TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ORHAN KARTAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1743)
|
|
Karar Tarihi: 18/6/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Orhan KARTAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Fatih MADEN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, aleyhine açılan
tazminat davasının yaklaşık 13 yıl sürdüğünü, kararın hatalı olduğunu, makul
sürede yargılanma ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek,
ihlalin tespitiyle, uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar
verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 28/2/2013
tarihinde Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 11/11/2013 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığınca 10/12/2013 tarihli yazı ile görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Konya ilinde, 9/7/2000 tarihinde meydana gelen trafik kazasında bir kişi
ölmüştür.
8. Başvurucu hakkında, taksirle
bir kişinin ölümüne sebebiyet vermek suçundan cezalandırılması için Konya
Cumhuriyet Başsavcılığının 21/8/2000 tarihli iddianamesiyle
kamu davası açılmıştır.
9. Konya 4. Asliye Ceza
Mahkemesinin 2/7/2003 tarihli kararıyla başvurucunun
cezalandırılmasına karar vermiştir.
10. Temyiz üzerine ilk derece
mahkemesinin kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 22/12/2004
tarihli kararıyla bozularak dosya, mahkemesine iade edilmiştir.
11. Bozma üzerine yapılan
yargılama sonucunda Konya 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 16/5/2005
tarihli kararıyla, başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir.
12. Temyiz üzerine ilk derece
mahkemesinin kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 16/5/2007
tarihli kararıyla bir kez daha bozularak dosya mahkemesine iade edilmiştir.
13. Bozma üzerine yapılan
yargılama sonucunda Konya 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 16/4/2008
tarihli kararıyla açılan kamu davasının zaman aşımı nedeniyle ortadan
kaldırılmasına karar verilmiştir.
14. Başvurucu hakkında ceza
kovuşturması devam ederken müteveffanın yakınlarınca 13/9/2000
tarihinde Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası
açılmıştır.
15. Konya 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi 31/1/2011 tarihli kararı ile davanın
kabulüne karar vererek başvurucu aleyhine maddi ve manevi tazminata
hükmetmiştir.
16. Temyiz üzerine Konya 3.
Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 9/4/2012 tarihli kararıyla onanmıştır.
17. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin
onama kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi aynı Dairenin 12/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
18. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
19. 6100 sayılı Kanun’un “Bekletici sorun” başlıklı 165. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari
makamın tespitine yahut dava konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup
olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise mahkemece o davanın sonuçlanmasına
veya idari makamın kararına kadar yargılama bekletilebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
28/2/2013 tarih ve 2013/1743 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, aleyhine açılan
hukuk davasının yaklaşık 13 yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca hakkında açılan
ceza davasında zamanaşımı ile düşme kararı verilmesi ve hakkında verilmiş bir
ceza hükmü bulunmamasına rağmen hukuk mahkemesinde aleyhinde maddi ve manevi
tazminata hükmedilmesi nedeniyle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası Yönünden
22. Başvurucu, hakkında açılan
ceza davasının zamanaşımına uğraması nedeniyle düştüğünü, isnat edilen suçu
işlediğine dair kendisinin hakkında kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı
bulunmadığını, buna karşın hukuk mahkemesinin bir kişinin taksirle ölümüne
neden olduğu gerekçesiyle aleyhinde maddi ve manevi tazminata hükmettiğini
iddia etmiştir.
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca,
Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
25. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı
Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi”
kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, Anayasanın
uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının
belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara
uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
26. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir
mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
27. Bir anayasal hakkın ihlali
iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden
incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve
Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin
olduğu açıktır (B. No. 2012/1027, 12/2/2013, § 25).
28. Bireysel başvuruya konu
davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve
değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından
getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru
incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfilik içermedikçe derece
mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire
müdahalesi söz konusu olamaz (B. No. 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
29. Somut olayda başvurucu, ceza
davasının zamanaşımına uğraması nedeniyle düştüğünü ve kendisinin iddia edilen
suçu işlediğine dair kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı bulunmadığı halde
hukuk mahkemesince aleyhine tazminata hükmedilmesi nedeniyle anayasal
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Ceza ve Ceza Muhakemesi
Hukuku ile Medeni Hukuk ve Medeni Usul Hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi
disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre bir kimsenin
davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra medeni hukuk sorumluluğunu da
gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve medeni muhakeme ayrı ayrı
yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine
dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü hukuk mahkemeleri açısından
doğrudan bağlayıcı değildir (ceza ve disiplin hukuku bağlamında benzer
değerlendirmeler için bkz. B. No: 2012/665, 13/6/2013,
§ 30). Ancak bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde, ceza yargılamasında
verilmiş olan zamanaşımı kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı yönünde
değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
31. Başvurucunun derece
mahkemesinin kararının hatalı olduğu yönündeki iddialarının esas itibariyle
derece mahkemesince elde edilen delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında
isabet bulunmadığına ve dolayısıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
32. Yapılan incelemede,
yargılamanın derece mahkemeleri tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun
olarak gerçekleştirilmediğine dair açık bir bulgu saptanmadığı gibi hukuk
mahkemesinin ilgili hukuku yorumlamasında ve delilleri takdirinde bariz takdir
hatası da tespit edilmediğinden iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu anlaşılmaktadır.
33. Açıklanan sebeplerle, kanun
yolu şikâyeti niteliğinde olan başvurunun bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul
Olmadığı İddiası Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun
olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmayan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden İnceleme
35. Başvurucu, 13/9/2000 tarihinde açılan dava ile başlayan uyuşmazlığın,
karar düzeltme talebinin reddi tarihi olan 12/12/2012 tarihinde
sonuçlanmasıyla, yaklaşık 13 yılı aşkın süre devam ettiğini belirterek, makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18)
37. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
38. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
39. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
40. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013 § 38).
41. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
42. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, trafik kazasında ölen bir kişinin yakınlarının açmış oldukları maddi ve
manevi tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da
yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni
hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No:
2012/13, § 49, 2/7/2013).
43. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, § 40, 2/7/2013).
44. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 41–45).
45. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, § 46, 2/7/2013).
46. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
47. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 13/9/2000
tarihidir.
48. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilmekle beraber, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini belirleyen hükümlerin, olay ve
olguların meydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere
karşı başvurulabilecek kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın
kesinleştiği tarihi esas aldığı görülmektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013 § 51).
49. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Başvuruya konu maddi ve manevi tazminat davasının, başvurucunun
karar düzeltme talebinin reddine dair Yargıtay kararı ile sonuçlandığı nazara
alındığında, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak bitiş tarihi, karar
düzeltme talebinin reddine dair karar tarihi olan 12/12/2012
tarihidir.
50. Başvurucu hakkında, taksirle
bir kişinin ölümüne sebebiyet vermek suçundan cezalandırılması için Konya
Cumhuriyet Başsavcılığının 21/8/2000 tarihli
iddianamesiyle kamu davası açılmış; ceza kovuşturması devam ederken
müteveffanın yakınlarınca 13/9/2000 tarihinde başvurucu aleyhine Konya 3.
Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açılmış ve Mahkeme
başvurucu hakkında açılan ceza davasının kesin hükümle sonuçlanmasını beklemeye
başlamıştır. Başvurucu hakkındaki ceza davası, Konya 4. Asliye Ceza
Mahkemesinin 16/4/2008 tarihli kararıyla kamu
davasının zaman aşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına dair kararının Yargıtayca 8/4/2009 tarihinde onanması ile kesinleşmiştir.
51. Belirtilen ceza mahkemesi
dosyasının Yargıtaydan dönmesi akabinde dosya hukuk
mahkemesine getirtilmiş, belirtilen dosyada zamanaşımı kararı verildiği ve bu
kararın kesinleştiği tespit edilmiştir. Ceza dosyası içerisinde olaya ilişkin
alınmış birden fazla kusur raporunun birbirleriyle çelişkili olduğu
değerlendirilerek 13/4/2010 tarihli celsede bilirkişi
incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, aynı celsede ayrıca kaza ile ilgili
olarak davacılara ödeme yapılıp yapılmadığının Sosyal Güvenlik Kurumundan ve
kazaya karışan araçların sigorta şirketlerinden sorulmasına karar verilmiştir.
Ceza doyası içerisinde bulunan kusur raporları Adli Tıp Kurumuna gönderilerek
yeni bir rapor verilmesi istenmiş, Adli Tıp Kurumunun raporu yaklaşık 6 ay
beklenmiştir. Adli Tıp Kurumu, mevcut bilgiler ışığında bir kusur raporu tanzim
edilemeyeceğini bildirmesi üzerine dosya içerisinde bulunan kusur raporlarından
birinin güncelleştirilmesine karar verilmiş ve alınan ek rapora dayanılarak 31/1/2011 tarihinde karar verilmiştir. Temyiz incelemesi 9/4/2012 tarihinde, karar düzeltme incelemesi ise 12/12/2012
tarihinde yapılmıştır.
52. Başvuruya konu davanın bir
tarafında maktulün akrabaları olan dört davacı, diğer tarafta ise davalı olarak
başvurucu bulunmaktadır. Başvuruya konu davanın davalısı olan başvurucu, Konya
4. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen taksirle adam öldürme davasının sanığı
olup, bir kişinin ölümüyle neticelenen olayda failin belirlenmesi amacıyla
hukuk mahkemesince, ceza mahkemesinde görülen davanın sonuçlanması
beklenmiştir. Konya 4. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen dava dosyasının kesin
hükümle sonuçlanması için 10 yıla yakın bir süre boyunca beklenilmiş,
belirtilen dosyada zamanaşımı kararı verildiği ve bu kararın kesinleştiğinin
tespit edilmesi üzerine dosya getirtilmiş, ceza dosyası içerisinde olaya
ilişkin alınmış birden fazla kusur raporunun birbirleriyle çelişkili olduğu
değerlendirilerek 13/4/2010 tarihli celsede bilirkişi
incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. Ceza davasının kesinleşmesi ile
hukuk mahkemesinde dosyanın tekemmülü için verilen ara kararlar arasında
yaklaşık bir yıl beklenmiş ve daha sonra yaklaşık 9 ay yeni bir bilirkişi
raporu aldırılması için çalışılmış, ayrıca daha önce yapılması gereken bazı işlemler
ancak bu tarihten sonra kısım kısım yerine
getirilmiştir.
53. Medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
54. Her ne kadar belirtilen usul
hükümlerine tabi olan somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca
hazırlanması ilkesinin geçerli olması yargılama faaliyetinin makul sürede
neticelendirilmemesinin sonuçlarına tarafların katlanması düşüncesini destekler
nitelikte olsa da, bu ilkeler yargılama makamlarını davayı gerekli süratle
yürütme yükümlülüğünden kurtarmaz (B. No: 2012/650, 5/12/2013
§ 47).
55. Yargılama sürecinde davanın
taraflarının yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural
olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de,
yargılama makamlarının ilgili usul imkânlarını kullanmak suretiyle bu
girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır (B. No: 2012/650, 5/12/2013 § 48).
56. Somut yargılama açısından
Konya 4. Asliye Ceza Mahkemesinin dosyasının akıbetinin on yıllık bir süre
boyunca beklenildiği ve gerekçeli kararda bu dosyaya ilişkin değerlendirmelerde
bulunulduğu görülmekle beraber, yargılama faaliyetinin süresine ilişkin
değerlendirmede göz önünde bulundurulması gereken ilgili makamların tutumu
kapsamında sadece yargı makamlarının tutumu dikkate alınmayıp, Devletin kamu
gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı üzerinde
durulmalıdır. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi
Devlete, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara
bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere, adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No:
2012/650, 5/12/2013 § 49). Belirtilen ceza dosyası
sonucunun beklenilmesi noktasındaki takdir ilgili usul hükümleri uyarınca
derece Mahkemelerine ait olmakla beraber, belirtilen ceza davası akıbetinin on
yıl boyunca beklenilmesinin somut yargılamanın süresi üzerinde etkili olduğu
anlaşılmaktadır.
57. Belirtilen hususların yanı
sıra, ceza davasında verilen kararın kesinleşmesinden sonraki 2 yıla yakın bir
süre içerisinde yeniden bilirkişi raporu aldırılmaya çalışılmış ve ayrıca daha
önce toplanabilecek olan bazı delillerin toplanmasına girişilmiştir. Belirtilen
tüm bu hususların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır.
58. Başvurucu vekilince
yargılama süresince mazeret dilekçesi sunulduğu görülmekle birlikte,
başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu
tespit edilmemiştir.
59. Yargılamanın
yürütülmesindeki izlenen yöntem dikkate alındığında, 13/9/2000
tarihinde hukuk davasının açılması ile başlayıp 12/12/2012 tarihli Yargıtay
ilamı ile sonuçlanan davadaki on iki yılı aşkın yargılama süresi makul olarak
değerlendirilemez.
60. Belirtilen nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
61. Başvurucu tarafından,
100.000,00 TL maddi, 150.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak
şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin on iki yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
11.650,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
65. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya 11.650,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
C. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.