TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HATİCE ŞULE GÖLÇÜKLÜ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1838)
Karar Tarihi: 11/12/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
Başvurucu
Hatice Şule GÖLCÜKLÜ
Vekili
Av. Kemal BOZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, tarafı olduğu hukuk davasının makul sürede neticelendirilmemiş olması, mahkemece dinlenilen mahalli bilirkişilerin yaş ve seçim usulleri uyarınca tarafsız ve yeterli olmaması ile mahkemece verilen kararın mülkiyet hakkını ihlal etmesi nedeniyle, Anayasanın 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına, yeniden yargılamanın mümkün olmaması durumunda uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 4/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 2/8/2013 tarihli yazısı 15/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından 26/8/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi ibraz edilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun murisinin de aralarında bulunduğu bir kısım davacılar tarafından, Milas ilçesi Ovakışlacık köyünde bulunan bazı taşınmazların Şubat 1338 (1922) tarihli tapu kayıtları kapsamında kendilerine ait olduğu ve taşınmazlara haksız olarak el atıldığından bahisle 7/12/1962 tarihinde müdahalenin önlenmesi davası açılmıştır.
8. Bahse konu davanın derdest olduğu süreçte, belirtilen davacılar tarafından Milas Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1963/187 sırası üzerinde ortaklığın giderilmesi davası açılmış olup, yargılama sırasında tarafların aralarında yaptıkları 29/5/1963 tarihli sulh sözleşmesi ile taşınmazların aynen taksimine karar verilmesi talep edilmiş, taraflarca sunulan sulh sözleşmesi Mahkemece kabul edilerek 30/7/1963 tarihli karar ile taşınmazların aynen taksimine karar verilmiş ve karar temyiz edilmeksizin 7/8/1963 tarihinde kesinleşmiştir.
9. Milas Asliye Hukuk Mahkemesince yürütülen yargılama neticesinde, bölgede kadastro tespit çalışmalarının başladığından bahisle Mahkemenin 26/11/1964 tarih ve E.1962/824 K.1964/635 sayılı görevsizlik kararı ile dosya Milas Kadastro Mahkemesine devredilerek Mahkemenin E.1065/50 sırasına kaydı yapılmıştır.
10. Milas Asliye Hukuk Mahkemesinden görevsizlik kararı ile devredilen ve aynı taşınmazları konu alan E.1965/58 sayılı tapu iptal ve tescil talepli dosyanın da Mahkemenin E.1965/50 sırası üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
11. Milas Kadastro Mahkemesinin E.1965/50 sayısı üzerinde yürütülen yargılama neticesinde, başvurucu murisinin de aralarında bulunduğu davacılar tarafından dayanılan tapu kayıtlarının dava konusu taşınmazlara uymadığı gibi, davacılar tarafından sulh sözleşmesi ile taksimi sağlanan taşınmazların da hudut ve mevki olarak dava konusu taşınmazlara uymadığı ve davalılar adına 3402 sayılı Kanun’un 14. ve17. maddeleri uyarınca iktisap koşullarının gerçekleştiği belirtilerek, başvurucunun murisinin de aralarında bulunduğu davacıların davasının reddine hükmedilmiştir.
12. İlk derece mahkemesinin 30/3/2011 tarih ve E.1965/50 K.2011/23 sayılı hükmü temyiz edilmekle, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 10/4/2012 tarih ve E.2012/1515 K.2012/3350 sayılı kararı ile onanmıştır.
13. Onama kararı üzerine yapılan karar düzeltme başvurusu, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 4/2/2013 tarih ve E.2012/8877 K.2013/547 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
14. Başvurucu tarafından ret kararının aynı tarihte öğrenildiği beyan edilmiş ve 4/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 25. maddesinin birinci fıkrası, 28. maddesinin birinci fıkrası, 29. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, 30. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, 32. maddesinin birinci fıkrası ve 36. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No. 2012/12, 17/9/2013, §§ 16–22).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 11/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/3/2013 tarih ve 2013/1838 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu, murisinden intikal eden taşınmazlara ilişkin olarak yürütülen yargılamanın kırk dokuz yılı aşkın bir süre sonra neticelendirildiğini, mahkemece yapılan yargılama sırasında dinlenilen mahalli bilirkişilerin yaş ve seçim usulleri uyarınca tarafsız ve yeterli olmaması nedeniyle yapılan yargılamanın adil olmadığını, mahkemece adil olmayan bir yargılamaya dayanılarak ve taşınmazların tapu kayıtlarına itibar edilmeyerek verilen kararın mülkiyet hakkını ihlal ettiğini belirterek Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Delillerin Değerlendirilmesinin Adil Olmadığı İddiası
18. Başvurucu, mahkemece yapılan yargılama sırasında dinlenilen mahalli bilirkişilerin yaş ve seçim usulleri uyarınca tarafsız ve yeterli olmaması nedeniyle yapılan yargılamanın adil olmadığını iddia etmiştir.
19. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususlarının öncelikle derece mahkemelerinin takdirinde olduğu, derece mahkemelerince olguların ve hukukun değerlendirilmesindeki farklılıkların temel hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece bireysel başvuru konusu yapılamayacağı, delillerin değerlendirilmesinde açıkça bir keyfilik bulunmadığı müddetçe derece mahkemelerinin takdirine müdahale edilemeyeceği ifade edilerek, başvurunun bu bölümünün kabul edilebilirlik koşullarını taşıyıp taşımadığı ve bu itibarla açıkça dayanaktan yoksun olup olmadığının değerlendirilmesinde belirtilen hususların göz önünde bulundurulması gerektiği bildirilmiştir.
20. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
21. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi ile delillere ilişkin temel usuli güvencelere riayet edilmesi, adil yargılanma hakkının somut görünümleri arasında yer almaktadır. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerini denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi delillere ilişkin bazı temel kuralların gözetilmesi suretiyle başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkanların tanınması ve delillere ilişkin hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No. 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
22. Derece mahkemeleri nezdindeki yargılamalarda izlenilen delil kuralları ve bunların yorumlanması kural olarak belirtilen hususların değerlendirilmesi açısından daha elverişli konumda olan söz konusu mahkemelere aittir. Bununla birlikte, delillerin incelenme ve değerlendirilme yönteminin açık bir hakkaniyetsizlik veya keyfilik ihtiva etmesi veya bu değerlendirmelerin “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilerek yapılmaması durumunda, adil yargılanma hakkının gereklerine uygun bir delil değerlendirilmesinden söz edilemez.
23. Sözleşme’nin 6. maddesinde, davada kullanılan delillerin ispat güçleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte, AİHM de, delilerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak, somut davada kullanılan delillerin “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmekte (bkz. Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89) ve birçok kararında, Sözleşme’nin 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber, öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (bkz. Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124).
24. Somut başvuru açısından, taşınmazın aynına dair uyuşmazlığa ilişkin olarak yapılan keşiflerde dinlenilen mahalli bilirkişilerin yaş ve seçim usulleri uyarınca tarafsız ve yeterli olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddia edilmekle birlikte, ilk derece mahkemesince tarafların itirazları da nazara alınmak suretiyle, müteaddit defa keşif mahalli ile davaya konu taşınmazları bilen, taraflarla husumet ve yakınlığı bulunmayan tarafsız bilirkişilerin tespiti amacıyla tahkikatlar yaptırıldığı, dosya kapsamında icra edilen üçüncü keşif olan ve hükme esas alındığı anlaşılan 16/11/2009 tarihli keşifte, mahkemece belirlenen mahalli bilirkişiler hususunda beyanı alınan taraflar ve vekillerince bilirkişilere herhangi bir itirazlarının olmadığının beyan edildiği ve belirtilen kişiler arasında başvurucu vekilinin de yer aldığı görülmektedir. Başvuru dosyası kapsamından, başvurucunun söz konusu hususta karşılanan itirazları ve vekilinin belirtilen beyanı dışında, mahalli bilirkişilerin belirlenmesi hususuna ilişkin bir itirazda bulunulduğuna ve bu kapsamda başvurucuya “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir veri bulunmadığı gibi, Mahkeme’nin delilleri değerlendirmesinde açık bir hakkaniyetsizlik veya keyfilik bulunduğuna dair bir bulguya da rastlanmamıştır.
25. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, delillerin değerlendirilmesinin adil yargılanma hakkına aykırılık oluşturduğu yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
26. Başvurucu, dava konusu taşınmazlar hakkında Milas Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen ortaklığın giderilmesi davası kapsamında, tapulu olan taşınmazlarına ilişkin taksim projesi düzenlendiğini, ancak bu proje kapsamında dava konusu taşınmazları kapsadığı anlaşılan tapu kayıtlarının Milas Kadastro Mahkemesi tarafından dikkate alınmayarak davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa’nın 35. maddesinin sadece mevcut mülk ve varlıklara koruma sağladığı, mülkiyeti kazanma hakkının kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun söz konusu korumadan yararlanamayacağı, somut başvuru açısından başvurucu murisinin de aralarında bulunduğu davacılar tarafından kendi mülklerine ait olduğu iddia edilen eski tarihli tapu kayıtlarına dayanıldığı ancak, sınırları itibarıyla dava konusu taşınmazlara uymadığı tespit edilen kayıtlara mahkemece itibar edilmediği, yargılama neticesinde söz konusu kayıtların geçerli tapu kayıtları olmadığının tespit edildiği ve mahkemece taşınmazların zilyetlik olgusuna istinaden tesciline hükmedildiği ifade edilerek, başvurucunun mevcut bir mülkünden veya meşru bir beklentisinden söz edilemeyeceği hususunun göz önünde bulundurulması gerektiği bildirilmiştir.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.…”
29. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
30. Belirtilen hükümler uyarınca, bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için, başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir.
31. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
32. Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 4721 sayılı Kanun’da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa’nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur.
33. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olunup olunmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/382, 16/4/2013, §§ 25–26).
34. Başvuru konusu olayda, başvurucunun murislerinin de aralarında bulunduğu bir kısım davacılar tarafından 1338 (1922) tarihli tapu kayıtlarına istinaden açılan müdahalenin önlenmesi davası görevsizlik kararı ile Kadastro Mahkemesine devredilerek birleşen bir diğer dosya ile birlikte kadastro tespitine itiraz davası olarak görülmeye devam edilmiştir. Yargılama sırasında üç adet keşif icra edilerek bilirkişi raporları temin edilmiş ve yapılan keşifler sırasında söz konusu tapu kayıtlarının dava konusu taşınmazları kapsayıp kapsamadığı yönünde tespit yaptırılarak, kayıtların sınırları bilirkişi ve tanık beyanları ile de tespit edilmeye çalışılmıştır. İlk derece mahkemesince yapılan değerlendirmeler neticesinde, davacı murisinin de ararlarında bulunduğu davacılar tarafından dayanılan eski tarihli tapu kayıtlarının dava konusu taşınmazlara uymadığı tespit edilerek söz konusu kayıtlara değer verilmemiş ve davalılar adına 3402 sayılı Kanun’un 14. ve17. maddeleri uyarınca iktisap koşullarının gerçekleştiği belirtilerek, başvurucunun murisinin de aralarında bulunduğu davacıların davasının reddine karar verilmiş olup, talebi reddedilen tarafların söz konusu taşınmazlar üzerinde herhangi bir kullanımlarının da bulunmadığı hususu dosya kapsamına yansımıştır. Söz konusu tespitler çerçevesinde başvurucunun dayandığı tapu kayıtlarının ilgili yargılamaya konu taşınmazlar bağlamında hukuki bir değer taşımadığı ve başvurucu lehine Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaat doğurmadığı anlaşılmaktadır.
35. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaati bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
36. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
37. Başvurucu, murisi tarafından müdahalenin önlenmesi talebiyle açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi’nin makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları kapsamında benimsediği ilkelere yer verilmek suretiyle, özellikle bir kısım yargılama periyotları açısından yargılama süresinin uzaması noktasında etkisi olduğu belirtilen taraf işlemlerine değinilmiştir.
39. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
40. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
41. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde açılan müdahalenin önlenmesi davasının görevsizlik kararı ile kadastro mahkemesine devredilmiş olduğu görülmekle, 3402 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
42. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, 7/12/1962 tarihidir.
43. Başvurucu mirasçı olarak dahili dava edilmek suretiyle yargılama sürecine katılmıştır. Ancak miras bırakanından intikalle davayı takip etmekte olan başvurucu açısından da makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, başvurucunun yargılamaya katıldığı tarih değil, somut olayda murisi açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anı olan 7/12/1962 tarihidir (B. No: 2013/1115, 5/12/2013, § 51).
44. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin E.2012/8877 ve K.2013/547 sayılı karar tarihi olan 4/2/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
45. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başlangıçta birkaç parsel taşınmaza ilişkin müdahalenin önlenmesi talebi olduğu, dava konusu taşınmaza ilişkin kadastro tespit çalışmaları yapılması üzerine dosyanın görevsizlik kararı ile kadastro mahkemesine devredildiği ve belirtilen mahkeme tarafından aynı taşınmazları konu alan bir başka dava ile birleştirilmesine hükmedildiği, yargılama sürecinde üç defa keşif icra edilerek bilirkişi raporu temin edildiği ve ilk derece mahkemesi tarafından görevsizlik kararını takiben kırk altı yılı aşkın süre sonra verilen kararın derecattan geçerek kesinleştiği, yargılamanın taraflarında yüz otuzdan fazla kişinin yer aldığı görülmektedir.
46. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin kısmen asliye hukuk kısmen kadastro mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, 3402 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 3402 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 15).
47. Kadastro mahkemesi ve 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64; B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 53-62; B. No: 2013/1115, 5/12/2013, §§ 60-67; 2012/673, 19/12/2013, §§ 37-43).
48. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu elli yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
50. Başvurucu, uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasını, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaması halinde ise 500.000,00 TL maddi, 1.000.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.500.000,00 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
51. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. Başvurucu tarafından uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talep edilmiş olup, tespit edilen ihlal açısından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun yeniden yargılama yapılması hususundaki talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
53. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin elli yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucunun yargılamayı miras bırakanından intikalle takip ettiği ve yargılama sürecinin uzamasında başvurucuya isnat edilebilecek uzama periyotları nazara alınarak, başvurucuya takdiren net 6.650,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Delillerin değerlendirilmesinin adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “konu bakımından yetkisizlik”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 6.650,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun yargılamanın yenilenmesi ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
11/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.