TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TAHİR GÖKATALAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1780)
|
|
Karar Tarihi: 20/3/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Tahir GÖKATALAY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, kat maliklerinden
olduğu sitenin kat malikleri kurulunca alınan kararların iptalini talep ettiği
davada, ileri sürdüğü iddialarının mahkemece değerlendirilmediğini, mahkeme
kararlarının yeterli gerekçe içermediğini, söz konusu yargılamada hâkimin
tarafsızlığı ve kanuni hâkim güvencelerinin gözetilmediğini, yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılmadığını, yargılama sırasında yapılan usul işlemleriyle
maddi ve manevi baskıya maruz bırakıldığını, bunun yanı sıra yapmış olduğu bir
şikayet sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar hususunda yaptığı
itirazın yetkili mercie uzun süre iletilmediğini ileri sürerek, Anayasa’nın 17., 36., 37. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini iddia
etmiş, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve
manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 6/3/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölümün Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 22/11/2013 tarihli görüş yazısı
28/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından
Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 10/12/2013 tarihli beyan dilekçesi ibraz
edilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu 20/6/2011
tarihinde, kat malikleri arasında bulunduğu sitenin 2/11/2008 ve 26/4/2009
tarihli kat malikleri kurulu kararlarının iptali istemiyle dava açmıştır.
8. Konya 1. Sulh Hukuk
Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde, Mahkemenin 17/4/2012 tarih ve E.
2011/1163, K.2012/548 sayılı kararı ile, 26/4/2009
tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında denetçinin dışarıdan seçilmesine
ilişkin kat malikleri kurulu kararının iptaline ve başvurucunun diğer
taleplerinin reddine karar verilmiştir.
9. Kararın temyiz edilmesi
üzerine, ilk derece mahkemesi hükmü Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 3/7/2012 tarih ve E.2012/7050, K.2012/8712 sayılı kararı ile
onanmıştır.
10. Karar düzeltme talebi
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 21/1/2013 tarih ve
E.2012/15374, K.2013/668 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
11. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu ettiği diğer maddi vakıa açısından; başvurucunun bazı polis memurları
hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949, K.2012/21169 sayılı evrakı
üzerinden, kötü muamele, görevi kötüye kullanma ve resmi belgede sahtecilik
suçlarına ilişkin olarak beş sanık hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmiştir.
12. Başvurucu tarafından, Sincan
Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına sunulmak üzere Konya Cumhuriyet Başsavcılığına
hitaben verilen 23/5/2012 havale tarihli dilekçe ile,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949,
K.2012/21169 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının kaldırılması
talep edilmiştir.
13. Başvurucunun itiraz
dilekçesi Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2012
tarihli yazısı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 18/2/2013 tarihli yazısı ile Sincan 2. Ağır Ceza
Mahkemesine iletilmiştir.
14. Sincan 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin 10/4/2013 tarih ve 2013/1070 değişik iş sayılı kararı ile, başvurucunun itirazı reddedilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
15. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
16. 23/6/1965 tarih ve 634 sayılı Kat
Mülkiyeti Kanunu’nun “Toplantı
zamanı” kenar başlıklı 29. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Önemli bir sebebin
çıkması halinde, yöneticinin veya denetçinin veya kat maliklerinden üçte
birinin istemi üzerine ve toplantı için istenilen tarihten en az onbeş gün önce bütün kat maliklerine imzalattırılacak bir
çağrı veya bir taahhütlü mektupla, toplantı sebebi de bildirilmek şartiyle, kat malikleri kurulu her zaman toplanabilir.”
17. 634 sayılı Kanun’un “Hâkimin Müdahalesi”
kenar başlıklı 33. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Kat
malikleri kurulunca verilen kararlar aleyhine, kurul toplantısına katılan ancak
32 nci madde hükmü gereğince aykırı oy kullanan her
kat maliki karar tarihinden başlayarak bir ay içinde, toplantıya katılmayan her
kat maliki kararı öğrenmesinden başlayarak bir ay içinde ve her halde karar
tarihinden başlayarak altı ay içinde anagayrimenkulün
bulunduğu yerdeki sulh mahkemesine iptal davası açabilir; kat malikleri kurulu
kararlarının yok veya mutlak butlanla hükümsüz sayıldığı durumlarda süre koşulu
aranmaz.”
18. 11/2/1959 tarih ve 7201 sayılı
Tebligat Kanunu’nun “Bağımsız
bölüm sahiplerine tebligat” kenar başlıklı ek 1. maddesi şöyledir:
“Kat Mülkiyeti
Kanununun uygulandığı hallerde, ortak taşınmazda oturmayan her bağımsız bölüm
sahibi, apartman yönetimi ve ortak giderler ile ilgili tebligat yönünden
geçerli olmak üzere, Türkiye'de bir adresini yöneticiye yazılı olarak bildirmek
zorundadır.
Apartman yönetimi ve
ortak giderler ile ilgili tebligatlar bu adrese yapılır.
Bağımsız bölüm
sahibinin adres bildirmemesi veya yazılı olarak bildirdiği adrese tebligat
yapılamaması hallerinde, bundan sonraki bütün tebligatlar, o kişiye ait
bağımsız bölümde fiilen oturana yapılır. Tebligatın bir örneği apartman girişinde
bulundurulacak ilan tahtasına asılır. Bağımsız bölümde fiilen oturana bu
şekilde yapılacak tebligat, bağımsız bölüm sahibine yapılmış sayılır.
Bağımsız bölümde
fiilen oturan yoksa ilân tahtasına asılan tebligat örneği bağımsız bölüm
sahibine yapılmış sayılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 20/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
6/3/2013 tarih ve 2013/1780 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, kat maliklerinden
olduğu sitenin kat malikleri kurulunca alınan kararların iptalini talep ettiği
davada, ileri sürdüğü iddialarının derece mahkemelerince değerlendirilmediğini,
özellikle davanın sonucunu etkiler nitelikte olan imzasının sahteliğine ilişkin
talebinin göz önünde bulundurulmadığını ve bu hususa ilişkin bir gerekçeye
mahkeme kararlarında yer verilmediğini, yargılama sırasında hakim tarafından
usule uygun olmayan çekinme kararları verilerek yargılamanın uzatıldığını, kısa
karar ve gerekçeli karar arasında farklılık bulunduğunu, yargılamayı yapan
hakimin tarafsız davranmadığını, bu yönüyle yapılan yargılamada adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini, yargılama sırasında gereksiz çekinme kararları
verilmesi ve hukukçu bilirkişi görüşü alınması nedeniyle kanuni hakim
güvencesinden yoksun bırakıldığını, yargılama sürecinde hakimlere noter
vasıtasıyla gönderdiği ihtarname nedeniyle maddi ve manevi baskı gördüğünü ve
karar düzeltme ilamında aleyhine para cezasına hükmedildiğini, ayrıca bazı
polis memurları hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine verilen, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949, K.2012/21169 sayılı
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına ilişkin olarak yaptığı itirazın dokuz
ay boyunca itirazı incelemeye yetkili makama iletilmediğini ileri sürerek,
Anayasa’nın 17., 36., 37. ve 40. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1.Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası Yönünden
a. Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163
Sayılı Dosyasına İlişkin Olarak
i.Silahların Eşitliği
ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlali iddiası
21. Başvurucu kararın temyiz
edilmesi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 5/11/2012
tarih ve E.2012/10260, K.2012/11736 sayılı geri çevirme kararının kendisine
tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmektedir.
22. Adalet Bakanlığı görüşünde, Yargıtayın geri çevirme kararı ile eksikliklerin
tamamlanması için ilgililerden bilgi ve belge istendiği, bu işlemin klasik bir
yargılama işlemi olmayıp, bir eksiklik tamamlama işlemi olduğu, bu yönüyle
ilgili kararın başvurucuya tebliğ edilmemesinin yargılamanın sıhhatini
etkilemeyeceği, kaldı ki ilgili kararın kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle
ne tür bir hakkının ihlal edildiğinin ve kararın tebliğ edilmesi durumunda
sunamadığı hangi hukuki delilleri sunacağı hususunun başvurucu tarafından
ortaya konulmadığı belirtilmiştir.
23. Yapılan yargılama sırasında
tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve
değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul
edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak adil
yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili
hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle,
gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 38).
24. Taraflar arasında
hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği
ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar
arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında
korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence
gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan
delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (B.No. 2013/2116,
23/1/2014, § 18; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belçika, B. No. 19983/92, 24/02/1997, §
53).
25. Adil yargılanma hakkının
unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi
hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle
tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu
anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkanı
verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden
olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/İspanya, B. No.12952/87, 23/06/1993, § 63). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların
eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar
niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda,
davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır.
Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor
olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada tarafların duruşmada hazır
bulunması da dahil olmak üzere, yargılamanın bütününe
aktif olarak katılmalarını gerektirir.
26. Anayasa Mahkemesinin
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkeleri bağlamında yapacağı
inceleme, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının
değerlendirilmesidir (B. No. 2013/2116, 23/1/2014, §
22).
27. Somut yargılama açısından,
kararın temyiz edilmesi üzerine verilen, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin
5/11/2012 tarih ve E.2012/10260, K.2012/11736 sayılı geri çevirme kararı ile, bir kısım kat malikleri yerine kat malikleri kurulu
toplantısına katılan vekillere verilen vekaletnamelerin temini ile dosyaya
eklenmesinin talep edildiği, Mahkemece belirtilen evrakı uhdesinde bulunduran
davalı site yönetiminden ilgili evrak talep edilerek dosyaya eklendiği, bu
kapsamda davalı tarafın ilgili belgeleri ibraz dışında bir beyan veya savunmasının
söz konusu olmadığı, başvurucu tarafından geri çevirme kararının kendisine
tebliğ edilmesi halinde mahkeme önünde dile getiremediği ve sonuca etki
edebilecek mahiyette hangi ilave tez veya delilleri ileri sürebileceği
hususunda bir açıklamada da bulunulmadığı, bu nedenle başvurucunun yargılamanın
sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum
bırakılmasının söz konusu olmadığı (Benzer yöndeki kararlar için bkz. B. No.
2013/1134, 16/5/2013, §§ 32–37; B. No. 2012/998, 7/11/2013, §§ 40–41; B. No. 2012/660,
7/11/2013, §§ 42–48) ve başvuruya konu yargılama sürecine bir bütün olarak
bakıldığında, başvurucuya karşı tarafça ileri sürülen veya dava dosyasına
intikal eden dava malzemesine ulaşma, bunları tetkik ile beyan ve itirazlarını
ileri sürme imkanı verilerek yargılamaya aktif katılımının temin edildiği
anlaşılmakla, başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Aleni Yargılanma Hakkının İhlali iddiası
28. Başvurucu, kısa kararda,
davacının davasının kısmen kabulü ile denetçinin dışarıdan seçilmesine ilişkin
toplantıda alınan kararın iptali ile, diğer hususlarda
açılan davanın reddine dair hüküm kurulup, yargılama masrafları ve vekalet
ücreti konusunda karar verilmemiş olmasına rağmen, gerekçeli kararda yargılama
masrafları ve vekalet ücreti yönünden de hüküm kurulmuş olmasının çelişki yarattığını
iddia etmiş olmakla, başvurucunun belirtilen iddiasının adil yargılanma hakkı
kapsamında, aleni yargılanma hakkı açısından değerlendirilmesi gerektiği
anlaşılmaktadır.
29. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Sözleşme’nin 6. maddesinin aleni yargılanma hakkını da içerdiği ve bu hakkın
genellikle “adillik” başlığı
üzerinden tartışıldığı, mahkeme kararının yayınlanması hakkının da aleni
yargılanma hakkının içeriğine dâhil olduğu, bu kapsamda kararın okunması
yükümlülüğü söz konusu olmayıp, kararın tamamının yazılı olarak yayınlanmasının
yeterli olduğu, bunun yanı sıra kararın incelenmesi amacıyla mahkeme kaleminde
bulundurulması zorunluluğunun bulunduğu, başvuru konusu yargılama açısından da;
mahkemenin yargılamanın sonucu ile ilgili konuları duruşmada hazır olanların
yüzüne karşı okuduğu, maddi vakıalarla ilgili olmayan yargılama giderlerine
ilişkin hususları ise gerekçeli kararla birlikte hüküm fıkrasında
değerlendirdiği belirtilmiştir.
30. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına
sahiptir. Karar alenî olarak
verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal
güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının
gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil
yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun
kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince
veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.”
31. Sözleşme’nin 6. maddesinde
belirtilen aleni yargılanma hakkı, davanın aleni (açık) duruşma ile
görülmesinin yanı sıra mahkeme kararının da aleni olarak açıklanması gereğine
işaret etmektedir. Anayasa’nın 36. maddesinde açıkça aleni
yargılanma hakkından söz edilmemekle birlikte, adil yargılanma hakkının somut
görünümlerinden biri olan bu hak esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen
adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olup, ayrıca duruşmaların herkese
açık olduğunu belirten ve aleniyetin hem kişinin adil yargılanma hakkından
yararlanmasına hem de toplumun adalete güvenini sağlamak bakımından kamu
yararına hizmet ettiğine işaret eden madde gerekçesi de nazara alındığında,
yargılamanın aleniyetinin yanı sıra hükmün aleniyetine de işaret ettiği
anlaşılan Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
gereği, aleni yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde
bulundurulması gerektiği açıktır.
32. Hükmün aleni olması mahkeme
kararlarının mutlaka açık duruşmada tefhimi anlamına gelmeyip, ilgililerin
bilgi edinmesi amacıyla kararın yayınlanması veya mahkeme kalemine bırakılması
da, yargılamanın bütünü dikkate alınarak aleni hüküm elde edilmesi açısından
yeterli görülebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretto ve Diğerleri/İtalya, B. No. 7984/77, 8/12/1983,
§§ 20–28).
33. Başvuruya konu yargılamada
ilk derece mahkemesi tarafından, gerekçesi daha sonra açıklanmak üzere “başvurucunun davasının kısmen kabulü ile denetçinin
dışarıdan seçilmesine ilişkin toplantıda alınan kararın iptali ile, diğer hususlarda açılan davanın reddine”
şeklinde hüküm kurulup, hükmün esasına bağlı olan yargılama masrafları ile
vekalet ücreti konusunun ise gerekçeli karar evrakında değerlendirildiği,
kararın ilgili usul hükümleri uyarınca yargılamanın taraflarına tebliğinin de
sağlanmış olduğu görülmekle, başvurucunun aleni yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali iddiası
34. Başvurucu, karar düzeltme
talebinin reddine dair Yargıtay ilamında aleyhine para cezasına hükmedilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
35. Adalet Bakanlığı görüşünde,
AİHM kriterleri çerçevesinde, söz konusu uygulamanın
mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılmasında nazara alınması gereken meşru
amaç, orantılılık ve hakkın özünü zedelememe ölçütleri göz önünde
bulundurularak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
36. Sözleşme’nin 6. maddesi
mahkemeye başvurma hakkını açıkça düzenlenmemekle beraber, AİHM tarafından, mahkemeye
başvurma hakkının hukukun temel prensibi olduğu, mahkemeye başvurma hakkı
olmaksızın hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan söz edilemeyeceği ve adil
yargılanma hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmanın olanaksız hale
geleceği kabul edilmektedir (Golder/Birleşik
Krallık, B. No. 4451/70, 21/2/1975, § 35).
Bununla birlikte AİHM, mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olarak
görülemeyeceğini belirterek, bu hakka yönelik sınırlamaların meşru bir amaç
gütmesini, hakkın özünü zedeleyecek şekilde olmamasını ve güdülen amaçla
orantılı olmasını aramaktadır (Ashingdane/Birleşik
Krallık, B. No. 8225/78, 28/5/1985, § 57).
37. Anayasa’nın 36. maddesi
herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğunu
belirtmek suretiyle, Sözleşmeden farklı olarak mahkemeye başvurma hakkını
açıkça düzenlemekte, bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesi de AİHM içtihadına
paralel şekilde, mahkemeye başvurma hakkının adil yargılanma hakkının önkoşulu
olduğunu ifade etmektedir (AYM, E. 2010/41, K. 2012/19, K.T. 9/2/2012).
38. Mahkemeye erişim hakkı, bir
uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmeyi ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde
karara bağlanmasını talep edebilmeyi ifade etmekte olup, kişinin mahkemeye
başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka
ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye
erişim hakkını ihlal edebilir (B. No.2012/791, 7/11/2013,
§ 52).
39. Anayasa’nın 36. maddesinde,
mahkemeye erişim hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş
olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak
bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da
hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir.
Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş
olsa da, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu
hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir.
40. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
41. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence
rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve
özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz
önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer
verilen güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen hakkın
kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır.
42. Bu noktada özellikle, AİHM
içtihadında da vurgulanan ölçülülük ve öz ölçütlerinin denetlenmesi büyük önem
taşımaktadır. Zira, mahkemeye erişim hakkı açısından
genel olarak yargılama giderleri ve hüküm sonucuna bağlanan para cezaları ile
amaçlanan kamusal menfaat ile başvurucunun mahkeme kanalıyla iddiasını ispat
etme menfaati arasında iyi bir denge sağlanması gerekmekte olup, çok yüksek
yargılama giderleri ve hüküm sonucuna bağlı para cezaları mahkemeye ulaşma
hakkının özünü zedeleyerek, bu hakka ölçüsüz bir sınırlama teşkil edebilecektir
(AYM, E. 2012/54, K. 2011/42, K.T. 20/10/2011; Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Kreuz/Polonya, B. No. 28249/95, 19/6/2001, §§
62–67; Toyaksi ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 43569/08,
20/10/2010, § 1).
43. Başvuruya konu yargılama
faaliyetinde, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddedilmesi üzerine 1086
sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 442. maddesi uyarınca 219,00 TL para
cezasına hükmedildiği anlaşılmaktadır.
44. İddiaya konu düzenlemenin,
verilen yargı hizmeti karşılığında bireylerin az da olsa bu hizmetin maliyetine
katkı sağlamasını temin ederek, gereksiz yere karar düzeltme yoluna
başvurulmasının önlenmesi ve sonucu itibarıyla temelden yoksun ihtilafların ve
aşırı masrafların önünün alınmasıyla yargının aşırı yoğun iş yükünden
kurtarılarak adaletin doğru yönetimi ve yargı hizmetinin daha iyi verilmesinin
sağlanması, genel olarak adaletin uygun bir biçimde yerine getirilmesi ile de
tüm bireylerin haklarının korunmasının temin edilmesi meşru amacına yönelik
olduğu, başvurucunun karar düzeltme kanun yolu öncesinde de hukuki korunma
talebini ilk derece mahkemesi ve temyiz mercii olmak üzere iki dereceli bir
yargılama prosedüründe ileri sürme imkânının bulunduğu
ve başvuru dosyası kapsamından karar düzeltme talebinin reddi neticesinde
hükmedilen para cezasının başvurucu üzerinde önemli bir ekonomik yük teşkil
ettiğine dair bir kanaate ulaşılmadığı, bu suretle, karar düzeltme başvurusunun
reddedilmesi üzerine başvurucu aleyhine hükmedilen para cezasının mahkemeye
başvurma hakkının gerçekten, fiilen ve etkili bir biçimde kullanılmasını
engellemediği sonucuna varılmakla, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
45. Başvurucu, yargılama
sırasında hâkim tarafından usule uygun olmayan çekinme kararları verilerek
yargılamanın uzatıldığını ve bu suretle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
46. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkında
görüş bildirilmemiştir.
47. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi
olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde
bulundurulması gerektiği açıktır (B. No.2012/13, 2/7/2013,
§ 39).
48. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No.2012/13, 2/7/2013, § 40).
49. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No.
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
50. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 46).
51. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
52. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemi ile sulh hukuk
mahkemesinde açılan bir iptal davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100
sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi somut yargılama faaliyetinin,
medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B.
No. 2012/13, 2/7/203, § 49).
53. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 20/6/2011
tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak
şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, bu tarih mevcut başvuru açısından
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin E.2012/15374, K.2013/668 sayılı, karar düzeltme
talebinin reddine dair ilam tarihi olan 21/1/2013
tarihidir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 52).
54. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil,
uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No. 2012/13,
2/7/2013, § 51).
55. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun iki adet kat malikleri kurulu
kararının iptali istemi olduğu, 20/6/2011 havale tarihli dava dilekçesi üzerine
Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 sırasına kaydı yapılan davanın
21/6/2011 tarihli tensip zaptını takiben, başvurucu tarafından ileri sürülen
ihtiyati tedbir talebinin Mahkemenin 25/7/2011 tarihli ara kararıyla
reddedilmesi üzerine, başvurucu tarafından Konya 6. Noterliğinin 28/7/2011
tarihli ihtarnamesi ile, ihtiyati tedbir kararı
verilmemesi nedeniyle hâkimin sorumluluğuna hükmedilebileceği hususunun yetkili
hâkime ihtar edildiği, bunun üzerine ilgili Mahkeme hâkimi tarafından çekinme
kararı verilerek, çekinme kararının Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/8/2011
tarih ve 2011/578 Değişik İş sayılı kararı ile uygun bulunduğu, belirtilen
kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin 11/11/2011 tarihli kararı ile bozulduğu, bu süreçte Konya 1. Sulh
Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 sırası üzerinde yürütülen yargılamanın çekinme
kararına ilişkin temyiz prosedürünün tamamlanması amacıyla ertelendiği,
belirtilen sürecin tamamlanmasını müteakip, yargılamanın 1/12/2012 tarihli
celsesinde davanın kısmen kabulüne dair hüküm tesis edildiği görülmektedir. İlk
derece mahkemesi kararının temyiz edilmekle Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 3/7/2012 tarih ve E.2012/7050, K.2012/8712 sayılı kararı ile
onandığı, başvurucunun karar düzeltme talebinin Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin
21/1/2013 tarih ve E.2012/15374, K.2013/668 sayılı kararı ile reddedildiği
anlaşılmaktadır.
56. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusunun iki adet kat malikleri
kurulu kararının iptali talebi olduğu, ilgili site yönetimi aleyhine açılan
davada kat maliklerinin bu haklarını tespite yarayan evrakın tapu sicil
müdürlüğünden talep edildiği ve yargılama sürecinde tensip zaptı sonrasında iki
celse yapılarak uyuşmazlığın sonuçlandırıldığı, ilk derece mahkemesi nezdinde
ve kanun yolu incelemesinde geçen toplam bir yıl yedi aylık yargılama
sürecinde, başvurucu tarafından Mahkeme hâkimine hitaben keşide ve tebliğ
edilen ihtarname üzerine verilen çekinme kararının neticelendirilmesi hususunda
dört aylık bir zaman diliminin geçtiği görülmektedir. Yargılamanın iki adet kat
malikleri kurulu kararının iptali istemiyle açılan bir dava olmasına bağlı
olarak uygulanması gereken usul hükümleri de nazara alındığında, söz konusu iki
dereceli yargılama prosedüründe geçen bir yıl yedi
aylık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın
yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiği iddiasının açıkça
dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
57. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlali
İddiası
58. Başvurucu, yargılama
sırasında çekinme kararı veren, ancak çekinme kararının uygun bulunmasına dair
kararın temyizen bozulması üzerine yargılamaya devam
ederek uyuşmazlığı karara bağlayan hâkimin tarafsız olmadığını iddia etmiştir.
59. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası
hakkında görüş bildirilmemiştir.
60. Sözleşmenin 6. maddesinde
açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak, davanın tarafsız bir
mahkemede görülmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Anayasa’nın 36.
maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber,
Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca, bu hak da adil yargılanma hakkının zımni
bir unsurudur (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T. 5/5/2004).
Ayrıca, mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki
unsur olduğu nazara alındığında, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
Anayasanın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız
bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde
bulundurulması gerektiği açıktır (AYM, E. 2005/55, K. 2006/4, K.T. 5/1/2006; E.
1992/39, K. 1993/19, K.T. 29/4/1993).
61. Genel olarak tarafsızlık,
davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaate sahip
olunmaması ve davanın tarafları karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir
düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder.
62. Tarafsızlığın öznel ve
nesnel olmak üzere iki boyutu bulunmakta olup, bu kapsamda hâkimin birey
olarak, mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra, kurum olarak
mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (AYM,
E. 2005/55, K. 2006/4, K.T.5/1/2006).Yargılamayı
yürüten mahkeme üyelerinin taraflardan biriyle veya anlaşmazlık konusu ile
maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması veya yargılama sürecinde sarf
ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde meşru bir kanaat uyandırması,
bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan bağlantılı bir konumda bulunması
da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak, belirli bir uyuşmazlıkta yargılamayı
yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun,
kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının
söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil bulunmadığı ve bu husus
kanıtlanmadığı müddetçe, tarafsız olduğunun bir karine olarak varsayılması
zorunludur. Bunun yanı sıra, yargılama makamının tarafsızlığına ilişkin her
hangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli güvenceleri sunması
da gerekmekte olup, bu husus tarafsızlığın nesnel boyutuna işaret etmektedir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Gregory/Birleşik Krallık, B. No. 22299/93, 25/02/1997,
§§ 43–49; Fey/Avusturya, B. No. 14396/88, 24/2/1993, §§
28–36; Hauschildt/Danimarka, B. No. 10486/83, 24/5/1989, §§
46–48; McGonnell/Birleşik Krallık, B. No.28488/95,
08/2/2000, §§ 55–57).
63. Başvuruya konu yargılamada,
başvurucu tarafından ileri sürülen ihtiyati tedbir talebinin Mahkemece, talep
edilen tedbirin derdest olan başka bir yargılama dosyasında ileri sürülmesi
imkanı bulunduğundan bahisle reddedilmesini müteakip, başvurucu tarafından
Konya 6. Noterliğinin 28/7/2011 tarih ve 13546 yevmiye nolu
ihtarnamesi ile, ihtiyati tedbir talebinin reddi
nedeniyle hâkimin sorumluluğuna hükmedilebileceği hususunun ilk derece
mahkemesi hâkimine ihtar edildiği, bunun üzerine ilgili Mahkeme hâkimi
tarafından çekinme kararı verildiği, çekinme kararının Konya 2. Sulh Hukuk
Mahkemesinin 1/8/2011 tarih ve 2011/578 Değişik İş sayılı kararı ile uygun
bulunduğu, belirtilen kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine
Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11/11/2011 tarih ve E.2011/14632, K.2011/12724
sayılı kararı ile bozulduğu ve bozma gerekçesinde, yargılama devam ederken
taraflardan birinin mahkeme hâkimi hakkında şikayette bulunması veya aleyhine
dava açmasının veya mahkeme hâkiminin davanın taraflarından biri hakkında
şikayette bulunmasının hâkimin tarafsızlığından şüpheye düşürecek önemli bir
sebep olarak değerlendirilemeyeceğinin belirtildiği, ilk derece mahkemesi
hâkimince verilen çekinme kararının kesin olmayıp, denetime tabi olduğu, çekinme
kararı ve devamındaki prosedürünün ilgili usul hükümlerine riayetle
yürütüldüğü, bu kapsamda başvuruya konu yargılama faaliyeti açısından, ilgili
usul hükümleri uyarınca yargılama faaliyetini devam ettiren yargılama
makamlarının tarafların adil yargılanmaya ilişkin meşru beklentileri üzerinde
menfi etkide bulunacak bir izlenime sahip olmadığı gibi, hâkimin tarafsızlığına
ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde, yargılamayı yürüten hâkimin
taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir
kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir delil de bulunmadığı ve bu hususun kanıtlanmadığı
anlaşılmakla, başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
vi. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
64. Başvurucu, kat maliklerinden
olduğu sitenin kat malikleri kurulunca alınan kararların iptalini talep ettiği
davada, ileri sürdüğü taleplerinin mahkemece değerlendirilmediğine yönelik
iddiası kapsamında, özellikle davanın sonucunu etkiler nitelikte olan toplantı
çağrı listesindeki imzanın sahteliğine ilişkin talebinin göz önünde
bulundurulmadığını ve bu hususa ilişkin bir gerekçeye mahkeme kararlarında yer
verilmediğini iddia etmiştir.
65. Adalet Bakanlığı görüşünde,
mahkeme kararlarında tarafların tüm iddialarına cevap verme zorunluluğu
bulunmadığı ve somut yargılama açısından, ilk derece mahkemesi kararında
davanın hangi nedenlerle kısmen kabul kısmen reddedildiğinin dosyadaki deliller
ve mevzuattaki dayanaklarıyla ortaya konulduğu, Yargıtay kararında ise, usul ve
yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar verildiği belirtilmiştir.
66. Gerekçeli karar hakkı adil
yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir (B.No.
2013/1213, 4/12/2013, § 25). Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve
mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların hem kamunun menfaatini
ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun
yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir. Bu nedenle mahkeme
kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi
zorunludur.
67. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun
yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı
olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu
mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer
verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup, bu
durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin
benimsendiği kabul edilmelidir (B.No. 2013/1213, 4/12/2013, § 26)
68. Başvuru konusu olayda, iki
adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemiyle yürütülen yargılama
neticesinde kurulan hükmün gerekçesinde, özellikle başvurucunun toplantıya
çağrı tutanağının kendisi tarafından imzalanmadığı ve imzanın sahte olduğu
iddiasına karşılık olacak şekilde, 7201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesinde yer
alan ve bağımsız bölüm maliklerine tebligat hususunu düzenleyen özel hükme
dayanılarak yapılan tebligatın geçerli olduğuna karar verildiği, bu suretle
başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen
talebinin ilk derece mahkemesi kararında denetlenerek reddedildiği, ilk derece
mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle
kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, bu kapsamda yerel
mahkeme gerekçesini benimsediği anlaşılan kanun yolu merciince kararlarda
ayrıntılı gerekçeye yer verilmediği anlaşılmakla, başvurucunun gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının S.2011/113949 Sayılı Dosyasına İlişkin Olarak
69. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949,
K.2012/21169 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına ilişkin olarak
yaptığı itirazın dokuz ay boyunca itirazı incelemeye yetkili makama
iletilmediğini ileri sürerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
70. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun iddiası Anayasa’nın 6. maddesi kapsamında değerlendirilerek, kural
olarak bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanmasını ve cezalandırılmasını
talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi ve katılan sıfatını haiz
kişilerin benzer nitelikteki taleplerinin adil yargılanma hakkının güvence
kapsamına girmediği hususunun göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.
71. Başvurucu, bazı polis
memurları hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine verilen kovuşturmaya yer
olmadığına dair karara ilişkin olarak yaptığı itirazın dokuz ay süreyle itirazı
incelemeye yetkili makama iletilmediği belirtilerek Anayasa’nın 40. maddesinin
ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber, iddianın mahiyeti gereği
Anayasa’nın 36. maddesi açısından değerlendirme yapılması uygun görülmüştür.
72. Bir ceza davasında üçüncü
kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar
gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, adil yargılanma hakkının
koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medenî
hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda
verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir
(B. No. 2013/1845, 7/11/2013, § 37; Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 12/2/2004, § 70).
73. Hukuk sistemimiz açısından, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı
ortadan kalkmış olup, başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını
ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda başvurucunun isteğinin
üçüncü kişinin cezalandırılmasıyla sınırlı olduğu, verilen kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın etkilerinin ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olduğu
ve başvurucunun iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk yargılaması
açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
74. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da
güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında yer alan temel hak ve özgürlüklerin
koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “konu bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlali İddiası Yönünden
75. Başvurucu, yargılama
sırasında gereksiz çekinme kararları verilmesi ve hukukçu bilirkişi görüşü
alınması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinden yoksun bırakıldığını iddia
etmiştir.
76. Adalet Bakanlığı görüşünde,
somut yargılama faaliyetinin daha önceden belirlenmiş kurallara göre
yürütülerek sonuçlandırıldığı ve hukukçu bilirkişiye başvurulmasının,
yargılamanın mahkeme hâkimi tarafından yapılmadığı anlamına gelmeyeceği yönünde
görüş bildirilmiştir.
77. Sözleşme’nin 6. maddesinde
açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak, yasa ile kurulmuş bir
mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Bu
hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının
da zımni bir unsuru olmakla beraber (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T. 5/5/2004), yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulması
gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir.
Ayrıca, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten
Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde
göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
78. Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37.
maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen
tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen
tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı
yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
79. Kanuni hâkim güvencesi,
mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal
düzenleme ile ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini
gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi karalarında, kişinin hangi mahkemede
yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkim
ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (AYM, E. 2002/170, K.
2004/54, K.T. 5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166, K.T.
20/11/2008; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zand/Avusturya, B. No. 7360/76, 16/5/1977; Crociani, Palmiotti, Tanassi,
Lefebvre D’Ovidio/İtalya,
B. No. 8603/79, 8722/79, 8723/79, 8729/79, 18/12/1980).
80. Kanuni hâkim güvencesi,
sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini
değil, her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin
belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm
düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve
anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır.
81. Başvuruya konu olayda,
başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlık, ilgili kanun hükümleri çerçevesinde
kurulmuş olan mahkemelerde, yine daha önceden belirlenmiş usul kurallarına göre
yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Dosyanın bilirkişiye
tevdii ile rapor tanzim ettirilmesi, ilgili usul kuralları gereğince
yargılamayı yürüten makamlar ve taraflarca başvurulabilecek takdiri bir delil
olup, bir davada hâkim tarafından vakıf olunmayan özel ve teknik bilgiyi
gerektiren hususlarda bilirkişi görüşüne başvurulabileceğine ve bilirkişi
raporunun hâkimin delilleri serbestçe takdir hakkı kapsamında, hâkimi
bağlamayacağına ilişkin usul kuralları birlikte gözetildiğinde, nihai kararın
hâkim tarafından tarafların iddiaları ile dosyadaki delillerin takdiri ve
kanunun yorumlanması suretiyle verileceği sonucuna ulaşılmakla, başvurucunun
kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Diğer İhlal İddiaları Yönünden
82. Başvurucu yargılama
sürecinde hâkimlere noter vasıtasıyla gönderdiği ihtarnameler nedeniyle maddi
ve manevi baskı gördüğünü belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
83. Başvuruya konu ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu
tarafından soyut şekilde Anayasa’nın 17. maddesine atıfta bulunulmakla beraber,
bu madde kapsamında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkına ilişkin olarak nasıl bir ihlalin bulunduğunun açıklanmadığı
ve bu hususa ilişkin kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 sayılı dosyası
yönünden ileri sürdüğü adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği,
çelişmeli yargılama, aleni yargılanma, mahkemeye erişim, makul sürede
yargılanma, tarafsız mahkemede yargılanma ve gerekçeli karar haklarının ihlal
edildiğine ilişkin iddialarının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının S.2011/113949 sayılı dosyası
yönünden ileri sürdüğü adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddiasının “konu bakımından yetkisizlik”,
3. Anayasa’nın 37. maddesi kapsamında kanuni hâkim güvencesinin
ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
4. Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında maddi ve manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
20/3/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.