TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
SUZAN TEKİN (KAVURKACI) VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/1932)
Karar Tarihi: 17/7/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Raportör
Selami ER
Başvurucular
Suzan TEKİN (KAVURKACI)
Melodi Ceren KAVURKACI
Aynur KAVURKACI
İlknur KAVURKACI
Temsilci
Av. Meliha SELVİ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, ortak murislerinin iş akdinin enerji hırsızlığı yaptığı iddiasıyla işveren kamu idaresi tarafından feshedilmesi ve murisin bu olayın etkisiyle intihar etmesi üzerine açtıkları destekten yoksun kalma ve manevi tazminat davasında ıslah taleplerinin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 13/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 19/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 6/6/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 6/8/2013 tarihli görüş yazısı 6/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer alan olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların ortak murisi Kemal Kavurkacı’nın iş akdi, otopark görevlisi olarak çalıştığı işveren Anadolu Ajansı tarafından elektrik hırsızlığı yaptığı ve işverenin güvenini kötüye kullandığı gerekçesiyle 22/7/1999 tarihinde feshedilmiştir.
8. İşverenin suç duyurusu üzerine başvurucuların murisi hakkında 3/8/1999 tarihinde ceza soruşturması başlatılmış ve muris, 6/8/1999 tarihinde adliyede intihar etmiştir.
9. Başvurucuların Ankara 3. İş Mahkemesinde 2000/130 esasına kayden ihbar ve kıdem tazminatı, haksız fesih tazminatı ve işçilik haklarının tahsili istemiyle açtıkları davanın yargılaması sonucunda, murisin iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiği tespit edilerek ihbar ve kıdem tazminatı ile Toplu İş Sözleşmesi’nin 11. maddesinde düzenlenen haksız fesih tazminatı ve diğer işçilik alacaklarının ödenmesi hüküm altına alınmış ve karar kesinleşerek Ankara 23. İcra müdürlüğünün E.2002/3 sayılı dosyasında ilama dayalı takiple tahsil edilmiştir.
10. Başvurucular 24/3/2003 tarihinde, Ankara 6. İş Mahkemesinde (Mahkeme) murislerinin emekliliğine çok az bir süre kala iş akdinin feshedilmesi ve feshin haksız olması nedeniyle, emeklilik süresine kadarki ücret, Toplu İş Sözleşmesi ile sağlanan diğer işçilik alacakları, fark emeklilik ikramiyesi ve destekten yoksun kalma tazminatı (“şimdilik her biri için 10 YTL” ibaresiyle) ile manevi tazminata (eşi için 15.000 YTL ve çocukların her biri için 10.000 YTL) hükmedilmesi talebiyle dava açmışlardır.
11. Mahkeme, 10/11/2003 tarih ve E.2003/589, K.2003/1093 sayılı kararıyla; iş akdinin haksız feshi halinde işçinin fesih tarihinden emekli olacağı tarihe kadar geçen süre için ücret ve işçilik haklarının ödeneceğini öngören bir düzenleme olmadığı, emekliliğe hak kazanılamaması nedeniyle oluşan tazminat farkının da talep edilemeyeceği yönündeki 31/10/2003 tarihli bilirkişi raporuna dayanarak, davacıların bahsedilen taleplerinin reddine, destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talepleri hakkında ise, söz konusu ölüm olayının iş kazası olarak nitelendirilemeyeceği, haksız fesih ile ölüm olayı arasında illiyet bağı kurulup kurulamayacağı ve işverene kusur yüklenip yüklenemeyeceğinin genel hükümlere göre incelenmesi gerektiğinden Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı vermiştir.
12. Davacıların temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 9/11/2004 tarih ve E.2004/2036, K.2004/25201 sayılı kararıyla, manevi tazminat talebinde iş sözleşmesinin hırsızlık suçlamasıyla feshedilmesinin gerekçe gösterildiği, bunun iş mahkemelerinde çözümlenmesi gereken bir konu olduğu; destekten yoksun kalma tazminatının ise fesihten sonra gerçekleşen ölüm olayına bağlı olduğu ve iki olay arasında illiyet bağı olup olmadığının belirlenmesinin iş mahkemelerinin görevine giren bir konu olduğu, ayrıca genel mahkemenin görevine giren bir dava ile özel mahkemenin görevine giren bir davanın özel mahkemede birlikte açılması halinde, genel mahkemenin görevine giren dava hakkında ayırma ve görevsizlik kararı verilemeyeceğinden bahisle ilk derece mahkemesinin görevsizlik kararının bozulmasına karar vermiştir.
13. Destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talebine ilişkin bozma kararı uyarınca davayı tekrar ele alan Mahkeme, bilirkişi raporlarına başvurmuştur. Mahkemeye sunulan 31/10/2006 tarihli bilirkişi raporunda destekten yoksunluk tazminatı ödenmesi gerektiği yönünde görüş bildirilirken, 13/3/2007 tarihli bilirkişi raporuyla işverenin eylemleri ile ölüm olayı arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle işverenin maddi ve manevi tazminattan sorumlu tutulamayacağı yönünde görüş bildirilmiştir. 24/12/2007 tarihli bilirkişi raporunda ise dava sürecinde ilk defa destekten yoksunluk tazminat hesabı yapılmıştır.
14. Mahkeme, başvurucuların murisinin ölümü nedeniyle ceza davasında hakkındaki suçlamanın kalktığı, ancak murislerinin suç ortağının hırsızlıktan mahkûm olduğu, intihar olayının iş kazası sayılamayacağı, murisin ölümü ile iş akdinin feshi arasında uygun nedensellik bağı bulunmadığı gerekçeleriyle 9/10/2008 tarih ve E.2005/283, K.2008/568 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir.
15. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 3/3/2009 tarih ve E.2008/19259, K.2009/3019 sayılı kararıyla; murisin ölümünden sonra diğer sanıklar hakkında devam eden ceza yargılamasında murisin suça katılmadığının kabul edildiği, işçilik alacaklarına ilişkin görülen davada, murisin hırsızlığı ortaya çıkaran kişi olduğu ve iş akdinin feshinin haksız olduğuna ilişkin kararın kesinleştiği anlaşılmakla, ölenin eşinin samimi anlatımları ve dosya kapsamından, intiharın işverenin haksız fesih işlemi ve suç duyurusunda bulunmasından kaynaklanan ruhsal durumun sonucu olduğunun açık olduğu ve işverenin suç duyurusunda bulunmasında kötü niyet bulunduğu hususları göz önüne alınmaksızın, olayın iş kazası olmadığını, başvurucuların murisinin kendisi hakkındaki suçlama nedeniyle bunalıma girdiğini ve davalı işyerinin kusur oranının %50 olduğunu belirten 31/10/2006 tarihli bilirkişi raporu esas alınarak maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında hüküm kurulması gerekirken, 13/3/2007 tarihli bilirkişi raporu esas alınarak kurulan hükmün usul ve yasaya aykırı olduğundan bahisle bozulmasına karar vermiştir
16. Bozma sonrasında 2009/687 esasına kayden Ankara 6. İş Mahkemesinde yapılan yargılamada başvurucular vekili 4/8/2009 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat taleplerini Suzan Kavurkacı (Tekin) için 200.000,00 TL’ye, Ceren Kavurkacı için 200.000,00 TL’ye, Aynur ve İlknur Kavurkacı için 10.000,00 TL’ye yükseltmiştir.
17. Mahkeme, yeni bilirkişi raporu istemiş ve 2/6/2010 tarihli bilirkişi raporuyla başvurucuların murisinin kusur oranı düşülerek zarar miktarı toplam 144.845,95 TL olarak tespit edilmiştir.
18. Mahkeme 22/6/2010 tarih ve E.2009/687, K.2010/316 sayılı kararıyla davayı kısmen kabul ederek ve ıslah sonucu artırılmış miktarları esas alarak 2/6/2010 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda başvuruculardan Suzan Kavurkacı (Tekin) yararına 26.053,20 TL, Melodi Ceren Kavurkacı yararına 43.382,71 TL, Aynur Kavurkacı yararına 37.705,11 TL ve İlknur Kavurkacı yararına 37.705,11 TL maddi tazminata, ayrıca davacıların her biri için de 6.000,00 TL manevi tazminata hükmetmiştir.
19. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı, işçinin hırsızlıkla suçlanması nedeniyle manevi zarara uğradığı açık olsa da eş ve çocukları hakkında yansıma yoluyla manevi tazminata hükmedilemeyeceği ve talepten fazla tazminata hükmedilemeyeceği hususları göz önünde bulundurulmadan hüküm kurulduğu gerekçesiyle 8/2/2011 tarih ve E.2010/9513, K.2011/798 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesinin hükmünü bozmuştur.
20. 1/10/2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yürürlüğe girmiş ve Kanun’un 107. maddesiyle belirsiz miktarlı alacak davalarında davacıların başta talep edilen miktarın belirlenmesi mümkün olduktan sonra arttırılabileceğine dair hüküm getirilmiştir.
21. Bozma kararından sonra davayı tekrar ele alan Ankara 6. İş Mahkemesi önündeki yargılama sırasında başvurucular vekili davanın belirsiz alacak davası olduğunu ve müvekkilleri tarafından ıslah değil miktar artırımı yapıldığını, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önceki dönemde Yargıtay içtihatlarında miktar artımına izin verildiğini, mahkemece miktar hesabının ancak iki adet Yargıtay bozma kararından sonra yaptırıldığını ve bu durumun müvekkillerinin hatası olmadığını, davanın kesinleşmesinden önce yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bu uygulamaya açıkça izin verildiğini belirterek Mahkemenin kararında direnmesini istemiştir.
22. Mahkeme, 8/12/2011 tarih ve E.2011/974, K.2011/986 sayılı kararıyla, Yargıtay’ın bozma kararına uyarak başvurucuların manevi tazminat taleplerini reddetmiş, maddi tazminat taleplerine ilişkin olarak ise ıslah öncesi talebi dikkate alarak her bir başvurucu için 10,00 TL tazminata hükmetmiştir.
23. Kararı temyiz eden başvurucular temyiz dilekçesinde, usul kanunlarının derhal yürürlüğe gireceği gözetilmeksizin verilen kararın bozulması talebinde bulunmuşlardır.
24. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 20/11/2012 tarih ve E.2012/3574, K.2012/20503 sayılı kararıyla, ilk derece mahkemesi hükmünün uyulan önceki bozma ilamına uygun olduğu ve bozma ile kesinleşen ve karşı taraf lehine kazanılmış hak oluşturan yönlerin yeniden incelenmesinin mümkün olmadığı gerekçeleriyle onama kararı vermiştir. Karar aynı tarihte kesinleşmiş ve 3/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
25. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 84. maddesi şu şekildedir:
“Islah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.”
26. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi şu şekildedir:
“ (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilme yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
27. 6100 sayılı Kanun’un 177. maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“ Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.”
28. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Fesih bildirimine itiraz ve usulü” kenar başlıklı 20. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/3/2013 tarih ve 2013/1932 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucular, ortak murislerinin iş akdinin enerji hırsızlığı yaptığı iddiasıyla Anadolu Ajansı A.Ş. tarafından feshedildiğini, murisin bu olayın etkisiyle intihar ettiğini, bunun üzerine 23/3/2003 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açtıklarını, 24/3/2003 tarihinde açtıkları davanın 20/11/2012 tarihinde Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin onama kararıyla kesinleştiğini, dolayısıyla yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını; yargılama sürecinde ise maddi ve manevi tazminat miktarının artırılmasına ilişkin dilekçelerinin daha önce zarar miktarı tespit edilmediği halde “bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı” gerekçesiyle reddedildiğini, böylece mahkemeye erişim haklarının engellendiğini, ayrıca bu konuda Yargıtay’ın farklı içtihatları nedeniyle belirsizlik bulunduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hak arama hürriyetlerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve 22/6/2010 tarihli Ankara 6. İş Mahkemesince belirlenen miktarlardan yola çıkarak anapara, yargılama giderleri, avukatlık ücreti ve faiz karşılığı toplam 916.347,20 TL maddi tazminat ve her başvurucu için 250.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Başvurucunun makul sürede yargılanma ve mahkemeye erişimle ilgili şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuru hakkında bu şikâyetlere ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
32. Başvurucular, henüz alacak hesabı yaptırılmadan ve alacak miktarının artırımı olanağı doğmadan verilmiş bozma kararı sonrasında, ıslah dilekçesi maddi ve manevi tazminat taleplerinin artırılması işleminin “bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı” gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM içtihatlarına göre; hukuk ya da uygulamadaki belirsizlikler nedeniyle dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye erişim için açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmaması durumlarının mahkemeye erişim hakkını ihlal edeceği, mahkemeye erişim hakkı sınırlanabilir bir hak olmakla birlikte bu sınırlamanın meşru bir amacının olması ve bu amaçla kullanılan araç arasında makul bir orantı kurulması gerektiği, bu bağlamda mahkemelerin usul kurallarını uygularken aşırı şekilcilik ya da aşırı gevşeklikten sakınması gerektiği, usul kurallarının davanın esasının incelenmesini engelleyecek şekilde düzenlenmesinin ihlal teşkil edebileceği hususlarına değinmiştir. Bakanlık ayrıca ıslah prosedürüne ilişkin olarak, bozma kararından sonra ıslah yapılıp yapılamayacağına ilişkin kanunda açık bir düzenlemenin bulunmadığı, bu hususa ilişkin iki ayrı içtihadı birleştirme kararı bulunduğu, doktrinde bozma kararından sonra ıslah yoluna başvurulamamasının nedeninin usuli müktesep hakkın korunması olduğunun belirtildiği, Yargıtay’ın bazı dairelerinin talebin artırılmasına ilişkin talepleri ek dava kabul ederek bozmadan sonra ıslaha imkân tanıyan kararlar verdiklerini belirterek somut olayda, mahkeme kararlarının başvurucunun mahkemeye erişim hakkını engelleyip engellemediği, usul kuralları ile ulaşılmak istenen amaç (usuli müktesep hakkı korunması) ile kullanılan araçlar arasında makul bir orantı kurulup kurulmadığı ve aynı konuda farklı kararlar verilerek hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin görüş bildirmiştir.
34. Başvurucular Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
37. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
38. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
39. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (AİHM, Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Bkz. Eşim/Türkiye, B.No:59601/09, 17/9/2013, § 21).
40. Mülga 1086 sayılı Kanunu’nun 87. maddesinin “Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez.” şeklindeki son cümlesi yapılan başvuru neticesinde Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiş ve dava açıldıktan sonra davacının müddeabihi "ıslah" yoluyla artırmasını önleyen itiraz konusu kuralın, bir hakkın elde edilmesini zorlaştırdığı, hak arama özgürlüğünün en önemli iki öğesini oluşturan sav ve savunma haklarını kısıtladığı ve davacıyı ikinci kez dava açmaya zorladığı, davacıların haklarını en kısa sürede ve en az giderle almalarını engellediği, hak arama özgürlüğünü önemli ölçüde zorlaştırması nedeniyle demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmadığı, davaların en az giderle ve olabildiğince hızlı biçimde sonuçlandırılmasına engel olacağı gerekçeleriyle iptal edilmiştir. (AYM, E.1999/1, K1999/33, 20/7/1999) İptal kararı sonrasında Yargıtay dairelerinde iptal gerekçesi ileri sürülerek ıslah yapılabilmesine dair kararlar verilmiştir (Bkz., Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, E.2006/382, K.2006/2561, 1/5/2006; E.2005/4503, K.2006/308, 26/1/2006).
41. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 84. maddesinde, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar ıslah yapılabileceği hükmü yer almaktadır. Bu kuralın uygulanışı ve bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağına ilişkin iki farklı Yargıtay içtihadı birleştirme kararı bulunmaktadır.
42. 4/2/1948 tarih ve E.1944/10, K.1948/3 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararında; “…dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve diğer hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkânını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen ıslahın, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın seksen dördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına…”denilerek Yargıtayca hüküm bozulduktan sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığı ifade edilmektedir.
43. Ancak 4/2/1959 tarih ve E. 1959/13, K.1959/5 sayılı içtihadı birleştirme kararında ise: “…Bir mahkeme kararının her ne nedenle olursa olsun temyizce bozulması sonunda mahkemenin bozma kararına uymasıyla dava yeniden duruşma (muhakeme) safhasına girmiş olacağı cihetle duruşma henüz bitmemiş demektir…” denilerek esasına girilmeyerek görevsizlik gibi bir sebeple reddedilen davalarda Yargıtay’ın bozma kararından sonra davanın ilk derece mahkemelerinde esastan görüşülmesi halinde bozma sonrasında da tahkikatın devam ettiği ve ıslahın mümkün olduğu yönünde içtihat geliştirilmiştir.
44. Bu iki içtihadı birleştirme kararı birlikte değerlendirildiğinde doktrinde, bozma kararına uyulmasından sonra ıslah yoluna başvurulamamasının nedeninin, yerel mahkemenin bozma kararına uymasından sonra oluşan usuli müktesep hakkın korunması olduğu, ıslah yoluyla usuli müktesep hakkın ortadan kaldırılmasının mümkün olamayacağı, bu nedenle esasa ilişkin bozmalarda ıslah yoluna gidilemeyeceği ancak; ilk derece mahkemesince verilen görevsizlik kararının Yargıtayca bozulması gibi usule ilişkin bozmalarda usuli müktesep hak söz konusu olamayacağından ıslah yoluna gidilebileceği dile getirilmiştir (Pekcanıtez; Atalay; Özekes, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2011, 12. Bası, s. 406-407).
45. Yargıtay dairelerinin somut davaların özelliklerinden kaynaklanan farklı kararları bulunmakla beraber (Bkz., 4. Hukuk Dairesinin 28/10/2003 tarih ve E.2003/10507, K.2003/12396 sayılı kararı) Yargıtay’ın genel uygulamasının davanın esastan görülmesi ve uyuşmazlık konusu alacak/tazminat miktarının tespit edilerek verilen kararın bozulması halinde ıslahın mümkün olmadığı, ancak dava konusu alacak/tazminat miktarı belirlenmeden usuli bozmalar sonrasında tekrar tahkikat yapılarak uyuşmazlık konusu alacak/tazminat miktarı belirlendiğinde ıslahın mümkün olduğu yönündedir.
46. 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, ıslah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilmektedir. Kanun’un 448. maddesine göre ise Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanacaktır.
47. 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesi ile yeni bir dava çeşidi olarak “belirsiz alacak davası” düzenlenmiştir. Buna göre, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilecektir. Alacak miktarının tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilecektir.
48. Madde gerekçesinde belirsiz alacak davasının özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespit edilebileceği tazminat taleplerinde maddenin uygulanabilir olduğu belirtilmektedir. Söz konusu inceleme büyük oranda bilirkişi incelemesine işaret etmektedir.
49. Somut olayda başvurucular, mülga Kanun’un yürürlükte olduğu 24/3/2003 tarihinde, belirsiz alacak davası türü henüz kabul edilmediğinden, Ankara 6. İş Mahkemesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle 10’ar TL tazminat talebini içeren dava açmışlardır. Dava açılırken başvurucuların amacının bilirkişi incelemesi sonrasında ıslah yoluyla miktar artırımına gitmek olduğu açıktır. Mahkeme, davanın asliye hukuk mahkemesi görev alanına girdiği gerekçesiyle 10/11/2003 tarihinde önce görevsizlik kararı vermiş, kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 9/11/2004 tarihinde Mahkemenin görevli olduğuna karar vererek kararı bozmuştur. Davayı tekrar ele alan Mahkeme bu defa, 24/12/2007 tarihli bilirkişi raporunda destekten yoksunluk tazminat hesabı yaptırmış, ancak 9/10/2008 tarihli kararıyla ölüm olayı ile iş akdinin feshi arasında illiyet bağı bunmadığından bahisle davayı reddetmiştir. Bu kararın da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 3/3/2009 tarihinde olayın iş kazası olmadığını, başvurucuların murisinin kendisi hakkındaki suçlama nedeniyle bunalımla girdiğini ve davalı işyerinin kusur oranının %50 olduğunu belirten bilirkişi raporu esas alınarak karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
50. Bozma sonrasında yapılan yargılamada başvurucular vekili 4/8/2009 tarihli ıslah dilekçesiyle ıslah harcını yatırarak maddi tazminat taleplerini yükseltmiş ve Mahkeme, 22/6/2010 tarihinde yeni bilirkişi raporu doğrultusunda maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 8/2/2011 tarihli kararıyla bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı, işçinin hırsızlıkla suçlanması nedeniyle manevi zarara uğradığı açık olsa da eş ve çocukları hakkında yansıma yoluyla manevi tazminata hükmedilemeyeceği ve talepten fazla tazminata hükmedilemeyeceği hususları göz önünde bulundurulmadan hüküm kurulduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin hükmünü bozmuştur.
51. 1/10/2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bozma kararından sonra dava tekrar ele alınmış, başvurucular ıslah değil, miktar artırımı yaptıklarını, miktar hesabının iki Yargıtay bozma kararından sonra yapıldığını, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin (2) numaralı fıkrasının uygulanması gerektiğini belirtmişler, ancak Mahkeme Yargıtay kararına uyarak ıslah öncesi taleple sınırlı hüküm kurmuş ve manevi tazminat taleplerini reddetmiştir. Karar Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 20/11/2012 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
52. Yukarıda bahsedilen ıslaha ilişkin kanun hükümleri ile bu konudaki Yargıtay içtihatları incelendiğinde; Mülga 1086 sayılı Kanunu’nun 84. maddesinde ıslaha tahkikatın bitimine kadar izin verildiği, 4/2/1948 tarihli Yargıtay içtihadı birleştirme kararında ilk derece mahkemesi kararıyla tahkikatın tamamlandığının kabul edildiği ve ıslah yapılamayacağı yönünde içtihat geliştirildiği, 4/2/1959 tarihli içtihadı birleştirme kararında ise usuli bozmalar sonrasında yeniden duruşma safhasına girildiğinden duruşmanın ıslahın mümkün olduğu yönünde karar verildiği, Yargıtay dairelerinin somut davaların özelliklerinden kaynaklanan farklı kararları bulunmakla birlikte genel olarak yukarıda bahsedilen içtihadı birleştirme kurulu kararlarına uyumlu karar verdiklerinin görüldüğü, bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı hususuna ilişkin hukuki ve pratik bir belirsizliğin bulunmadığı anlaşılmıştır.
53. Ayrıca vekille temsil edilen başvurucunun ıslah talebini tahkikat aşaması tamamlanmadan yapması gerektiği, 24/12/2007 tarihli bilirkişi raporunda destekten yoksunluk tazminat hesabı yapıldıktan ve tahkikat aşaması tamamlandıktan sonra 9/10/2008 tarihinde verilen kararın 3/3/2009 tarihinde Yargıtay 21. Hukuk Dairesince bozulmasından sonra 4/8/2009 tarihinde yaptığı ıslah talebinin mevcut koşullarda reddedileceğini bilebilecek durumda olduğu (Benzer bir örnek için bkz. Harrison McKee/Macaristan, B. No: 22840/07, 3/6/2014, §33), yine başvurucunun ıslah yerine ek dava yoluyla talepte bulunabileceği, başvurucunun ek dava açmasının engellendiği şeklinde bir iddiasının da olmadığı, böyle bir yolu kendi iradesiyle tercih etmediğinin anlaşıldığı göz önünde bulundurulduğunda ıslah talebinin reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği sonucuna ulaşılmıştır.
54. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “mahkemeye erişim haklarının” ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden
55. Başvurucular, iş mahkemesi nezdinde açtıkları destekten yoksun kalma ve manevi tazminat davasının yaklaşık on yıl sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
56. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yaklaşımına paralel bir görüş benimseyerek yargılama süresinin uzunluğunu değerlendirirken yargılama sürecinin bütününü ele aldığını belirtmiş, AİHM’in yargılama süresinin makul olup olmadığını incelerken her olayın kendine özgü koşullarını, davanın karmaşık olup olmadığını, yargılama süresince tarafların gösterdiği tavır ve davranışlarını, yetkili makamların tutumlarını, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem gibi hususları dikkate aldığını ve iş hukukuna ilişkin anlaşmazlıklarda özel bir itina gösterilmesi gerektiğinin altını çizdiğini, somut başvuruda davanın yaklaşık 9 yıl 8 ay sürmesinin nedenlerinin, tanık sayısının fazla olması, belgelerin toplanmasının zaman alması, dosyanın yedi kez bilirkişiye gönderilmesi, dört kez temyiz incelemesine tabi tutulması gibi etkenler olduğunu, temyiz sürecinin uzamasının ise en büyük neden olduğunu belirterek yargılama süresinin makul olup olmadığı incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
57. Başvurucular, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
58. Anayasa’nın 36. maddesinin “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı birinci fıkrası şöyledir:
59. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar … konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
60. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 39).
61. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda murislerinin iş akdinin haksız olarak feshedilmesi nedeniyle intihar ettiği gerekçesiyle açtıkları destekten yoksun kalma ve manevi tazminat istemli davanın yargılamasının, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
62. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/673, 19/12/2013, § 27).
63. Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 58).
64. Başvuruya konu dava, başlangıç tarihi 24/3/2003, bitiş tarihi ise 20/11/2012 olmak üzere 9 yıl 8 aylık bir süreci kapsamaktadır. Bu süreç, dört ilk derece yargılaması ve dört temyiz aşamasından oluşmaktadır. 8 ay süren ilk derece yargılaması sonrasında devam eden temyiz süreci yaklaşık 1 yıl sürmüştür. Bozma kararı sonrasında tekrar görülen ilk derece yargılamasında süreç yaklaşık 4 yıl sürmüştür. 4 yıllık süre zarfında 14 duruşma yapılmıştır. İkinci temyiz aşaması 5 ay sürmekle birlikte bozma sonrası ilk derece mahkemesinde ilk duruşmanın görülmesine kadar 8 aylık bir süre geçmiştir. Bu geçen 8 aylık sürenin Yargıtay kararının taraflara tebliği ve duruşma günü verilmesi aşamasında geçen süre olduğu anlaşılmaktadır. İkinci bozma sonrası ilk derece yargılaması sırasında 4 duruşma yapılmış olup duruşma aralıkları ortalama 2 ay olarak gerçekleşmiştir. Üçüncü ilk derece yargılaması 8 ay sürmüş, bozma kararı sonrasında tek celsede karar verilmiş olsa da bu celsenin yapılması için bozma kararından sonra 10 ay geçmesi gerekmiştir. Nihayetinde son kanun yolu incelemesi yaklaşık 1 yıl sürmüş ve karar kesinleşmiştir. .
65. Dosya evrakının incelenmesinden anlaşıldığı üzere, yargılamanın yaklaşık 9 yıl 8 ay sürmesine neden olan unsurların; dosyanın dört defa kanun yolu incelemesinden geçmiş olması, bu süre zarfında 7 defa bilirkişi raporuna başvurulması, bozma kararları sonrasında dosyanın yeniden ilk derece mahkemesinde ele alınmaya başlamasında makul olmayan süreler geçtiği ve Ankara 6. İş Mahkemesi nezdinde 2005/283 esasına kayden görülen bozma sonrası ikinci ilk derece yargılamasının ortalama 3,5 aylık duruşma aralıklarıyla 4 yıllık bir sürece yayılması olduğu anlaşılmıştır.
66. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu destekten yoksun kalma ve manevi tazminat istemiyle açılan davanın 4 defa temyiz incelemesinden geçerek yaklaşık 9 yıl 8 ayda tamamlandığı, başvurucuların tutumlarının da yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi bulunmadığı, davanın iş mahkemesinde görüldüğü ve davanın başvurucular açısından taşıdığı değer ile başvurucuların davadaki menfaati dikkate alındığında 9 yıl 8 ay süren yargılamanın makul olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
67. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
68. Başvurucular, mahkemeye erişim ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini belirterek 916.347,20 TL maddi ve 250.000’er TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
69. Adalet Bakanlığı görüşünde tazminat istemine ilişkin görüş sunmamıştır.
70. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.
…”
71. Başvuru konusu olayda başvurucular mahkemeye erişim ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi tazminat talep etmişse de başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiş ve bu süreçte uzun süren yargılama ile başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar arasında illiyet bağı kuracak bir delil sunulmamıştır. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
72. Başvurucuların somut davada uzun yargılama neticesinde adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verildiğinden, davanın yaklaşık on yıl sürmesi sebebiyle başvuruculara yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuların kişisel yararı ve davanın başvurucular için taşıdığı değer de göz önünde bulundurulduğunda takdiren her birine 10.800,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
73. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Başvurucuların her birine takdiren 10.800,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
F. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.