TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMALETTİN METİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/776)
|
|
Karar Tarihi: 20/3/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Cemalettin METİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Engin YÜCEL
|
|
|
Av. Esen YÜCEL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması
nedeniyle Anayasa’nın 10. ve 19. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 11/1/2013 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi
aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/6/2013 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm 24/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul
edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar
vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 30/7/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 18/9/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
başvurucuya 27/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu bu görüşe karşı
beyanlarını 11/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığı görüşünde ifade
edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, oto
hırsızlığı, cebir ve tehdit kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak,
silahla birden fazla kişi ile birlikte yağma suçlarına ilişkin olarak İstanbul
9. Ağır Ceza Mahkemesince 24/5/2005 tarihinde tutuklanmıştır.
9. Tutuklu olarak İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan
başvurucu, Mahkemenin 19/4/2010 tarih ve E.2005/141, K.2010/184 sayılı
kararıyla isnat edilen suçlar nedeniyle toplam 334 yıl 150 ay 22 gün hapis
cezasına mahkûm edilmiştir.
10. Başvurucu hakkında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince
verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 29/6/2011 tarih,
E.2011/3862, K.2011/8880 karar sayılı ilamıyla bozulmuştur.
11. Bozma kararı sonrasında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince
1/10/2012 tarihli duruşmada “tutuklama
kararında sayılan suçlardan hangileri için tutuklama kararı verilmiş ise,
ilgili tutuklama müzekkerelerindeki her bir suça ilişkin ayrı ayrı infaza
verilmesinde zorunluluk bulunması, anılan nedenle 5 yıllık zorunlu sürenin ağır
cezalık her suç için, tutuklama kararında belirtilen bu suçlardan her birisi
açısından mahkemece 5 yıllık tutukluluk süresine ayrı ayrı riayet edilmesinin CMK’nun 101. maddesi içerisinden anlaşılması, tutuklama
müzekkeresinin ise yalnızca ceza infaz kurumunda şüpheli ya da sanığın
bireyselleştirilmesine ilişkin ayırıcı unsur olması, bunun aksinin düşünülmesi
halinde, tutuklama kararında birden çok suça yönelik karar verildiği hallerde
tek suçtan tutuklanmış gibi eksik işlem yapılmasına sebebiyet verilmesinin söz
konusu olması, farklı mahallerde işlediği ağır cezalık suçlar nedeni ile ya da
farklı ağır cezalık suçlara dayalı olarak ayrı tutuklama kararlarına bağlı
olarak tutuklanan şüpheli yada sanıkların her suçu yönünden ayrı ayrı 5 yıllık
tutukluluk süresinin infazının gerekli oluşu, mahkememizin görev alanına giren
örgütlü suçlardan olan sanıkların üzerlerine atılı suçların örgüt kapsamında
olması, yine CMK.'nun 8. ve devamı maddelerindeki
gösterilen bağlantı nedeni ile birden fazla ağır cezalık suçların bir mahkemede
ve tek tutuklama müzekkeresine bağlı olarak infaz edilen tutukluluk hallerinin
her bir suç için ayrı ayrı değerlendirilmesinde zaruret bulunmaktadır”
gerekçesiyle tahliye talebi
reddedilmiştir.
12. Bu karara yapılan itirazı inceleyen İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi 12/12/2012 tarih ve 2012/918 Değişik İş sayılı kararıyla “birden fazla ağır cezalık suç nedeniyle yargılanan
sanıkların kaçma şüphesinin olduğunu” belirterek itirazı
reddetmiştir.
13. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/160 Esas sayılı
dosyasında dava derdesttir.
14. Mahkeme 11/12/2013 tarihinde başvurucunun tahliyesine ve
adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir.
B. İlgili
Hukuk
15. 5271 sayılı Kanun’un 8. maddesi şöyledir:
“(1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her
ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden
sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme
fiilleri de bağlantılı suç sayılır.”
16. 5271 sayılı Kanun’un 9. maddesi şöyledir:
“(1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine
giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede
dava açılabilir.”
17. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir
tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama
kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri
ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
…”
18. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 20/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 18/1/2013 tarih ve 2013/843 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresi
dolmasına rağmen tahliye talebinin reddedildiğini, benzer durumda olan
sanıkların 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesi gereğince azami tutukluluk
süresini doldurmaları üzerine tahliye edildiğini ileri sürerek, Anayasa’nın 10.
maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesi ve 19. maddesinde düzenlenen
kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
21. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvuru kapsamındaki şikâyetin
hukuka aykırı olarak özgürlükten yoksun bırakmaya ilişkin olduğu, bu nedenle
iddiaların Anayasa’nın 19. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5.
maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun
şikâyetinin esas itibarıyla kanunda öngörülen azami sürenin aşılması nedeniyle
tutukluluğun hukuki olmadığına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
22. Başvurucu ayrıca, özgürlükten yoksun bırakılma kapsamında
kendisi ile benzer durumda olan sanıkların 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesi
gereğince azami tutukluluk süresinin tamamlanması üzerine tahliye
edildiklerini, ancak kendisinin tahliye edilmediğinden bahisle eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
23. İddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, başkaca bir
kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir (B. No: 2012/695, 12/2/2013, § 15). Başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına
ilişkin şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası açısından
değerlendirilmesi gerekir.
25. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları
kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş
hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi;
bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak
ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı
veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi;
toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol
tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede
tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan
tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya
giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir
kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden
yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.
Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
…”
26. Adalet Bakanlığı, başvurucunun beş yıldan fazla tutuklu
bulundurulduğu iddialarına ilişkin olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
(Sözleşme) 5. maddesi kapsamında tutmanın hukuki sayılabilmesi için birinci
fıkranın (a) ve (f) bentleri arasındaki istisnalardan birinin karşılanması
gerektiğini, tutmanın bu anlamda hukuki olduğu anlaşıldıktan sonra,
Sözleşmenin, “kanunda düzenlenmiş bir
prosedürün” izlenip izlenmediği dâhil olmak üzere, esas ve usul
kurallarına uyma yükümlülüğünü ulusal hukuka bıraktığını, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin (AİHM), Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında sanığın birden fazla
suç nedeniyle tek bir davada yargılandığı durumlarda, tutukluluk süresini tek
bir tutukluluk olarak değerlendirebileceğini belirtmiştir.
27. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konulduktan sonra,
ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması
ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi
birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
28. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve
hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu
sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü,
Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §
43).
29. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların,
kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak
idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler
esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19.
maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı
korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek
sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması
gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı
gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için,
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 44).
30. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki
yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek
uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği
belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin
azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 40).
31. Somut olayda başvurucu 24/5/2005 tarihinde gözaltına
alınmıştır. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri
uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin aşıldığını belirterek tahliye
talebinde bulunmuştur. Bu talep mahkemece 1/10/2012 tarihinde reddedilmiş ve
itiraz mercii de ret kararını hukuka uygun bulmuştur.
32. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği
sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya
hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz.
Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması
da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya
Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça
keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların
bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun
getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede yapılması
gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 48).
33. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve
kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler
düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve
girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki birden
fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden
yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve
kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında,
uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı
açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin
kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından
aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı
hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi
etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede
ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde
esas alınmaları mümkün değildir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 49).
34. Diğer taraftan, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası
tutuklulukta makul süreyi güvence altına almıştır. Dolayısıyla kanunla
tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai
durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu süre doluncaya
kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda
dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal
edildiği sonucuna varılacaktır (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 50).
35. Anayasa’nın 36. maddesinde adil yargılanma hakkı güvence
altına alınmıştır. Bu kapsamda makul sürede yargılanma herkese tanınan bir
haktır. Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması da Anayasa’nın
141. maddesinde yargıya bir görev olarak yüklenmiştir. Azami tutukluluk
süresinin, suç sayısı gerekçesiyle uzatılması muhtemel özgürlük ve güvenlik
ihlallerine ilave olarak, makul sürede yargılanma hakkı açısından da olası
ihlallere zemin hazırlayabilecek niteliktedir. Böyle bir uygulama, özgürlük ve
güvenlik ihlalini neredeyse otomatik, makul sürede yargılanma hakkının ihlalini
ise potansiyel hale getirebileceğinden kabul edilemez (B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 51).
36. Diğer yandan, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin
sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil ve şartlarının da
kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde
hukuki yardım almak suretiyle, tutuklama nedenlerini ve sürelerini belli bir
açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek şekilde kaleme alınmış
olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçları
bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun
metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan
açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile
hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak
belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı zamanda kolaylıkla
erişilebilir olması da gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 52).
37. 5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır
cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle
düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin
kanuni tutukluluk süresinin aynı dosya kapsamındaki her suç için ayrı ayrı
hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak
yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya
elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde
azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır.
Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk
devletinde henüz suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin
benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun
bırakılması düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).
38. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde
yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, bu
kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu olma” kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni
ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüşmektedir
(B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler
tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma
kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya
dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate
alınacaktır.
39. Somut olayda başvurucu, 24/5/2005 tarihinde gözaltına
alınması ile ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararı verdiği 19/4/2010 tarihi
arasında “bir suç isnadına bağlı olarak”
tutulmuştur.
40. Mahkemenin 19/4/2010 tarihli kararı yapılan temyiz
incelemesi neticesinde Yargıtay tarafından 29/6/2011 tarihinde bozulmuştur. İlk
derece mahkemesinin mahkumiyet kararı ile Yargıtayın bozma kararı arasında geçen sürede başvurucu, “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak”
tutulmuştur. Başvurucu, Yargıtayın bozma kararı
sonrasında yeniden “bir suç isnadına bağlı
olarak” tutulmaya devam edilmiş ve başvurucunun ilk derece
mahkemesince tutuklu olarak yargılandığı 24/5/2005-19/4/2010 ile
29/6/2011-11/12/2013 tarihleri arasında “bir
suç isnadına bağlı olarak” tutulma süresi 7 yıl 4 ayı geçmiştir.
41. Başvurucunun, “bir suç
isnadına bağlı olarak” tutulduğu sürenin beş yılı aşan kısmının
hukuki dayanağı bulunmayıp bu tarihten sonraki tutukluluk hali Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen “kanunîlik” şartına uymamaktadır.
42. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
43. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
44. Başvuruda, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte İstanbul 12. Ağır Ceza
Mahkemesince 11/12/2013 tarihinde başvurucunun tahliyesine ve adli kontrol
hükümlerinin uygulanmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
45. Başvuru kapsamında ihlalin sonlandırılmasına karar verilmesi
ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir. Bu aşamada ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılabilecek bir işlem bulunmamaktadır. Kişi hürriyeti ve güvenliğine
yönelik müdahale ve yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki
manevi zararın varlığı ile somut olayın özellikleri dikkate alınarak
başvurucuya takdiren 9.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
46. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 başvuru harcı ve
1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin
başvurucuya ayrıca ödenmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal
edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun kanun
önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının ayrıca
incelenmesine yer olmadığına,
D. Başvurucuya kişi
hürriyeti ve güvenliğine yönelik müdahale ve yalnızca ihlal tespitiyle telafi
edilemeyecek ölçüdeki manevi zararın varlığı nedeniyle takdiren
9.000 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
E. Başvurucu tarafından
yapılan 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın
tebliğinden sonra başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın ilgili mahkemesine
bildirilmesine,
20/3/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.