TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FEZİLE ÇELİK VE ERHAN ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1905)
|
|
Karar Tarihi: 30/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör
|
:
|
İbrahim ÇINAR
|
Başvurucular
|
:
|
1. Fezile
ÇELİK
|
|
|
2. Erhan ÇELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat KOÇ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru,
başvurucuların yakınlarının askerlik görevinin ifası sırasında ölümü ile ilgili
olaraketkili bir ceza soruşturması yapılmaksızın
kendisinin intihar ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verildiği, oysa bu iddianın gerçeği yansıtmadığı, oğullarının sosyal veya
psikolojik bir sorununun olmadığı, ölüm olayının idarenin hizmet kusuru sonucu
meydana geldiği ve bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiği, söz konusu olay
nedeniyle açılan tazminat davasında da ölüm olayının intihar olarak
nitelendirilmek suretiyle tazminat taleplerinin kısmen kabul edilerek zararlarının tamamı
karşılanmadan karar verildiği, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM)
kararlarına karşı başvurulabilecek bir temyiz yolunun bulunmadığı, dolayısıyla
adil yargılanma hakkınınihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/3/2013 tarihinde Van 1.
İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış
ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 22/2/2016
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A.Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucuların Yakınının Askerlik Süreci
5. Başvurucuların çocuğu Erkan Çelik 10/12/2009
tarihinde Van Erciş Askerlik Şube Başkanlığı tarafından harcırahı verilerek
eğitim birliği olan İzmir Narlıdere İstihkam Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığına sevk edilmiştir.
6. Bunun üzerine Erkan Çelik'in 14/12/2009
tarihinde eğitim birliğine katıldığı, eğitimini tamamlaması sonucu 12/2/2010
tarihinde dağıtım iznine ayrıldığı 14/2/2010 tarihinde de usta birliği olan
Adana 6. Kolordu Komutanlığına katıldığı 17/2/2010 tarihinde deMuhabere Bölük Komutanlığıemrinde
görevlendirildiği tespit edilmiştir.
7. Başvurucuların yakını askerlik görevini yerine getirmekteyken
9/4/2010 tarihinde saat 22.00'de nöbet yerindeduyulan silah sesi nedeniylenöbet
mahalline intikal edilmesi üzerine ağır yaralı olarak bulunmuştur. Ambulans çağrılarakÇukurova Üniversitesi Balcalı Tıp Fakültesi
Hastanesine saat 22.30'da sevk edilen Erhan Çelik,sevk sırasında ve acil serviste yapılan tüm
tıbbı müdahalelere rağmen saat 23.20'de kurtarılamayarak vefat etmiştir.
2. Ceza Soruşturması Süreci
8. Başvurucuların yakınının ölüm olayının bildirilmesi üzerine
Askerî Savcılık tarafından resen soruşturma başlatılmış, olay yeri inceleme
ekibi tarafından saat 01.00'e kadar olay yeri inceleme işlemleri yapılmış ve
bilahare hastaneye gidilerek müteveffanın cesedinin fotoğrafları çekilerek el
ve yüz svapları alınmıştır.
9. Olay yerinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen raporda; olay
yerinde çöplük duvarıbatısında kışla etrafında
bulunan ihata duvarı ile çöplük duvarı arasında bulunan yerde kan birikintisi
bulunduğu ve kanın pıhtılaştığı, olay yerinde bir adetG-3 piyade tüfeği
bulunduğu, tüfeğin çöplüğün kuzey köşesine 296 cm. mesafede olduğu, namlu
istikametinin batıyı gösterir hâlde olduğu, askı kayışı altta kalacak şekilde
duran tüfeğin el kundağında kan lekelerinin olduğu, emniyetin tek atış
pozisyonunda olduğu ve şarjörün takılı olduğu, şarjör çıkarıldığında şarjör
içerisinde 18 adet fişek olduğunun ve kurma kolunun çekilmesi ile birlikte
mermileri dışarı attığının görüldüğü, tüfeğin tetik tertibatının yapılan
kontrolde çalıştığı ve tetiğin düştüğünün görüldüğü, olay mahallinde ihata
duvarı bitişiğinde bir adet parçalanmış askeri şapkanın bulunduğu, ihata duvarı
dışarısında Adana - Balcalı Karayolu üzerinde de bir adet G-3 piyade tüfeği
fişeği bulunduğu, olay yerinde herhangi bir ikili mücadele izinin olmadığı,olay mahallindentoplanan
delillerinin incelenmek üzere Adana Kriminal PolisLaboratuvarına gönderildiği hususlarına yer verildiği
görülmüştür.
10. Adana Kriminal Polis
Laboratuvarında yapılan inceleme sonucu düzenlenen 20/4/2010 tarihli ekspertiz raporunda olay yerinde bulunan boş kovanın
başvurucuların yakınına zimmetli G-3 piyade tüfeği ile atıldığı saptanmış olup
yine 4/5/2010 tarihli ekspertiz raporunda da Erkan Çelik’e (müteveffa) ait sol
el üstü, sağ el avuç izi ve yüz svap alma bantlarında
atış atıklarından antimon olduğu ve müteveffanın giysileri üzerinde de antimon
olduğu tespit edilmiştir.
11. Soruşturma kapsamında 10/4/2010
tarihinde askerî savcı eşliğinde adli tıp uzmanları tarafından gerçekleştirilen
otopsi neticesinde düzenlenen Adana Adli Tıp Grup Başkanlığının 28/9/2010
tarihli otopsi raporuna göre müteveffanın ateşli silah yaralanmasına bağlı
çoklu kafatası kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti sonucu vefat ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
12. Olay sonucu yapılan incelemeler neticesinde düzenlenen
raporlara dayanılarakAskerî Savcılık tarafından
başvurucuların yakınının ölümüne sebebiyet veren atışın bitişik atış olduğu
anlaşılmıştır.
13. Söz konusu soruşturma kapsamında
müteveffanın yakınları ile arkadaşlarının ifadeleri alınmış olup başvurucu
Erhan Çelik (babası) ve Fezile Çelik (annesi)
oğullarının herhangi bir problemi olmadığını, kardeşi Ercan Çelik ise olay günü
saat 15.00'te para gönderdiğini söylemek, saat 20.00'de da parayı alıp
almadığını sormak için aradığını ancak telefona başka bir askerin çıktığını ve
kardeşini çağırmak için gidip döndüğünde kardeşininkendisiyle
görüşmek istemediğini söylediğini ifade etmiştir.
14. Ölüm olayı nedeniyle ifadesi alınan
arkadaşlarından tanık Mu. Er Ali Ceylan'ın, adı geçen müteveffayı tanıdığını,
beraber bölükte boyacılık yaptıklarını, maddi durumunun kötü olduğunu, bunu
bölük astsubayı ve bölük çavuşunun da bildiğini, bölük astsubayının
başvurucunun yakınına yardım yaptığını ifade ettiğini, yine olay ile ilgili
ifadesine başvurulan Mu. Er Ayhan Çoban'ın da ölüm olayın meydana geldiği 9/4/2010 günü gündüz saatlerinde müteveffanın İstanbul'daki
kardeşinden harçlık istediğini, kardeşi ile para konusunda tartıştıklarını,
kardeşinin kendisine telefonda kötü laflar ettiğini ve kendisinin ailesi
içerisinde bir yeri olmadığını, adam yerine konulmadığını, bu nedenle de
yaşamanın bir anlamı kalmadığını kendisine söylediğini beyan ettiği tespit
edilmiştir.
15. Soruşturma dosyasındaki tanık ifadelerinden ve belgelerden
müteveffanın neşeli, askerlikle uyumlu, verilen işleri yapan, herhangi bir
disiplin ve uyum sorunu olmayan ancak ekonomik sıkıntıları olan bir personel
olduğu, bu nedenlekendisine kantin gelirinden 40 TL
yardım yapıldığı, müteveffaya kötü muamelede bulunan kimse bulunmadığı
belirlenmiştir.
16. Bu kapsamda Askerî Savcılığın 23/12/2010
tarihli ve E. 2010/713, K.2010/23 sayılı kararıyla özetle müteveffa Erkan
Çelik'in kendine zimmetli G-3 piyade tüfeği ile 9/4/2010tarihinde saat 22.15
sıralarında nöbet yerinde kendisine bir el ateş etmek suretiyleateşli
silahla yaralama sonucu vefat ettiğinin dosyadaki bilgi ve belgeler kapsamında
sabit olduğu, müteveffayı intihara azmettiren, teşvik eden veya yardım eden
kimsenin bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmiştir.
17. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (KYOK), 6/1/2011 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, söz konusu
karara karşı başvurucular tarafından itiraz kanun yoluna başvurulmamıştır.
3. Askeri Yüksek İdare MahkemesindeAçılanTazminat
Davası Süreci
18. Başvurucuların,
yakınlarının intihar ederek yaşamını yitirdiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı,
kendisinin sosyal veya psikolojik bir sorunu olmadığı, ölüm olayının idarenin
hizmet kusuru sonucu meydana geldiğinden bahisle maddi ve manevi zararlarının
karşılanması amacıyla yaptıkları tazminat başvurusu Millî Savunma Bakanlığınca
cevap verilmeyerek reddedilmiştir.
19. Başvurucular tarafından söz konusu zımni ret işleminin
iptali ile toplam 250.000 TL maddi ve manevi tazminatın olay tarihinden
itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte taraflarına ödenmesine karar
verilmesi istemiyle Adana 1. İdare Mahkemesindeaçılan
tam yargı davasının anılan Mahkemenin 21/2/2011
tarihli kararıyla görev yönünden reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde dava açılmıştır.
20. AYİM İkinci Dairesinin 26/12/2012
tarihli kararıyla başvurucuların yakınının zorunlu askerlik hizmetini yapmakta
iken maddi durumunun kötü olması nedeniyle intihar etmesi sonucu oluşan
zararın, zarar görenler üzerinde bırakılmayarak tüm topluma yayılmasının
adalet, hakkaniyet ve eşitlik esaslarına uygun düşeceğinden başvurucuların
zararının kusursuz sorumluk ilkesi gereği davalı idarece karşılanması
gerektiği, ayrıca ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu gerçekleşmesi
nedeniyle müteveffanın da müterâfık kusurunun
bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle bilirkişi raporu sonucu belirlenen
miktar üzerinden başvurucuların yakınının kusuru da dikkate alınmak suretiyle
30.500 TL maddi, 11.400 TL manevi tazminat taleplerinin kabulü, fazlaya ilişkin
taleplerinin reddine karar verilmiştir.
21. Söz konusu karar, başvuruculara 5/2/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
22.Başvurucular 7/3/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
23. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan
doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 43. maddesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin
yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir
yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin
kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve
altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten
itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine
açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.”
24. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku
ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.”
25. 1602 sayılı Kanun’un “Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı 63.
maddesi şöyledir:
“Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin
olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl
eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına
başvurulabilir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış
gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.
Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve
işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açılabilir.
Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel
hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.”
26.1602 sayılı Kanun’un “Kararın
düzeltilmesi” başlıklı 66. maddesi şöyledir:
" Daireler ile Daireler
Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği
tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı
sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi
istenebilir.
a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve
itirazların, kararda karşılanmamış olması;
b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler
bulunması;
c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;
Kanunun 45 inci maddesine göre verilen
kararların düzeltilmesi işlemi kabul edilerek davaya yeniden bakılması ve esas
hakkında karar verilmesi halinde de karar düzeltilmesi isteminde bulunulabilir.
Daireler ile Daireler Kurulu, kararın
düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle bağlıdır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 30/3/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
28. Başvurucular, yakınlarının askerlik
görevinin ifası sırasında ölüm olayı ile ilgili olarak etkili bir ceza
soruşturması yapılmaksızın intihar ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verildiğini oysa çocuklarının intihar ederek yaşamını yitirdiği
iddiasının gerçeği yansıtmadığını, oğullarının sosyal veya psikolojik bir
sorunu olmadığını, ölüm olayının idarenin hizmet kusuru sonucu meydana
geldiğini ve bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
29. Başvurucular ayrıca söz konusu ölüm olayı nedeniyle açılan
tazminat davasında da Mahkemece ölüm olayı intihar olarak nitelendirilmek
suretiyle tazminat taleplerinin kısmen kabul edilerek zararlarının tamamı
karşılanmadan karar verildiğini, AYİM'in kararlarına
karşı başvurulabilecek bir temyiz yolunun bulunmadığını, dolayısıyla adil
yargılanma haklarınınihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
a. Ceza
Soruşturması Sürecine İlişkin İddialar
30. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
32. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru “ikincil
nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural
olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
33. Bireysel başvurunun ikincil niteliği
gereği başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarını
öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere
sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli
özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri
sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar,
Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Fatih Birol ve diğerleri, B. No: 2013/19, 7/3/2014, § 51).
34. Başvuru konusu olayda Askerî Savcılığın 23/12/2010
tarihli ve E. 2010/713, K.2010/23 sayılı kararına karşı, başvurucular
tarafından itiraz kanun yoluna başvurulmamıştır.
35. Başvurucuların ceza soruşturması sonucunda verilen KYOK
kararına karşı25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanunu'nun 107. maddesinde öngörülen kanun yoluna
başvurmadıkları anlaşıldığından ceza soruşturmasına yönelik bu bölümde yer
verilen şikâyetler açısından kanun yollarının tüketildiğinden söz edilemez.
36. Açıklanan nedenlerle temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun ceza
soruşturmasına ilişkin bölümünün başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yaşamı Korumak
İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası
37. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
38. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
39. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı
kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği
temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm
imkânları kullanarak bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı
tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka
yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve
yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya
olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti
kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 52).
40. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin, kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamını korumak amacıyla
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Zorunlu
askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için
askerî mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi
konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmelerinin
gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan
kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler
kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek
gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi gözönüne alınarak pozitif
yükümlülük; yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır.
Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede basit bir ihmali veya
değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilebilip
atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014,§ 74).
41. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve
etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk
seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin
bulunması gerekmektedir. Devlet, askerlik görevini zorunlu kıldığı için
özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve
psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun
tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde
askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan
askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin
tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından
işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin
öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun
denetimlerden geçirilmesi,askerlik
öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması büyük önem
taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri,
§§ 75, 76).
42. Yaşam hakkının korunması, silah altındaki
bir askerin askerî makamların kontrolü altında iken “şüpheli” bir biçimde ölmesi, bağımsız ve tarafsız bir
şekilde etkili ve uygun resmî bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli
kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili
bir şekilde uygulanması temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve
soruşturmanın; öncelikle olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin
belirlenmesini, ikinci olarak ise sorumluların tespit edilmesini, gerek
görüldüğünde cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu
kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı
aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin gereklerine cevap vermelidir.
Böylelikle derece mahkemeleri hiçbir durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi
ve manevi varlığına karşı yapıldığı sabit görülen saldırıları cezasız
bırakmamalıdır (Sadık Koçak ve diğerleri, §
77).
43. Anayasa Mahkemesi açısından
başvurucuların yakınlarının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı,
mevcut veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların seyrini
aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm
nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına varılan durumlarda
-askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve davaların derinliği ve
ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması
koşuluyla- yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya
çelişkili olduğu ileri sürülemez (Sadık
Koçak ve diğerleri, § 95).
44. Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede, yaşamı
koruma yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediği konusunda bir sonuca varabilmek
için yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde (bkz. §§ 40-41) öncelikli olarak
askerî yetkililerin Erkan Çelik'in intihar etme riskini bilip bilmediklerinin
veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya konulması gerekmektedir.
45. Ancak Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece
mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması
suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve
yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri
sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru
mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme
yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul
bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru
yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74; Sadık Koçak ve diğerleri, § 83).
46. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği
ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu
kararın ardından ilgilinin maruz kaldığı zararların devam edip etmediğine
bağlıdır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı
kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının tamamının
değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede, bir başvurucunun
mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda
idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da
bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve
diğerleri,§ 84).
47. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce
bu konuda verdiği kararlarında (Sadık Koçak
ve diğerleri, B. No: 2013/841;
Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2872; Metin Dilmaç ve diğerleri,
B. No: 2013/1439) etkili bir ceza soruşturmasını müteakip AYİM’in,
yaşanan intihar eyleminden idarenin sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi
takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesinin, başvurucuların
yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşmıştır.
48. Bir askerin sadece psikolojik sorunlarının bulunmasına veya
kendisine yüklenilen sorumlulukların ifası sırasında yaptığı hatalardan dolayı
askerliğinin uzaması, disiplin cezası alması gibi yaptırımlara maruz kalacağı
düşüncesiyle yoğun kaygılar yaşamasına bağlı olarak gerçekleşen intihar
eylemlerini idarenin öngörmesi ve gerekli tedbirleri alması gerektiği sonucu
çıkarılamayacak olmakla birlikte genel olarak bazı sorunları olduğu bilinen ve
bu şekilde bir eyleme girişebileceği hakkında şüphe bulunan askerlerin bazı
ihmallere bağlı olarak silah ve mühimmatı ele geçirmesi sonucunda gerçekleşen
intihar eylemlerinde idarenin bu konuda önleyici tedbirler alması beklenebilecektir
(Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2782, 11/3/2015, § 93).
49. Soruşturma dosyasındaki tanık ifadelerinden ve belgelerden
müteveffanın neşeli, askerlikle uyumlu, verilen işleri yapan, herhangi bir
disiplin, uyum ve psikolojik sorunu olmayan ancak ekonomik sıkıntıları olan bir
personel olduğu (bkz. § 15) anlaşılmaktadır. Başvuru konusu olayda,
başvurucuların yakınlarının intiharının kardeşiyle yaptığı telefon görüşmesi
üzerine ani olarak gerçekleştiği ve idarenin elinde başvurucuların yakının intihar
edebileceği yönünde başka bir bilgi bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla
idare tarafından, söz konusu intihar olayının önlenmesi için daha önce bu
konuda belirtiler bulunmasına rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığısöylenemeyecektir.
50. Bununla birlikte başvuru konusu olay açısından AYİM İkinci
Dairesi, 26/12/2012 tarihli kararıyla başvurucuların
yakınının zorunlu askerlik hizmetini yapmakta iken maddi durumunun kötü olması
nedeniyle intihar etmesi sonucu oluşan zararın, zarar görenler üzerinde bırakılmayarak
tüm topluma yayılması adalet, hakkaniyet ve eşitlik esaslarına uygun
düşeceğinden başvurucuların zararının kusursuz sorumluk ilkesi gereği davalı
idarece karşılanması gerektiği, ayrıca ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi
sonucu olması müteveffanın da müterafik kusurunun
bulunduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle bilirkişi raporu sonucu belirlenen
miktar üzerinden başvurucuların yakınının kusuru da dikkate alınmak suretiyle
müteveffanın annesi ve babası olan başvuruculara, uğradıkları maddi ve manevi
zararın karşılığı olarak 30.500 TL maddi ve 7.400 TL manevi tazminata
hükmedildiği, ayrıca müteveffanın kardeşlerinin her birine 1.000 TL olmak üzere
toplam 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verildiği görülmektedir. Anılan kararda bilirkişi tarafından verilen raporun AYİM’in kıstaslarına, ilmî verilere ve yerleşik içtihatlara
uygun bulunduğu, bilirkişi raporu doğrultusunda işlem yapıldığı ve müteveffanın
müterafik kusurunun da dikkate alındığı belirtilerek
davacı anne, babaya bir miktar maddi tazminat verilmesi; davacı anne, baba ve
kardeşlere yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları acı ve ızdırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla olayın
meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal
durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faiz ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak manevi tazminat verilmesi
kabul edilmiştir.
51. Belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve
başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı
görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında bariz
bir takdir hatası veya açık keyfîlik tespit
edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi
konusunda AYİM’in takdir yetkisine müdahalesi söz
konusu olamaz (Sadık Koçak ve diğerleri,
§ 87; Özkan Şen, B. No: 2012/791,
7/11/2013, § 45).
52. Bu durumda Anayasa Mahkemesi açısından somut olayda ceza
soruşturmasını müteakip AYİM’in,intihar
eyleminden idarenin kusursuz sorumluluğu ilkesi kapsamında ve kendi takdir
ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesinin, başvurucuların yaşam hakkı
açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle başvurucuların yaşam hakkının ihlal
edildiği iddialarının, mağdur sıfatının bulunmamasına bağlı olarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2.Açılan Tazminat Davasında İki Dereceli
Yargılama Olmadığına İlişkin İddia
54. Başvurucular, AYİM daire kararlarına karşı başvurulabilecek
bir temyiz yolu olmadığını ve bu durumun adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
55. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve AİHS’in
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir ( Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
56. Başvurucuların başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYİM
nezdinde temyiz yani iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerden olmadığı gibi AİHS ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına da girmemektedir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 40).
57. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu ihlal iddialarının
Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kaldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3. Hükmedilen Tazminata İlişkin İddialar
58. Yaşam hakkına bağlı olarak devletin
sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem
kurma” yönündeki usul yükümlülüğü çerçevesinde, başvurucuların
mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı hususunda inceleme yapılırken başvurucuların
bu bölümde hükmedilen tazminata ilişkin ileri sürdüğü iddiaları da içine alacak
şekilde değerlendirmeler yapılmış ve başvurucuların mağdur sıfatının kalktığı
sonucuna ulaşılmış olması nedeniyle başvurucuların Mahkemece hükmedilen
tazminat miktarına ilişkin iddialarının Anayasa’nın 36. maddesi bağlamında
yeniden incelenmesine gerek görülmemiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yürütme
yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine yönelik
iddialarının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Açtıkları tazminat davasında iki dereceli yargılama
olmamasına ilişkin ihlal iddiaları yönünden konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Başvurucuların
AYİM tarafından hükmedilen tazminata ilişkin Anayasa’nın 36. maddesinin ihlali
yönündeki şikâyetlerinin ayrıca İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
30/3/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.