TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSAMETTİN KEMAL ESİNER
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1949)
|
|
Karar Tarihi: 24/6/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan
ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal
TERCAN
|
|
|
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir
ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Bahadır
YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Hüsamettin
Kemal ESİNER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, adına düzenlenen
ödeme emrine karşı açtığı davanın reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede
sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 2., 12., 17.,
21., 35. ve 38. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 11/3/2013
tarihinde Edirne Vergi Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön inceleme neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 24/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 9/12/2014 tarihli görüş yazısı 22/12/2014 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevap
sunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun, adına
düzenlenen ödeme emrinin iptaline karar verilmesi istemiyle 20/1/2006
tarihinde açtığı dava, İstanbul 9. Vergi Mahkemesinin 20/12/2006 tarih ve
E.2006/207, K.2006/2948 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi
şöyledir:
"Dosyanın incelenmesinden, davacının 14.05.1997 gün ve
97/8 sayılı yönetim kurulu kararı ile istifa ile boşalan yönetim kurulu üyeliğe
atanarak bu karar 16.6.1997 gün ve 4311 sayılı Ticaret Sicili Gazetesi ile ilan
edilmiştir. 19.09.1997 tarihinde yapılan 06.10.1997 tarih ve
4391 sayılı Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edilen olağanüstü genel kurul
kararı ile yönetim kurulu üyeliği onaylanmış ve yeniden seçilen yönetim kurulu
üyeleri arasında yer almadığından bu tarihte yönetim kurulu üyeliği sona ermiş
olup, dolayısıyla 14.5.1997-19.09.1997 tarihleri arasında yönetim kurulu
üyeliğinde bulunmuştur.
Bu durumda dava konusu amme alacağının beyan tarihi ile
tahakkuk ve vade tarihinde şirket yönetiminde bulunan davacının vadesinde
ödenmeyen ve şirketten tahsil imkanı bulunmayan vergi
borcundan sorumlu olduğundan düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka aykırılık
görülmemiştir."
8. Danıştay Yedinci Dairesi, " 14.5.1997 gün ve 1997/9 sayılı yönetim kurulu
kararıyla Şirketin yönetim kurulu üyeliğine seçilen davacının, Şirketi temsil
ve ilzama yetkili üyeler arasında gösterilmediği; 6.10.1997 tarih ve 4391
sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edilen 22.9.1997 gün ve 1997/18
sayılı yönetim kurulu kararında da, davacının yalnızca yönetim kurulu üyesi
olduğu; Şirketi temsil ve ilzam hususunda yetkilendirilen birinci ve ikinci
derece imza yetkilileri arasında ismine yer verilmediği anlaşılmakla, kanuni
görevleri yerine getirme hususunda yetki ve sorumluluğu bulunmayan davacının,
213 sayılı Kanunun yukarıda anılan 10"uncu maddesi uyarınca ödeme emri ile
takibinde hukuka uyarlık bulunmadığın, ..." gerekçesiyle yer
vererek 4/2/2010 tarih ve E.2007/1913, K.2010/1006
sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur.
9. İstanbul Vergi Dairesi
Başkanlığınca bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusunda, 14/5/1997 tarih ve 97/8 sayılı yönetim kurulu kararı ile
başvurucunun kurul üyeliğine atandığı, bu kararın 16/6/1997 tarih ve 4311
sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edildiği, anılan karardan sonra
birinci derece imza yetkisinin 9/6/1997 tarih ve 97/10 sayılı yönetim kurulu
kararıyla başvurucuya verildiği ve kararın 18/6/1997 tarih ve 4313 sayılı
Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edildiği, 1997 yılının Haziran
dönemine ilişkin uyuşmazlık konusu vergi borcunun vadesinin 20/7/1997 olduğu,
başvurucunun kanuni temsilcilik sıfatının 14/5/1997-19/9/1997 tarihlerini
kapsadığı, ödeme emri içeriği amme alacağının ödenmesi bakımından başvurucunun
gerek dönem, gerekse vade olarak hukuksal açıdan sorumlu olduğu hususlarına yer
verilmiştir.
10. Danıştay Yedinci Dairesi 26/11/2012 tarih ve E.2010/7783, K.2012/6205 sayılı
kararıyla karar düzeltme talebini kabul etmiş ve İlk Derece Mahkemesi kararını
onanıştır.
11. Bu karar başvurucuya 16/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. Bireysel başvuru, 11/3/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
13. 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait
vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi
cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i
amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan
doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer
alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu
kanun hükümleri tatbik olunur.
Türk Ceza Kanununun para cezalarının tahsil şekli ve hapse
tahvili hakkındaki hükümleri mahfuzdur.”
14. Aynı Kanun’un 54. maddesi
şöyledir:
" Ödeme müddeti içinde ödenmiyen
amme alacağı tahsil dairesince cebren tahsil olunur. Cebren tahsil aşağıdaki
şekillerden herhangi birinin tatbikı suretiyle
yapılır:
1. Amme borçlusu tahsil dairesine teminat göstermişse,
teminatın paraya çevrilmesi yahut kefilin takibi,
2. Amme borçlusunun borcuna yetecek miktardaki mallarının
haczedilerek paraya çevrilmesi,
3. Gerekli şartlar bulunduğu takdirde borçlunun iflasının
istenmesi."
15. Aynı Kanun’un 55. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
" Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere,
7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir
"ödeme emri" ile tebliğ olunur."
16. Aynı Kanun’un 62. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil
dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar
elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme
alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.”
17. Aynı Kanun’un 84. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Menkul mallar tahsil dairelerince, köylerde ihtiyar
kurullarınca haciz yapıldığı tarihin üçüncü gününden itibaren üç ay içinde
satışa çıkarılır.”
18. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi
Usul Kanunu’nun 10. maddesi şöyledir:
“Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatlar gibi tüzel kişiliği olmıyan
teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen
ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler
ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir.
“Yukarıda yazılı
olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi
sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınmayan vergi ve buna bağlı
alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu
hüküm Türkiye'de bulunmayan mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da
uygulanır.”
19. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3)
ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin
(3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 24/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
11/3/2013 tarihli ve 2013/1949 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, şirketi temsile
yetkili olmadığı ve amme alacağından sorumlu tutulamayacağına ilişkin bir çok
mahkeme kararının bulunduğunu, İstanbul 1. Vergi Mahkemesinin 14/9/2006 tarih
ve E.2006/199, K.2006/1636, İstanbul 1. Vergi Mahkemesinin 14/9/2006 tarih ve
E.2006/203, K.2006/1635, İstanbul 3. İdare Mahkemesinin 27/4/2007 tarih ve
E.2006/1283, K.2007/1139, İstanbul 4. Vergi Mahkemesinin 24/9/2007 tarih ve
E.2007/1394, K.2007/2182 ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 20/6/2007 tarih
ve E.2007/2764, K.2007/7286 sayılı kararların bunlara örnek olarak
gösterilebileceğini, başvuruya konu kararın bu nedenle çelişkili olduğunu, amme
alacağına konu dönemde şirketi temsil ve ilzam ile görevlendirilmediğini,
yargılamanın makul sürede bitirilmediğini, karar nedeniyle banka hesaplarına ve
konutuna haciz konulduğunu ve itibarının sarsıldığını belirterek, Anayasa’nın 2., 12., 17., 21., 35. ve 38. maddelerinde düzenlenen
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ödeme emri nedeniyle uğradığını ileri
sürdüğü maddi ve aynı tutarda manevi zararlarının tazmini talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvuru, yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığı, mülkiyet hakkının ihlal edildiği ve yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmadığı şikâyetleri yönünden değerlendirilecektir
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
23. Başvurucu, şirketi temsile
yetkili olmadığı için amme alacağından sorumlu tutulamayacağına ilişkin birçok
mahkeme kararının bulunduğunu, başvuruya konu kararın bu nedenle çelişkili
olduğunu, amme alacağına konu dönemde şirketi temsil ve ilzam ile
görevlendirilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
24. Adalet Bakanlığı, başvurunun
bu kısmı hakkında görüş sunmayacağını belirmiştir.
25. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
26. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
27. 6216 sayılı Kanun’un “Esas
hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı
yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal
edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile
sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
29. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
30. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini
ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili
iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz
olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye
alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin
bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Nadi
Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, §
22).
31. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, amme alacağına konu dönemde şirketi temsil ve ilzam ile
görevlendirilmediğini ve bu nedenle borçtan sorumlu tutulamayacağını ileri
sürmüş, İstanbul 9. Vergi Mahkemesi, başvurucunun 14/5/1997
gün ve 97/8 sayılı yönetim kurulu kararı ile yönetim kurulu üyeliğine
getirildiği, bu görevi 19/9/1997 tarihine kadar sürdürdüğü, dava konusu amme
alacağının beyan tarihi ile tahakkuk ve vade tarihinde başvurucunun şirket
yönetiminde bulunduğu ve şirketten tahsil imkanı bulunmayan vergi borcundan
sorumlu olduğundan düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle
davanın reddine karar vermiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay
Yedinci Dairesi, başvurucunun 14/5/1997 gün ve 97/8
sayılı yönetim kurulu kararı ile yönetim kurulu üyeliğine getirildiği, birinci
ve ikinci derece imza yetkisinin bulunmadığı, şirketi temsil ve ilzama ilişkin
bir görevinin olmadığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş ise de
bu karara karşı yapılan karar düzeltme dilekçesinde başvurucunun ödeme emrine
konu amme alacağının vade tarihi itibariyle başvurucuya birinci derece imza
yetkisinin verildiğine ilişkin 9/6/1997 tarih ve 97/10 sayılı yönetim kurulu
kararının bulunduğu ileri sürülmüş ve buna dair 18/6/1997 tarih ve 4313 sayılı
Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nin dilekçe ekinde sunulması üzerine Danıştay Yedinci
Dairesi karar düzeltme talebini kabul ederek İlk Derece Mahkemesi kararının
onanmasına karar vermiştir.
32. Diğer taraftan başvurucu
amme alacağından sorumlu tutulamayacağına ilişkin bir çok mahkeme kararının
bulunduğunu, İstanbul 1. Vergi Mahkemesinin 14/9/2006
tarih ve E.2006/199, K.2006/1636, İstanbul 1. Vergi Mahkemesinin 14/9/2006
tarih ve E.2006/203, K.2006/1635, İstanbul 3. İdare Mahkemesinin 27/4/2007
tarih ve E.2006/1283, K.2007/1139, İstanbul 4. Vergi Mahkemesinin 24/9/2007
tarih ve E.2007/1394, K.2007/2182 ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin
20/6/2007 tarih ve E.2007/2764, K.2007/7286 sayılı kararların bunlara örnek
olarak gösterilebileceğini, başvuruya konu kararın bu nedenle çelişkili
olduğunu ileri sürmüştür.
33. İstanbul 1. Vergi Mahkemesi,
şirketin vergi borçlarının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerinin iptali
istemiyle açılan davalara ilişkin olarak başvurucunun şirketi temsile yetkili
olmadığı gerekçesiyle iptal kararları vermiş ise de bu kararların temyiz
edilmesi üzerine Danıştay Dördüncü Dairesi, şirketin iflas işlemlerinin
tamamlanıp iflasın kapatılmadığı, amme alacağının tamamen veya kısmen şirketten
tahsil edilemeyeceği ortaya konulmadan kanuni temsilcinin takip edilmeyeceği
gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını sonucu itibarıyla onamış ve karar
düzeltme taleplerini reddetmiştir.
34. İstanbul 3. İdare Mahkemesi,
kaynak kullanımı destekleme fonunun tahsili için düzenlenen ödeme emrinin
iptali istemiyle açılan davada, fona ilişkin kredinin kullanma tarihinin 20/9/1997 tarihi olduğu ve başvurucunun bu tarih itibarıyla
şirket üzerinde bir yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle iptal kararı vermiştir.
35. İstanbul 4. Vergi Mahkemesi,
şirketin borçlarından dolayı haczedilen taşınmazın satışının yapılacağına ilişkin
işlemin iptali istemiyle açılan davada, Mahkeme iptal kararı vermiş, Danıştay
Dördüncü Dairesi, dava konusu işlemin tesis edilmesine dayanak alınan ödeme
emirlerine karşı açılan davada İstanbul 1. Vergi Mahkemesinin 14/9/2006 tarih ve E.2006/199, K.2006/1636 sayılı kararıyla
iptal kararı verildiği ve Daire tarafından temyiz isteminin reddedildiği
gerekçesiyle İstanbul 4. Vergi Mahkemesi kararının onanmansa karar vermiş,
karar düzeltme talebini de reddetmiştir.
36. İstanbul Bölge İdare
Mahkemesi, şirketin vergi borçları nedeniyle başvurucu adına düzenlenen ödeme
emirlerinin iptali istemiyle açılan davada verilen İstanbul 9. Vergi
Mahkemesinin ret kararını itirazen incelemesi
neticesinde, başvurucunun kanuni temsilci sıfatı ile şirketi temsil ve ilzama
yetkili olmadığı döneme ilişkin vergilerin tahsili için dava konusu ödeme
emirlerinden sorumlu olamayacağı ve borcun şirketten tahsilinin sağlanıp
sağlanamayacağı konusunda yeterli araştırma yapılmadığı gerekçesiyle İlk Derece
Mahkemesi kararını bozmuş ve ödeme emirlerinin iptaline karar vermiştir.
37. Görüldüğü üzere anılan
kararlarda sonuç itibarıyla başvurucunun birinci derece imza yetkisine sahip
olduğu döneme ilişkin amme alacağından sorumlu olmayacağına dair bir sonuç
çıkmamakta ve ortada aynı konuya ilişkin birçok çelişik karardan söz etmeye de
olanak bulunmamaktadır.
38. Bu durumda başvurucu,
yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge
sunmamış olup, başvurucunun mahkemece delillerin değerlendirilmesinin, mevzuatın
yorumlanmasının ve verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile
getirdiği anlaşılmaktadır.
39. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir
keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
40. Başvurucu, ödeme emri
nedeniyle, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Adalet Bakanlığı görüşünde,
ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada İlk Derece Mahkemesinin davayı reddettiğini,
bireysel başvuru yolunun bir kanun yolu olmadığını, bu sebeple açık bir
keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin yerel mahkemelerin takdirine
karışamayacağını belirterek, bu hususların dikkate sunulması gerektiğini
değerlendirmiştir.
42. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan mülkiyet hakkı, Anayasa'nın 35. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne
(Sözleşme) Ek 1 No.lu Protokol'ün (1 No'lu Protokol)
1. maddesinde düzenlenmiştir.
43. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35.
maddesi şöyledir:
"Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
44. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1.
maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler,
devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek
veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini
sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları
hakka halel getirmez."
45. Anayasa'nın 35. maddesi
kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle
bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun,
Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir
menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi
gerekir (Cemile Ünlü, B. No.
2013/382, 16/4/2013, § 26).
46. Mülkiyet hakkı kişinin şahsında
mündemiç olmayıp, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında hukuki korumadan istifade
edilebilmesi açısından, öncelikle mülkiyet hakkının var olması aranır.
Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülk edinme talebini
değil, kişinin var olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu durum
hakkın kazanılmış olması veya mevcut olması şeklinde de ifade edilebilir (Zekiye Şanlı, B. No. 2012/931, 26/6/2014, § 33).
47. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, nelerin mülkiyet hakkına konu olabileceği
hususunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin
yorumundan bağımsız olarak "özerk bir
yorum" esas alınmaktadır (bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010
§ 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD],
B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye
[BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 129; Beyeler/İtalya [BD], B.
No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Iatridis/Yunanistan
[BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, § 54).
48. Anayasa'nın 35. maddesi ile
1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin
kapsamına, mevcut bir mülk ("existing possessions") girebileceği gibi alacak
hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001;
AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) veya yeterince icra edilebilir
kılınmış alacak hakları (“claims”) da girebilir. Bu kapsamda bir alacak
hakkı ya da talebin, mülkiyet hakkı kapsamında korunması için mahkeme hükmü,
hakem kararı veya idari karar gibi yeterli derecede icra edilebilir kılınması
halinde bir "mülk"
teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76) (Zekiye
Şanlı, § 35).
49. Mülkiyet hakkının sınırlamaları
ve güvenceleri açısından Anayasa’nın mülkiyeti bir hak olarak tanımlayan 35.
maddesinin 13. maddesiyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Anayasa'nın 35.
maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta; ikinci ve üçüncü
fıkralarda ise sınırlama ve güvence ölçütleri gösterilmektedir. Bu sınırlama ve
güvence ölçütlerinin Anayasa'nın 13. maddesi ışığında yorumlanması gerekir. Bu
kapsamda mülkiyet hakkı, özüne dokunulmaksızın, kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlanabilir. Ayrıca yapılan sınırlamalar Anayasa'nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzenine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz (Zekiye Şanlı, § 52).
50. Kanunla sınırlama ilkesi,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında vazgeçilmez bir unsur olup, bu
koşulun sağlanmaması durumunda diğer güvence ölçütlerinin değerlendirilmesinin
bir anlamı yoktur (Zekiye Şanlı,
§ 53).
51. Toplum yararı, ortak çıkar,
genel yarar gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla ifade edilen ve
bireysel çıkardan farklı, onun üstünde ortak bir yarar olan kamu yararı amacı
35. maddenin mülkiyet hakkı açısından öngördüğü özel sınırlandırma sebebi olup,
genel yarar ve toplumsal yarar gibi ifadeleri de kapsayacak şekilde geniş
yorumlanmaktadır (AYM, E.1999/46, K.2000/25, K.T. 20/9/2000).
Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde
getiren bir unsur olup, objektif bir tanımlamaya elverişli olmayan bu ölçütün
her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi asıldır (Zekiye Şanlı, § 54).
52. Mülkiyet hakkının Anayasa'nın
sözüne ve ruhuna uygun biçimde sınırlandırılması, bu kapsamda, Anayasa'nın
bütünü dikkate alınmak suretiyle bu hak için öngörülen ek güvencelere riayet
edilmesi ve kamu yararı dışında amaçlarla sınırlandırılmaması, ayrıca hakkın
özüne dokunulmadan ve ölçülülük ilkesine riayet edilerek sınırlandırılması
gerekmektedir. Mülkiyet hakkına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarında söz
konusu ölçütler çoğunlukla birlikte uygulanmakta ve bireyin hakkıyla kamu
yararı arasında kurulması gereken adil dengeye vurgu yapılmaktadır (AYM,
E.1999/33, K.1999/51, K.T. 29/12/1999). Bu noktada,
ihlal teşkil ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan kamu yararı
karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığı göz önünde bulundurulmalıdır.
53. 6183 sayılı Kanun’un 1.
maddesine göre kamu alacakları, Devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine ait
vergi, resim, harç, mahkeme masrafı, vergi cezası, para cezası, gecikme zammı
ve gecikme faizi gibi alacaklardır. 6183 sayılı Kanun’un esası, vergiler başta
olmak üzere kamu alacağını güvence altına almak ve ödenmediği takdirde kamu
alacağını zora dayanarak, Devlet gücü ve memurları eliyle tahsil etmektir (Hilal Özkök, B. No. 2013/2420, 14/1/2014, § 27).
54. 213 sayılı Kanun’un 10.
maddesinde, tüzel kişilerin ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden varlığından
tamamen veya kısmen alınmayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri
yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, 6183 sayılı Kanun’un 55.
maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını
ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları için ödeme emri tebliğ edileceği,
54. maddesinde, ödeme süresi içinde ödenmeyen amme alacağının cebren tahsil
olunacağı, 62. maddesinde, borcun tahsili amacıyla borçlunun kendi veya üçüncü
şahıslar elindeki menkul, gayrimenkul, alacak ve haklarından amme alacağına
yetecek miktarının tahsil dairesince haczedileceği ve 84. maddesinde, menkul
malların haczin yapıldığı günden itibaren üç ay içinde satışa çıkarılacağı
düzenlenmiştir.
55. Anılan mevzuat uyarınca,
başvuruya konu müdahalenin dayanağı olan kanuni düzenlemenin, somut olay
açısından müdahalenin hukukiliği şartının sağlanmış olduğu sonucuna
varılmaktadır.
56. Mülkiyet hakkına müdahale
oluşturan kamu gücü işleminin, meşru kabul edilebilmesi bakımından, kamu
yararını gerçekleştirme amacını taşıması ve müdahale sonucunda ortaya çıkan
yeni durumun ve bozulan yararlar dengesinin, birey açısından tahammül edilemez
bir boyuta ulaşmaması gerekir (Zekiye Şanlı,
§ 59).
57. Kişilerin kamuya olan borçlarının
tahsili için yasal düzenlemeler yapılmış olup, başvuruya konu olay açısından
şirketin kamuya olan borcunu süresi içinde ödememesi nedeniyle şirketin birinci
dereceli imza yetkisine sahip başvurucu adına borcun tahsili amacıyla ödeme
emri düzenlenmesinde kamu yararı olduğu açıktır.
58. Bu durumda incelenmesi
gerekin son husus ise mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup
olmadığıdır.
59. "İyi yönetişim" ilkesi, kamu yararı
kapsamında bir konu söz konusu olduğunda, kamu otoritelerinin, uygun zamanda,
uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No.
2013/711, 3/4/2014, § 68).
60. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun birinci derece imza yetkisine sahip yönetim kurulu üyesi olarak
görev yaptığı döneme ilişkin şirketin ödenmeyen vergi borcunun tahsili amacıyla
başvurucu adına ödeme emri düzenlenmiş, başvurucu tarafından ödeme emrinin
iptali istemiyle açılan dava ise reddedilmiştir.
61. Kamu idaresi, başvurucunun
kamuya olan borcunun tahsili amacıyla ödeme emri düzenlemiş olup, başvurucu
tarafından bu işlem nedeniyle ağır ve tahammül edilemez bir yük altına girdiği
yönünde bir iddiada bulunulmadığından, müdahalenin amacı ile başvurucuya
yüklenen külfetin orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle,
mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı
İddiası
63. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup, bu
şikâyet açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi şikâyette diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
64. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
65. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın
36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü
Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle,
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
66. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir
(Güher Ergun ve Diğerleri, §§
41–45).
67. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın
iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuru konusu olaya
bakıldığında Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruya konu edilen dava haciz
işlemi üzerine aracın satışına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davadır.
Bu durumda, makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıç tarihi somut
başvuru açısından davanın açıldığı tarih olan 20/1/2006
tarihidir.
68. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 52).
69. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, ödeme emrinin iptali istemiyle 20/1/2006
tarihinde dava açılmış, İlk Derece Mahkemesi 20/12/2006 tarihinde davanın reddine
karar vermiş, bu kararın temyiz edilmesi üzerine dava dosyası Danıştaya gönderilmiş, Danıştay Yedinci Dairesi 4/2/2010
tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş, bu karara karşı
yapılan karar düzeltme başvurusu üzerine 26/11/2012 tarihli kararı ile karar
düzeltme talebini kabul ederek İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar
vermiş ve uyuşmazlığa konu yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.
70. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif
maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (§ 19).
71. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal
kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar
ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun
yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz
önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde
karar verilmiştir (Selahattin Akyıl,
B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
72. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın ödeme emrinin iptaline yönelik olduğu,
davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı
bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık 7
yıl yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
73. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
74. Başvurucu, ödeme emri
nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi ve aynı tutarda manevi zararlarının
tazminini istemiş, ancak yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması
nedeniyle herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır.
75. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin
ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde
mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
76. Başvuruda, Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit
edilmiş olmakla beraber, başvurucu tarafından ödeme emri nedeniyle uğradığını
ileri sürdüğü maddi ve manevi zararlarının karşılanmasına ilişkin tazminat
talebinde bulunulduğu, oysa davanın makul sürede bitirilmemesi nedeniyle ihlal
tespit edildiği, bu nedenle uğranıldığı belirtilen zarar ile ihlal arasında
illiyet bağı bulunmadığından, başvurucunun maddi ve manevi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
77. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
C. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen
süre için yasal faiz uygulanmasına,
24/6/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.