TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GAZİLER ENERJİ VE TİC. A.Ş.
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1660)
|
|
Karar Tarihi: 15/10/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Gaziler Enerji ve Tic. A.Ş.
|
Temsilcisi
|
:
|
Narin DOLGUN
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim İLİMSEVER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, işyerinde yaşanan
iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında makul
sürenin aşıldığını, bu nedenle ödemek durumunda kaldığı faiz yükünün arttığını,
yargılama sırasında usulî hatalar yapıldığını, Sosyal
Sigortalar Kurumunun (SSK) davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken
mahsup edilmediğini belirterek eşitlik ilkesinin, hak arama hürriyetinin ve
Anayasa’nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 25/2/2013
tarihinde Kağızman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 17/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 27/9/2013 tarihli görüş yazısı,
24/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet
Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu Gaziler Enerji ve
Tic. A.Ş.’nin yürüttüğü inşaat işi sırasında patlama
meydana gelmiş ve işçi D. T. 24/10/1999 tarihinde kaza
sonucu vefat etmiştir.
8. Tedbirsizlik ve dikkatsizlik
nedeniyle ölüme sebebiyet verme suçu iddiasıyla Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde
açılan davada, 27/12/2001 tarih ve 2000/94, K.2001/155
sayılı kararla kusur oranları, işyeri sahibi G. D. için 6/8, işçi N. T. için
1/8 ve ölen işçi D. T. için 1/8 olarak belirlenmiştir.
9. Müteveffanın eşi Ş. T., kendisi ve çocukları adına 4/1/2002 tarihli dilekçe ile
Tuzluca Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucuya karşı maddi ve manevi
tazminat davası açmıştır.
10. Başvurucu 11/2/2002
tarihli dilekçesiyle mahkemenin görevsizliği ve alacağın zaman aşımına uğradığı
iddialarında bulunmuştur.
11. Mahkeme, 19/11/2002
tarihli celsede, tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişi incelemesinin
yapılmasına karar vermiştir.
12. Bilirkişilerce, aynı konuyla
ilgili Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde açılmış davada belirlenen kusur oranları
nazara alınarak tazminat miktarı hesaplanmış ve 15/1/2004
tarihli bilirkişi raporu mahkemeye sunulmuştur.
13. Mahkeme, 27/5/2004
tarihli celsede tarafların kusur oranlarının belirlenmesi talebiyle bilirkişi
görevlendirmiş ve 22/8/2004 tarihli bilirkişi raporuyla, başvurucunun kusuru %
60 olarak tespit edilmiştir.
14. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun
başvurucu aleyhine açtığı peşin sermaye değerli gelir ödemesinin rücu davasında
da, tarafların kusurlarının belirlenmesi için 1/7/2004
tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir.
15. Davacılar, 18/10/2004 tarihli dilekçeleriyle 15/1/2004 tarihli
bilirkişi raporunda belirlenen miktarlar üzerinden taleplerini artırarak
davalarını kısmen ıslah etmişler, başvurucu ise cevap dilekçesinde bir yıllık
zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini ve davanın zamanaşımına uğradığını
iddia etmiştir.
16. Başvurucu davanın İş
Mahkemelerinde açılması gerektiği gerekçesiyle işbölümü itirazında
bulunduğundan, Mahkeme 17/2/2005 tarih ve E.2002/2,
K.2005/12 sayılı kararıyla, dosyayı iş mahkemesi sıfatıyla E.2005/69
numarasıyla incelemeye devam etmiştir.
17. Mahkeme, 5/5/2005
tarihinde SSK’nın başvurucuya karşı açtığı E.2003/22 sayılı rücu davasının,
Mahkemenin E.2005/69 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir.
18. 4/12/2006 tarihinde önceki bilirkişi
raporları arasında çelişki olduğundan bahisle yeni bir bilirkişi raporu
düzenlenmiştir. Hazırlanan yeni bilirkişi raporuna göre, 1/7/2004
tarihli raporla kısmen uyumlu olarak başvurucunun kusuru % 80 olarak tespit
edilmiştir.
19. Mahkeme, 26/4/2007
tarihinde, E.2005/69 sayılı dosyada birleştirilen rücu davasının yasal
dayanaklarının ve yasa yolu mercilerinin farklı olduğu gerekçesiyle tefrikine
karar vermiştir.
20. Rücu davasıyla ilgili olarak
Mahkeme, 27/9/2007 tarih ve E.2007/18, K.2007/74
sayılı kararıyla Sosyal Sigortalar Kurumunun rücu talebini kabul ederek kurumca
kaza nedeniyle ödenmiş bedelin bir kısmının başvurucuya rücu edilmesine karar
vermiştir.
21. Mahkeme, tazminat davasında
bilirkişi raporları arasındaki çelişkilerin giderilmesi ve tarafların kusur
oranlarının yeniden tespit ettirilmesi için Adli Tıp Kurumu tarafından bir
raporun düzenlenmesine karar vermiş ve bu defa 16/9/2010
tarihli bilirkişi raporuyla başvurucunun kusuru % 80, başvurucu şirketin sahibi
G. D.’nin kusuru ise %10 olarak tespit edilerek
mahkemeye sunulmuştur.
22. Mahkeme, tazminat miktarının
16/9/2010 tarihli bilirkişi raporundaki kusur oranları
dikkate alınarak hesaplanması için bilirkişi incelemesinin yapılmasına karar
vermiştir. Bunun üzerine 3/1/2011 tarihli bilirkişi
raporu hazırlanmış ve destekten yoksunluk zararları tespit edilerek mahkemeye
sunulmuştur.
23. Davacılar, 30/3/2011 tarihli ıslah dilekçeleriyle 3/1/2011 tarihli
bilirkişi raporunda belirtilen miktarlar üzerinden davanın ıslahı talebinde
bulunmuşlardır.
24. Mahkeme, 26/5/2011
tarih ve E.2005/69, K.2011/107 sayılı kararıyla 2. kez ıslahın mümkün olmaması
nedeniyle 30/3/2011 tarihli ıslah dilekçesinin reddine, 18/10/2004 tarihli
ıslah dilekçesini nazara alarak davanın kabulüne ve 16/9/2010 ve 3/1/2011
tarihli bilirkişi raporları dosya kapsamı ve mevzuat ile uyumlu olduğundan bu
raporda belirlenen kusur oranlarını esas alarak belirlenen maddi tazminat
miktarlarının ve takdiren 1.000,00’er TL manevi
tazminatın başvurucu şirket ve sahibi G. D.’den
müştereken ve müteselsilsen tahsiline karar vermiştir.
25. Karar, başvurucu tarafından
temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 25/12/2012 tarih ve E.2012/2136, K.2012/24430 sayılı
kararıyla başvurucunun temyiz itirazlarını reddederek hükmü onamıştır.
26. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 11/4/2013 tarih ve E.2013/4808, K.2013/7316 sayılı kararıyla
karar düzeltme talebini reddetmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
27. Başvurucu 25/2/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
28. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
29. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili
hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların
sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit
yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
30. Mahkemenin 15/10/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
25/2/2013 tarih ve 2013/1660 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
31. Başvurucu, işyerinde yaşanan
iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında
davacı vekilinin 18/10/2004 tarihli ıslah dilekçesinde
davalıların kusurları oranında tazminat talep edilmesine rağmen tazminatın
müştereken ve müteselsilen ödenmesine hükmedildiğini,
Mahkemece ceza davasındaki kusur oranlarının esas alındığını, ceza davasında
şirkete kusur yüklenmediği ve şahısların kusuru şirket kusuru sayılamayacağı
halde şirket aleyhine tazminata hükmedildiğini, davacıların şirketin kusur
oranını talep etmemesine rağmen Mahkemenin yeni bilirkişi raporuyla kusur oranı
tespit ettirdiğini, SSK’nın davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken
mahsup edilmediğini, zamanaşımı defini ileri sürdüğü halde bu konuda karar
vermeden esasa geçildiğini, davada makul sürenin aşıldığını ve makul sürede
karar verilmediğinden faiz yükünün arttığını, mahkeme kararının Yargıtay
içtihatlarından farklı olduğunu, kararların gerekçesiz olduğunu belirterek
eşitlik ilkesinin, adil yargılanma hakkının ve Anayasa’nın 14. maddesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve ödemekle karşı karşıya kaldığı tazminat miktarının
ekonomik durumunu temelinden sarsacağı gerekçesiyle ihtiyati tedbir kararı
verilmesi ile ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması veya ödemesi gereken
tazminat miktarı kadar lehine tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
32. Somut başvuru konusu davada
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 25/12/2012 tarihli
kararıyla başvurucunun temyiz itirazlarını reddederek ilk derece mahkemesi
kararını onamıştır. Başvurucu 25/2/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’ne
yapılan karar düzeltme talebi Dairece bu tarihten sonra 11/4/2013 tarihinde
reddedilmiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru hakkında karar
verilmeden önce bu kanun yolu da başvurucular tarafından tüketilmiş olmaktadır
(bkz. B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 64)
33. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne karar
verildiğini, benzer davalarda verilen kararlara aykırı şekilde hüküm
kurulduğunu belirterek, eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ve
Anayasa’nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları,
yargılama sürecine ve verilen kararın sonucu itibarıyla adil olup olmadığına
yönelik olup, bu iddialar yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası
kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun gerekçeli karar hakkı ve makul
sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları ise ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
34. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
35. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
36. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
37. Anılan kurallar uyarınca, ilke
olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların
kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas
yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun
tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve
sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
38. Başvuru konusu olayda
başvurucu, Tuzluca Asliye Hukuk Mahkemesinde iş kazası sonucu aleyhine açılmış
olan maddi ve manevi tazminat davasında davacı vekilinin 18/10/2004
tarihli ıslah dilekçesinde kusurları oranında tazminat talep edilmesine rağmen
tazminatın müştereken ve müteselsilen ödenmesine
hükmedildiğini, Mahkemece ceza davasındaki kusur oranlarının esas alındığını,
ceza davasında şirkete kusur yüklenmediği ve şahısların kusuru şirket kusuru
sayılamayacağı halde şirket aleyhine tazminata hükmedildiğini, davacıların
şirketin kusur oranını talep etmemesine rağmen Mahkemenin yeni bilirkişi
raporuyla kusur oranı tespit ettirdiğini ve SSK’nın davacılara ödediği miktarın
tazminat hesaplanırken mahsup edilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun
iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından
delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
40. Başvurucu aleyhine açılan
tazminat davasında somut olaya ilişkin ceza dava dosyası incelenmiş, tarafların
delilleri toplanarak bilirkişi raporları alınmış, başvurucunun raporlara ve
başvuruya konu itirazları değerlendirilmiş, ilgili yasa kuralları somut olayın
koşullarına göre yorumlanarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Başvurucunun
başvuruya konu ettiği gerekçelerle yaptığı temyiz üzerine Yargıtay 21. Hukuk
Dairesince “hükmün Dairece benimsenen yasal
ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin
takdirinde isabetsizlik görülmemesi” gerekçesiyle temyiz itirazları
reddedilerek hüküm onanmıştır.
41. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilmemiştir.
42. Diğer taraftan, aynı hukuki
metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum
ve içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde
kabul edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak
tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 45).
43. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası veya açıkça
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar
ve Makul Sürede Yargılanma Haklarının İhlal Edildiği İddiası
44. Başvurucunun gerekçeli karar
ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiaları açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden
herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin
olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlali İddiası
45. Başvurucu, zamanaşımı defini
ileri sürdüğü halde İlk Derece Mahkemesinin bu konuda karar vermeden esasa
geçtiğini belirterek kararın gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
46. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır.”
47. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013,
§ 30).
48. Mahkemelerin hükümleri için
gerekçe yazmaları gerekmekle birlikte bu tarafların tüm iddialarına detaylı
yanıt vermek zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Gerekçe yazma
yükümlülüğünün ileri sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her
davanın şartları çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu
kapsamda ileri sürülen iddianın kabulü halinde davanın sonucuna etkili olması
bekleniyor ise mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir (B. No:
2013/735, 17/9/2014, § 45).
49. Nitekim AİHM, derece
mahkemelerinin kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmadığını,
ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili
olması halinde, mahkemelerin bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda
olabileceğini, böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddinin
yeterli olabileceğini belirtmiştir (bkz. Hiro Balani/İspanya, B. No. 18064/91, 9/12/1994).
50. Öte yandan temyiz
mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz
merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya
aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması
yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde
dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını
inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
51. Somut olayda Mahkemece,
tarafların ileri sürdükleri tüm deliller toplanarak ve aynı konuyla ilgili ceza
dava dosyası incelenerek yaşanan iş kazasında kusur oranları ve tazminat
miktarlarını belirlemek üzere bilirkişilerden rapor alınmış, başvurucunun
işveren olarak yaşanan iş kazasında kusurlu olduğu tespit edilerek davanın
kabulüne karar verilmiştir (bkz. § 23). Mahkeme gerekçeli kararında
başvurucunun zamanaşımı ve ikinci kez ıslah yapılamayacağı konusunda itirazda
bulunduğundan bahsetmiş ve ikinci kez ıslah mümkün olmadığından ilk ıslah
dilekçesine göre hüküm kurduğunu belirtmiş ancak, zamanaşımı defini neden kabul
etmediğine dair hüküm kurmayarak ve işin esası hakkında karar vererek bu defii zımnen reddetmiştir.
52. Başvurucu temyiz
dilekçesinde de zamanaşımı defini ileri sürmüş, ancak Yargıtay tarafından
Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul
edilerek başvurucunun itirazını karşılayacak bir gerekçelendirme yapılmaksızın
ilk derece mahkemesi kararı onanmıştır (bkz. §§ 25, 26).
53. Bu durumda esasa etkili
olduğu açık olan başvurucunun zamanaşımı defi iddiası konusunda İlk Derece
Mahkemesinin bir gerekçe göstermeksizin esastan karar verdiği, Yargıtay
Dairesinin de bu iddiaya karşılık bir gerekçe göstermeden kararı onadığı ve
başvurucunun esasa etkili bahsedilen iddiasının derece mahkemelerince
karşılanmadığı, sonuç olarak başvurucunun bahsedilen iddiasının neden
reddedildiğinin açıklığa kavuşmadığı anlaşılmaktadır.
54. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun esasa etkili olduğu açık olan iddiası karşılanmaksızın hüküm
kurulmasıyla başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
55. Başvurucu, makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
56. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
57. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
58. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
59. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
60. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
61. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
62. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
63. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
64. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
65. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
66. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iş kazası nedeniyle açılan bir tazminat davasının söz konusu olduğu
görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 49).
67. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 4/1/2002 tarihidir.
68. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş
tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 21.
Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarihli kararı olduğu
anlaşılmaktadır.
69. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil,
uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 51).
70. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri nazara çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik
geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş
uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir
itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı
koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel
mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş
davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz
bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
71. Belirtilen hususun yanı sıra
6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda
yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku
uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit
yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha
kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64-65).
72. Söz konusu başvurunun konusu
olan iş kazası nedeniyle tazminat davasının yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece
mahkemesince önce asliye hukuk mahkemesi sıfatıyla davaya bakıldığı, yapılan itiraz
sonucu yeni esas numarası verilerek yargılamaya iş mahkemesi sıfatıyla devam
edildiği, yapılan itirazlarda dikkate alınarak kusur oranı ve tazminat
miktarının tespiti için farklı tarihlerde tespitleri birbirine benzer beş
farklı bilirkişi raporu alındığı, ayrıca ceza ve rücu davasındaki bilirkişi
raporlarının da değerlendirmede kullanıldığı, bilirkişi raporları arasındaki
farklılığın giderilmesi için de bilirkişi raporuna müracaat edildiği ve toplam
yargılama süresinin on bir yıl üç ayın üzerinde olduğu görülmektedir.
73. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi (iş
mahkemesi sıfatıyla (Bkz., §16)) önünde sürdüğü
görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama
faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren
6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 6100
sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi
gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 26-27).
74. 5521 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiş olup (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59-82),
başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla
birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir
karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on bir yılı
aşkın yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
75. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
76. Başvurucu, işyerinde yaşanan
iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında
yargılamanın sonucunun adil olmadığını, zamanaşımı definde bulunmasına rağmen
ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında bunun neden reddedildiğinin
gerekçelendirilmediğini ve yargılamanın makul süreyi aştığını iddia ederek ihlallerin ortadan kaldırılması veya
kendisi lehine tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
77. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve
işlem niteliğinde karar verilemez.
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
78. Başvuru konusu olayda tespit
edilen ihlal ilk derece mahkemesinin başvurucunun davanın esasına etkili olan
zamanaşımı defini neden yerinde görmediğini gerekçelendirmemesinden
kaynaklandığından ve bu hususu açıklayacak şekilde yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2)
numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucunun
zamanaşımı iddiasını karşılayacak şekilde gerekçeli karar yazılmasını temin
etmek amacıyla dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
79. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin on bir yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
net 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
80. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı ve başvurucunun makul
sürede yargılanma hakkı ile gerekçeli karar hakkının ihlali dışındaki
şikâyetleri hakkında kabul edilemezlik kararı verildiği anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
81. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Gerekçeli karar hakkının ve Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkının,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının,
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 10.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın ilgili
mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
15/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.