TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
PELŞİNİ BİLEN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1774)
Karar Tarihi: 21/4/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Ali Feyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Raportör
Abuzer YAZICIOĞLU
Başvurucu
Pelşini BİLEN
Vekili
Av. Osman Zuhat BİLEN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; fotoğraflarının yer aldığı canlı bomba uyarısı olan afişlerin kamu binalarına asıldığının ileri sürülmesi ve afişlerin internet sitelerinde ve ulusal yayın yapan gazete haberlerine konu olması nedeniyle özel hayatın gizliliği, yaşam, kişi güvenliği hakları ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/7/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 27/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İzmir ilinde serbest meslek sahibi bir kişidir. Başvurucu, fotoğrafı ve altında “canlı bomba aranıyor” yazısı ile hazırlanmış afişlerinin, Buca Kapalı Cezaevi jandarma kontrol noktasında asılı olduğunun kendisine haber verildiğini, bunun üzerine 15/6/2010 tarihinde İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesine (Dernek) müracaat ederek yardım istediğini ve Dernek aracılığı ile Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne, Jandarma Genel Komutanlığına ve Buca Kapalı Cezaevi Savcılığına yanlışlığın giderilmesi talebini içeren dilekçeler gönderdiğini iddia etmektedir.
9. Ulusal düzeyde yayın yapan bir kısım gazetenin 30/6/2010 ve 1/7/2010 tarihli nüshalarında ve internet sayfalarında yayımlanan haberlerde, resmî kaynaklara dayandırılarak başvurucunun fotoğrafı ile birlikte canlı bomba olduğuna ve arandığına ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Daha sonraki tarihlerde başvurucu, savcılığa bildirdiği tanıklardan, Altınolukve İncesu Jandarma Karakol Komutanlıklarında da aynı afişlere rastlandığını öğrendiğini iddia etmiştir.
10. Başvurucu, canlı bomba olduğuna ilişkin afişlerinin yayımlanması nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ve “görevi kötüye kullanma, resmi belgede sahtecilik, yargı görevi yapanı etkileme, hakaret, suç uydurma, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak ve iftira” suçlarının işlendiğini belirterek 31/12/2010 ve 24/3/2011 tarihlerinde Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurularında bulunmuştur.
11. Nusaybin Cumhuriyet Savcılığı 3/4/2012 tarihli ve S.2011/38, K.2012/540 sayılı yetkisizlik kararı ile soruşturma dosyasını İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
12. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 2012/38682 soruşturma sırasına kaydedilen dosyada;
i. İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Anadolu Ajansı yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek soruşturmayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/80319 sayılı dosya),
ii. Edremit/Altınoluk Jandarma personeli yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek soruşturmayı Edremit Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/4579 sayılı dosya),
iii. İncesu Jandarma personeli yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek soruşturmayı İncesu Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/436 sayılı dosya) gönderdikten sonra geriye kalan gazete ve internet yayınları ile ilgili olarak 18/6/2012 tarihinde 2012/26537 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“Şikâyet dilekçelerinde müştekinin “terörist”, “canlı bomba” olduğuna dair yayımlanan haberlerin Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı kaynaklı olduğunun ve Anadolu Ajansı tarafından da servis edildiğinin belirtilmesi karşısında yukarıda isimleri yazılı şüphelilerin, basının başkasının iddiasını yayımlamasına aracılık ettiği anlaşılmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Jersild ve Thoma davalarında “Bir gazetecinin, bir başkasının ileri sürdüğü bir iddianın yayılmasına yardım ettiği için cezalandırılması… Basının kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına katkısını ciddi biçimde engeller; özel olarak güçlü nedenler olmadığı sürece, bu tür cezalandırma düşünülmemelidir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Gazetecilik mesleği kanunla düzenlenmiş, demokratik hukuk devletinde yer alması gereken bir kurumdur. Basının, kanunda yazılı düzenlemeler uygun olarak kamuoyunu bilgilendirme, haber verme görevi bulunmaktadır. … Bu açıdan da bakıldığında gerçeği yansıtmadığı belirtilen Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı kaynaklı olduğu bildirilen bir haberin kamuoyuna duyurulmasında şüphelilerin cezai sorumluluklarının olmayacağı sonucuna varılmıştır.”
13. Başvurucunun itirazı, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2012 tarihli ve 2012/2792 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
14. Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararı başvurucu vekiline 22/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 21/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
16. Yine aynı soruşturma ile ilgili olarak İzmir Kapalı Ceza İnfaz Kurumu personeli yönünden 2010/54910 sayılı soruşturma dosyasında 9/8/2010 tarihinde, Buca Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığı personeli yönünden 2010/69040 sayılı soruşturma dosyasında 26/11/2010 tarihinde, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar verilmiştir. Yetkisizlik kararları ile gönderilen diğer soruşturma dosyaları da (§ 12) kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlar verilerek sonuçlandırılmış ve bu kararların kesinleşme süreçleri tamamlanmamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 20/12/2012 tarihli ve S.2012/80319, K.2012/75062 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerekçesi şöyledir:
“… yapılan tahkikat neticesinde; İzmir İl Jandarma Komutanlığınca bölücü terör örgütü üyesi olduğu değerlendirilen bir kadının eşgal bilgileri gönderildiği ve bu bayanın Ege Bölgesine geldiği, muhtemelen İzmir ilinde canlı bomba yapılarak eylem yapılacağı yönünde istihbari bilginin ulaştığı, ayrıca Denizli İl Jandarma Komutanlığının terörist olduğu tahmin edilen kadına ait fotoğrafı mahkeme kararıyla bazı internet sitelerinin takibi sırasında elde ettiği, aynı dönemde Buca İlçesi Kaynaklar bölgesinde araç içerisinde yaklaşık 50 kilo patlayıcı madde bulunduğu, olası bir terör saldırısının söz konusu olduğu değerlendirilerek şüpheli olarak tespit edilen şahsın fotoğraf ve eşkal bilgilerinin askeri birliklere ve İzmir MİT Bölge Başkanlığı ve İzmir Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, 13/06/2010 tarihte İzmir Bayraklar Adliyesinde görevli bir Jandarma erine bir bayanın gelerek askeri birliği konusunda sorular sorduğu, şüpheli hareketlerde bulunduğunu beyan ettiği ve kendisine gösterilen fotoğraftaki bayana benzediğini belirttiği, bunun üzerine durumun İzmir C. Başsavcılığına ve askeri birliklere bildirildiği, yapılan tahkikat neticesinde fotoğraftaki kadının müşteki Pelşini Bilen olduğunun tespit edildiği ve bu kişinin "terör örgütü üyesi olabileceği, canlı bomba olarak da eylem yapabileceği" hususunda Jandarma ve Emniyet Müdürlüğünce tüm birimlere uyarı amaçlı yazıların gönderildiği, İzmir ilinde meydana gelebilecek terör olaylarına karşı önceden tedbir amaçlı ve müessif bir olaya sebebiyet vermemek amacıyla rutin işlemlerin yapıldığı, ele geçirilen istihbaratın tüm birimlerle paylaşıldığı, Emniyet, Jandarma ve İçişleri Bakanlığı görevlileri tarafından gönderilen yazıların hiç birinde "canlı bomba aranıyor" şeklinde yazı yazılarak bir şahsın kimlik bilgilerinin yayınlanmadığı, herhangi bir kamu kuruluşunun duvarlarına asılmadığının anlaşıldığı, ancak fotoğrafı ele geçiren basının bu şekilde olayı abartarak müştekiyi canlı bomba olarak ifşa ettiğinin anlaşıldığı, ancak Emniyet, İçişleri ve Jandarma görevlileri tarafından bu suçun işlendiğine dair herhangi bir görevli hakkında kamu davası açılmasına yeterli derecede hiç bir delil elde edileme[diği]…”
17. Bunun yanı sıra başvurucu vekili tarafından Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 30/6/2010 tarihli şikâyet dilekçesi ile Takvim Gazetesi ve bu gazetenin internet sitesinde 30/6/2010 tarihinde yayımlanan “İşte Kadın Canlı Bomba” başlıklı haberle ilgili kişilik haklarına saldırı yapıldığı ve gerçek dışı haber yapıldığı ileri sürülmüş, Savcılıklar arası yetkisizlik kararları sonrasında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/129 sayılı soruşturma dosyasında 15/12/2010 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş, itiraz sürecinden geçen dosya da 13/4/2011 tarihinde itirazın reddine karar verilmek suretiyle kesinleşmiştir.
B. İlgili Hukuk
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. …”
19. 5237 sayılı Kanun’un 134. maddesi şöyledir:
“(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/81 md.) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.”
20. 5237 sayılı Kanun’un 267. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
21. 5237 sayılı Kanun’un 277. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
(1) Görülmekte olan bir davada (…) gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla, davanın taraflarından birinin, (…) sanığın, katılanın veya mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/69 md.) Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır.
22. 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkememizin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 21/2/2013 tarihli ve 2013/1774 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; fotoğrafının kullanılarak canlı bomba olduğuna ilişkin afiş yapıldığını ve kamu kurumlarına asıldığını, daha sonrasında ise ulusal gazetelerde ve internet sayfalarında aynı afişlerin haber konusu yapıldığını, olayla ilgili olduğu düşünülen kamu görevlileri ve basın kuruluşları hakkında yaptığı suç duyurusundan etkin bir soruşturma yapılmadığı için sonuç alamadığını, afişlerin kamu binalarında görülmeye devam ettiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, 20. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliği, 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkını, 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi, maddi ve manevi zararlarının giderilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
25. Başvurucu, şikâyet ettiği kamu görevlileri ile gazete ve internet yayın organları hakkında başlatılan soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmemesi, kamu kurumlarına asılan fotoğrafları ile afişe edilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde, yaşam hakkının ihlali kapsamında devletin bireyin yaşamını korumaya ilişkin negatif ve pozitif yükümlülüklerinin sınırlarını örneklendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıf yaparak somut olaya göre yaşam hakkına yönelik yakın veya açık tehlike durumunun ve ulusal makamların atması gereken makul adımların tespit edilmesi gerektiğini, başvurucunun muhtemel tehlikelerden korunması için herhangi bir talebinin bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca “özel hayat” kavramının kesin bir tanımı olmamakla birlikte kişinin yaşamı ile ilgili bilgi toplanması, gizli bilgi kütüklerinde saklanması ve bu tür bilgilerin ilgililere verilmesinin özel hayata saygı hakkının güvencesi kapsamında olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda somut başvuru açısından başvurucunun özel hayata saygı hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu ancak söz konusu müdahalenin ihlal teşkil etmemesi için hukukilik, meşru amaç ve demokratik toplumda gereklilik koşullarının yerine getirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alındığında özel hayatın dokunulmazlığı ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde koruma altına alınmış olan maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
28. Aynı şekilde başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin özü, Cumhuriyet Başsavcılıklarında yapılan soruşturmaların ve verilen kararların kendisinin maddi ve manevi varlığını korumakta yetersiz kaldığı iddiasıdır. Söz konusu şikâyetler, maddi ve manevi varlığın korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu ulusal günlük gazetelerin basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak ifade özgürlüğü, devletin suç ve suçlularla mücadele ve kamu düzenini sağlama yükümlülüğü arasında bir denge kurulup kurulmadığı yönünden dikkate alınacağından bu başlık altındaki şikâyetler de Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında incelenmelidir.
29. Yine başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesi bağlamında kişi güvenliğinin ihlal edildiğine ilişkin iddiası da, somut olayda yakalama, tutma, gözaltı, tutukluluk gibi başvurucunun fiziksel güvenliğine yönelik bir müdahale bulunmadığından başvurucunun bu iddialarının da Anayasa 17. madde kapsamında incelenmesi gereken hususlar olduğu değerlendirilmiştir.
1. Anayasa’nın 38. Maddesi Yönünden
30. Başvurucu, afişler ve basında çıkan haberler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Çözümlenmesi gereken mesele, henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadığı hâlde bir kişi hakkında isnat edilen suçları işlediği izlenimi verecek şekilde haber ve yorum yapılması hâlinde söz konusu müdahalenin kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkı bağlamında mı yoksa masumiyet karinesi bağlamında mı inceleneceğidir.
32. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz"
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
34. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti "asıl" olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
35. Masumiyet karinesi, devlet yetkililerinin bir kimsenin suçlu olduğuna dair beyanlarına karşı koruma sağlamaktadır. Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, yürütülmekte olan bir ceza soruşturması hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, bilginin gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (Allenet de Ribemont/Fransa, B. No: 15175/89, 10/02/1995, § 41).
36. Somut olayda başvurucu hakkında başlatılmış herhangi bir soruşturma bulunmamaktadır. Sadece güvenlik kuvvetlerinin önleyici kolluk görevi kapsamında elde ettikleri istihbarat bilgileri ve “canlı bomba” şüphesi ile oluşturdukları afişle, gelecekte olması muhtemel bir tehlikeye karşı tedbir almaları söz konusudur. Hazırlanan afişte, ilgili kişinin suçlu ilan edilmesinden öte bombalama olayı gibi toplumsal açıdan nitelikli bir tehlikenin önüne geçmenin amaçlandığı açıktır. Buna karşın basın tarafından topluma yansıtılan yayın ve haberlerde, kanıtlanmış gerçekler gibi kamuoyuna aktarma söz konusu olabilmektedir.
37. Bu çerçevede başvuruya konu gazete ve internet haberlerinde yer alan bazı ifadelerden suçluluğuna ilişkin herhangi bir yargı kararı bulunmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancı yansıtılmış olsa da söz konusu haber ve yorumların devlet yetkililerinin açıklamalarına dayandığı veya bunların söz konusu haber ve yorumların yapılmasına neden oldukları yönünde sonuçlandırılan soruşturmalarda herhangi bir emare bulunamadığı dikkate alındığında mevcut başvuruya konu şikâyet, Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında da incelenebilecektir.
38. Açıklanan nedenlerle başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal iddiası kapsamında bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle başvurunun bu kısmının kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17. Maddesi Yönünden
39. Başvurucu; kamu kurumlarına asılan fotoğrafları ile afişe edilmesi nedeniyle toplumda hedef olarak gösterildiğini, yaşamının tehlikeye atıldığını, özel yaşamının bozulduğunu, işlerinin kötüye gittiğini, toplumdaki saygınlığının zedelendiğini ileri sürmüştür.
a.Yaşam Hakkı Yönünden
40. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
41. Anılan madde gereğince kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır. Anayasa Mahkemesince belirtildiği gibi yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük yükleyen haklardandır (AYM, E.2007/78, K.2010/120, 30/12/2010; İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 41).
42. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Bilal Turan ve diğerleri, B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 47).
43. Öte yandan bireyin yaşamının, başkalarının suç unsuru taşıyan eylemleriyle tehdit edilmesinden korunması için asayiş konusunda koruyucu tedbirlerin alınması, devletler açısından bir yükümlülük olarak ortaya çıkabilecektir. Fakat bu yükümlülük her türlü şiddet olasılığını önlemeye ilişkin olarak devlete dayanılmaz ve aşırı bir yük getirecek ölçüde pozitif yükümlülük olarak kabul edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Demirtaş/Türkiye, B. No: 15028/09, 23/6/2015 § 27).
44. Devletin kamu düzenini sağlamak, suç işlenmesini önlemek ve ülkenin sürekli gündeminde olan terör olaylarına karşı toplum ve bireyi korumak, bu bağlamda negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla bazı önleyici tedbirler alması kaçınılmazdır. Bu noktada önemli olan bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin azami ölçüde korunmasına dikkat edilmesi ve uygulamanın yargısal denetime açık olmasıdır. Somut olayda etkili ve yıkıcı sonuçlar doğurabilecek bombalama ihbarının kamu görevlileri tarafından değerlendirilmesi söz konusudur. Bunun ihmal edilmesinin devlet açısından başka sorumluluklar da doğurabileceği göz ardı edilmemelidir
45. Öte yandan başvurucunun fotoğraflarının canlı bomba afişlerinde yer almasından endişe duymadığını veya korku yaşamadığını söylemek de doğru değildir. Başka bir açıdan somut durumun korku veya endişeyi içine alan psikolojik bütünlüğe yönelik olaylar olarak nitelendirilmesi de mümkündür. Fakat başvurucu, fotoğrafının afişlerde yer alması sonucunda hayatını tehlikeye atan veya atmaya muktedir olan herhangi bir fiziki şiddete maruz bırakıldığını veya maruz bırakılmaya teşebbüs edildiğini Mahkeme önünde iddia etmemiştir. Başvurucunun ileri sürdüğü hususlar, daha çok özel yaşantısını etkileyen olumsuzluklar olarak görünmektedir.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun yaşam hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle başvurunun bu kısmının kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Şeref ve İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Yönünden
47. Başvurucunun şikâyetleri, ilk derece yargılamasında takip edilen farklı usullere tabi soruşturma süreçleri dikkate alınarak kamu görevlilerine yönelik soruşturma süreçleri ve basın yayın organlarına yönelik soruşturma süreçleri olarak iki farklı başlık altında incelenmelidir:
i.Kamu Görevlileri Hakkındaki Soruşturma Süreci Yönünden
48. Başvurucunun şikâyet ettiği olayda, başvurucuya ait fotoğrafın ve bir kısım kimlik bilgisinin kamu görevlileri tarafından afişlerde kullanılması ve ardından basın yayın organlarında haberlere konu olması söz konusu olduğundan kamu görevlilerine atfedilen eylemlerle ilgili olarak devletin negatif yükümlülüğünün, Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma işlemleri ile ilgili olarak ta devletin pozitif yükümlülüğünün dikkate alınması gerekmektedir.
49. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal yönden zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin vücut ve ruh sağlığını korumadan kaynaklanan negatif bir ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
50. Ayrıca negatif yükümlülüğün devamı ve tamamlayıcısı olarak devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını, gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma kapsamında gerekli politikaları belirlemek, düzenleme ve denetleme tedbirlerini almak şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
51. Söz konusu pozitif yükümlülük müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların bireylerin, idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235, 10/3/2016, § 94).
52. Anayasa Mahkemesi açısından idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucu lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata veya başka uygun tedbirlere hükmedilmesi ile sonuçlanan idari veya adli dava yolu, mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecek etkili bir başvuru yoludur (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83).
53. Somut olayda başvurucunun suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturma kapsamında, hakkında şikâyette bulunulan kişilerin konumları veya görev yaptıkları yerler nedeniyle “ayırma kararları” verilerek dosyaların ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmesi sağlanmıştır. Bireysel başvuru dosyasından ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi kayıtlarından ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarının soruşturmaları “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” verilerek sonuçlandırdığı anlaşılmakta fakat soruşturma süreçlerinin kesinleşip kesinleşmediği belirlenememektedir. Başvurucunun başvuru yollarını tükettiğini beyan ettiği İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının S.2012/38682 sayılı dosyasında, basın ve yayın organları hakkındaki soruşturma sürecinin yer aldığı, diğer soruşturmalarla ilgili olarak sadece tefrik kararlarından bahsedildiği ve sonuçlarının belgelenmediği anlaşılmıştır.
54. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
55. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
56. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
57. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır. Başvurucunun anılan yükümlülüğü, şikâyetlerine ilişkin olarak idari ve yargısal başvuru yollarının tüketildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmayı ve bu husustaki kanıtlarını ortaya koymayı da gerektirmektedir (Serkan Akbaş, B. No: 2013/2342, 21/1/2016, § 72).
58. Somut olayda kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ise de yapılan soruşturmaların hangi aşamada olduğu, ilgili Savcılık tarafından ne yönde kararlar verildiği, başvurucunun bu kararlara karşı itiraz yoluna başvurup başvurmadığı ve başvurulmuş ise itiraz merciince itirazın ne şekilde sonuçlandırıldığı hususlarında başvuru formu ve eklerinde bilgi ve/veya belge bulunmamaktadır. Başvurucunun, anılan şikâyetlerine ilişkin yargısal mercilere başvurmadan ve başvurulmuş ise olağan başvuru yolları tüketilmeden doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunması bireysel başvurunun “ikincil niteliği” ile bağdaşmamaktadır.
59. Açıklanan nedenlerle başvurucunun ihlal iddiaları ile ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii.Basın ve Yayın Kuruluşları ve Sorumluları Hakkındaki Soruşturma Süreci Yönünden
60. Başvurucu; şikâyet ettiği kamu görevlileri ile gazete ve internet yayın organları hakkında başlatılan soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmediğini, basında çıkan haberler nedeniyle toplumda hedef gösterildiğini, özel yaşantısının alt üst olduğunu, maddi ve manevi olarak yıprandığını ileri sürmüştür.
61. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Başsavcılığı, kişilerin şeref ve itibarının korunmasını isteme hakkı ile basının kamuoyunu ilgilendiren ve toplumsal bir tartışmaya katkı sağlayacak nitelikteki olayları haber yapma hak ve yükümlülüğü arasında değerlendirme yapmak ve AİHM içtihatlarına dayandırılan alıntılarla gazetecilik mesleğinin önemine vurgu yapmak suretiyle şikâyet konusu iddialar hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir.
62. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
63. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı” kenar başlıklı 8. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
64. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel (psikolojik) bütünlük hakkı ile şeref ve itibarın korunması hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 37).
65. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
66. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen “olağan başvuru yolları” ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56-64).
67. Bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireylerin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim bireylerin maddi ve manevi varlığına yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından somut başvuruya konu eylemlere benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer alması durumunda bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla beraber özel hukuk anlamında bu tür fillerin tazminat davasına konu edilebildiği görülmektedir. Belirtilen tazmin imkânının, kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak hem idari yargı hem de adli yargı alanında yer alan makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir bireyin somut başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemlerden dolayı maddi ve manevi varlığına müdahale edildiği iddiasıyla hukuk davası yoluna başvurarak daha etkin bir giderim sağlaması mümkündür. (Işıl Yaykır, § 43).
68. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç olarak adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa istisna olarak yer verilirken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra hukuk sistemimizdeki ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin, zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, § 44).
69. Başvuruya konu olayda başvurucu; fotoğraflarının canlı bomba şüphesi ile afişe edildiğini, bu şekilde yapılan haber ve yayınların şeref ve itibarına zarar verdiğini, kendisini toplumda kötü hedef olarak gösterdiğini belirterek suç duyurusunda bulunulduğu, yürütülen soruşturma sonucunda ilgililer hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin kararlar verildiği görülmüştür. Bununla beraber başvurucu tarafından -somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan- hukuka aykırı fiiller nedeniyle idare aleyhine idari yargıda, basın yayın organları hakkında adli yargıda tazminat veya kişilik haklarının korunması davası yollarına gidilmediği anlaşılmaktadır.
70. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde manevi varlığına ait unsurlara karşı yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu dikkate alındığında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
71. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından kişinin manevi varlığına yönelik yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulduğu ve somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.