TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
PELŞİNİ BİLEN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1774)
|
|
Karar Tarihi: 21/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Ali Feyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Abuzer YAZICIOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Pelşini BİLEN
|
Vekili
|
:
|
Av. Osman Zuhat
BİLEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; fotoğraflarının yer aldığı canlı bomba uyarısı olan afişlerin kamu
binalarına asıldığının ileri sürülmesi ve afişlerin internet sitelerinde ve
ulusal yayın yapan gazete haberlerine konu olması nedeniyle özel hayatın
gizliliği, yaşam, kişi güvenliği hakları ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/2/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/7/2013
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 27/11/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/2/2016
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İzmir ilinde serbest meslek sahibi bir kişidir.
Başvurucu, fotoğrafı ve altında “canlı bomba
aranıyor” yazısı ile hazırlanmış afişlerinin, Buca Kapalı Cezaevi
jandarma kontrol noktasında asılı olduğunun kendisine haber verildiğini, bunun
üzerine 15/6/2010 tarihinde İnsan Hakları Derneği
İzmir Şubesine (Dernek) müracaat ederek yardım istediğini ve Dernek aracılığı
ile Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne, Jandarma
Genel Komutanlığına ve Buca Kapalı Cezaevi Savcılığına yanlışlığın giderilmesi
talebini içeren dilekçeler gönderdiğini iddia etmektedir.
9. Ulusal düzeyde yayın yapan bir kısım gazetenin 30/6/2010 ve 1/7/2010 tarihli nüshalarında ve internet
sayfalarında yayımlanan haberlerde, resmî kaynaklara dayandırılarak
başvurucunun fotoğrafı ile birlikte canlı bomba olduğuna ve arandığına ilişkin
açıklamalara yer verilmiştir. Daha sonraki tarihlerde başvurucu, savcılığa
bildirdiği tanıklardan, Altınolukve İncesu Jandarma
Karakol Komutanlıklarında da aynı afişlere rastlandığını öğrendiğini iddia
etmiştir.
10. Başvurucu, canlı bomba olduğuna ilişkin afişlerinin
yayımlanması nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ve “görevi
kötüye kullanma, resmi belgede sahtecilik, yargı görevi yapanı etkileme,
hakaret, suç uydurma, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verileri hukuka
aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak ve iftira” suçlarının işlendiğini
belirterek 31/12/2010 ve 24/3/2011 tarihlerinde
Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurularında bulunmuştur.
11. Nusaybin Cumhuriyet Savcılığı 3/4/2012
tarihli ve S.2011/38, K.2012/540 sayılı yetkisizlik kararı ile soruşturma
dosyasını İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
12. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 2012/38682 soruşturma sırasına
kaydedilen dosyada;
i.
İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve
Anadolu Ajansı yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek
soruşturmayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/80319 sayılı dosya),
ii. Edremit/Altınoluk
Jandarma personeli yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek
soruşturmayı Edremit Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/4579 sayılı dosya),
iii. İncesu Jandarma
personeli yönünden ayırma ve sonrasında yetkisizlik kararları vererek
soruşturmayı İncesu Cumhuriyet Başsavcılığına (S.2012/436 sayılı dosya)
gönderdikten sonra geriye kalan gazete ve internet yayınları ile ilgili olarak 18/6/2012 tarihinde 2012/26537 sayılı kovuşturmaya yer
olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“Şikâyet dilekçelerinde müştekinin “terörist”,
“canlı bomba” olduğuna dair yayımlanan haberlerin Emniyet Genel Müdürlüğü ve
Jandarma Genel Komutanlığı kaynaklı olduğunun ve Anadolu Ajansı tarafından da
servis edildiğinin belirtilmesi karşısında yukarıda isimleri yazılı
şüphelilerin, basının başkasının iddiasını yayımlamasına aracılık ettiği
anlaşılmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Jersild ve Thoma davalarında “Bir
gazetecinin, bir başkasının ileri sürdüğü bir iddianın yayılmasına yardım ettiği
için cezalandırılması… Basının kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına
katkısını ciddi biçimde engeller; özel olarak güçlü nedenler olmadığı sürece,
bu tür cezalandırma düşünülmemelidir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Gazetecilik mesleği kanunla düzenlenmiş,
demokratik hukuk devletinde yer alması gereken bir kurumdur. Basının, kanunda
yazılı düzenlemeler uygun olarak kamuoyunu bilgilendirme, haber verme görevi
bulunmaktadır. … Bu açıdan da bakıldığında gerçeği yansıtmadığı belirtilen
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı kaynaklı olduğu
bildirilen bir haberin kamuoyuna duyurulmasında şüphelilerin cezai
sorumluluklarının olmayacağı sonucuna varılmıştır.”
13. Başvurucunun itirazı, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2012 tarihli ve 2012/2792 Değişik İş sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
14. Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararı başvurucu
vekiline 22/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 21/2/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
16. Yine aynı soruşturma ile ilgili olarak İzmir Kapalı Ceza
İnfaz Kurumu personeli yönünden 2010/54910 sayılı soruşturma dosyasında 9/8/2010 tarihinde, Buca Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığı
personeli yönünden 2010/69040 sayılı soruşturma dosyasında 26/11/2010
tarihinde, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararlar verilmiştir. Yetkisizlik kararları ile gönderilen diğer soruşturma
dosyaları da (§ 12) kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlar verilerek
sonuçlandırılmış ve bu kararların kesinleşme süreçleri tamamlanmamıştır. Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 20/12/2012 tarihli ve
S.2012/80319, K.2012/75062 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın
gerekçesi şöyledir:
“… yapılan tahkikat
neticesinde; İzmir İl Jandarma Komutanlığınca bölücü terör örgütü üyesi olduğu
değerlendirilen bir kadının eşgal bilgileri
gönderildiği ve bu bayanın Ege Bölgesine geldiği, muhtemelen İzmir ilinde canlı
bomba yapılarak eylem yapılacağı yönünde istihbari
bilginin ulaştığı, ayrıca Denizli İl Jandarma Komutanlığının terörist olduğu
tahmin edilen kadına ait fotoğrafı mahkeme kararıyla bazı internet sitelerinin
takibi sırasında elde ettiği, aynı dönemde Buca İlçesi Kaynaklar bölgesinde
araç içerisinde yaklaşık 50 kilo patlayıcı madde bulunduğu, olası bir terör
saldırısının söz konusu olduğu değerlendirilerek şüpheli olarak tespit edilen
şahsın fotoğraf ve eşkal bilgilerinin askeri birliklere ve İzmir MİT Bölge
Başkanlığı ve İzmir Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, 13/06/2010 tarihte İzmir
Bayraklar Adliyesinde görevli bir Jandarma erine bir bayanın gelerek askeri
birliği konusunda sorular sorduğu, şüpheli hareketlerde bulunduğunu beyan
ettiği ve kendisine gösterilen fotoğraftaki bayana benzediğini belirttiği,
bunun üzerine durumun İzmir C. Başsavcılığına ve askeri birliklere
bildirildiği, yapılan tahkikat neticesinde fotoğraftaki kadının müşteki Pelşini Bilen olduğunun tespit edildiği ve bu kişinin
"terör örgütü üyesi olabileceği, canlı bomba olarak da eylem
yapabileceği" hususunda Jandarma ve Emniyet Müdürlüğünce tüm birimlere
uyarı amaçlı yazıların gönderildiği, İzmir ilinde meydana gelebilecek terör
olaylarına karşı önceden tedbir amaçlı ve müessif bir olaya sebebiyet vermemek
amacıyla rutin işlemlerin yapıldığı, ele geçirilen istihbaratın tüm birimlerle
paylaşıldığı, Emniyet, Jandarma ve İçişleri Bakanlığı görevlileri tarafından
gönderilen yazıların hiç birinde "canlı bomba aranıyor" şeklinde yazı
yazılarak bir şahsın kimlik bilgilerinin yayınlanmadığı, herhangi bir kamu
kuruluşunun duvarlarına asılmadığının anlaşıldığı, ancak fotoğrafı ele geçiren
basının bu şekilde olayı abartarak müştekiyi canlı bomba olarak ifşa ettiğinin
anlaşıldığı, ancak Emniyet, İçişleri ve Jandarma görevlileri tarafından bu
suçun işlendiğine dair herhangi bir görevli hakkında kamu davası açılmasına
yeterli derecede hiç bir delil elde edileme[diği]…”
17. Bunun yanı sıra başvurucu vekili tarafından Nusaybin
Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 30/6/2010 tarihli
şikâyet dilekçesi ile Takvim Gazetesi ve bu gazetenin internet sitesinde
30/6/2010 tarihinde yayımlanan “İşte Kadın
Canlı Bomba” başlıklı haberle ilgili kişilik haklarına saldırı
yapıldığı ve gerçek dışı haber yapıldığı ileri sürülmüş, Savcılıklar arası
yetkisizlik kararları sonrasında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/129
sayılı soruşturma dosyasında 15/12/2010 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verilmiş, itiraz sürecinden geçen dosya da 13/4/2011 tarihinde
itirazın reddine karar verilmek suretiyle kesinleşmiştir.
B. İlgili Hukuk
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını
rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya
sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç
aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. …”
19. 5237 sayılı Kanun’un 134. maddesi şöyledir:
“(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini
ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi
halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/81
md.) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya
sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla
yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.”
20. 5237 sayılı Kanun’un 267. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla,
işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya
da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir
fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
21. 5237 sayılı Kanun’un 277. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
(1) Görülmekte olan
bir davada (…) gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık
oluşturmak amacıyla, davanın taraflarından birinin, (…) sanığın, katılanın veya
mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem
tesis etmesi ya da beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi
veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kişi, iki yıldan dört
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/69 md.) Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde
verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır.
22. 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu
zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkememizin 21/4/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 21/2/2013 tarihli ve 2013/1774 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; fotoğrafının kullanılarak
canlı bomba olduğuna ilişkin afiş yapıldığını ve kamu kurumlarına asıldığını,
daha sonrasında ise ulusal gazetelerde ve internet sayfalarında aynı afişlerin
haber konusu yapıldığını, olayla ilgili olduğu düşünülen kamu görevlileri ve
basın kuruluşları hakkında yaptığı suç duyurusundan etkin bir soruşturma
yapılmadığı için sonuç alamadığını, afişlerin kamu binalarında görülmeye devam
ettiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, 19.
maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, 20. maddesinde
düzenlenen özel hayatın gizliliği, 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkını, 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüş, yargılamanın yenilenmesi, maddi ve manevi zararlarının giderilmesi
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
25. Başvurucu, şikâyet ettiği kamu görevlileri ile gazete ve
internet yayın organları hakkında başlatılan soruşturmaların etkin bir şekilde
yürütülmemesi, kamu kurumlarına asılan fotoğrafları ile afişe edilmesi
nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde, yaşam hakkının
ihlali kapsamında devletin bireyin yaşamını korumaya ilişkin negatif ve pozitif
yükümlülüklerinin sınırlarını örneklendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) kararlarına atıf yaparak somut olaya göre yaşam hakkına yönelik yakın
veya açık tehlike durumunun ve ulusal makamların atması gereken makul adımların
tespit edilmesi gerektiğini, başvurucunun muhtemel tehlikelerden korunması için
herhangi bir talebinin bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca “özel hayat” kavramının
kesin bir tanımı olmamakla birlikte kişinin yaşamı ile ilgili bilgi toplanması,
gizli bilgi kütüklerinde saklanması ve bu tür bilgilerin ilgililere
verilmesinin özel hayata saygı hakkının güvencesi kapsamında olduğu
belirtilmiştir. Bu bağlamda somut başvuru açısından başvurucunun özel hayata
saygı hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu ancak söz konusu
müdahalenin ihlal teşkil etmemesi için hukukilik, meşru amaç ve demokratik toplumda
gereklilik koşullarının yerine getirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun
şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate
alındığında özel hayatın dokunulmazlığı ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde koruma altına alınmış olan maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı bağlamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
28. Aynı şekilde başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlal
edildiği yönündeki şikâyetinin özü, Cumhuriyet Başsavcılıklarında yapılan
soruşturmaların ve verilen kararların kendisinin maddi ve manevi varlığını
korumakta yetersiz kaldığı iddiasıdır. Söz konusu şikâyetler,
maddi ve manevi varlığın korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu ulusal
günlük gazetelerin basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak ifade özgürlüğü,
devletin suç ve suçlularla mücadele ve kamu düzenini sağlama yükümlülüğü
arasında bir denge kurulup kurulmadığı yönünden dikkate alınacağından bu başlık
altındaki şikâyetler de Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında incelenmelidir.
29. Yine başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesi bağlamında kişi
güvenliğinin ihlal edildiğine ilişkin iddiası da, somut olayda yakalama, tutma,
gözaltı, tutukluluk gibi başvurucunun fiziksel güvenliğine yönelik bir müdahale
bulunmadığından başvurucunun bu iddialarının da Anayasa 17. madde kapsamında
incelenmesi gereken hususlar olduğu değerlendirilmiştir.
1. Anayasa’nın 38. Maddesi Yönünden
30. Başvurucu, afişler ve basında çıkan haberler nedeniyle
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Çözümlenmesi gereken mesele, henüz kesinleşmiş bir
mahkûmiyet kararı olmadığı hâlde bir kişi hakkında isnat edilen suçları
işlediği izlenimi verecek şekilde haber ve yorum yapılması hâlinde söz konusu
müdahalenin kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkı bağlamında mı
yoksa masumiyet karinesi bağlamında mı inceleneceğidir.
32. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar,
kimse suçlu sayılamaz"
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç isnat edilen herkes,
suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır."
34. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş
bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır.
Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti "asıl" olduğundan suçluluğu
ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti
yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama
makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu
muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013,
§ 26).
35. Masumiyet karinesi, devlet yetkililerinin bir kimsenin suçlu
olduğuna dair beyanlarına karşı koruma sağlamaktadır. Anayasa'nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme
özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası,
yürütülmekte olan bir ceza soruşturması hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi
vermesini engellemez. Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu
olduğundan Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, bilginin gereken bütün
dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (Allenet de Ribemont/Fransa, B. No:
15175/89, 10/02/1995, § 41).
36. Somut olayda başvurucu hakkında başlatılmış herhangi bir
soruşturma bulunmamaktadır. Sadece güvenlik kuvvetlerinin önleyici kolluk
görevi kapsamında elde ettikleri istihbarat bilgileri ve “canlı bomba” şüphesi
ile oluşturdukları afişle, gelecekte olması muhtemel bir tehlikeye karşı tedbir
almaları söz konusudur. Hazırlanan afişte, ilgili kişinin suçlu ilan
edilmesinden öte bombalama olayı gibi toplumsal açıdan nitelikli bir tehlikenin
önüne geçmenin amaçlandığı açıktır. Buna karşın basın tarafından topluma
yansıtılan yayın ve haberlerde, kanıtlanmış gerçekler gibi kamuoyuna aktarma
söz konusu olabilmektedir.
37. Bu çerçevede başvuruya konu gazete
ve internet haberlerinde yer alan bazı ifadelerden suçluluğuna ilişkin herhangi
bir yargı kararı bulunmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu
inancı yansıtılmış olsa da söz konusu haber ve yorumların devlet yetkililerinin
açıklamalarına dayandığı veya bunların söz konusu haber ve yorumların
yapılmasına neden oldukları yönünde sonuçlandırılan soruşturmalarda herhangi
bir emare bulunamadığı dikkate alındığında mevcut başvuruya konu şikâyet,
Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında da incelenebilecektir.
38. Açıklanan nedenlerle başvurucunun masumiyet karinesinin
ihlal iddiası kapsamında bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
başvurunun bu kısmının kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17.
Maddesi Yönünden
39. Başvurucu; kamu kurumlarına asılan fotoğrafları ile afişe
edilmesi nedeniyle toplumda hedef olarak gösterildiğini, yaşamının tehlikeye
atıldığını, özel yaşamının bozulduğunu, işlerinin kötüye gittiğini, toplumdaki
saygınlığının zedelendiğini ileri sürmüştür.
a.Yaşam Hakkı Yönünden
40. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
41. Anılan madde gereğince kişinin yaşam hakkı ile maddi ve
manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez
ve vazgeçilmez haklarındandır. Anayasa Mahkemesince belirtildiği gibi yaşam ve
vücut bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük
yükleyen haklardandır (AYM, E.2007/78, K.2010/120, 30/12/2010;
İlker Başer ve diğerleri, B. No:
2013/1943, 9/9/2015, § 41).
42. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında
bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,
bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm
bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin
gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı
koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Bilal
Turan ve diğerleri, B. No: 2013/2075, 4/12/2013,
§ 47).
43. Öte yandan bireyin yaşamının, başkalarının suç unsuru
taşıyan eylemleriyle tehdit edilmesinden korunması için asayiş konusunda
koruyucu tedbirlerin alınması, devletler açısından bir yükümlülük olarak ortaya
çıkabilecektir. Fakat bu yükümlülük her türlü şiddet olasılığını önlemeye
ilişkin olarak devlete dayanılmaz ve aşırı bir yük getirecek ölçüde pozitif
yükümlülük olarak kabul edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Demirtaş/Türkiye, B. No: 15028/09, 23/6/2015 § 27).
44. Devletin kamu düzenini sağlamak, suç işlenmesini önlemek ve
ülkenin sürekli gündeminde olan terör olaylarına karşı toplum ve bireyi
korumak, bu bağlamda negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirmek
amacıyla bazı önleyici tedbirler alması kaçınılmazdır. Bu noktada önemli olan
bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin azami ölçüde korunmasına dikkat
edilmesi ve uygulamanın yargısal denetime açık olmasıdır. Somut olayda etkili
ve yıkıcı sonuçlar doğurabilecek bombalama ihbarının kamu görevlileri
tarafından değerlendirilmesi söz konusudur. Bunun ihmal edilmesinin devlet
açısından başka sorumluluklar da doğurabileceği göz ardı edilmemelidir
45. Öte yandan başvurucunun fotoğraflarının canlı bomba
afişlerinde yer almasından endişe duymadığını veya korku yaşamadığını söylemek
de doğru değildir. Başka bir açıdan somut durumun korku veya endişeyi içine
alan psikolojik bütünlüğe yönelik olaylar olarak nitelendirilmesi de mümkündür.
Fakat başvurucu, fotoğrafının afişlerde yer alması sonucunda hayatını tehlikeye
atan veya atmaya muktedir olan herhangi bir fiziki şiddete maruz bırakıldığını
veya maruz bırakılmaya teşebbüs edildiğini Mahkeme önünde iddia etmemiştir.
Başvurucunun ileri sürdüğü hususlar, daha çok özel yaşantısını etkileyen
olumsuzluklar olarak görünmektedir.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun yaşam hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle başvurunun bu kısmının kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Şeref ve
İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Yönünden
47. Başvurucunun şikâyetleri, ilk derece yargılamasında takip
edilen farklı usullere tabi soruşturma süreçleri dikkate alınarak kamu
görevlilerine yönelik soruşturma süreçleri ve basın yayın organlarına yönelik
soruşturma süreçleri olarak iki farklı başlık altında incelenmelidir:
i.Kamu Görevlileri
Hakkındaki Soruşturma Süreci Yönünden
48. Başvurucunun şikâyet ettiği olayda,
başvurucuya ait fotoğrafın ve bir kısım kimlik bilgisinin kamu görevlileri
tarafından afişlerde kullanılması ve ardından basın yayın organlarında
haberlere konu olması söz konusu olduğundan kamu görevlilerine atfedilen
eylemlerle ilgili olarak devletin negatif yükümlülüğünün, Cumhuriyet
Başsavcılığı soruşturma işlemleri ile ilgili olarak ta devletin pozitif
yükümlülüğünün dikkate alınması gerekmektedir.
49. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal yönden zarar görmelerine neden
olmamalarını gerektirir. Bu, devletin vücut ve ruh sağlığını korumadan
kaynaklanan negatif bir ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014,
§ 81).
50. Ayrıca negatif yükümlülüğün devamı ve tamamlayıcısı olarak
devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını, gerek
kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma kapsamında gerekli
politikaları belirlemek, düzenleme ve denetleme tedbirlerini almak şeklinde
pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
51).
51. Söz konusu pozitif yükümlülük müdahalelere karşı etkili
mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan
yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların
bireylerin, idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir
karar vermesini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235, 10/3/2016, § 94).
52. Anayasa Mahkemesi açısından idari makamlar ve derece
mahkemeleri tarafından başvurucu lehine bir tedbir ya da kararın alınması
suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve
yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri
sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru
mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme
yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul
bir tazminata veya başka uygun tedbirlere hükmedilmesi ile sonuçlanan idari
veya adli dava yolu, mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecek etkili bir başvuru
yoludur (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§§ 61, 74; Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83).
53. Somut olayda başvurucunun suç duyurusu üzerine başlatılan
soruşturma kapsamında, hakkında şikâyette bulunulan kişilerin konumları veya
görev yaptıkları yerler nedeniyle “ayırma kararları” verilerek dosyaların
ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmesi sağlanmıştır. Bireysel başvuru
dosyasından ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi kayıtlarından
ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarının soruşturmaları “kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar” verilerek sonuçlandırdığı anlaşılmakta fakat soruşturma
süreçlerinin kesinleşip kesinleşmediği belirlenememektedir. Başvurucunun
başvuru yollarını tükettiğini beyan ettiği İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının
S.2012/38682 sayılı dosyasında, basın ve yayın organları hakkındaki soruşturma
sürecinin yer aldığı, diğer soruşturmalarla ilgili olarak sadece tefrik
kararlarından bahsedildiği ve sonuçlarının belgelenmediği anlaşılmıştır.
54. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
55. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir."
56. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği
şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu
makamlara sunması ve aynı zamanda dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli
özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
57. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 47.
maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili
fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem,
eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile
dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile
ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru
dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden
olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına
göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden
hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller
açıklanmalıdır. Başvurucunun anılan yükümlülüğü, şikâyetlerine ilişkin olarak
idari ve yargısal başvuru yollarının tüketildiğine ilişkin açıklamalarda
bulunmayı ve bu husustaki kanıtlarını ortaya koymayı da gerektirmektedir (Serkan Akbaş, B. No: 2013/2342, 21/1/2016, § 72).
58. Somut olayda kamu görevlileri
hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ise de yapılan soruşturmaların hangi
aşamada olduğu, ilgili Savcılık tarafından ne yönde kararlar verildiği,
başvurucunun bu kararlara karşı itiraz yoluna başvurup başvurmadığı ve
başvurulmuş ise itiraz merciince itirazın ne şekilde sonuçlandırıldığı
hususlarında başvuru formu ve eklerinde bilgi ve/veya belge bulunmamaktadır. Başvurucunun, anılan şikâyetlerine
ilişkin yargısal mercilere başvurmadan ve başvurulmuş ise olağan başvuru
yolları tüketilmeden doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunması
bireysel başvurunun “ikincil niteliği” ile bağdaşmamaktadır.
59. Açıklanan nedenlerle başvurucunun ihlal iddiaları ile ilgili
olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii.Basın ve Yayın Kuruluşları ve Sorumluları
Hakkındaki Soruşturma Süreci Yönünden
60. Başvurucu; şikâyet ettiği kamu görevlileri ile gazete ve
internet yayın organları hakkında başlatılan soruşturmaların etkin bir şekilde
yürütülmediğini, basında çıkan haberler nedeniyle toplumda hedef
gösterildiğini, özel yaşantısının alt üst olduğunu, maddi ve manevi olarak
yıprandığını ileri sürmüştür.
61. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet
Başsavcılığı, kişilerin şeref ve itibarının korunmasını isteme hakkı ile
basının kamuoyunu ilgilendiren ve toplumsal bir tartışmaya katkı sağlayacak
nitelikteki olayları haber yapma hak ve yükümlülüğü arasında değerlendirme
yapmak ve AİHM içtihatlarına dayandırılan alıntılarla gazetecilik mesleğinin
önemine vurgu yapmak suretiyle şikâyet konusu iddialar hakkında kovuşturma
yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir.
62. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
63. Sözleşme’nin “Özel ve
aile hayatına saygı” kenar başlıklı 8. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
64. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel (psikolojik) bütünlük
hakkı ile şeref ve itibarın korunması hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617,
8/4/2015, § 37).
65. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan
önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz,
B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
66. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen “olağan başvuru yolları” ibaresinin,
başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir
çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak
anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne
şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde
münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca
hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda
bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir
biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden
başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine
getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi
gerekir (S.S.A.,
B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42;
benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan
/Türkiye, B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56-64).
67. Bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğü, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer verilen “maddi ve manevi
varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireylerin manevi
varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve
üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak devletin, bireylerin
maddi ve manevi varlığına yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili
mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri
açısından mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz.
Belirtilen haksız müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla
da mümkündür. Nitekim bireylerin maddi ve manevi varlığına yapılan müdahaleler
için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz
açısından somut başvuruya konu eylemlere benzer eylemlerin içinde ceza hukuku
anlamında suç teşkil eden fiillerin yer alması durumunda bu alandaki
yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla beraber özel hukuk anlamında bu
tür fillerin tazminat davasına konu edilebildiği görülmektedir. Belirtilen
tazmin imkânının, kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet
sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak hem idari yargı hem de
adli yargı alanında yer alan makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
bir bireyin somut başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemlerden dolayı maddi
ve manevi varlığına müdahale edildiği iddiasıyla hukuk davası yoluna başvurarak
daha etkin bir giderim sağlaması mümkündür. (Işıl
Yaykır, § 43).
68. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına
verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki
sorumluluk, ceza hukuku alanında suç olarak adlandırılan insan davranışına göre
daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç
teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız
fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca
ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına
rağmen kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk
kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif
sorumluluğa istisna olarak yer verilirken hukuki sorumluluk alanında objektif
sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında
aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak
kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra
hukuk sistemimizdeki ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı
ortadan kaldırılırken hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl
gayesinin, zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında
özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından
hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve
etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, § 44).
69. Başvuruya konu olayda başvurucu; fotoğraflarının canlı bomba
şüphesi ile afişe edildiğini, bu şekilde yapılan haber ve yayınların şeref ve
itibarına zarar verdiğini, kendisini toplumda kötü hedef olarak gösterdiğini
belirterek suç duyurusunda bulunulduğu, yürütülen soruşturma sonucunda
ilgililer hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin kararlar
verildiği görülmüştür. Bununla beraber başvurucu tarafından -somut başvuru
açısından daha etkili bir giderim yolu olan- hukuka aykırı fiiller nedeniyle
idare aleyhine idari yargıda, basın yayın organları hakkında adli yargıda
tazminat veya kişilik haklarının korunması davası yollarına gidilmediği
anlaşılmaktadır.
70. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde manevi varlığına
ait unsurlara karşı yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak
başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu dikkate
alındığında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm
başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
71. Açıklanan nedenlerle başvurucu
tarafından kişinin manevi varlığına yönelik yapıldığı iddia edilen müdahaleler
ile ilgili olarak yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulduğu ve somut başvuru
açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı
kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasının ihlal
edildiğine ilişkin iddiaların açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında şeref
ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.