TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SUZAN TEKİN (KAVURKACI) VE
DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1932)
|
|
Karar Tarihi: 17/7/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucular
|
:
|
Suzan TEKİN (KAVURKACI)
|
|
|
Melodi Ceren KAVURKACI
|
|
|
Aynur KAVURKACI
|
|
|
İlknur KAVURKACI
|
Temsilci
|
:
|
Av. Meliha SELVİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, ortak
murislerinin iş akdinin enerji hırsızlığı yaptığı iddiasıyla işveren kamu
idaresi tarafından feshedilmesi ve murisin bu olayın etkisiyle intihar etmesi
üzerine açtıkları destekten yoksun kalma ve manevi tazminat davasında ıslah
taleplerinin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi ve
yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/3/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 19/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 6/6/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığının 6/8/2013 tarihli görüş yazısı
6/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet
Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
ilgili dava dosyasında yer alan olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların ortak murisi
Kemal Kavurkacı’nın iş akdi, otopark görevlisi olarak
çalıştığı işveren Anadolu Ajansı tarafından elektrik hırsızlığı yaptığı ve
işverenin güvenini kötüye kullandığı gerekçesiyle 22/7/1999
tarihinde feshedilmiştir.
8. İşverenin suç duyurusu
üzerine başvurucuların murisi hakkında 3/8/1999
tarihinde ceza soruşturması başlatılmış ve muris, 6/8/1999 tarihinde adliyede
intihar etmiştir.
9. Başvurucuların Ankara 3. İş
Mahkemesinde 2000/130 esasına kayden ihbar ve kıdem
tazminatı, haksız fesih tazminatı ve işçilik haklarının tahsili istemiyle
açtıkları davanın yargılaması sonucunda, murisin iş akdinin işveren tarafından
haksız olarak feshedildiği tespit edilerek ihbar ve kıdem tazminatı ile Toplu
İş Sözleşmesi’nin 11. maddesinde düzenlenen haksız fesih tazminatı ve diğer
işçilik alacaklarının ödenmesi hüküm altına alınmış ve karar kesinleşerek
Ankara 23. İcra müdürlüğünün E.2002/3 sayılı dosyasında ilama dayalı takiple
tahsil edilmiştir.
10. Başvurucular 24/3/2003 tarihinde, Ankara 6. İş Mahkemesinde (Mahkeme)
murislerinin emekliliğine çok az bir süre kala iş akdinin feshedilmesi ve
feshin haksız olması nedeniyle, emeklilik süresine kadarki ücret, Toplu İş
Sözleşmesi ile sağlanan diğer işçilik alacakları, fark emeklilik ikramiyesi ve
destekten yoksun kalma tazminatı (“şimdilik
her biri için 10 YTL” ibaresiyle) ile manevi tazminata (eşi için
15.000 YTL ve çocukların her biri için 10.000 YTL) hükmedilmesi talebiyle dava
açmışlardır.
11. Mahkeme, 10/11/2003
tarih ve E.2003/589, K.2003/1093 sayılı kararıyla; iş akdinin haksız feshi
halinde işçinin fesih tarihinden emekli olacağı tarihe kadar geçen süre için
ücret ve işçilik haklarının ödeneceğini öngören bir düzenleme olmadığı,
emekliliğe hak kazanılamaması nedeniyle oluşan tazminat farkının da talep
edilemeyeceği yönündeki 31/10/2003 tarihli bilirkişi raporuna dayanarak,
davacıların bahsedilen taleplerinin reddine, destekten yoksun kalma tazminatı
ve manevi tazminat talepleri hakkında ise, söz konusu ölüm olayının iş kazası
olarak nitelendirilemeyeceği, haksız fesih ile ölüm olayı arasında illiyet bağı
kurulup kurulamayacağı ve işverene kusur yüklenip yüklenemeyeceğinin genel
hükümlere göre incelenmesi gerektiğinden Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli
olduğundan bahisle görevsizlik kararı vermiştir.
12. Davacıların temyizi üzerine
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 9/11/2004 tarih ve
E.2004/2036, K.2004/25201 sayılı kararıyla, manevi tazminat talebinde iş
sözleşmesinin hırsızlık suçlamasıyla feshedilmesinin gerekçe gösterildiği,
bunun iş mahkemelerinde çözümlenmesi gereken bir konu olduğu; destekten yoksun
kalma tazminatının ise fesihten sonra gerçekleşen ölüm olayına bağlı olduğu ve
iki olay arasında illiyet bağı olup olmadığının belirlenmesinin iş mahkemelerinin
görevine giren bir konu olduğu, ayrıca genel mahkemenin görevine giren bir dava
ile özel mahkemenin görevine giren bir davanın özel mahkemede birlikte açılması
halinde, genel mahkemenin görevine giren dava hakkında ayırma ve görevsizlik
kararı verilemeyeceğinden bahisle ilk derece mahkemesinin görevsizlik kararının
bozulmasına karar vermiştir.
13. Destekten yoksun kalma
tazminatı ve manevi tazminat talebine ilişkin bozma kararı uyarınca davayı
tekrar ele alan Mahkeme, bilirkişi raporlarına başvurmuştur. Mahkemeye sunulan 31/10/2006 tarihli bilirkişi raporunda destekten yoksunluk
tazminatı ödenmesi gerektiği yönünde görüş bildirilirken, 13/3/2007 tarihli
bilirkişi raporuyla işverenin eylemleri ile ölüm olayı arasında illiyet bağı
bulunmadığı gerekçesiyle işverenin maddi ve manevi tazminattan sorumlu
tutulamayacağı yönünde görüş bildirilmiştir. 24/12/2007
tarihli bilirkişi raporunda ise dava sürecinde ilk defa destekten yoksunluk
tazminat hesabı yapılmıştır.
14. Mahkeme, başvurucuların
murisinin ölümü nedeniyle ceza davasında hakkındaki suçlamanın kalktığı, ancak
murislerinin suç ortağının hırsızlıktan mahkûm olduğu, intihar olayının iş
kazası sayılamayacağı, murisin ölümü ile iş akdinin feshi arasında uygun
nedensellik bağı bulunmadığı gerekçeleriyle 9/10/2008
tarih ve E.2005/283, K.2008/568 sayılı kararıyla davanın reddine karar
vermiştir.
15. Başvurucuların temyizi
üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 3/3/2009 tarih ve
E.2008/19259, K.2009/3019 sayılı kararıyla; murisin ölümünden sonra diğer
sanıklar hakkında devam eden ceza yargılamasında murisin suça katılmadığının
kabul edildiği, işçilik alacaklarına ilişkin görülen davada, murisin hırsızlığı
ortaya çıkaran kişi olduğu ve iş akdinin feshinin haksız olduğuna ilişkin
kararın kesinleştiği anlaşılmakla, ölenin eşinin samimi anlatımları ve dosya
kapsamından, intiharın işverenin haksız fesih işlemi ve suç duyurusunda
bulunmasından kaynaklanan ruhsal durumun sonucu olduğunun açık olduğu ve
işverenin suç duyurusunda bulunmasında kötü niyet bulunduğu hususları göz önüne
alınmaksızın, olayın iş kazası olmadığını, başvurucuların murisinin kendisi
hakkındaki suçlama nedeniyle bunalıma girdiğini ve davalı işyerinin kusur
oranının %50 olduğunu belirten 31/10/2006 tarihli bilirkişi raporu esas
alınarak maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında hüküm kurulması
gerekirken, 13/3/2007 tarihli bilirkişi raporu esas alınarak kurulan hükmün
usul ve yasaya aykırı olduğundan bahisle bozulmasına karar vermiştir
16. Bozma sonrasında 2009/687
esasına kayden Ankara 6. İş Mahkemesinde yapılan
yargılamada başvurucular vekili 4/8/2009 tarihli ıslah
dilekçesi ile maddi tazminat taleplerini Suzan Kavurkacı
(Tekin) için 200.000,00 TL’ye, Ceren Kavurkacı için
200.000,00 TL’ye, Aynur ve İlknur Kavurkacı için
10.000,00 TL’ye yükseltmiştir.
17. Mahkeme, yeni bilirkişi
raporu istemiş ve 2/6/2010 tarihli bilirkişi raporuyla
başvurucuların murisinin kusur oranı düşülerek zarar miktarı toplam 144.845,95
TL olarak tespit edilmiştir.
18. Mahkeme 22/6/2010
tarih ve E.2009/687, K.2010/316 sayılı kararıyla davayı kısmen kabul ederek ve
ıslah sonucu artırılmış miktarları esas alarak 2/6/2010 tarihli bilirkişi
raporu doğrultusunda başvuruculardan Suzan Kavurkacı
(Tekin) yararına 26.053,20 TL, Melodi Ceren Kavurkacı
yararına 43.382,71 TL, Aynur Kavurkacı yararına
37.705,11 TL ve İlknur Kavurkacı yararına 37.705,11
TL maddi tazminata, ayrıca davacıların her biri için de 6.000,00 TL manevi
tazminata hükmetmiştir.
19. Kararın temyizi üzerine
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı, işçinin
hırsızlıkla suçlanması nedeniyle manevi zarara uğradığı açık olsa da eş ve
çocukları hakkında yansıma yoluyla manevi tazminata hükmedilemeyeceği ve
talepten fazla tazminata hükmedilemeyeceği hususları göz önünde bulundurulmadan
hüküm kurulduğu gerekçesiyle 8/2/2011 tarih ve
E.2010/9513, K.2011/798 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesinin hükmünü
bozmuştur.
20. 1/10/2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu Yürürlüğe girmiş ve Kanun’un 107. maddesiyle belirsiz
miktarlı alacak davalarında davacıların başta talep edilen miktarın
belirlenmesi mümkün olduktan sonra arttırılabileceğine dair hüküm
getirilmiştir.
21. Bozma kararından sonra
davayı tekrar ele alan Ankara 6. İş Mahkemesi önündeki yargılama sırasında
başvurucular vekili davanın belirsiz alacak davası olduğunu ve müvekkilleri
tarafından ıslah değil miktar artırımı yapıldığını, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe
girmesinden önceki dönemde Yargıtay içtihatlarında miktar artımına izin
verildiğini, mahkemece miktar hesabının ancak iki adet Yargıtay bozma
kararından sonra yaptırıldığını ve bu durumun müvekkillerinin hatası
olmadığını, davanın kesinleşmesinden önce yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’un
107. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bu uygulamaya açıkça izin
verildiğini belirterek Mahkemenin kararında direnmesini istemiştir.
22. Mahkeme, 8/12/2011
tarih ve E.2011/974, K.2011/986 sayılı kararıyla, Yargıtay’ın bozma kararına
uyarak başvurucuların manevi tazminat taleplerini reddetmiş, maddi tazminat
taleplerine ilişkin olarak ise ıslah öncesi talebi dikkate alarak her bir
başvurucu için 10,00 TL tazminata hükmetmiştir.
23. Kararı temyiz eden başvurucular
temyiz dilekçesinde, usul kanunlarının derhal yürürlüğe gireceği
gözetilmeksizin verilen kararın bozulması talebinde bulunmuşlardır.
24. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 20/11/2012 tarih ve E.2012/3574, K.2012/20503 sayılı
kararıyla, ilk derece mahkemesi hükmünün uyulan önceki bozma ilamına uygun
olduğu ve bozma ile kesinleşen ve karşı taraf lehine kazanılmış hak oluşturan
yönlerin yeniden incelenmesinin mümkün olmadığı gerekçeleriyle onama kararı
vermiştir. Karar aynı tarihte kesinleşmiş ve 3/2/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
25. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Mülga
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 84. maddesi şu şekildedir:
“Islah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat
bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.”
26. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi şu şekildedir:
“ (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın
miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi
asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası
açabilir.
(2) Karşı tarafın
verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin
olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilme
yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda
davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda
hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
27. 6100 sayılı Kanun’un 177.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“ Islah, tahkikatın sona ermesine kadar
yapılabilir.”
28. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş
Kanunu’nun “Fesih bildirimine itiraz ve
usulü” kenar başlıklı 20. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Dava seri muhakeme
usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi
halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
13/3/2013 tarih ve 2013/1932 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
30. Başvurucular, ortak
murislerinin iş akdinin enerji hırsızlığı yaptığı iddiasıyla Anadolu Ajansı
A.Ş. tarafından feshedildiğini, murisin bu olayın etkisiyle intihar ettiğini,
bunun üzerine 23/3/2003 tarihinde maddi ve manevi
tazminat davası açtıklarını, 24/3/2003 tarihinde açtıkları davanın 20/11/2012
tarihinde Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin onama kararıyla kesinleştiğini,
dolayısıyla yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını; yargılama sürecinde ise
maddi ve manevi tazminat miktarının artırılmasına ilişkin dilekçelerinin daha
önce zarar miktarı tespit edilmediği halde “bozmadan
sonra ıslah yapılamayacağı” gerekçesiyle reddedildiğini, böylece
mahkemeye erişim haklarının engellendiğini, ayrıca bu konuda Yargıtay’ın farklı
içtihatları nedeniyle belirsizlik bulunduğunu belirterek, Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan hak arama hürriyetlerinin ihlal edildiğini ileri
sürmüşler ve 22/6/2010 tarihli Ankara 6. İş Mahkemesince belirlenen
miktarlardan yola çıkarak anapara, yargılama giderleri, avukatlık ücreti ve faiz
karşılığı toplam 916.347,20 TL maddi tazminat ve her başvurucu için 250.000,00
TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Başvurucunun makul sürede
yargılanma ve mahkemeye erişimle ilgili şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi
biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuru hakkında bu şikâyetlere ilişkin
olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
32. Başvurucular, henüz alacak
hesabı yaptırılmadan ve alacak miktarının artırımı olanağı doğmadan verilmiş
bozma kararı sonrasında, ıslah dilekçesi maddi ve manevi tazminat taleplerinin
artırılması işleminin “bozmadan sonra ıslah
yapılamayacağı” gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde,
AİHM içtihatlarına göre; hukuk ya da uygulamadaki belirsizlikler nedeniyle dava
açmak isteyen kişilerin mahkemeye erişim için açık, pratik ve etkili fırsatlara
sahip olmaması durumlarının mahkemeye erişim hakkını ihlal edeceği, mahkemeye
erişim hakkı sınırlanabilir bir hak olmakla birlikte bu sınırlamanın meşru bir
amacının olması ve bu amaçla kullanılan araç arasında makul bir orantı
kurulması gerektiği, bu bağlamda mahkemelerin usul kurallarını uygularken aşırı
şekilcilik ya da aşırı gevşeklikten sakınması gerektiği, usul kurallarının davanın
esasının incelenmesini engelleyecek şekilde düzenlenmesinin ihlal teşkil
edebileceği hususlarına değinmiştir. Bakanlık ayrıca ıslah prosedürüne ilişkin olarak, bozma kararından sonra ıslah
yapılıp yapılamayacağına ilişkin kanunda açık bir düzenlemenin bulunmadığı, bu
hususa ilişkin iki ayrı içtihadı birleştirme kararı bulunduğu, doktrinde bozma
kararından sonra ıslah yoluna başvurulamamasının nedeninin usuli
müktesep hakkın korunması olduğunun belirtildiği, Yargıtay’ın bazı dairelerinin
talebin artırılmasına ilişkin talepleri ek dava kabul ederek bozmadan sonra
ıslaha imkân tanıyan kararlar verdiklerini belirterek somut olayda, mahkeme
kararlarının başvurucunun mahkemeye erişim hakkını engelleyip engellemediği,
usul kuralları ile ulaşılmak istenen amaç (usuli
müktesep hakkı korunması) ile kullanılan araçlar arasında makul bir orantı
kurulup kurulmadığı ve aynı konuda farklı kararlar verilerek hukuki güvenlik
ilkesinin ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin
görüş bildirmiştir.
34. Başvurucular Adalet
Bakanlığının görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
37. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
38. Adil yargılanma hakkının en
temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp,
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek
sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir
amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §
38).
39. Mahkemeye etkili erişim hakkı,
mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak
isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip
olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki
belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (AİHM, Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle, mahkemeler usul kurallarını
uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı
şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının
ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Bkz. Eşim/Türkiye, B.No:59601/09, 17/9/2013,
§ 21).
40. Mülga 1086 sayılı Kanunu’nun
87. maddesinin “Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez.” şeklindeki son
cümlesi yapılan başvuru neticesinde Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiş ve
dava açıldıktan sonra davacının müddeabihi "ıslah" yoluyla artırmasını önleyen
itiraz konusu kuralın, bir hakkın elde edilmesini zorlaştırdığı, hak arama
özgürlüğünün en önemli iki öğesini oluşturan sav ve savunma haklarını
kısıtladığı ve davacıyı ikinci kez dava açmaya zorladığı, davacıların haklarını
en kısa sürede ve en az giderle almalarını engellediği, hak arama özgürlüğünü
önemli ölçüde zorlaştırması nedeniyle demokratik toplum düzeninin gerekleriyle
bağdaşmadığı, davaların en az giderle ve olabildiğince hızlı biçimde
sonuçlandırılmasına engel olacağı gerekçeleriyle iptal edilmiştir. (AYM, E.1999/1, K1999/33,
20/7/1999) İptal kararı sonrasında Yargıtay dairelerinde iptal gerekçesi ileri
sürülerek ıslah yapılabilmesine dair kararlar verilmiştir (Bkz., Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, E.2006/382, K.2006/2561,
1/5/2006; E.2005/4503, K.2006/308, 26/1/2006).
41. Mülga 1086 sayılı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 84. maddesinde, tahkikata tabi olan davalarda
tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar ıslah
yapılabileceği hükmü yer almaktadır. Bu kuralın uygulanışı ve bozmadan sonra
ıslah yapılıp yapılamayacağına ilişkin iki farklı Yargıtay içtihadı birleştirme
kararı bulunmaktadır.
42. 4/2/1948 tarih ve E.1944/10,
K.1948/3 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararında; “…dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve
delillerde ve diğer hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan
yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de
tamamlamak imkânını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve
yazılı beyanlarıyla yapılabilen ıslahın, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın
seksen dördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama
bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan
faydalanmanın mümkün olamayacağına…”denilerek Yargıtayca
hüküm bozulduktan sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığı ifade edilmektedir.
43. Ancak 4/2/1959
tarih ve E. 1959/13, K.1959/5 sayılı içtihadı birleştirme kararında ise: “…Bir mahkeme kararının her ne nedenle olursa olsun
temyizce bozulması sonunda mahkemenin bozma kararına uymasıyla dava yeniden
duruşma (muhakeme) safhasına girmiş olacağı cihetle duruşma henüz bitmemiş
demektir…” denilerek esasına girilmeyerek görevsizlik gibi bir
sebeple reddedilen davalarda Yargıtay’ın bozma kararından sonra davanın ilk
derece mahkemelerinde esastan görüşülmesi halinde bozma sonrasında da
tahkikatın devam ettiği ve ıslahın mümkün olduğu yönünde içtihat
geliştirilmiştir.
44. Bu iki içtihadı birleştirme
kararı birlikte değerlendirildiğinde doktrinde, bozma kararına uyulmasından
sonra ıslah yoluna başvurulamamasının nedeninin, yerel mahkemenin bozma
kararına uymasından sonra oluşan usuli müktesep
hakkın korunması olduğu, ıslah yoluyla usuli müktesep
hakkın ortadan kaldırılmasının mümkün olamayacağı, bu nedenle esasa ilişkin
bozmalarda ıslah yoluna gidilemeyeceği ancak; ilk derece mahkemesince verilen
görevsizlik kararının Yargıtayca bozulması gibi usule
ilişkin bozmalarda usuli müktesep hak söz konusu
olamayacağından ıslah yoluna gidilebileceği dile getirilmiştir (Pekcanıtez; Atalay; Özekes, Hukuk
Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları,
Ankara, 2011, 12. Bası, s. 406-407).
45. Yargıtay dairelerinin somut
davaların özelliklerinden kaynaklanan farklı kararları bulunmakla beraber (Bkz., 4. Hukuk Dairesinin 28/10/2003 tarih ve E.2003/10507,
K.2003/12396 sayılı kararı) Yargıtay’ın genel uygulamasının davanın esastan
görülmesi ve uyuşmazlık konusu alacak/tazminat miktarının tespit edilerek
verilen kararın bozulması halinde ıslahın mümkün olmadığı, ancak dava konusu
alacak/tazminat miktarı belirlenmeden usuli bozmalar
sonrasında tekrar tahkikat yapılarak uyuşmazlık konusu alacak/tazminat miktarı
belirlendiğinde ıslahın mümkün olduğu yönündedir.
46. 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre, ıslah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilmektedir.
Kanun’un 448. maddesine göre ise Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri
etkilememek kaydıyla derhâl uygulanacaktır.
47. 6100 sayılı Kanun’un 107.
maddesi ile yeni bir dava çeşidi olarak “belirsiz
alacak davası” düzenlenmiştir. Buna göre, davanın açıldığı tarihte
alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin
kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı,
hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz
alacak davası açabilecektir. Alacak miktarının tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına
tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilecektir.
48. Madde gerekçesinde belirsiz
alacak davasının özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir
incelemeden sonra tam olarak tespit edilebileceği tazminat taleplerinde
maddenin uygulanabilir olduğu belirtilmektedir. Söz konusu inceleme büyük
oranda bilirkişi incelemesine işaret etmektedir.
49. Somut olayda başvurucular,
mülga Kanun’un yürürlükte olduğu 24/3/2003 tarihinde,
belirsiz alacak davası türü henüz kabul edilmediğinden, Ankara 6. İş
Mahkemesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle 10’ar TL tazminat
talebini içeren dava açmışlardır. Dava açılırken başvurucuların amacının
bilirkişi incelemesi sonrasında ıslah yoluyla miktar artırımına gitmek olduğu
açıktır. Mahkeme, davanın asliye hukuk mahkemesi görev alanına girdiği
gerekçesiyle 10/11/2003 tarihinde önce görevsizlik
kararı vermiş, kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 9/11/2004
tarihinde Mahkemenin görevli olduğuna karar vererek kararı bozmuştur. Davayı
tekrar ele alan Mahkeme bu defa, 24/12/2007 tarihli
bilirkişi raporunda destekten yoksunluk tazminat hesabı yaptırmış, ancak
9/10/2008 tarihli kararıyla ölüm olayı ile iş akdinin feshi arasında illiyet
bağı bunmadığından bahisle davayı reddetmiştir. Bu kararın da temyiz edilmesi
üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 3/3/2009 tarihinde
olayın iş kazası olmadığını, başvurucuların murisinin kendisi hakkındaki
suçlama nedeniyle bunalımla girdiğini ve davalı işyerinin kusur oranının %50
olduğunu belirten bilirkişi raporu esas alınarak karar verilmesi gerektiği
gerekçesiyle kararı bozmuştur.
50. Bozma sonrasında yapılan
yargılamada başvurucular vekili 4/8/2009 tarihli ıslah
dilekçesiyle ıslah harcını yatırarak maddi tazminat taleplerini yükseltmiş ve
Mahkeme, 22/6/2010 tarihinde yeni bilirkişi raporu doğrultusunda maddi ve
manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay
21. Hukuk Dairesi, 8/2/2011 tarihli kararıyla bozmadan
sonra ıslah yapılamayacağı, işçinin hırsızlıkla suçlanması nedeniyle manevi
zarara uğradığı açık olsa da eş ve çocukları hakkında yansıma yoluyla manevi
tazminata hükmedilemeyeceği ve talepten fazla tazminata hükmedilemeyeceği
hususları göz önünde bulundurulmadan hüküm kurulduğu gerekçesiyle ilk derece
mahkemesinin hükmünü bozmuştur.
51. 1/10/2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bozma kararından sonra dava tekrar ele
alınmış, başvurucular ıslah değil, miktar artırımı yaptıklarını, miktar
hesabının iki Yargıtay bozma kararından sonra yapıldığını, 6100 sayılı Kanun’un
107. maddesinin (2) numaralı fıkrasının uygulanması gerektiğini belirtmişler,
ancak Mahkeme Yargıtay kararına uyarak ıslah öncesi taleple sınırlı hüküm
kurmuş ve manevi tazminat taleplerini reddetmiştir. Karar Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin 20/11/2012 tarihli kararıyla onanarak
kesinleşmiştir.
52. Yukarıda bahsedilen ıslaha
ilişkin kanun hükümleri ile bu konudaki Yargıtay içtihatları incelendiğinde;
Mülga 1086 sayılı Kanunu’nun 84. maddesinde ıslaha tahkikatın bitimine kadar
izin verildiği, 4/2/1948 tarihli Yargıtay içtihadı
birleştirme kararında ilk derece mahkemesi kararıyla tahkikatın tamamlandığının
kabul edildiği ve ıslah yapılamayacağı yönünde içtihat geliştirildiği, 4/2/1959
tarihli içtihadı birleştirme kararında ise usuli
bozmalar sonrasında yeniden duruşma safhasına girildiğinden duruşmanın ıslahın
mümkün olduğu yönünde karar verildiği, Yargıtay dairelerinin somut davaların
özelliklerinden kaynaklanan farklı kararları bulunmakla birlikte genel olarak
yukarıda bahsedilen içtihadı birleştirme kurulu kararlarına uyumlu karar
verdiklerinin görüldüğü, bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı hususuna
ilişkin hukuki ve pratik bir belirsizliğin bulunmadığı anlaşılmıştır.
53. Ayrıca vekille temsil edilen
başvurucunun ıslah talebini tahkikat aşaması tamamlanmadan yapması gerektiği, 24/12/2007 tarihli bilirkişi raporunda destekten yoksunluk
tazminat hesabı yapıldıktan ve tahkikat aşaması tamamlandıktan sonra 9/10/2008
tarihinde verilen kararın 3/3/2009 tarihinde Yargıtay 21. Hukuk Dairesince
bozulmasından sonra 4/8/2009 tarihinde yaptığı ıslah talebinin mevcut
koşullarda reddedileceğini bilebilecek durumda olduğu (Benzer bir örnek için
bkz. Harrison McKee/Macaristan,
B. No: 22840/07, 3/6/2014, §33), yine başvurucunun ıslah yerine ek dava yoluyla
talepte bulunabileceği, başvurucunun ek dava açmasının engellendiği şeklinde
bir iddiasının da olmadığı, böyle bir yolu kendi iradesiyle tercih etmediğinin
anlaşıldığı göz önünde bulundurulduğunda ıslah talebinin reddedilmesinin
başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği sonucuna ulaşılmıştır.
54. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “mahkemeye erişim haklarının” ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden
55. Başvurucular, iş mahkemesi
nezdinde açtıkları destekten yoksun kalma ve manevi tazminat davasının yaklaşık
on yıl sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşler ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
56. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yaklaşımına
paralel bir görüş benimseyerek yargılama süresinin uzunluğunu değerlendirirken
yargılama sürecinin bütününü ele aldığını belirtmiş, AİHM’in
yargılama süresinin makul olup olmadığını incelerken her olayın kendine özgü
koşullarını, davanın karmaşık olup olmadığını, yargılama süresince tarafların
gösterdiği tavır ve davranışlarını, yetkili makamların tutumlarını, davanın
başvurucu açısından taşıdığı önem gibi hususları dikkate aldığını ve iş
hukukuna ilişkin anlaşmazlıklarda özel bir itina gösterilmesi gerektiğinin
altını çizdiğini, somut başvuruda davanın yaklaşık 9 yıl 8 ay sürmesinin
nedenlerinin, tanık sayısının fazla olması, belgelerin toplanmasının zaman
alması, dosyanın yedi kez bilirkişiye gönderilmesi, dört kez temyiz
incelemesine tabi tutulması gibi etkenler olduğunu, temyiz sürecinin uzamasının
ise en büyük neden olduğunu belirterek yargılama süresinin makul olup olmadığı
incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda
bulunulmuştur.
57. Başvurucular, Adalet
Bakanlığının görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
58. Anayasa’nın 36. maddesinin “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
59. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar … konusunda karar
verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
isteme hakkına sahiptir …”
60. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 39).
61. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda
yöneltilen suçlamalara ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması
gerekmektedir. Başvuru konusu olayda murislerinin iş akdinin haksız olarak
feshedilmesi nedeniyle intihar ettiği gerekçesiyle açtıkları destekten yoksun
kalma ve manevi tazminat istemli davanın yargılamasının, medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
62. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/673, 19/12/2013, § 27).
63. Makul süre incelemesinde;
yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava
malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması; tarafların
genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki
etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat
ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle
ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar
ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve
yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip
gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki
yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun
birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 58).
64. Başvuruya konu dava,
başlangıç tarihi 24/3/2003, bitiş tarihi ise
20/11/2012 olmak üzere 9 yıl 8 aylık bir süreci kapsamaktadır. Bu süreç, dört
ilk derece yargılaması ve dört temyiz aşamasından oluşmaktadır. 8 ay süren ilk
derece yargılaması sonrasında devam eden temyiz süreci yaklaşık 1 yıl
sürmüştür. Bozma kararı sonrasında tekrar görülen ilk derece yargılamasında
süreç yaklaşık 4 yıl sürmüştür. 4 yıllık süre zarfında 14 duruşma yapılmıştır.
İkinci temyiz aşaması 5 ay sürmekle birlikte bozma sonrası ilk derece
mahkemesinde ilk duruşmanın görülmesine kadar 8 aylık bir süre geçmiştir. Bu
geçen 8 aylık sürenin Yargıtay kararının taraflara tebliği ve duruşma günü
verilmesi aşamasında geçen süre olduğu anlaşılmaktadır. İkinci bozma sonrası
ilk derece yargılaması sırasında 4 duruşma yapılmış olup duruşma aralıkları
ortalama 2 ay olarak gerçekleşmiştir. Üçüncü ilk derece yargılaması 8 ay
sürmüş, bozma kararı sonrasında tek celsede karar verilmiş olsa da bu celsenin
yapılması için bozma kararından sonra 10 ay geçmesi gerekmiştir. Nihayetinde
son kanun yolu incelemesi yaklaşık 1 yıl sürmüş ve karar kesinleşmiştir. .
65. Dosya evrakının
incelenmesinden anlaşıldığı üzere, yargılamanın yaklaşık 9 yıl 8 ay sürmesine
neden olan unsurların; dosyanın dört defa kanun yolu incelemesinden geçmiş
olması, bu süre zarfında 7 defa bilirkişi raporuna başvurulması, bozma
kararları sonrasında dosyanın yeniden ilk derece mahkemesinde ele alınmaya
başlamasında makul olmayan süreler geçtiği ve Ankara 6. İş Mahkemesi nezdinde
2005/283 esasına kayden görülen bozma sonrası ikinci
ilk derece yargılamasının ortalama 3,5 aylık duruşma aralıklarıyla
4 yıllık bir sürece yayılması olduğu anlaşılmıştır.
66. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu destekten yoksun kalma ve manevi tazminat istemiyle
açılan davanın 4 defa temyiz incelemesinden geçerek yaklaşık 9 yıl 8 ayda
tamamlandığı, başvurucuların tutumlarının da yargılamanın uzamasına özellikle
bir etkisi bulunmadığı, davanın iş mahkemesinde görüldüğü ve davanın başvurucular
açısından taşıdığı değer ile başvurucuların davadaki menfaati dikkate
alındığında 9 yıl 8 ay süren yargılamanın makul olarak değerlendirilmesinin
mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
67. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
68. Başvurucular, mahkemeye
erişim ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini belirterek
916.347,20 TL maddi ve 250.000’er TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
69. Adalet Bakanlığı görüşünde
tazminat istemine ilişkin görüş sunmamıştır.
70. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.
…”
71. Başvuru konusu olayda
başvurucular mahkemeye erişim ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürerek maddi tazminat talep etmişse de başvurucuların
mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiş ve bu süreçte uzun
süren yargılama ile başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar arasında
illiyet bağı kuracak bir delil sunulmamıştır. Başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesinde yer alan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit
edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar
arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
72. Başvurucuların somut davada
uzun yargılama neticesinde adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar
verildiğinden, davanın yaklaşık on yıl sürmesi sebebiyle başvuruculara yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucuların kişisel yararı ve davanın başvurucular için taşıdığı değer de
göz önünde bulundurulduğunda takdiren her birine
10.800,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
73. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin
başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Başvurucuların her birine takdiren
10.800,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer
taleplerinin REDDİNE,
F. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.