, Anayasa
Mahkemesinin yargılamaya bir bütün olarak bakarak başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının engellenip engellenmediğini belirleyerek adil yargılanma hakkıyla
ilgili karar vereceğini düşündükleri, somut olayda kararın icrasının 9 aylık
bir gecikmeden sonra yerine getirildiği, ifade edilerek adil yargılanma hakkına
ilişkin şikâyet incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği
yönünde beyanda bulunulmuştur.
50. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı cevabında,
ödeme yapmış olmanın temel haklarının çiğnendiği gerçeğini değiştirmediğini,
olayın 27 yıl süren bir sürecinin bulunduğunu, bu güne kadar yapılan ihlallerin
yok sayılamayacağını belirterek, manevi tazminat talebini sürdürmüştür.
51. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
52. Anayasa’nın 138. maddesinin 4. fıkrası şöyledir:
“Yasama ve yürütme
organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve
idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez.”
53. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
54. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
55. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın
36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
56. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama
özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını
ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte
aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı
elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil
yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia
ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi
de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, K.T. 14/1/2010).
57. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile
idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının
değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138.
maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi
gerektiği açıktır.
58. Nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine
sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler ve uygulamalar,
mahkemeye erişim hakkının anlamını yitirmesine sebep olmaktadır (B. No:
2012/144, 2/10/2013, § 28). Yargı kararının
geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında
mahkemelerin bağımsızlığının bir parçası olarak görülmekte ve devlete yargı
kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulama yükümlülüğü
getirilmektedir.
59. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye
erişim hakkından yola çıkarak kararların icrası hakkını adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM’e
göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı
zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar.
Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın
sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir
anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu çerçevede AİHM, kesinleşmiş ve
bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine
rağmen infaz edilmemesi durumunda, mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade
etmeyeceğini, yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesinin, 6. madde
anlamında “dava”nın
tamamlayıcı unsuru olduğunu vurgulamaktadır (bkz. Burdov/Rusya, B.No:59498/00, 7/5/2002, §
34).
60. Zira davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka
uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı
kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdareler yargı kararını uygulamayı
reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda
davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin
6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybedecektir.
(bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye,
B. No:6334/05, 23/10/2012, § 115). AİHM bu yorumuyla
bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını
değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik
meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmektedir (bkz. Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007,
§ 54).
61. Anayasanın 138. maddesi metninde mahkeme kararlarına
uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme
organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kuralına yer
verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine
getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak
ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla
devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler
aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu
otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla
yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette,
bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma
adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra
edilmeyerek, sonuçsuz bırakılması kabul edilemez.
62. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
K.T. 22/5/2013).
63. Hukuki güvenlik ilkesi “öngörülebilirliği”
sağlayan işleviyle hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olarak, bireylere hem
devlet hem de toplumun diğer üyeleri karşısında “ilkesel”, “kurumsal”
ve “işlevsel” güvenceleri
birlikte sağlar. Bu ilke çerçevesinde; bir hukuk devletinde devletin tüm işlem
ve eylemlerinin hukuka uygun olmasının mevcut normlarla kural altına alınması “ilkesel” korumayı oluştururken, söz konusu
bu normların mahkemelerce uygulanarak hukuksal uyuşmazlıkların çözülmesi ise “kurumsal” güvence olarak kabul edilir.
Diğer taraftan hukuksal uyuşmazlıkları kesin olarak çözen mahkeme kararlarının
kamu otoritelerince yerine getirilmesi “işlevsel”
güvenceyi oluşturur.
64. Yargı kararlarının geç uygulanması sebebiyle bireyler
lehine zamanında kullanılamayan “işlevsel”
güvencenin söz konusu olduğu bir durumda, “ilkesel”
ve “kurumsal” güvencelerin
bireyler adına etkin kılınabilmesi, kendilerinden beklenilen hukuksal korumayı
sağlamaları mümkün olmaz. Dolayısıyla yargı kararlarının bireyler hakkında
uygulanmasını içeren işlevsel güvence; ilkesel ve kurumsal güvenceleri
tamamlayan, bu güvencelerin istenilen sonuçları vermesini mümkün hale getirerek
bireysel hak ve özgürlüklere yargısal koruma sağlanabilmesini olanaklı kılan
vazgeçilmez bir hukuki teminattır.
65. Kesin hükme saygı uluslar arası
hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir.
Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin
uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen
kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde
yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri
açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı
güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır.
66. Anayasa’nın 138. maddesinin 4.
fıkrası gereği yargı kararları geciktirilmeksizin uygulanmak zorunda olmakla ve
kararın icrasında gecikmenin başvurucuların adil yargılanma haklarına bir
müdahale olduğu kabul edilmekle beraber, kararların icrasında ne kadar süreli
bir gecikmenin hak ihlali sayılacağının, davanın konusu, davanın konusu bir
alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti,
başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararın icrasının başvurucu
için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki
tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip
kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın
icrasında geçen süre gibi somut davanın koşullarına göre incelenmesi gerekir.
67. Nitekim AİHM, mahkeme tarafından verilen hükmün yerine
getirilmesini, AİHS’in 6. maddesi bakımından yargılamanın
bütünleyici bir parçası olarak görmekte ve yargılamanın uzunluğuyla ilgili
davalarda da incelemektedir (Bkz., Di
Pede/İtalya, B. No: 15797/89, 26/9/1996,
§§ 20-24). Bununla birlikte AİHM, yaptığı incelemelerde belli süreye kadar olan
gecikmeleri makul kabul etmekte ve ödemelerin gecikmesi halinde gecikme faizi
gibi telafi edici yöntemler bulunup bulunmadığına bakacağına vurgu yapmaktadır
(Bkz., Fidanten ve
Diğerleri/Türkiye, B. No: 27501/06, 28/6/2011, § 28)
68. 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddenin onbirinci fıkrası, 9/10/1956 ile
4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle
mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve
alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir. Kanun'da bu amaçla
idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve ödemelerin bu paylar
üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat miktarını karşılamaması
halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve garameten
yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme halinde kanuni faiz ödenmesi de kurala
bağlanmıştır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).
Ancak bireyin mülkiyet hakkına hukuka aykırı olarak müdahale eden idarenin,
kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacakları veya tazminatları
ödememekte ısrar etmesi halinde, adil yargılanma hakkı kapsamında yargı
kararlarının icrası hakkı ihlal edilmiş olur. Anılan düzenleme, kesinleşen
mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacak veya tazminatları ödememe sebebi olamaz.
69. Başvuru konusu olayda, başvurucunun murisi 26/7/1987 tarihinde vefat etmesine rağmen bundan haberdar
olmayan idare ve mahkeme, murise ait taşınmazın kamulaştırılma işlemlerini
hayatta olan kişiymiş gibi sürdürmüş ve 1/5/1989 tarihinde taşınmazın idare
adına tesciline karar verilmiş, murisi adına bankaya yatırılan kamulaştırma
bedeli ise uzun bir süre takip edilmediğinden 31/1/2002 tarihinde TMSF’ye devredilmiştir. Bu durumdan yıllar sonra haberdar
olan başvurucunun 14/7/2009 tarihinde açtığı
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında Mahkeme, 2/6/2011 tarihli
kararıyla dava tarihine göre 446.000,00 TL olarak tespit ettiği taşınmazın
bedelinin tazminat olarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Bahsedilen
karar, 17/9/2012 tarihli Yargıtay kararıyla kesinleşmiştir.
Mahkeme bedeli daha önce ödenmesine rağmen başvurucuya ödeme yapılmasına karar
vererek başvurucunun murisinden kalan geçmişe dönük haklarını korumuştur. Bu
husus, başvurucu tarafından da kabul edilmekle herhangi bir tartışma
içermemektedir.
70. Başvurucu ilk derece mahkemesinin kararı kesinleşmeden 29/3/2012 tarihinde icra takibine başlamış, ancak sonuç
alamamıştır. Başvurucunun 18/1/2013 tarihli alacağının
ne zaman ödeneceğine dair dilekçesine idare, 23/1/2013 tarihli yazısıyla idari
borcu muhasebe kayıtlarına aldığını ve plana bağladığını, 2013 yılının Mayıs
ayı sonunda ödeme yapabileceğini bildirmiş, başvurucunun 5/6/2013 tarihinde
imzaladığı ibranameyle 6/6/2013 tarihinde başvurucuya alacağı faiz ve yargılama
giderleriyle birlikte 651.042,00 TL olarak ödenmiştir. Bu durumda idarenin
borcunu muhasebe kayıtlarına alarak plana bağladığı, ödeme konusunda iyi
niyetli olduğu ve kesinleşen yargı kararının 9 ay sonra icra edildiği,
tazminatın ödemesinde faiz ve yargılama giderlerinin dâhil edildiği, mevcut
yasal faiz ve enflasyon oranı dikkate alındığında değer kaybı yaşanmadığı
anlaşılmaktadır.
71. Başvurucu da yapılan ödemenin maddi kayıplarını telafi
etmediği yönünde bir iddiada bulunmamakta, kararın icrasından sonra şikâyetini
kararın geç icra edilmesi nedeniyle hakkının ihlal edildiği şeklinde sürdürerek
manevi tazminat talep etmektedir.
72. 2942 sayılı Kanun’un geçici 6.
maddesiyle de kamu kurumlarının geçmişten gelen kamulaştırmasız el atmaları
nedeniyle açılan davalarda ödemek zorunda kaldıkları tazminatların mevcut kamu
hizmetlerini aksatmayacak şekilde ödenebilmesi için bütçelerinden pay
ayırmaları ve ödemeleri peşin yapamamaları halinde sonraki yıllara sâri olacak
şekilde borçların taksitlendirilmesi ve taksitlendirilmiş borçlara kanuni faiz
ödenmesi imkânı tanımıştır.
73. Bir kamu kurumu aleyhinde verilen nihai ve bağlayıcı
mahkeme kararıyla ortaya konulan borcu ifa etmemek için ekonomik kaynak
yokluğunun mazeret olarak ileri sürülemeyeceği (bkz. AİHM, Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, §
35) belirtilmekle beraber, bu husus 5018 sayılı Kanun’un 34. maddesinde ifade
edilen kamu idarelerinin yargı kararı gereği ödeme zorunda oldukları
öngörülemeyen giderlerini, kurumların gelir ve nakit durumlarına göre belli bir
takvime bağlayarak ve gecikmeden kaynaklanan değer kayıplarını faizle telafi
ederek ödemelerini bir hak ihlaline dönüştürmez.
74. Ayrıca alacağın konusunun tehlikeli bir işte kamu zoruyla
yaptırılan ve sonucunda başvurucunun sağlığının etkilendiği bedeni bir
çalışmanın karşılığı (bkz. AİHM, Burdov/Rusya,
B. No:59498/00, 7/5/2002, § 7) gibi ödenmesini ivedi
hale getirecek bir özellik arz etmediği veya başvurucu için aciliyet
arz etmediği durumlarda bedelin ödenmesinin kamu hizmetlerini aksatmayacak
şekilde plana bağlanması makul olarak karşılanmalıdır. Bu durum özellikle
başvuru konusu olayda olduğu gibi bütçe imkânları çok rahat olmayan kamu
kurumlarının önceden öngöremeyecekleri önemli bir meblağa baliğ ödemelerde önem
arz eder.
75. Bunun yanında başvurucunun annesi
olan murisinden kalan taşınmazın kamulaştırıldığını annesinin vefatından 22 yıl
sonra öğrendiği ve tazminat ödenmesi amacıyla dava açtığı göz önünde
bulundurulduğunda başvurucunun bahsettiği davanın 27 yıllık geçmişinin
tamamının yargı kararının icrasının gecikmesi bağlamında değerlendirilmesinin
mümkün olmadığı ve başvurucunun taşınmazın bedelini tahsile yönelik ihtiyacının
acil ve öncelikli olmadığı, dolayısıyla başvurucunun mahkeme kararının yerine
getirilmesindeki menfaatinin de acil ve öncelikli olmadığı anlaşılmaktadır.
76. Sonuç olarak, başvuru konusu olayda
başvurucunun mahkeme kararıyla elde ettiği tazminatın ödenmesindeki 9 aylık
gecikme; ödemenin idarece muhasebe kayıtlarına alınarak bir plana bağlanması,
öngörülemeyen borç miktarının bütçe imkânlarıyla kıyaslandığında yüksek bir
miktara baliğ olması, tazminatın konusunun ödenmesini ivedi hale getirecek
özellikli bir konu olmaması, alacağın tamamının faiz ve yargılama giderleriyle
beraber başvurucuyla yapılan uzlaşma ve imzalanan ibranameyle ödenmesi,
başvurucunun ödemenin yapılmasındaki menfaatinin önemli ve öncelikli olmadığı
hususları göz önünde bulundurulduğunda ihlal boyutlarına ulaşmadığından,
başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
77. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan yargı kararlarının icrası hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1. Mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma
hakkına yönelik şikâyet yönünden KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkına İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan
yargılama giderinin BAŞVURUCU ÜZERİNDE BIRAKILMASINA,
26/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.