TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SEYFİ YAYLA VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/829)
|
|
Karar Tarihi: 11/12/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Recep BENLİ
|
Başvurucular
|
:
|
Seyfi YAYLA
|
|
|
Tekmile YAYLA
|
|
|
Sedat YAYLA
|
|
|
Sultan KARAKAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Osman SALMAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, yakınları Vedat Yayla’nın sağlık
görevlilerinin ihmali davranışları sonucu hayatını kaybettiğini, bu olayla
ilgili yapılan soruşturmaların etkin yürütülmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiğini, bu nedenle yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşler ve manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurucuların ilk başvurusu 17/1/2013 tarihinde İstanbul
5. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. 2013/829 sayılı bu başvuruya
ilişkin dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/9/2013 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/2/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü
7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüşü, başvurucuya 21/4/2014
tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu, karşı görüşlerini 6/5/2014 tarihinde
bildirmiştir.
7. Başvurucuların ikinci başvurusu 17/3/2014 tarihinde
Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. 2014/3768 sayılı bu
başvuruya ilişkin dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel
bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
8. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, aynı olaya ilişkin
daha önce yapılan bir başvurunun Bölümlerde bulunması nedeniyle, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
9. Bölüm tarafından 4/11/2014 tarihinde yapılan toplantıda,
2014/3768 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki
irtibat nedeniyle 2013/829 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile
birleştirilmesine, 2014/3768 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının
kapatılmasına, incelemenin 2013/829 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası
üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
11. Başvuruculardan, Tekmile Yayla ve Seyfi Yayla 4/3/2012
tarihinde vefat eden Vedat Yayla’nın anne ve babası, diğer başvurucular Sedat
Yayla ve Sultan Karakaş ise kardeşleridir.
12. Vedat Yayla, 3/3/2012 tarihinde kalp krizi geçirmiş,
bunun üzerine yakınları tarafından saat 21.50’de Şişli’de bulunan bir kamu
hastanesine götürülmüş ve burada hastaya ilk müdahalede bulunulmuştur.
13. Hastaya acil serviste bir saate yakın resüsitasyon-canlandırma
yapılmış, kalp ritminin geri dönmesi üzerine yoğun bakım şartlarında entübe olarak mekanik ventilatöre
bağlı takip edilmesi gerektiğinden yoğun bakım ünitesine yatışına karar
verilmiştir. Bu hastanenin yoğun bakım ünitesinde boş yatak olmaması nedeniyle
112 Acil Komuta Merkezine bilgi verilerek uygun yoğun bakım ünitesi bulunması
için yer talep edilmiştir. 112 Acil Komuta Merkezi tarafından 9 hastane
sırasıyla arandıktan sonra saat 23.18’de Arnavutköy’de bulunan bir kamu
hastanesinde yer olduğu tespit edilmiştir. Hasta yakınları bu hastanenin uzak
olması nedeniyle ilk başta hastanın buraya naklini kabul etmemişler, telefonla
irtibat kurdukları özel bir hastanenin yoğun bakım servisine yatışın ücretli
olduğunu öğrenince Arnavutköy’deki kamu hastanesine nakli onaylamışlardır.
14. Hastanın, doktorlu ambulansla Arnavutköy’deki kamu
hastanesine götürülmek üzere yola çıktıktan 5-10 dakika sonra kalbi durmuş,
bunun üzerine resüsitasyona başlanarak (saat
00.20’de) en yakın hastane olan Okmeydanı’ndaki kamu hastanesi acil servisine
götürülmüştür. Ancak burada resüsitasyona devam
edilmesine rağmen saat 01.15’te hasta vefat etmiştir.
15. Olayın meydana gelmesini müteakip İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı, 2012/33664 sayılı dosyayla resen soruşturma başlatmıştır.
Başvurucular da, yetkili kişilerden şikâyetçi
olduklarını beyan etmişlerdir.
16. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aralarında hukuki ve
fiili irtibat bulunmadığı gerekçesiyle sağlık görevlilerinin görevi kötüye
kullanma suçunu işledikleri iddiası ile taksirle ölüme neden olma olayı
hakkında, 17/8/2012 tarih ve K.2012/2230 sayılı ayırma kararı vermiştir. Görevi
kötüye kullanma suçuna ilişkin evrak 2012/112623 soruşturma numarasına
kaydedilmiş, taksirle ölüme neden olma suçuna ilişkin soruşturmaya ise
2012/33664 numaralı dosya üzerinden devam edilmiştir.
17. Vedat Yayla’nın cesedi üzerinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca yapılan ölü muayene işlemi sonunda, kesin ölüm sebebinin tespit
edilmesi için ceset Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmiştir. Yapılan otopsi
sonucu hazırlanan 28/6/2012 tarih ve 684 sayılı rapora göre kişinin ölümünün
akut myokard enfarktüsü (kalp krizi) ve gelişen
komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu anlaşılmıştır
18. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı gerekli araştırmaları
yaptıktan sonra, 5/9/2012 tarih ve Soruşturma No.2011/33664, K.2012/47496
sayılı kararıyla, “otopsi raporuna göre
müteveffanın kalp krizi sonucu öldüğünün tespit edildiği ve olayda başkasına
atfı kabil herhangi bir kusur bulunmadığı” gerekçesiyle taksirle
ölüme neden olma suçu yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
19. Anılan karara başvurucuların yaptığı itiraz, Bakırköy 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 22/11/2012 tarih ve 2012/363 Değişik İş No.lu kararıyla
reddedilmiştir.
20. Bu karar, 24/12/2012 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir.
21. Başvurucular bu kararla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine
17/1/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmışlardır.
22. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2012/112623 sayılı
soruşturmaya konu “görevi kötüye kullanma” suçu
yönünden ise 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca ilgili doktor ve
sağlık personeli hakkında İstanbul Valiliğinden soruşturma izni verilmesini
talep etmiştir.
23. İstanbul Valiliği, 2/12/2012 tarih ve 2012/247 sayılı
kararı ile 7 doktor ve 3 sağlık personeli hakkında ''soruşturma izni verilmemesine'', bir görevlinin statüsü
nedeniyle de ''karar almaya yer olmadığına''
karar vermiştir.
24. İstanbul Valiliğinin soruşturma izni verilmemesine dair
kararına başvurucular tarafından yapılan itiraz üzerine İstanbul Bölge İdare
Mahkemesi, 19/6/2013 tarih ve E.2013/206, K.2013/374 sayılı kararı ile itirazın
kabulü ile eksikliklerin giderilmesine, yeniden ön inceleme raporu hazırlanmasına
hükmetmiştir.
25. İstanbul Valiliği, anılan Mahkeme kararı doğrultusunda
yeniden ön inceleme yapmış ve “ … söz konusu
tarihte Şişli’de bulunan kamu hastanesinin yoğun bakım servisinin ve diğer
hastanelerin dolu olduğu, hastalığın tanısının tam olarak konulduğu, yapılması
gereken tedavilerin yapıldığı, eksik bir işlem veya tedavi olmadığı ve yoğun
bakım servisine yatırılması zorunluluğu kararının doğruluğunu alanında yetkin
bilirkişi uzman tıp hekimlerince de onaylandığı, eksik bir işlem veya eksik tedavi
olmadığı, herhangi bir kusur, hata veya eksiklik olmadığı anlaşıldığından”
gerekçesiyle 16/9/2013 tarih ve 2013/211 sayı ile sorumlular hakkında
soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.
26. Başvurucuların anılan karara yaptıkları itiraz üzerine
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, 18/12/2013 tarih ve E.2013/755, K.2013/813
sayılı kararında “ … yapılan ön inceleme sonucunda, hazırlık soruşturması
yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut
olmadığı anlaşıldığından” gerekçesine dayanarak itirazı reddetmiş ve
karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
27. Anılan karar, başvurucular vekiline 14/2/2014 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
28. Başvurucular aynı olayla ilgili olarak süresinde
17/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
29. 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un “İzin
vermeye yetkili merciler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının
(b) bendi şöyledir:
“Soruşturma izni yetkisi;
…
b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve
diğer kamu görevlileri hakkında vali,
…tarafından bizzat kullanılır.”
30. 4483 sayılı Kanun’un “Ön
inceleme” başlıklı 5. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci
tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim
elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu
görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme
yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya
kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci,
anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla
yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi,
ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.”
31. 4483 sayılı Kanun’un “Ön
inceleme yapanların yetkisi ve rapor” başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya
kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün
yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya
diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dâhilinde
bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor
düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden
çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı
ayrı belirtilir.
Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni
verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi
zorunludur.”
32. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı
davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
33. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
“Sorumluluk” başlıklı 49.
maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
34. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun
değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da,
hukuk hâkimini bağlamaz.”
35. Yargıtayın konu ile ilgili bazı içtihatları
şöyledir:
“…Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.76.maddesi
gereği doğrudan hâkimin görevidir. Davacı, davalı doktor tarafından yapılan
ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim bırakıldığından
yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat
istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa
dayandırılmıştır. ( BK. 386-390 ) Vekil vekâlet
görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil
ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin,
eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı
sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin
kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif
kusurundan bile sorumludur ( BK.321/1.md. ) O nedenle
doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun
unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için,
mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında
ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz
biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak
zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda, bu
tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi
yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri
göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan
kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden,
tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek
hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun
394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekâleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise
doktor sorumlu tutulmamalıdır…(Hukuk Genel Kurulunun
13/4/2011 tarih ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı).”
“Dava,
desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü iddiasına dayalı tazminat istemine
ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki
tazminat davasında husumetin adı geçen doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği
noktasında toplanmaktadır.
Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında
kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede
bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece,
dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu
iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmıştır.
Davalının görevi dışında kalan kişisel
kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin
görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde
bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye
düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye
yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan
davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur…(Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarih ve E. 2011/4-592,
K.2012/25 sayılı kararı).”
“…Davadaki
ileri sürülüşe ve kabule göre dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta
olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır ( BK.
386-390). Vekil, vekâlet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde
edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak
için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli
olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak
işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK.
290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda
olup, hafif kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı
içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul
edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları
yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin
saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun
tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde
dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak
araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür.
Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve
hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta,
tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında
mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh
sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde
beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/1. maddesi hükmü uyarınca, vekâleti gereği gibi ifa
etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte
sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır…(13.
Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarih ve E.2011/19947, K.2012/3097 sayılı kararı).”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
36. Mahkemenin 11/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 17/1/2013 tarih ve 2013/829 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucular, ilk başvurularıyla ilgili olarak yakınları
Vedat Yayla’nın sağlık görevlilerinin ihmalleri sonucu hayatını kaybettiğini,
sağlık görevlilerinin görevi kötüye kullanma suçunu işlemiş olduklarının
ispatlanması durumunda aynı görevlilerin ölümden de sorumlu olmaları gerekeceği
halde hukuka aykırı olarak ayırma kararı verildiğini, ölüme neden olma suçu
yönünden gerekli tüm delillerin elde edilmemesi nedeniyle etkili bir soruşturma
yürütülmeden kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, ayrıca kararların
gerekçesiz olduğunu belirterek Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence
altına alınan yaşam hakkı ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri
sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
38. Başvurucular, ikinci başvurularında yakınlarının kalp
krizi geçirmesi sonucu Şişli’de bulunan kamu hastanesi acil servisine
götürüldüğünü, acil serviste 7 kez elektro şok uygulanmak suretiyle hayata
döndürülen hastanın acil serviste dahi hayatta tutulmasına uygun ekipman ve
personel bulunmasına rağmen, yoğun bakım ünitesinin de dolu olması bahane
edilerek başka hastaneye sevk edildiğini, özel bir hastanenin acil durumdaki
hastayı ücretsiz kabul etmekten imtina ettiğini, hastanın 35 km mesafedeki
Arnavutköy’de bulunan kamu hastanesine götürülürken tekrar kalp krizi geçirmesi
üzerine Okmeydanı’nda bulunan bir kamu hastanesine getirildiğini burada hayata
döndürülmeye çalışılmasına rağmen hayatını kaybettiğini, ölüm olayında ihmal ve
kusuru bulunan doktor ve sağlık personeli hakkında şikâyetçi olduklarını,
Cumhuriyet Başsavcılığınca 4483 sayılı Kanun uyarınca İstanbul Valiliğinden
soruşturma izni istendiğini, olayda sorumlulukları olduğu düşünülen doktor ve
sağlık personeli hakkında soruşturma izni verilmediğini ve buna yaptıkları
itirazın reddedildiğini, özel hastanenin başhekim yardımcısı doktor C.U.
hakkında ön inceleme sonunda olumlu veya olumsuz bir karara varılmadığını, bu
suretle taksirle ölüme sebebiyet veren kişiler hakkında etkili bir soruşturma
yapılmayarak yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
39. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin anne, baba
ve kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır (B.No:
2013/841, 23/1/2014, § 65).
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Bu nedenle ceza soruşturmasında şikâyetçi konumunda olan
başvurucuların “adil yargılanma",
hakkına bağlı olarak Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği şeklindeki
iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi ile ilişkili görülerek, yaşam hakkı kapsamda
değerlendirilmiştir.
41. Başvurucular, yakınlarının ölüm olayında ihmalleri olan
görevliler hakkında etkili soruşturma yapılmayarak Anayasa’nın 17. maddesinin
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
42. Adalet Bakanlığı görüşünde şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak başvuru
yollarının tamamının tüketilmesi sonrasında yapılabileceği, bu koşulun yerine
getirilmediği hususunun dikkate alınması gerektiği, AİHM kararlarında, yaşam
hakkına ya da fiziksel bütünlüğe yönelik ihlallerin kasıtlı olmadığı
durumlarda, özellikle de tıbbi hata konusunda “etkili
bir adli sistem” oluşturmayı kapsayan pozitif yükümlülüğün her
davada cezai işlem başlatmayı gerektirmediğinin belirtildiği, başvurucunun ceza
soruşturması açılması talebi dışında yetkililerin idari veya hukuki
sorumluluklarına ilişkin herhangi bir kanun yoluna başvurmadığı ve bu yöndeki
başvuru yollarının tüketilmediği ifade edilmiştir.
43. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı, ceza hukuku anlamında soruşturma başlatılması ve sürdürülmesi
için yeterli şüphe bulunduğunu, tazminat davası açma imkânı olmasının taksirle
ölüme neden olma suçunun kamu görevlileri için uygulanmaması sebebi
olamayacağını, etkili bir soruşturma ile kusur tespiti yapılmadan idare
aleyhine tazminat davası açmanın daha sonrasında davada kusurun olmadığına
yönelik bir tespit yapılması durumunda zararlarına olacağını bu nedenle
Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği görüşünün yerinde olmadığını ileri
sürmüştür.
44. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
45. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
46. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin
sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre,
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları
kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede
olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik
ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal
tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya
olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).
47. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını(,) beden
ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını
tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini
kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları
denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır.
48. Devlet, yaşam hakkı kapsamında ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
49. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif
yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu
usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının
sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek
etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın
temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını
güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda,
bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini
sağlamaktır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 54).
50. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre,
genel olarak ihmal suretiyle ortaya çıkan diğer ölümlerde olduğu gibi tıbbi
ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarında “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 59).
51. Bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza
soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına
gelmemektedir (B.No:
2013/2839, 3/4/2014,§38). Diğer bir ifadeyle, bir ihlal iddiasına ilişkin
olarak başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması
durumunda, kural olarak başvurucudan aynı amacı taşıyan başvuru yollarının
tamamının tüketilmesi beklenemez (B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 30). Ancak
ilke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu hukuki
sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası
yoludur (B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
52. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle
başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki
sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre
daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç
teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız
fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku
alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten
veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim
imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer
verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin
şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar
çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun
söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza
muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki
sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin
zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında, özellikle somut başvuruya
konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha
yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu
olduğu anlaşılmaktadır (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
53. Buna göre somut olaya bakıldığında, 3/3/2012 tarihinde
kalp krizi geçirerek hastaneye götürülen Vedat Yayla’ya
Şişli’de bulunan kamu hastanesinin acil servisinde bir saate yakın resüsitasyan-canlandırma yapıldığı, akabinde yoğun bakım
şartlarında entübe olarak mekanik ventilatöre
bağlı takip edilmesi gerektiğinden yoğun bakım ünitesine yatışına karar
verildiği, yoğun bakım ünitesinde boş yatak olmaması nedeniyle yapılan
görüşmeler sonunda Arnavutköy’de bulunan bir kamu hastanesine ambulansla sevk
edilirken durumu kötüleşince en yakın hastane olan Okmeydanı’ndaki kamu
hastanesine getirildiği ancak burada yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamayarak
vefat ettiği görülmüştür. Bunun üzerine başvurucular, Cumhuriyet Başsavcılığına
başvurmuş ve yakınlarının ölümünden sorumlu gördüğü doktorlar ve sağlık
personeli hakkında şikâyetçi olmuşlardır.
54. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya
konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir
soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94). Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin
adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine imkân sağlayacak bütün delilleri
toplaması gerekmektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 57).
55. Başvuru konusu olayda, başvurucuların yakınının yaşamını
kaybetmesi üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhal
soruşturma başlatıldığı, yapılan ölü muayene ve otopsi işlemleri sonucunda Adli
Tıp Kurumu raporuna göre kişinin kalp krizi sonucu öldüğünün belirlendiği, “olayda başkasına atfı kabil herhangi bir kusur
bulunmadığı” gerekçesiyle taksirle ölüme neden olma suçu yönünden
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara başvurucuların yaptığı
itirazın, “ … kararda açıklanan gerekçeler,
hastane ve görevli doktorlar hakkında ayrıca bir soruşturma bulunduğu ile
itiraz dilekçesinde ileri sürülen hususlar da gözetilerek verilen kararda usul
ve yasaya aykırılık bulunmadığından” gerekçesiyle Bakırköy 10. Ağır
Ceza Mahkemesince reddedildiği görülmüştür. Ölüm olayında kusuru bulunduğu iddia
edilen doktorlar ve sağlık personeli hakkında yürütülen diğer soruşturma
kapsamında ise İstanbul Valiliğinden ilgili kamu görevlileri hakkında görevi
kötüye kullanma suçu yönünden 4483 sayılı Kanun gereğince inceleme yapılarak
soruşturma izni verilip verilmeyeceğine dair kararın Savcılığa gönderilmesinin
talep edildiği görülmektedir. Bu talep sonucunda İstanbul Valiliği, ön inceleme
raporuna istinaden söz konusu doktorlar ve sağlık personeli hakkında ““ … söz konusu tarihte Şişli’de bulunan kamu hastanesinin
yoğun bakım servisinin ve diğer hastanelerin dolu olduğu, hastalığın tanısının
tam olarak konulduğu, yapılması gereken tedavilerin yapıldığı, eksik bir işlem
veya tedavi olmadığı ve yoğun bakım servisine yatırılması zorunluluğu kararının
doğruluğunu alanında yetkin bilirkişi uzman tıp hekimlerince de onaylandığı,
eksik bir işlem veya eksik tedavi olmadığı, herhangi bir kusur, hata veya
eksiklik olmadığı anlaşıldığından” gerekçesi ile soruşturma izni
verilmemesine karar vermiş, bu karara yapılan itiraz üzerine İstanbul Bölge
İdare Mahkemesi “ … yapılan ön inceleme
sonucunda, hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya
muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından” gerekçesiyle
itirazın reddine karar vermiştir.
56. Ceza soruşturmasına ilişkin süreç incelendiğinde, ölüm
olayının akabinde Savcılık tarafından resen soruşturmaya başlandığı, olayla
ilgili iki ayrı soruşturma yürütüldüğü, kişinin kesin ölüm sebebinin tespitine
yönelik soruşturmada yapılan klasik otopsi işlemiyle kesin ölüm sebebi kalp
krizi sonucu ölüm olarak belirlendikten sonra konuyla ilgili kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiği, bu karara başvurucular tarafından yapılan itirazın
Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildiği, olayda yaşanan ölümden
sorumlu olduğu ileri sürülen doktorlar ve sağlık personeli hakkında görevi
kötüye kullanma suçundan dolayı yürütülen diğer soruşturmada, derhal hazırlık
soruşturmasının başlatıldığı, sonrasında 4483 sayılı Kanun hükümleri uyarınca
soruşturma dosyasının İstanbul Valiliğine gönderildiği, hakkında şikâyet
bulunan doktorlar ve sağlık personeli hakkında yapılan ön inceleme sonucunda
hazırlanan rapor doğrultusunda İstanbul Valiliği tarafından soruşturma izni
verilmediği, bu karara başvurucular tarafından itiraz edilmesi üzerine İstanbul
Bölge İdare Mahkemesince, yapılan ön incelemedeki eksik bırakılan hususlar
gerekçe gösterilerek, ön incelemenin yeniden yapılması için Valilik kararının
bozulmasına karar verildiği, bunun üzerine farklı bir kurumda görevli ve
konunun uzmanı doktor tarafından yapılan ön incelemede, olayda ihmali olduğu
öne sürülen doktorların ifadesinin alındığı, olay saatinde 112 Acil Komuta
Merkezi ile yapılan telefon görüşme kayıtlarının incelendiği, olay tarihine
ilişkin olarak Şişli’de bulunan kamu hastanesinin yoğun bakım servisi yataklı
hasta kayıtlarının incelendiği, konuyla ilgili olarak acil tıp ve kardiyoloji
dalında uzman doktorların bilirkişi olarak görüşlerine başvurularak kalp krizi
geçiren hastaya yapılan müdahalelerin yeterli olup olmadığının sorulduğu, tüm
tedavi evrakları getirtilerek incelendiği, sonuç olarak hastalığın tanısının
tam olarak konulduğu, yapılması gereken tedavilerin yapıldığı, eksik bir işlem
ve tedavi olmadığı ve yoğun bakım servisine yatırılması zorunluluğu kararının
doğruluğunun, alanında yetkin bilirkişi uzman tıp hekimlerine müracaat edilerek
belirlendiği, söz konusu doktorların sorumluluğunun bulunmadığı kanaatiyle
hazırlanan ön inceleme raporuna istinaden soruşturmaya izin verilmediği,
başvurucuların karara itiraz ettiği, ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesince
hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı
itibariyle mevcut olmadığı gerekçe gösterilerek soruşturma izni verilmemesine
dair yetkili merci kararına yapılan itirazın reddedildiği, bu şekilde
başvurucuların soruşturmanın açıklığını temin edecek ve meşru menfaatlerini
koruyabilecek bir şekilde soruşturma sürecine dâhil olabildiği görülmektedir.
4483 sayılı Kanun'un konu hakkındaki hükümleri göz önünde bulundurulduğunda,
yürütülen soruşturmanın yetersiz olduğunu ortaya koyacak bir eksiklik veya
soruşturmayı yürüten yetkililere yüklenilebilecek ihmali bir davranış da
saptanmamıştır.
57. Bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının amacı,
yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve
vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek
üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil,
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
Tıbbi ihmaller sonucunda meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarına ilişkin
yürütülen soruşturma sonucunda mutlaka herhangi bir kişinin cezai
sorumluluğunun belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Anayasa'nın 17. maddesi,
başvuruculara üçüncü kişileri (başvuru konusu olayda doktoru) belirli bir suç
(görevi kötüye kullanma ve taksirle ölüme neden olma suçu) nedeniyle yargılatma
ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli
bir ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği şeklinde yorumlanamaz (B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 45).
58. Başvuruda ileri sürülen kalp krizi geçiren hastaya
zamanında ve yeterli tıbbi müdahalelerin yapılmaması suretiyle yaşamı koruma
yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiaları açısından yaşam hakkına ilişkin bir
ihlal söz konusu ise bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari makamların ve
derece mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır (B.No: 2013/2075, 4/12/2013, § 75). Başvurucu, olayda
ihmali olduğunu ileri sürdüğü doktorlar ve sağlık personeli hakkında suç
duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuş olmakla
birlikte, doktorların veya hastanelerin idari ve hukuki sorumluluklarına
ilişkin herhangi bir kanun yoluna başvurmadığı görülmektedir. Yargıtayın yukarıda (§ 35) yer verilen konu hakkındaki
içtihatları (B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 24-27) dikkate alındığında, ceza
kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere karşı da, husumetin
yöneltileceği kişiye bağlı olarak, 2577 sayılı Kanun ile 6098 sayılı Kanun’un
yukarıda belirtilen (§ 32-34) hükümleri uyarınca kusura ve hatta kusursuz
sorumluluğa dayalı olarak idareye veya kişilere yönelik idare ve hukuk
mahkemeleri önünde uğranılan zararları tazmin yolları düzenlenmiştir (B. No: 2013/2075,
4/12/2013, § 74).
59. Ayrıca başvurucular özel hastanenin başhekim yardımcısı
doktor C.U. hakkında herhangi bir karara varılmadığını iddia etmektedirler.
Özel bir hastanede çalışan bu doktorun kamu görevlisi olmaması sebebiyle
hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca bir karar verilmediği anlaşılmıştır.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından doktorlar ve sağlık personeli
hakkında yürütülen 2012/112623 sayılı soruşturma sonunda soruşturma izni
verilmemesi nedeniyle 4/6/2014 tarihinde 2014/41537 sayılı kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiştir. Ancak burada da doktor C.U. hakkında bir
karar verilmemiştir. Başvurucuların, özel hastanede görev yapan doktor ile
ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda bir sonuca varılmaması nedeniyle,
bu karara itiraz etme hakları olmasına rağmen, UYAP kayıtlarına göre,
başvurucuların tüketilmesi gereken itiraz kanun yolunu kullanmadan bireysel
başvuruda bulundukları görülmüştür.
60. Bu açıklamalara göre, başvuru konusu olayda cezai sorumluluğun
tespiti için ilgili kanun yoluna başvuran ancak sonuç alamayan başvurucular
açısından da değinilen hukuki ve idari kanun yollarına başvurma imkânı
bulunmaktadır. Dolayısıyla, yapılan tıbbi müdahale açısından ihlale neden
olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.
61. Açıklanan nedenlerle, zamanında ve yeterli tıbbi
müdahalelerin yapılmaması suretiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle, başvurucunun, zamanında ve yeterli tıbbi müdahalelerin
yapılmaması suretiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına, 11/12/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.