TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN GÖNEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2491)
|
|
Karar Tarihi: 17/7/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Hüseyin GÖNEL
|
Temsilci
|
:
|
Av. Mustafa ŞENGÜL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, işçilik
alacaklarının tahsili amacıyla açtığı davanın sonuçlanmasının yaklaşık 7 yıl
sürmesi ve uzun süren yargılamaya bağlı olarak bir kısım alacaklarının
zamanaşımına uğraması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 15/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 6/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 24/7/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı’nın 16/9/2013 tarihli görüş yazısı 24/9/2013 tarihinde başvurucu
vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı
beyanlarını yasal süresi içinde 7/10/2013 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. 1/10/2002 tarihinden beri şoför ve
çiftlik görevlisi olarak çalışan başvurucunun iş akdi, 1/11/2003 tarihinde
işverenin mirasçıları tarafından feshedilmiştir.
8. Başvurucu, kıdem ve ihbar
tazminatları ile yıllık izin, ücret alacağı ve fazla mesai alacaklarının
tahsili amacıyla, 25/4/2006 tarihinde Ankara 4. İş
Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır.
9. Mahkemece 20/03/2007
tarihli duruşmada başvurucu vekiline müvekkili ile görüşüp hizmet tespit davası
açıp açmadığı hususunda beyanda bulunması istenmiştir.
10. Başvurucu 30/5/2007
tarihinde Ankara 1. İş Mahkemesinde 2007/422 esasına kayıtlı hizmet tespit
davası açmıştır.
11. Başvurucu 30/5/2007
tarihli duruşmada başka bir mahkemede hizmet tespit davası açtığını Mahkemeye
bildirmiş, Mahkeme aynı tarihli ara kararında dosyanın ilgili Mahkemesinden istenmesine
karar vermiştir.
12. Başvurucu, 27/11/2007 tarihli duruşmada, açtığı hizmet tespit davasının
bekletici mesele yapılmasını Mahkemeden talep etmiş, Mahkeme bu talebi aynı
tarihli kararında kabul etmiş ve sonraki duruşmalarda da aynı şekilde ara
kararlar vermeye devam etmiştir.
13. Ankara 1. İş Mahkemesinin 4/3/2009 tarihli kararıyla başvurucunun 1/1/2002-1/11/2013
tarihleri arasında hizmet akdi ile ve asgari ücretle çalıştığı tespit
edilmiştir.
14. Mahkeme Ankara 1. İş
Mahkemesinde görülen tespit davasının kesinleşmesinden sonra yargılamaya devam
ederek başvurucunun kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, ücret ve fazla
mesai alacaklarının miktarının belirlenmesi için dosyayı bilirkişiye göndermiş,
10/10/2011 tarihinde bilirkişi raporu dosyaya
sunulmuştur.
15. Başvurucu, alacak miktarına
ilişkin 10/10/2011 tarihli bilirkişi raporuna
istinaden 18/10/2011 tarihli dilekçesi ile ıslah talebinde bulunmuştur.
Davalılar ise, 4/11/2011 tarihli dilekçeleriyle, 5
yıllık zamanaşımı süresine tabi alacak kalemleri bakımından zamanaşımı def’i
ileri sürmüşlerdir. Başvurucu ise 22/11/2011 tarihli
duruşmada 1. İş Mahkemesi dosyasının bekletici mesele yapılmış olduğunu bu
nedenle zamanaşımı itirazının yerinde olmadığını ifade etmiştir.
16. Mahkeme, davalıların
zamanaşımı itirazını dikkate alan ek bir rapor düzenlenmesi için dosyayı
yeniden bilirkişiye göndermiş ve 14/12/2011 tarihli ek
bilirkişi raporuyla başvurucunun ücret ve yıllık izin ücreti ile fazla mesai
alacaklarının ıslah edilen kısmının zamanaşımına uğradığı tespit edilmiştir.
17. Mahkeme, 8/5/2012
tarih ve E.2006/315, K.2012/1004 sayılı kararıyla, Ankara 1. İş Mahkemesinin
E.2007/422, K.2009/45 sayılı kesinleşmiş kararına göre başvurucunun
1/10/2002–1/11/2003 tarihleri arasında asgari ücretle toplam bir yıl bir ay
süreyle çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından haklı neden olmaksızın
feshedildiğini belirlemiş ve zamanaşımı def’ini dikkate alarak 14/12/2011
tarihli ek bilirkişi raporunda belirlenen miktarlara göre davanın kısmen
kabulüne karar vermiştir.
18. Temyiz incelemesini yapan
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 14/3/2013 tarih ve
E.2012/15864, K.2013/5246 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını
onamış, karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
19. Kesinleşen karar başvurucuya
12/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
20. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 83. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen
ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını
kullanabilir.”
21. 1086 sayılı Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu’nun 84. maddesi şu şekildedir:
“Islah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat
bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.”
22. 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi şu şekildedir:
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın
miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi
asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası
açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı
veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda
davacı, iddianın genişletilme yasağına tabi olmaksızın davanın başında
belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının
açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın
var olduğu kabul edilir.”
23. 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 177. maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir:
“ Islah, tahkikatın sona ermesine kadar
yapılabilir.”
24. 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş
Kanunu’nun 32. maddesinin son fıkrası şu şekildedir:
“Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş
yıldır.”
25. 4857 sayılı Kanunun 59.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş sözleşmesinin, herhangi bir nedenle sona
ermesi halinde işçinin hak kazanıp da kullanmadığı yıllık izin sürelerine ait
ücreti, sözleşmenin sona erdiği tarihteki ücreti üzerinden kendisine veya hak
sahiplerine ödenir. Bu ücrete ilişkin zamanaşımı iş sözleşmesinin sona erdiği
tarihten itibaren başlar.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
15/4/2013 tarih ve 2013/2491 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
27. Başvurucu, işçilik
alacaklarının tahsili amacıyla açtığı davanın, makul süre sınırını aşarak
yaklaşık 7 yılda tamamlandığını ve uzun süren yargılama sebebiyle bir kısım
alacaklarının zamanaşımına uğradığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, alacaklarının zamanaşımına uğraması nedeniyle oluşan
maddi kayıplar için 10.000,00 TL maddi tazminat ve yargılamanın uzun sürmesi
dolayısıyla yaşamış olduğu mağduriyetten dolayı 20.000,00 TL manevi tazminat
taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Başvurucunun şikâyetleri
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuru
hakkında kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mahkemeye Erişim Hakkı Yönünden
29. Başvurucunun yargılamanın
uzun sürmesi nedeniyle bazı alacaklarının zamanaşımına uğradığını ve buna bağlı
olarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun
bu iddiası mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
30. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında; mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabi
olduğunu ancak sınırlamaların hakkın özüne zarar verecek nitelikte olmaması
gerektiği belirtildikten sonra, ıslah ile dava konusunun artırılması halinde
artırılan kısım için zamanaşımının hangi tarihte kesileceği konusunda açık bir
düzenleme bulunmadığı ve bu konuyla ilgili çeşitli yaklaşımların bulunduğunu,
Yargıtay Genel Kurulu kararına göre dava konusunun artırılmasının kısmi ıslah
niteliğinde olması nedeniyle ıslah edilen kısma ilişkin dava zamanaşımının
ancak ıslah tarihinde kesileceğini, bu nedenle ıslah edilen kısma ilişkin
zamanaşımı defi ileri sürülebileceğini belirterek, somut olayda Yargıtay 22.
Hukuk Dairesinin zamanaşımının sadece dava edilen miktar için kesildiğini kabul
ettiğini, başvuruya konu davanın kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin, ücret
ve fazla mesai alacaklarının tahsiline ilişkin olduğu ve bu alacakların davanın
açıldığı tarihte hesaplanabilir nitelikte olduğunu, başvurucunun avukatının bu
alacak miktarlarını kaba hatlarıyla hesaplaması gerektiğini belirterek
mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği yönünde görüş bildirilmiştir.
31. Başvurucu, Adalet
Bakanlığının görüşüne karşı beyanında başvuru dilekçesindeki ifadelerini
yinelemiştir.
32. Başvurucunun uzun süren
yargılama nedeniyle bir kısım alacaklarının ıslah tarihi itibariyle
zamanaşımına uğradığı şikâyetinin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi
gerekir.
33. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
34. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
35. Adil yargılanma hakkının en
temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. (B. No: 2012/791, 7/11/2013,
§ 52). AHİM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun
üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte
ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir
sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık,
pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu
sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların
mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar
verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
36. Mahkemeye erişim hakkı,
kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla
birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde
kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde
ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin
olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar
niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu
sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, §
34 ve Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22)
37. Belli bir hakkın mahkemede
ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın
açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil
yargılama hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler,
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da
ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında
karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve
hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre
sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup,
ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe
Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar. (Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
22083/93; 22095/93 § 51, 22/10/1996)
38. Bunun yanında bir mahkemeye
başvuru hakkının yasal bir takım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa
da, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını
ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından
düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı
gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa,
B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
39. Başvuruya konu dava 1086
sayılı Kanunu’nun yürürlükte olduğu zamanda açılmış ve 6100 sayılı Kanun
yürürlüğe girdikten sonra sonuçlanmıştır. 1086 sayılı Mülga Kanun’un ıslah
yoluyla netice-i talebin artırılamayacağını düzenleyen 87. maddesinin son
cümlesinin Anayasa Mahkemesinin 20/7/1999 tarih ve E.1999/1,
K.1999/33 sayılı kararı ile iptal edilmesi sonucunda ıslah yolu ile dava
konusunun artırılması mümkün hale gelmiştir.
40. 6100 sayılı Kanun’un 107.
maddesi ile 1086 sayılı Kanun’da düzenlenmeyen yeni bir dava çeşidi olarak “Belirsiz alacak davası” düzenlenmiştir.
Buna göre, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve
kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun
imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da
değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilecektir. Alacak
miktarının tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı,
iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş
olduğu talebini artırabilecektir. Madde gerekçesinde belirsiz alacak davasının
özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam
olarak tespit edilebileceği tazminat taleplerinde uygulanabilir olduğu
belirtilmektedir. Söz konusu inceleme büyük oranda bilirkişi incelemesine
işaret etmektedir.
41. 1086 sayılı Kanun’da
belirsiz alacak davası düzenlenmediğinden uygulamada bilirkişi raporu
sonrasında tespit edilen tutar üzerinden ek dava açılması söz konusu iken,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında ek dava açılması yerine ıslah
yoluyla dava konusunun bilirkişi raporu doğrultusunda talebin artırılması
yoluna gidilmekte idi.
42. Somut olayda başvurucu
fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle, ihbar tazminatı, yıllık izin
ücreti, ücret alacağı ve fazla mesai kalemlerinin her biri için 100’er TL
alacak talebinin iş akdinin sona erdiği tarihten itibaren işleyecek en yüksek
mevduat faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 10/10/2011 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilen alacak
miktarlarına istinaden başvurucu 18/10/2011 tarihinde ıslah talebinde bulunmuş,
davalı taraf ise 4/11/2011 tarihli dilekçesi ile ıslah edilen kısma ilişkin
zamanaşımı def’i ileri sürmüştür. İleri sürülen zamanaşımı def’i sonrasında
istenen ek bilirkişi raporuna göre, ihbar ve kıdem tazminatı için zamanaşımı
süresi 10 yıl olduğundan 1/11/2003 yılında sona eren
iş akdi bakımından bu alacakların zamanaşımına uğramadıkları ancak zamanaşımı
süreleri 5 yıl olan yıllık izin, ücret alacağı ve fazla mesai alacaklarının
zamanaşımına uğradıkları doğrultusunda ek bilirkişi raporu düzenlenmiştir.
Mahkeme, ek bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar
vererek zamanaşımına uğrayan alacak kalemleri için dava dilekçesindeki talep
miktarlarını esas alarak karar vermiştir.
43. Bu durumda başvurucunun dava
tarihinde talep etmediği alacaklarını ıslah edebildiği, ancak davalının zaman
aşımı def’ini ileri sürmesiyle Mahkemenin 5 yıllık zamanaşımı süresi dolan
alacakları yönünden ıslah talebini reddettiği anlaşılmaktadır.
44. 6100 sayılı Kanun’da
düzenlenen belirsiz alacak davasının koşullarından birinin, davanın açıldığı
tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin alacaklıdan beklenememesi veya imkânsız olması olduğundan,
belirsiz alacak davasına ilişkin içtihatlar alacağın miktarının dava tarihinde
hesaplanmasının mümkün olup olmadığı konusunda kullanılabilecek kriterleri sunmaktadır.
45. “Fazla
mesai ve kıdem tazminatı istemi için talep konusunun miktarının taraflar
arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün
değildir. İşçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda,
talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli
olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru
değildir. Bu nedenle, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının
somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru
olacaktır.”(Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, E.2012/9-838, K.2012/715, 17/10/2012)
46. Zamanaşımı def’i ile ilgili
olarak ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında, müddeabihin
artırılmasının kısmi ıslah olarak kabul edilmesi sebebiyle ıslah edilen kısma ilişkin
zamanaşımının ancak ıslah tarihinde kesileceği, bu nedenle de bu kısma ilişkin
olarak zamanaşımı def’inin ileri sürülebileceğini belirtmiştir (E.2012/4-824,
K.2013/305, 06/03/2013). Somut başvuruya konu davanın
temyiz incelemesini yapan Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin görüşü de bu yöndedir.
47. Somut başvuruya konu dava
kıdem ve ihbar tazminatları, yıllık izin, ücret ve fazla mesai alacaklarına
ilişkindir. Yargıtay içtihatlarında, işçi alacaklarına ilişkin miktarlar
davanın açıldığı tarihte tam ve kesin olarak tespiti mümkün olup olmadığının
somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Teknik ve hukuki uzmanlık gerektiren
hesaplamalar yapması her durumda beklenmemekle beraber, başvurucunun hizmet
akdi ile ne kadar süre ile çalıştığını bilmesi gerektiği açıktır. Niteliği
itibarıyla somut davaya konu alacakların dava açıldığı tarih itibarıyla ilgili
mevzuata göre en azından hukuken daha altında ücret kabul edilmeyen asgari
ücret rakamları üzerinden hesaplaması mümkün görünmektedir.
48. Islah edilen alacakla ilgili
olarak ise; zamanaşımı konusundaki genel hükümler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
ve iş davalarına bakan Yargıtay dairesinin zaman aşımı def’inin ileri
sürülebileceği konusundaki içtihatları avukatla temsil edilen başvurucu için
hukuki durumun önceden bilinemeyecek şekilde bir hukuki belirsizlik
taşımadığını göstermektedir.
49. Ayrıca zamanaşımına sebep
olan unsurlar ayrı ayrı ele alındığında, öncelikle 5 yıllık zamanaşımı
süresinin geçmesinde en büyük payın başvurucuya ait olduğu görülmektedir. Zira
başvurucu iş akdi 1/11/2003 tarihinde feshedildiği
halde alacak davasını 25/4/2006 tarihinde yani yaklaşık 2 yıl 6 ay sonra dava
açarak zamanaşımı süresinin yarısının geçmesine sebep olmuştur. Bunun yanında
başvurucu çalıştığı hizmet süresinin tespiti amacıyla başka bir mahkemede dava
açarak sonucunun beklenmesini her duruşmada Mahkemeden istemiştir. Başvurucunun hukuki yardım aldığı ve hizmet tespit davasının diğer
dava için zamanaşımı süresini durdurduğuna dair bir yasa hükmünün bulunmadığı
gözetildiğinde hizmet tespit davası açmış olması aynı ilişkiden doğan diğer
davasını takip etmeyi engelleyen bir durum olmayıp, başvurucunun davasını takip
ederek zamanaşımına uğramaması için gereken özeni gösterme sorumluluğu dava
süresince devam etmektedir.
50. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “mahkemeye erişim hakkının” ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
51. Başvurucu, işçilik
alacaklarının tahsili amacıyla açtığı davanın, makul süre sınırını aşarak
yaklaşık 7 yılda tamamlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
52. Adalet Bakanlığı görüşünde,
yargılama süresinin makul olup olmadığını incelerken her olayın kendine özgü
koşullarını, davanın karmaşık olup olmadığını, yargılama süresince tarafların
gösterdiği davranışlar ve yetkili makamların tutumlarını, davanın başvurucu
açısından taşıdığı önem gibi hususları dikkate alındığını belirtmiş, somut
başvuruda davanın yaklaşık yedi yıl sürdüğünü ve yargılamanın uzun sürmesinde
başvurucu tarafça ara kararların yerine getirilmemesi, ek süre istenmesi ve
mazeret dilekçesi vermesi hususlarının da etkili olduğu belirtilmekle birlikte,
asıl uzamaya neden olan faktörün başvurucunun açtığı hizmet tespit davasının
bekletici mesele yapılması olduğu ifade edilmiş, başvurucunun yargılama
süresinin uzun olduğuna yönelik şikâyetleri incelenirken bu hususların da göz
önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
53. Başvurucu, Adalet
Bakanlığının görüşüne karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki beyanlarını
yinelemiştir.
54. Anayasa’nın 36. maddesinin “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
55. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar … konusunda karar
verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
isteme hakkına sahiptir …”
56. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil olup, Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
gereği, bu hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği
açıktır (Bkz., B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
Başvuru konusu olayda, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, ücret ve
fazla mesai alacaklarının tahsili amacıyla açılan davanın yargılamasının,
medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku
bulunmamaktadır.
57. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/673, 19/12/2013, § 27).
58. Makul süre incelemesinde;
yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava
malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması; tarafların
genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki
etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat
ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle
ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar
ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve
yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip
gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce
gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine
ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 58)
59. Kanun koyucu iş hukukunun
çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak
genel mahkemeler dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş
davalarının konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz
bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Bu doğrultuda 5521 sayılı
Kanun’da, yazılı yargılama usulüne göre daha çabuk sonuçlanması amacıyla iş
mahkemelerinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağı öngörülmüş ve başvurucunun
açtığı hizmet tespiti davasında da bu hüküm uyarınca, 6100 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girdiği tarih olan 1/10/2011 tarihine kadar
1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 473 ila 491. maddelerinde
düzenlenen sözlü yargılama usulü uygulanmıştır (B. No: 2013/3442, 20/3/2014, §
39).
60. 6100 sayılı Kanun’un 30.
maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu
amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan
kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun
yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü
getirilmiştir. Bu durumda hizmet tespiti davalarında takip edilmesi gereken
yargılama usulü de 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011
tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur (B. No: 2013/772, 7/11/2013,
§ 64).
61. Somut başvuruda makul süre
incelemesi yapılırken işçilik alacağı davasının başvurucu için taşıdığı değer
ve başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurularak, yargılama sürecindeki
gecikmeler ve gecikmeye neden olan unsurlar ile bunların gecikmedeki toplam
etkisinin tespiti gerekmektedir.
62. Başvuruya konu süreç, dava
tarihi olan 25/4/2006 tarihinde başlamış, Yargıtay 22.
Hukuk Dairesinin 14/3/2013 tarihli onama kararı ile sona ermiştir. Bu durumda
yargılama süreci yaklaşık 7 yıl sürmüştür. Yargılama sürecinin yaklaşık 6
yıllık kısmı ilk derece yargılamasında geçerken 1 yıllık kısmı ise kanun yolu
incelemesinde geçmiştir. İlk derece yargılaması toplam 22 celseden oluşmaktadır
ve celse araları ortalama 3 aydır.
63. İlk derece yargılamasının 27/11/2007 tarihli duruşmadan 20/07/2010 tarihli duruşmaya
kadar yaklaşık 2 yıl 8 aylık kısmının başvurunun açtığı hizmet tespit davasının
sonucunun beklenilmesi için geçtiği anlaşılmakla birlikte yargılamanın
uzamasının tek sebebinin bu olmadığı görülmektedir.
64. Mahkemece 20/7/2010
tarihinde yapılan duruşmada dosyanın bilirkişiye gönderilmesi kararı verilerek
4 ay sonraya duruşma günü verilmiş olmasına rağmen 4 ay sonra yapılan duruşmada
dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmediği anlaşılmış, bunun üzerine
mahkeme, bilirkişiye göndermeyi ertelemiş ve tanıkların dinlenmesi sonrasında
gönderilmesi kararı almıştır. Tanıkların dinlenmesi aşamasının tamamlanmasından
sonra dosyanın bilirkişiye gönderildiği ve 10/10/2011
tarihli bilirkişi raporunun 7 ay sonra geldiği de göz önünde bulundurulduğunda
dosyanın bilirkişiye geç gönderilmesi ve bilirkişi raporunun hazırlanmasının
gecikmesi de yargılama süresinin uzamasında bir etkendir.
65. Ayrıca gerek idari birimlere
gerekse diğer mahkemelerin Mahkemenin yazdığı müzekkerelere zamanında cevap
vermemesi ve talimatların zamanında yerine getirilmemesi ve bu nedenle
Mahkemenin delil ve tanık ifadelerini toplamada gecikmesi de yargılamanın
uzamasına sebep olmuştur.
66. Başvurucu vekilinin 20/3/2007 tarihli duruşmada alınan 1 No.lu ara kararın
yerine getirilmemesi, 31/5/2007 tarihli duruşmada ise önceki duruşmada alınan
ara kararın gereğini yerine getirmek için süre istemesi, 25/3/2008 ve
10/12/2009 tarihli duruşmalarda mahkemeye mazeret dilekçesi vermesi yargılama
sürecinin uzamasına etki etse de bu etkinin yaklaşık 7 yıl süren yargılamada
süresi içinde önemli yer tutmadığı anlaşılmıştır.
67. Başvurunun konusu davada yargılamanın
makul süreyi aşarak yaklaşık 7 yılda tamamlanmasının temel nedenlerinin duruşma
aralıklarının uzun tutulması, tespit davasının bekletici mesele yapılarak
sonucunun beklenmesi, bilirkişiye dosyanın geç gönderilmesi, Mahkemece gerek
idari birimlere gerekse diğer mahkemelere yazılan müzekkere ve talimatların
gereğinin zamanında yerine getirilmemesidir.
68. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu hizmet tespiti davası; delillerin toplanmasında ve
tanıklara ulaşmada karşılaşılan ve devletin sorumluluğunda olan zorluklar
dışında (Bkz., B. No: 2013/3442, 20/3/2014, § 44, 45) hukuki
meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin
toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf ve tanık sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.
69. Adalet Bakanlığı görüşünde,
işçilik alacaklarının tahsili istemiyle açılan alacak davasının 7 yıla yakın
bir sürede karara bağlanmasının en büyük nedeninin tespit davasının bekletici
mesele yapılması olduğunu belirtmiş olsa da bu sürenin toplam yargılama
süresinin % 40’lık bir kısmını oluşturduğu görülmektedir. Yargıtay’ın hizmet
tespiti davasının işçilik alacakları istemli açılan davalarda bekletici mesele
yapılması gerekliliğine ilişkin kararları olmakla birlikte (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E.2006/6640,
K.2006/27071, 16/10/2006), yargılama sürecinin kalan
kısmı ve uzamaya neden olan sebepler ile iş ilişkisinden kaynaklanan
uyuşmazlıkların niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun
davadaki menfaati dikkate alındığında, yaklaşık 7 yıl süren davanın makul
sürede tamamlanmadığı sonucuna varılmıştır.
70. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
71. Başvurucu, mahkemeye erişim
ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini belirterek 10.000,00 TL
maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
72. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.
…”
73. Başvurucu başvuruya konu iş
mahkemesinde görülen işçilik alacağı davasının uzun sürmesi nedeniyle bazı
alacaklarının zamanaşımına uğradığını iddia ederek maddi tazminat talep etmişse
de başvurucunun makul süre dışındaki, bu şikâyeti hakkında ihlal olmadığı
yönünde karar verilmiştir. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber,
tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
74. Başvuruya konu iş
mahkemesinde görülen işçilik alacağı davasının, başvurucunun kişisel yararı ve
davanın başvurucu için taşıdığı değer de göz önünde bulundurulduğunda, yaklaşık
yedi yıl sürmesi sebebiyle başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren
6.500,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
75. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,38 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya takdiren 6.500,00 TL
manevi TAZMİNATÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin
REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
H. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
17/7/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.