TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET ZEKİ ÜÇOK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1966)
|
|
Karar Tarihi: 25/3/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 30/6/2015-29402
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Ahmet Zeki ÜÇOK
|
Vekili
|
:
|
Av. Celal ÜLGEN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında açılan
ceza davasında görevli olmayan mahkemede yargılandığını ve lehine olan
delillerin toplanması taleplerinin reddedildiğini, bu nedenle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş, yeniden yargılama ile maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/3/2013
tarihinde İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 2/6/2014 tarihli yazısı, 10/6/2014
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, görüşünü 25/6/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucunun, 2009 yılında,
Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olarak Kayseri ilinde yaptığı bir
soruşturma ile ilgili olarak, soruşturmanın şüphelilerinden biri olan astsubay
A.B., kendisine ve diğer iki astsubay olan O.G. ile İ.D.’ye işkence yaptığı iddiasıyla başvurucu hakkında suç
duyurusunda bulunmuştur. Müştekiler gözaltında bulundukları 4/3/2009
ve 8/3/2009 tarihleri arasında Kocasinan ve Melikgazi İlçe Jandarma
Komutanlığında nezarethanede tutulduklarını, uzun süre uykusuz
bırakıldıklarını, zamanında yemek verilmeyerek aç bırakıldıklarını,
bulundukları nezarethane koşullarının olumsuz olduğunu, soruşturmaya katılan
sivil şahıs G.D.’nin kendilerini hipnoz yapmakla
tehdit ettiğini ve sonuçta Fethullah Gülen grubu
olarak bilinen oluşumla ilişkilerini ve bir kısım suçlamaları kabul ettiklerini
ileri sürmüşlerdir.
8. 22/7/2009 tarihinde Kayseri
Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun askeri savcı olması ve soruşturma
yetkisinin Milli Savunma Bakanlığında olduğundan bahisle görevsizlik kararı
vererek dosyayı Milli Savunma Bakanlığına göndermiştir.
9. 24/5/2010 tarihinde, Genelkurmay
Başkanlığı Askeri Savcılığı soruşturma yetkisinin Kayseri Cumhuriyet
Başsavcılığında olduğu gerekçesi ile karşı görevsizlik kararı vermiştir.
10. Başvurucunun, karşı
görevsizlik kararına yaptığı itiraz, 31/8/2010
tarihinde Genelkurmay Askeri Savcılığınca reddedilmiştir.
11. Kayseri Cumhuriyet
Başsavcılığının 23/11/2010 tarihli iddianamesiyle
başvurucunun işkence yapmak suçundan üç kez cezalandırılması için kamu davası
açılmıştır. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:
“…şüpheli Ahmet Zeki Üçok'un, Hava Kuvvetleri Komutanlığı
Askeri Savcılığında Hava Hakim Albay olarak görev
yaptığı sırada, "Emre İtaatsizlikte Israr, Astlık-Üstlük Münasebetlerini
Zedeleme, Amir veya Komutanlarına Karşı Güven Hissini Yok Etmeye Matuf
Hareketlerde Bulunma" suçlarından dolayı haklarında Hava Kuvvetleri
Komutanlığı Askeri Savcılığının 2009/221 Esas sayılı evrakı üzerinden
soruşturma yürütülen ve suç tarihleri itibariyle Kayseri Hava İkmal Bakım
Merkezi Komutanlığında görevli Astsubay Ali Balta ile 12.Hava Ulaştırma Ana Üs
Komutanlığında görevli Astsubaylar Orhan Güleç ve İsmail Dağ hakkında ki
soruşturma işlemlerini yürütmek amacıyla yanında Askeri Savcı Yardımcısı Hava
Hakim Üsteğmen Özgür Tüfekçi ve sivil memur Şafak Canlı ile birlikte 03.03.2009
tarihinde Kayseri iline geldikleri. Şüpheli Ahmet Zeki'nin, 04.03.2009
tarihinde mağdurlardan Ali ile yaptığı ön görüşmeden sonra mağdur Ali'yi, yasal
haklarını ve üzerine atılı suçlamayı anlatmadan gözaltına aldırdığı.
Şüphelinin, 05.03.2009 tarihinde ise mağdurlar Orhan ve İsmail'in, ifade sahibi
sıfatıyla beyanlarını aldıktan sonra onları serbest bıraktığı. Şüphelinin,
04.03.2009 tarihinde mağdurlardan Ali'nin şüpheli sıfatıyla ifadesini aldığı. Mağdur Ali'nin, bu ifadesinde üzerine atılı suçlamaları kabul
etmediği. Bunun üzerine, şüphelinin, mağdur Ali'yi sorgulamaları için
jandarma istihbaratta görevli sivil görevlilere teslim ettiği. Şüphelinin,
07.03.2010 tarihinde mağdurlar İsmail ve Orhan'ı, yasal hakları ve üzerlerine
yüklenen suçları anlatmadan gözaltına aldırdığı. Sivil
jandarma görevlileri tarafından 04.03.2009 ile 07.03.2009 tarihleri arasında
sorgulanan mağdur Ali'nin, bir şeyler bildiği hususunda şüpheliye bilgi
verilmesi üzerine şüphelinin, kendisini daha önceden tanıdığı ve silahlı
kuvvetlerde yarbay rütbesi ile emekli olan, ayrıca Para-Psikoloji ve Hipnoz
konularında bilgisi ve deneyimi bulunan Gürol Doğan isimli şahsı telefonla
arayarak İzmir'den çağırdığı. Gürol Doğan'ın, aynı gün akşam saatlerinde
Kayseri iline geldiği ve şüpheli ile görüştükten sonra, gözaltında tutulan
mağdurlar ile gece geç saatlerde sırayla görüşmeler yaptığı. Gürol Doğan'ın,
mağdurlar ile yaptığı bu görüşmeler sırasında sorgu odasında mağdur ve Gürol
Doğan dışında kimsenin bulunmadığı. Gürol Doğan'ın mağdurlar ile bu şekilde
07.03.2009 ila 12.03.2009 tarihleri arasında birebir görüşmeler yaptığı. Bu
görüşmeler sırasında, mağdurlara, kendisinin hipnoz uzmanı olduğunu, soruşturma
savcısı Ahmek Zeki Üçok tarafından Kayseri iline
çağrıldığını, Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığının DYS sistemine kimin
müdahale ettiğini sorduğu. Mağdurların, ilk başlarda Gürol Doğan'ın bu
sorularına yanıt vermedikleri, ancak mağdurların sürekli uykusuz tutuldukları,
aç bırakıldıkları ve uygun olmayan şartlarda barındırıldıkları. Mağdurların, bu süreç içerisinde bedenen ve ruhen zayıf düştükleri.
Gürol Doğan'ın, küçük bir odada kalan, bedenen ve ruhen zayıf düşen
mağdurların gece geç vakitlerde yanlarına geldiği, karşılarına oturarak
yaklaşık 30 cm mesafeden mağdurlarla göz teması kurarak onları yorduğu. Yorgun
düşen mağdurlara, suçlarını itiraf etmelerini, itiraf etmedikleri takdirde göz
teması ve konuşmaları ile kendilerinden her türlü bilgiyi alabileceğini,
suçlarını itiraf etmeleri durumunda ise mağdurların serbest bırakılacağını
hatta silahlı kuvvetler tarafından ödüllendirilebileceklerini söyleyerek olumlu
ve olumsuz telkinlerde bulunduğu. Şüphelinin de sık sık mağdurlar ile
görüşerek, suçlamaları kabul etmelerini, kabul ettikleri takdirde mağdurları
serbest bırakacağını, subay olmaları için Genel Kurmay Başkanlığına yazı
yazacağını, istedikleri yerde görev yapabileceklerini, aksi takdirde ceza
alacaklarını ve ordudan atılacaklarını söyleyerek olumlu ve olumsuz telkinlerde
bulunduğu. Mağdurların, özellikle mağdur Ali'nin, yorgun düştüğü anlarda Gürol
Doğan'ın isteği doğrultusunda kendi el yazıları ile yazdıkları suç itirafı
mahiyetinde ki dilekçeleri Gürol Doğan'a verdikleri. Bu dilekçelerde ki
ifadelerin daha sonra bilgisayara aktarıldığı ve yazı haline getirtilerek
mağdurlara imzalattırıldığı, bu şekilde şüphelinin, Askeri Savcı sıfatıyla
04.03.2009 tarihinde mağdurlar hakkında yaptığı soruşturma sırasında,
07.03.2009 tarihinde, soruşturmanın sujesi olmayan
Gürol Doğan'ı, mağdurları tek başına sorgulaması için görevlendirdiği. Gürol
Doğan'ın da şüphelinin isteği doğrultusunda, 07.03.2009 ile 12.03.2009
tarihleri arasında özellikle gece geç vakitlerde mağdurlar ile bire bir
görüşmeler yaparak onları yorduğu, aşağıladığı, iradelerini olumsuz etkilediği
ve tedirgin hale getirdiği. Gürol Doğan'ın bu eylemleri nedeniyle ruhsal travma ve duygusal çöküntü içerisine giren mağdurların,
şüphelinin isteği doğrultusunda suç ikrarına yönelik itiraf dilekçeleri ve
ifade verdikleri anlaşılmaktadır. C.M.K.unun
148/1.maddesinde, şüphelinin beyanının , onun özgür iradesine dayanması
gerektiği, bu beyanı etkiyecek nitelikte kötü davranma, yorma veya bazı araçlar
kullanarak bedensel ve ruhsal müdahale yapılamayacağı belirtilmiş, aynı
maddenin 2.fıkrasında ise yasaya aykırı bir yarar vaat edilerek alınan ifadenin
geçerli olmayacağı belirtilmiş, yine Anayasanın 17/3.maddesinde, ayrıca
Türkiye'nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10.12.1948
tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 5.maddesinde,
04.11.1950 tarihli İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin
3.maddesinde, 10.02.1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya
Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin
1.maddesinde işkencenin unsurları tanımlanarak yasakladığı bildirilmiş olup; Bu
yasal düzenlemeler de tarif edilen işkence suçunun maddi unsurları dikkate
alındığında, şüphelinin, Askeri Savcı olarak mağdurlar hakkında yaptığı
soruşturma sırasında gerçekleştirdiği ve yukarıda açıklanan eylemlerinin T.C.K.unun 94/1.maddesinde düzenlenen ve aynı maddede
unsurları tanımlanan "işkence" suçunu oluşturduğu. Şüphelinin, aynı
soruşturma kapsamında 3 mağdura karşı gerçekleştirdiği bu eylemlerin T.C.K.unun 43/3.maddesi dikkate alındığında 3 ayrı işkence
suçunu oluşturduğunun kabulü gerektiği. Şüphelinin üzerine
atılı bu suçla ilgili savunma yapmadığı, aşamalarda ki savunma ve
dilekçelerinde, soruşturma usulü ile ilgili itirazlarda bulunduğu anlaşılmakta
ise de; Mağdurların ve vekillerinin aşamalardaki iddia ve beyanları, tanıklar
Özgür Tüfekçi, Şafak Canlı ve Mesut Balta'nın anlatımları, Kayseri 2.Ağır Ceza
Mahkemesinin 2009/340 Esas, 2010/223 Karar sayılı dava dosyası ve bu dosyanın
sanığı olan Gürol Doğan'ın anlatımları, mağdurların gözaltında tutulduklarına
ilişkin kayıtlar ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, şüpheli hakkında
atılı suçtan dolayı kamu davası açılmasını gerektirecek nitelikte kuvvetli suç
şüphesinin oluştuğu… anlaşılmakla; Şüphelinin yargılaması mahkemenizde
yapılarak, yükletilen suçları işlediği kanıtlandığında T.C.K.unun
94/1.maddesi.(Üç kez tatbiki) cezalandırılması…”
12. Anayasa Mahkemesi, 16/6/2011 tarih ve E.2010/32, K.2011/105 sayılı kararı ile
26/10/1963 tarih ve 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanunu’nun “Millî Savunma Bakanınca hazırlık soruşturması
açılmasına izin verildiği takdirde düzenlenmiş olan evrak gereği yapılmak üzere
ilgilinin görevli bulunduğu yere en yakın askeri mahkemenin savcısına
gönderilir” biçimindeki 25. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve iptaline, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla
30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal
hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından
başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Anayasa
Mahkemesinin sözü geçen kararı 27/10/2011 tarih ve
28097 sayılı Resmî Gazete’de yayımlamıştır.
13. Başvurucunun, Anayasa Mahkemesinin
iptal kararı nedeniyle dosyanın görevsizlik kararı verilerek Askeri Yargıtaya gönderilmesi yönündeki talepleri Mahkemece
reddedilmiştir.
14. Kayseri 1. Ağır Ceza
Mahkemesi, 7/10/2011 tarihinde aralarında hukuki ve
fiili irtibat bulunduğundan bahisle başvurucu hakkındaki yargılamanın Kayseri
2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/270 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine
karar vermiştir.
15. Kayseri 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin 17/4/2012 tarihli kararı ile başvurucunun
işkence yapmak suçundan üç kez cezalandırılarak toplam 7 yıl 6 ay hapis cezası
ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin karar
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Katılan mağdurların hava kuvvetleri komutanlığının 2009/221
esas sayılı soruşturması kapsamında 4/3/2009 ve
8/3/2009 tarihleri arasında Kocasinan ve daha sonra Melikgazi ilçe jandarma
komutanlığında nezarethaneye alınıp bu zaman dilimi içerisinde her 3 katılan mağdurun
uzun süre uykusuz bırakılıp, zamanında yemeklerinin verilmemesi suretiyle bazen
aç bırakılarak ve bulundukları nezarethane koşullarının olumsuz hale
getirilmesi ve yine bu soruşturmaya iştirak eden sivil şahıs sanık Gürol
Doğan’ın hipnoz yapma ve telkinleriyle irade ve irade beyanları etki altına
alınmak suretiyle, mağdurlardan İsmail ve Orhan’ın beyanlarını mağdur Ali’nin
beyanını teyit eder mahiyette ve DYS sistemine Ali’nin girdiği, aynı zamanda da
söz konusu soruşturmayla bağlantılı olarak Fethullah
Gülen grubuyla katılanı ilişkilendirmek, etki altına alınmış beyanlarında
yazılı isimler yardımıyla bu suçun işlendiğine dair kurgulanan örgüyü
tamamlamaya yönelik katılan mağdurların hukuki hakları ihlal edilerek maruz
kaldıkları eylemlerin soruşturmada görevli sanık Ahmet Zeki Üçok tarafından
gerçekleştirildiği ve emekli yarbay sanık Gürol Doğan’ın da sanığın bu suçuna
iştirak ettiğine dair mahkememizde tam bir vicdanı kanı hâsıl olmuştur…
5237 sayılı yasanın 94. maddesinde işkence suçu tanımlanmış
olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 17. md si ve Türkiye’nin uluslararası
sözleşmelere dayalı özellikle insan haysiyetinin tecavüzlerden korunması için
işkence teşkil eden fiillerin cezasız kalmaması amacıyla işkence fiilleri
bağımsız bir suç olarak tanımlanmış olup, işkence teşkil eden fiiller bir
yandan buna maruz kalan kişilerin vücut dokunulmazlığına ve onuruna saldırı
niteliği taşımakta, beden ve ruh sağlığını bozmaktadır. Diğer yandan işkenceye
maruz kalan kişi irade serbestisi bertaraf edildiği ve hatta algılama yeteneği
etkilendiği için duyduğu acı ve elemin etkisiyle gerçek dışı bazı açıklama ve
kabullenmelerde bulunabilir, bu nedenle belli bir suça ilişkin ikrar veya sair
delil elde etmek için başvurulan işkence gerçeğin ortaya çıkarılmasına ve adaletin
gerçekleşmesine engel olucu bir etki de doğurabilir. Böylece işkencenin ayrı bir suç olarak ceza
yaptırımı altına alınması ceza muhakemesinin maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmasına yönelik, amacının gerçekleştirilmesine de hizmet eder.
İşkence olarak bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan,
bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine algılama ve irade yeteneğinin
etkilenmesine aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir.
İşkence teşkil eden fiiller aslında kasten yaralama, tehdit, cinsel taciz
niteliği taşıyan fillerdir. Ancak bu fiiller ani olarak değil sistematik
şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedir. Bir süreç içinde süreklilik
arz eder tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojik ruh
sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin
olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi
işkencenin bu kapsamda işlenen fiillere nazaran daha ağır bir ceza yaptırımı
altına alınmasını gerektirmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 94/1. Maddesinde işkence suçu bir kişiye
karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine
algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine aşağılanmasına yol açacak
davranışlar olarak nitelendirilmiş olup, bu maddenin 2. fıkrasında belirtilen
nitelikli halleri incelediğimizde; bu suçun maddi unsuru yönüyle işkence
suçunun oluşabilmesi için, 1-failin kamu görevlisi olması veya kamu
görevlisinin eylemine iştirak eden olması, 2-fiili kamu görevi nedeniyle
işlemesi, 3-fiilin genel kastla işlenmesi, 4- fiilin insan onuruna aykırı
olması, 5- fiilin belli bir ağırlıkta olması, 6-fiilin mağdurun, a. bedensel
veya ruhsal yönden acı çekmesine veya b. algılama veya irade yeteneğinin
etkilenmesine veya c. aşağılanmasına yol açması gerekir.
İşkence niteliğindeki hareketler kişiye maddi ve manevi
yönden acı veya eza veren hareketlerdir. Hareketler manevi nitelikli de
olabilir hatta kişi üzerinde doğrudan müdahalede bulunmaksızın oluşturulan
ortam vasıtasıyla dolaylı olarak da işkence suçu işlenebilir. AİHM Yunanistan
hakkında yapılan bir başvuru ile ilgili olarak manevi işkencenin mümkün
olabileceğini kabul etmiştir.
Maddi unsuru oluşturan hareketler olarak AİHS’nin 3. Maddesi
de bu hususa ışık tutmuş ve AİHM ayakta tutma, göz bağı, sanığı kuvvetli gürültüye
maruz bırakma, uyutmama, yiyecek ve içeceğin azaltılmasına dair hareketleri
sorgulama tekniği olarak işkence kapsamında kabul etmiştir. İşkence suçunun
oluşması için genel kast yeterli olduğundan herhangi bir amaçla, saikle suç işlenebilecektir. Bir soruşturma kapsamında,
korkutmak, cezalandırmak, ayrımcılık yapmak gibi saiklerle
de bu suç işlenebilir. Bu suçun mağduru herhangi bir kimse olabilir, bu hususta
herhangi bir sınır getirilmemiştir.
Maddi ve manevi unsurlar: Yukarıdaki kanun metnine dayalı
olarak işkence suçunun maddi ve manevi unsurlarının tespiti yönü ile somut
olayı incelediğimizde,
Her 3 katılan mağdurun da gece ve gündüz uyutulmamaya
çalışılarak bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine sebebiyet verecek maddi
davranış ve ithamlara maruz kalmakla beraber, kimi zaman yemek verilmemek yada geç verilmek suretiye aç
bırakıldıkları ve hukuki hakları ihlal edilip hipnoz yapma ve telkinleri
kullanılmak suretiyle algılama ve irade yeteneklerinin etki altında
bırakıldıkları, CMK’daki göz altı süresi ve bu hususa
ilişkin haklarının ihlal edildiği, yine sanık savunması ve müdafi huzurunda
ifade verme hakları ihlal edilerek ifade vermeden önceki gecelerde katılan
mağdurlara yapılan kurgunun yazdırıldığı, soruşturma savcısı sanık Ahmet Zeki
Üçok’un huzurunda da el yazısıyla yazılmış bu yazıların dikte ettirilip
çıktısının alındığı, dolayısıyla katılan mağdurların şüpheli statüsünde olarak CMK’daki hakları ihlal edilmiş halde alınan ifadelerine
rağmen, yine de gözaltına alındıktan en geç 4 gün sonra hakim huzuruna
çıkarılmaları gerektiği halde, yani 8/3/2009 tarihinde 4 günlük gözaltı süresi
dolmalarına rağmen disiplin cezası bahanesiyle 17/3/2009 tarihine kadar oda
hapsinde tutuldukları, tüm bu nezarethane sürecinde katılan mağdurların
aileleriyle ve avukatlarıyla yasal hakları oldukları halde yasal hakları ihlal
edilerek görüştürülmedikleri, nezarethane şartları ve nezarethanede
şüphelilerin giriş çıkışı ile şüphelilerle görüşmeye ilişkin tutanakların ve
kamera kayıtlarının ibraz edilemediği, mahkememize ibraz edilen nezarethane
giriş çıkış ve görüş tutanağının da sanık Gürol Doğan’ın beyanıyla da
anlaşıldığı üzere gerçeği yansıtmadığı, geceleri sorguya giren sivil şahıslar
ile sanık Gürol Doğan’ın sorgulama yetki, sıfat ve görevi olmaksızın sorguya girip
tartaklama, küfür ve hakaret ederek aşağılama, aç bırakma, gece gündüz uykusuz
bırakma eylemlerine maruz kaldıkları ve geceleri sabaha kadar sorgulanıp
istenilen sözlü ifadelerin dikte ettirilmeye çalışıldığı, insanüstü yetenek ve
hipnoza dayalı yapılan tehdit ve telkinler ile mağdurların irade ve irade
beyanlarının etkilendiği, aynı zaman da sistematik yapılan bu davranışlar
neticesinde katılan mağdurların psikolojik etkilenmeleri sonucu katılan
mağdurlar hakkında adli tıp kurumunca alınmış raporlardan anlaşılan ruhsal
çöküntü ve ağır acı çekildiği göz önünde bulundurularak her bir katılan mağdur
yönüyle işkence suçunun maddi ve manevi unsurlarının gerçekleştiği
anlaşılmaktadır.
Eylemin nitelikli
unsuru olarak TCK nun 94/2-b maddesinde avukata veya diğer
kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla eylemin gerçekleştirilmesinin suçun
nitelikli hali olarak düzenlendiği ancak nitelikli halin oluşabilmesi için
kanunun bir metni olarak kabul edilen gerekçe kısmında kamu görevlisinin
görevinin gereğini yerine getirmiş olmasından dolayı işkence suçunun
gerçekleşmesi gerekmektedir ve burada TCK nun 87 ve
82 maddesine atıf yapmakta olup, buradaki düzenlemelerde de, söz konusu eylemde
mağdurun nitelikli hali olarak yapması gerekeni yerine getirmesi durumunu düzenlediğinden
ve somut olayımızda da katılanların yapması gerekeni yaptığından dolayı maruz
kalınan bir durum söz konusu olmadığı aşikardır.
Dolayısıyla, sanıkların eylemleri yönünden işkence suçunun nitelikli halinin
gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.
Sanıkların katılanlara yönelik eylemleri sonucu CMK’daki ifade alma ve sorgudan önce şüpheliye/sanığa
haklarının anlatılması (m.147), sanığın kendisini suçlamaya zorlanması yasağı
(m. 148), sanığın müdafi ile görüşme hakkı (m. 154), yakınlarına haber
verilmesi (m. 95), gözaltında ifade sırasında müdafiin
hazır bulunabilmesi ve müdafiin hazır bulunmaksızın
kolluk tarafından alınan ifadelerin hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli ve
sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınmaması (m. 148/4), susma hakkı
ve diğer hakları konusunda şüphelilerin aydınlatılması yükümlülüğü (CMK 90/4 md.,
yakalama gözaltı ve ifade alma yönetmeliğinin 6. md.),
gözaltı süresinin kısa tutulması gerekliliği, toplu olarak işlenen suçlarda
delillerin toplanması güçlüğü ve şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle Cumhuriyet
Savcısı gözaltı süresinin her defasında bir günü geçmemek üzere 3 gün süre ile
uzatılmasına yazılı olarak emir verip kimse bu süreler geçtikten sonra hakim
kararı olmaksızın hürriyetinden mahrum bırakılamaz (CMK m.91) şeklindeki yasal
düzenlemelerle koruma altına alınan katılanların haklarını ihlal ettikleri
anlaşılmıştır.
İştirak: İşkence suçunun faili kamu görevlisidir
(TCK.6/1-c). Kamu görevlilerinin hepsi fail olabileceğinden burada bir ayrım
söz konusu olmayıp suça bu sıfatı bulunmayanların iştiraki halinde TCK 40.
madde hükmü bir yana bırakılarak özel bir hükümle (m. 94/4) bunların da kamu
görevlisi gibi cezalandırılacağını belirtmektedir. Böylece kamu görevlisi
olmayanların TCK 40.madde gereğince yardım eden (TCK madde.39) olarak az ceza
ile kurtulmaları önlenmek istenmiştir. Bu durumda kamu görevlisi olmayan
kişilerin de kamu görevlisi gibi sorumlu olmaları gerekecektir.
TCK.40/2 ye göre ”özgü suçlarda ancak özel faillik niteliği taşıyan kişi fail olabilir bu suçların
işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak
sorumlu tutulur“. Bu genel kurala TCK.94/4 de bir istisna getirilmiştir: “Bu
suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi
cezalandırılır”. Bu hükümle kamu görevlisi olmamasına rağmen suça iştirak eden
ve genel kural gereği azmettiren veya yardım eden olarak cezalandırılacak olan
kişiler kamu görevlisi gibi fail olarak cezalandırılacaktır; dolayısıyla bu
müşterek faillik halini almaktadır.
Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, katılanlara
yönelik işkence suçunu kamu görevlisi olana sanık Ahmet Zeki Üçok un işlediği
ve kamu görevlisi olmayan sanık Gürol Doğan’ın ise bu sanığın eylemine iştirak
ettiği ve sanık Gürol un da TCK 94/4 maddesi kapsamında kamu görevlisi gibi
fail olarak kabul edilmesi gerekmiştir.
İçtima: İşkence suçunda ister aynı kişiye karşı farklı
zamanlarda olsun isterse birden fazla farklı kişiye olsun işkence suçu
bakımından zincirleme suç hükümleri uygulanmaz; fail mağdur sayısınca
cezalandırılacaktır (TCK43/3). Aynı kişiye karşı işlenen işkence suçunun
işlemleri niteliğindeki hareketler ise farklı zamanlarda olsa bile tek bir
işkence suçu söz konusu olur; işkenceyi oluşturan suçların hakaret yaralama
gibi başka suçları da oluşturduğu taktirde fikri
içtima kurallarını uygulamak gerekir. Kanunda belirtilen hareketler seçimlik
nitelikte olduğundan mağdurun hem acı çekmesine hem de aşağılanmasına yol
açacak hareketlerin yapılması durumunda iki ayrı işkence suçu değil, tek bir
işkence suçu söz konudur. Aynı şekilde suçun sistematik ve sürekli olması
gerektiğinden bu sistematiklik veya sürekliliği sağlayan hareketler ayrı ayrı
birden fazla işkence suçunu değil tek bir işkence suçunu oluşturur.
İçtima hükümlerine ilişkin bu bilgiler ışığında somut olaya
bakıldığında, sanıkların eylemlerinin her bir katılan mağdura yönelik olarak
ayrı ayrı işkence suçunu oluşturduğu ve bu nedenle 3 ayrı işkence suçundan
sorumlu tutulmaları gerekmiştir.
İstanbul Protokolü Kapsamında: Türkiye’nin taraf olduğu
evrensel ve bölgesel nitelikteki insan hakları sözleşmeleri içinde işkenceyi
tanımlayan tek belge BM İşkenceye Karşı Sözleşme’dir.
Sözleşmede yer alan tanım, başlangıç kısmında da belirtildiği şekliyle BM
İşkenceye Karşı Bildirgeden uyarlanmıştır. Sözleşmenin
birinci maddesindeki bu tanımdan çıkarılacak unsurlar şunlardır: 1. İşkencenin
bilerek ve isteyerek yapılmış kasıtlı bir eylem olduğu, 2. Fiziksel ve zihinsel
ağır, acı, ya da ıztırap verici olduğu, 3. İşkence
eyleminin, a. Bilgi edinmek ya da itiraf elde etmek, b. Gerçekleşen ya da
gerçekleştirildiğinden şüphelenen eylemden ötürü cezalandırmak, c. Korkutmak ya
da sindirmek, d. Ayrımcılığın herhangi bir türüne dayanan bir nedenle yapılmış
olması, 4. Bu eylemi bir kamu görevlisinin ya da onun rızası veya onayı ile bir
üçüncü kişinin yapmış olması, 5. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanmış veya
yaptırımın doğası gereği olan arizi biçimde ortaya
çıkan acı veya ıztırap olmaması.
Sözleşmenin iç hukuk açısından bağlayıcılığı göz önüne
alındığında bu tanımın iç hukuk bakımından da öncelikle dikkate alınması
gerektiği ve TCK da düzenlenen işkence suçunun da bu kriterleri
taşıdığı anlaşılmaktadır.
AİHS’in 3. maddesinde de işkence ve kötü muamele
kavramları tarif edilmemekle beraber, bilindiği üzere, sözleşme otonom
nitelikte olup yani eylemler ve buna ilişkin mahkemenin uygulamaları ile canlı
bir varlık halinde hayatını devam ettiren AİHS nde
aranan kriterleri de yine AİHM’in
işkenceyi diğerlerinden ayırt etmek üzere başlıca üç kurucu unsuru içerdiğini görürüz.
Birincisi, mağdura uygulanan muamelenin vermiş olduğu fiziksel ya da zihinsel ızdırabın yoğunluğu. İkincisi, bu muamelenin iradi yani
bilerek isteyerek gerçekleştirilmiş olması ve nihayet üçüncüsü itiraf, bilgi
almak veya cezalandırmak gibi belli bir amaç. Kuşkusuz burada da en önemli
unsur olarak acının yoğunluğu. Bunun tespiti bakımından da muamelenin süresi,
mağdur üzerindeki etkileri, izlenen amaç gibi bir takım soyut ölçütler
kullanılır. AİHS sisteminde bunlara ilk kez komisyon tarafından Yunanistan
kararında değinilmiştir.
İrlanda Birleşik Krallığı davasında AİH Komisyonu fiziksel
şiddet dışında derin endişe ve strese yol açan zihinsel ızdırapların
da işkence olabileceğini söylemiş, yine bu davada işkence olgularının olup
olamayacağını tartışmış ve gözaltına alınan başvuruculara sorgulamada
kullanılan beş farklı kombine tekniği içerisinde, ayakta bekletilme ve uykusuz
bırakılmayı da işkence kapsamındaki sorgu tekniği olarak nitelendirmiştir. Dolayısıyla Komisyon işkence için fiziksel
acının yanı sıra psikolojik acıların derin endişe ve ızdırapların
da işkence içinde görülebileceğine karar vermiştir.
Ülkemizin de taraf olduğu ve iç hukuk yönüyle bir teamüller
demeti olan İstanbul Protokolü kapsamında, işkence iddialarında mağdurda
yapılan muayenede fiziksel bulgunun tespit edilememiş olması ya da tanısal
incelemelerde pozitif bir sonuç alınamamış olması işkencenin olmadığı anlamında
yorumlanamaz. Unutulmaması gereken ve altı kalınca çizilmesi gereken diğer bir
husus da işkencenin sadece bedene ait fiziksel lezyonlarla kendisini
göstermeyeceği gerçeğidir. İşkence en büyük travmayı
kişinin ruhsal bütünlüğünde yapmaktadır. Bu nedenle her işkence iddiasında
mutlaka ruhsal travmanın varlığı ve boyutları
araştırılmalıdır. Bu nedenle psikiyatrik muayenenin yaptırılması ve raporun
aldırılması etkin soruşturmanın gereği olup işkence iddialarında psikiyatri konsültasyonu mutlaka istenmelidir. Bu kapsamda da
mahkememizdeki derdest davada soruşturma evresinde ikmal edilmeyen bu husus
kovuşturma evresinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulundan rapor
alınması suretiyle ikmal edilmiş, yine katılan Ali Balta’nın Gülhane Askeri Tıp
Akademisinde psiklojik tedavisine ilişkin evraklar
ile hakkında verilen raporların olaylı birer sureti dosya içerisine konulmuştur.
Hava Kuvvetleri Komutanlığının 2009/221 soruşturma nolu dosyası incelendiğinde; getirtilen bu klasörlerin
içerisinde 4304 sayfa nolu tutanakta Askeri
savcılığının 18 mart 2009 tarihli TİB e hitaben
yazılmış müzekkere de, CMK kurallarına riayet edilmediği ve yine söz konusu
klasörler içerisinden suret alınmak üzere dosyaya konan belgelerden anlaşıldığı
üzere, ilgili kişiler hakkında süresi içerisinde mahkemede alınmış onaylarda
olmadığı halde aramalar ve elkoymaların yapıldığı
anlaşılmaktadır. Dosya içerisine konan sanık Ahmet Zeki Üçok tarafından yapılan
soruşturma dosyasında 467-468-469-470-471-472 ve 473 sayfa nolu
tutanakta C. Savcılığının kendi yazılı beyanları kapsamında mahkeme kararı
olmaksızın evinde ve işyerinde arama yapılan 20 kişinin olduğu, iletişimin
dinlenmesine ilişkin mahkeme kararı olmaksızın 48 kişinin dinlendiği sabit
olup, yine 4289 sıra nolu askeri savcılığın kendi
tutanağında da belirtildiği üzere, CMK’nun 217/2
maddesine aykırı olarak CD’lerin ve cevabi yazıların delil olarak kabul
edilemeyeceği, yine CMK nun 137 maddesi gereğince hakim onayı alınmadığı halde ve en geç 10 gün içerisinde yok
edilmesi gerektiği halde üzerinden 9 ay gibi uzunca bir zaman geçmesine rağmen
imha edilmeyen kayıtların mevcut olduğu ve hukuka aykırı yöntemlerle elde
edilen CMK nun 230/1-b maddesi gereğince üzerinden
geçen zaman dilimine de istinaden imha edilemeyip tüm bu dökümlerin tutanak
altına alınarak ayrı bir dosyada muhafaza edildiği ve delillerin imha
edilmesinin de yanlış, hukuki ya da hukuki olmayan yorumlara sebebiyet vereceği
yönündeki kanaatleri içeren tutanakları mevcuttur.
Hava Kuvvetleri komutanlığı Askeri savcılığına mahkememizce
yazılan müzekkere cevabı olarak, 01.02.2010 havale tarihli yazılarda yine Orhan
Güleç, İsmail Dağ ve Ali Balta nın gözaltı sürelerini
her defasında 24 saati geçmemek üzere soruşturmayı yürüten askeri savcı
tarafından gözaltı sürelerinin uzatıldığına dair kararların Orhan, İsmail ve
Ali ye tebliğ edildiğine dair herhangi bir tebliğ ve tebellüğ belgesinin
bulunmadığı bildirilmiştir.
Katılan Ali Balta hakkında resmi belgede sahtecilik,
astlık-üstlük münasebetlerini zedeleme, amir veya komutanlara karşı güven
hissini yok etmeye matur hareketlerde bulunmak
suçlarından Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesine açılan kamu
davasında yapılan yargılama sonucunda; aynı mahkemenin 07/10/2011
tarih ve 2011/20-123 E.K sayılı kararı ile atılı suçlardan ayrı ayrı beraatine karar verildiği anlaşılmıştır.
Yukarıdaki izah edilen pozitif hukuk normlarına aykırı
yapılan soruşturmada ihlal edilen kuralların çokluğu ve çeşitliliği gözönüne alındığında, bu soruşturmaya ilişkin elde edilen tüm
belge, beyan, ifade ve delillerin ve yine hüküm tesisine dayanak teşkil
edebilecek ifadeler ile bu ifadelerin alındığı zaman mefhumu da dahil olmak üzere hiçbir olguya itibar edilemeyeceğine dair
mahkememizde kanaat hasıl olmuştur.
Her ne kadar sanıklar üzerlerine atılı suçu işlemediklerini
savunmuş iseler de, Sanık Gürol Doğan ın herhangi bir
yetki ve sorumluluk olarak resmi sıfatı olmaksızın kendi savunmasında da
belirttiği üzere, katılanlarla ilgili yapılan soruşturmaya iştirak ettiğini
beyan edip, zımni ikrarda bulunmuş olması, kendisinin özellikle hipnoz
konusunda uzman olduğunu ve parapsikolog olduğunu
beyan etmiş olması, katılanlar hakkında yütürülen
soruşturma ile herhangi bir ilgisi bulunmamasına karşın özellikle başlangıçta
iddialara ilişkin herhangi bir anlatımda bulunmayan katılanların
konuşturulmasına yönelik olarak bu konularda uzman olması nedeniyle sanık Gürol
un çağrıldığına dair beyanları, sanık Gürol un katılanların konuşturulması ve
konuşturulması için zorlanması dışında söz konusu soruşturmaya iştirakini
gerektirir herhangi bir sebebin bulunmaması, katılanların gerek soruşturma
gerekse kovuşturma aşamasındaki istikrarlı ve samimi beyanları, yine sanık
Gürol un katılanlara ilişkin yürütülen soruşturma da görev aldığına ve
özellikle sabahları yorgun olduğuna ve uyumaya gittiğine, akşamları ise
mesaisinin yeni başladığını ifade ettiğine ve sabahları elinde el yazısı ile
yazılmış bir takım belgelerin bulunduğuna, bu belgelerin sonradan ifade
olduğunu öğrendiğine, belgeler üzerinde sanık Ahmet Zeki Üçok ile sanık Gürol
un birlikte görüştüklerine ve kendisinin bu konuşmalar sırasında dışarı
çıkarıldığına dair katılanlar hakkında yapılan soruşturmada görevli tanık
askeri savcı Özgür Tüfekçi nin beyanları ve bu
beyanların katılanların uykusuz bırakıldıklarına ve geceleri kendilerine bir
kısım beyanların dikte ettirilip el yazıları ile yazdırıldığına dair
beyanlarını doğrular mahiyette olması, katılanlar Orhan ve İsmail in gözaltında
bulundukları süre içerisinde katılan Ali yi
gördüklerinde, katılan Ali nin bulunduğu psikolojik
duruma ilişkin anlattıkları olumsuz tablo, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri
Savcılığının 01/02/2010 tarihli cevabi yazısı ile
katılanların gözaltı sürelerinin uzatıldığına dair kararların katılanlara
tebliğ edildiğine dair tebliğ-tebellüğ belgesinin bulunmadığını bildirir cevabi
yazı, Hava Kuvvetleri Komutanlığının 2009/221 soruşturma nolu
mahkememizce incelenen dava dosyasındaki hukuk ihlalleri birlikte
değerlendirildiğinde, sanıkların savunmalarına itibar etmenin mümkün
bulunmadığı ve savunmalarının kendilerini suçtan kurtarmaya yönelik olduğu
kanaatine varılmıştır.
…
Sanık müdafileri her ne kadar yargılamanın değişik
aşamalarında bir den fazla konuya ilişkin olarak tevsii tahkikat talebinde
bulunmuşlar ise de, söz konusu taleplerin esasa etkili olmayacağına dair
mahkememizce ayrıntılı açıklamalar ile bu taleplerinin reddedildiği ve
özellikle karar duruşmasının yapıldığı son celse sanık müdafilerinin aşama aşama taleplerde bulunup, bu taleplerinin reddedilmesi
üzerine, daha evvel hazırlanmış başka taleplerini mahkememize yazılı olarak
iletmiş olmaları, talepleri önceden yazılı olarak hazır olmasına rağmen bir
seferde mahkememize iletilmemiş olmaları, mahkememizce daha evvel beyanları
tespit olunmuş bir kısım tanıkların yeniden dinlenilmelerini talep etmeleri ve
yine sanıklara ve sanık Ahmet Zeki müdafilerine iddia makamının esas hakkındaki
mütalaasının tebliğ ve tefhim edilmesinden uzunca bir süre geçmiş olmasına ve
mütalaanın verilmesinden sonra bir kaç duruşma daha yapılmış olmasına karşın
sanık Ahmet Zeki’nin esasa ilişkin savunmalarını sunmak üzere 3 ay süre
istemesinin yargılamayı sürüncemede bırakmaya yönelik olduğu kanaatine varılmış
ve bu nedenle taleplerine itibar edilmemiş,
Sonuç olarak; katılan mağdurların hava kuvvetleri
komutanlığının 2009/221 esas nolu soruşturmayla
ilgili olarak soruşturmayı yöneten sanık Ahmet Zeki Üçok’un talebiyle 4/3/2009
tarihinden itibaren nezarete alındıkları ve nezarethanede irade ve irade
beyanlarının etki altına alınarak istenildiği şekilde beyanda bulunmaları
amacıyla mevzuatta belirtilen nezarethane şartlarına uygun olmaksızın, CMK’nın ve ilgili yönetmeliklerin gözaltına ilişkin
düzenlemelerine aykırı muameleye maruz kaldıkları, soruşturmada yetkili bulunan
sanık Ahmet Zeki Üçok un bilgisi ve talimatları doğrultusunda sivil şahıslarla
birlikte sanık G.D.’ın geceleri 2 saatten fazla süren
sorgulama yaptığı, bu sorgulamaya, sorgulama yetkisi bulunmayan sivil şahıslar
ile birlikte sanık G.D.’ın katıldığı, katılan
mağdurlara parmaklarını tattırıp acı tatlı ve ekşiyi hissettirip olağan üstü
güçlerinin olduğu intibaını verdiği, sivil şahısların katılan mağdurlara insan
onuru ile bağdaşmayacak şekilde küfür ve hakaret edip tartaklamalarda
bulundukları, sanık G.D.’ın da hipnoza ilişkin bilgi
ve yetisi bulunduğunu belirtip telkinlerde bulunmak suretiyle katılanlardan kabul
etmesi istenilen ifadeyi yazmalarını sağlamaya çalıştığı ve bu nedenle de
özellikle A.B.’ya yönelik her gün görüştüğü,
katılanlara gece kabul etmesi istenilen hususlar yazdırılıp, soruşturma
sırasında katılanların uykusuz ve kimi zaman aç bırakıldıkları ve yine CMK.nun 156/2.madde ve fıkrasına
aykırı olarak sanığın savunma hakları da ihlal edilerek Ankara Barosundan
Avukat Ş.Y ve N.K.’ı getirtmek suretiyle avukat
huzurunda ifadeler alınmış gibi katılan mağdurların önceden yazdırılıp dikte
ettirilen ifadelerinin çıktısının alındığı ve söz konusu avukatların da bu
ifadelere ilişkin avukatlık yasasına aykırı bir şekilde müdafiliğini
üstlendiği, katılanların aleyhine cümlelerin zapta geçildiği, sanıkların
Kayseri de yapılan bir soruşturmada Kayseri Barosundan avukat istemeyip sanık
Ahmet Zeki’nin daha evvelden tanıdığı Ankara Barosu avukatlarının çağrılarak
soruşturmada görev almalarının sağlanmasının, sanıkların kasıtlarını ortaya
koyduğu, sanıkların eylemlerinin bir bütün olarak işkence suçunun kalıpları içerisinde
kaldığı, eylemleri kişinin onuru ile bağdaşmayan bedensel ve özellikle ruhsal
yönden acı çekmesine algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine,
aşağılanmasına yol açan davranışlar olup, katılanlardan A.B. hakkında ATK
Başkanlığı 2. İhtisas Kurulunun verdiği raporda atipik
psikotik reaksiyon tablosunun geliştiği, katılan İ.D.
ve O.G’e ilişkin de korku duyma, uykudan uyanma,
kabus görme, geleceğinin kalmadığını düşünme gibi ruhsal etkilenme bulgularının
tespiti ile ruhsal travmanın oluştuğu anlaşılmış,
Bu şekilde sanık
Ahmet Zeki Üçok un kamu görevlisi sıfatıyla üzerine atılı işkence suçunu
işlediği ve sanık G.D’ın da atılı bu suça iştirak
ettiği …”
16. 22/5/2012 tarih ve 6318 sayılı
Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 36.
maddesi ile 357 sayılı Kanun’un 25. maddesi değiştirilmiş, değişiklik 3/6/2012
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir.
17. 25/10/1963 tarih ve 353 sayılı Askeri
Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir
suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir
suç ise sanıkların yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza
Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir” biçimindeki 12. maddesi Anayasa Mahkemesinin 20/9/2012 tarih ve 2011/80 E.
ve K.2012/122 sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal
kararı 1/12/2012 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanmış ve 6 ay sonra 1/5/2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
18. Temyiz üzerine, Kayseri 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2012 tarihli kararı
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 13/12/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır. Yargıtay
ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“…Somut olayda; sanık
Ahmet Zeki Üçok'un olay tarihinde Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesinde askeri
savcı olarak görev yaptığı ve Kayseri ilinde meydana gelen bir olaya ilişkin
olarak mahallinde yürüttüğü soruşturmada 04.03.2009 tarihinde önce katılan Ali
Balta'yı daha sonra 07.03.2009 tarihinde diğer katılanları gözaltına aldırdığı,
katılanların önce Kocasinan ardından Melikgazi İlçe Jandarma Komutanlığı
nezaret- hanelerinde ayrı ayrı tutuldukları, sanık Ahmet Zeki Üçok ve kimliği
belirlenemeyen kişilerce sorgulandıkları, sanık Ahmet Zeki Üçok'un katılanları
isteği doğrultusunda ifade vermeye zorladığı, bunu temin etmek için çeşitli
vaatlerde bulunduğu, istediği ifadeyi vermemeleri halinde ise meslekten
attıracağını söylediği, katılanların istediği yönde ifade vermemesi üzerine
bunu sağlamak amacıyla kendi beyanına göre hipnoz ve zihin kontrolü konusunda
çalışmaları olan emekli sanık Gürol Doğan'ı tüm yol ve konaklama masrafları
Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nca karşılanmak üzere İzmir'den çağırdığı, Kayseri'ye
gelen sanık Gürol Doğan'ın katılanların sorgulanmasına ilişkin hiç bir resmi
görevi olmamasına rağmen geceleri sabaha kadar süren zaman dilimi içinde yakın
mesafeden gözlerine bakmalarını isteyerek katılanlara sorular sorduğu, ayakta
tutarak ve uyutmayarak, iradelerini zayıflatmak suretiyle kendilerine atılı
suçu ikrara zorladığı, katılanların 11.03.2009 tarihine kadar gözaltında, bu
tarihten sonra da 17.03.2009 tarihine kadar oda hapsinde tutuldukları,
17.03.2009 tarihinde ilk kez Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesinin huzuruna
çıkarıldıkları, katılanların gözaltında kaldıkları süre içerisinde geceleri
sanık Gürol Doğan, gündüzleyin de sanık Ahmet Zeki
Üçok ve kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından sorgulandıkları, geceleri
uyumalarına izin verilmediği, uzun süre uykusuz bırakıldıkları, uyuduklarında
ise kısa sürede tekrar uyandırıldıkları, düzenli yemek verilmeyerek aç
bırakıldıkları, kendilerine ve ailelerine yönelik tehdit ve hakaret sözlerine
maruz bırakıldıkları, asgari koşullara sahip olmayan tuvaleti taşmış pis kokulu
nezarethanelerde tutuldukları, hipnoz yöntemiyle iradelerinin etki altına
alınmaya çalışıldığı, CMK'nun 91 vd. benzer düzenleme
içeren 353 sayılı Yasanın 80. maddesine aykırı olarak gözaltı sürelerinin
uzatılmasına ilişkin kararların katılanlara tebliğ edilmediği ve gözaltına
alındıkları hususunun yakınlarına bildirilmediği, sanık Ahmet Zeki Üçok
tarafından şikayetçilere müdafi olarak Ankara'dan iki avukat çağrıldığı,
böylece katılanların insan onuruyla bağdaşmayan bedensel ve özellikle ruhsal
yönden acı çekmesine, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine,
aşağılanmasına yol açan davranışlara maruz kaldıkları, bunun sonucunda katılan
Ali Balta hakkında Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun verdiği raporda atipik psikotik reaksiyon
tablosunun geliştiği, müdahil İsmail Dağ ve Orhan Güleç’e ilişkin de korku
duyma, uykudan uyanma, kâbus görme, geleceğinin kalmadığını düşünme gibi ruhsal
etkilenme bulgularının belirlenmesi ile ruhsal travmanın oluştuğunun tespit
edildiği anlaşıldığından kamu görevlisi sanık Ahmet Zeki Üçok ile Gürol
Doğan'ın 5237 sayılı TCY.nın
94/1-4 maddesi kapsamında işkence suçunu birlikte işlediklerinin kabulü
gerekmiştir.
Bu açıklamalar
doğrultusunda;
1- Sanık Ahmet Zeki
Üçok hakkında katılanlar Ali Balta, İsmail Dağ ve Orhan Güleç'e yönelik
eylemleri, sanık Gürol Doğan hakkında katılan Ali Balta'ya yönelik eylemi
nedeniyle kurulan hükümlere yönelik sanıklar müdafiileri
ve katılanlar vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Yapılan
yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve
değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan
inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına,
hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanıklar Gürol
Doğan ve Ahmet Zeki Üçok müdafilerinin, görevli mahkemenin Askeri Yargıtay
olduğuna, suçun sabit olmadığına ve lehe hükümlerin uygulanmadığına, katılan
Ali Balta vekilinin sanıklara alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi
gerektiğine yönelik temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddiyle, sanık
Ahmet Zeki Üçok hakkında katılanlar Ali Balta, İsmail Dağ ve Orhan Güleç'e
yönelik eylemleri, sanık Gürol Doğan hakkında katılan Ali Balta'ya yönelik
eylemi nedeniyle kurulan hükümlerin oybirliğiyle (ONANMASINA)…”
19. Başvurucu onama kararını
UYAP sistemi üzerinden 10/2/2013 tarihinde
öğrenmiştir.
20. Başvurucu, 7/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
21. 357 sayılı Kanun’un 25.
maddesinin Anayasa Mahkemesinin 16/6/2011 tarih ve
E.2010/32, K.2011/105 sayılı iptal kararından önceki hali şöyledir:
“Millî Savunma
Bakanı, soruşturma yapmaya memur edilen askeri adalet müfettişince düzenlenen
ve düşüncesini de kapsayan evrakı inceler, elde edilen sonuca göre hazırlık
soruşturması yapılması için izin verilmesi veya disiplin cezası tayinine yahut
kovuşturma yapılmasına lüzum görmezse evrakın işlemden kaldırılmasına karar
verir.
Millî Savunma Bakanınca
hazırlık soruşturması açılmasına izin verildiği takdirde düzenlenmiş olan evrak
gereği yapılmak üzere ilgilinin görevli bulunduğu yere en yakın askeri
mahkemenin savcısına gönderilir.
Bir suçtan dolayı
yapılacak ceza soruşturması disiplin cezası uygulanmasına engel olmaz.”
22. 357 sayılı Kanun’un 25.
maddesinin 22/5/2012 tarihli değişiklikten sonraki
hali şöyledir:
“Millî Savunma
Bakanı, inceleme yapmakla görevlendirilen askeri adalet müfettişince düzenlenen
ve düşüncesini de kapsayan evrakı inceler, elde edilen sonuca göre soruşturma
yapılması için izin verilmesine veya disiplin cezası tayinine ya da soruşturma
yapılmasına lüzum görmezse evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir.
Millî Savunma
Bakanınca soruşturma açılmasına izin verildiği takdirde düzenlenmiş olan evrak,
gereği yapılmak üzere ilgilinin görevli bulunduğu yere en yakın askeri
mahkemenin savcısına gönderilir. Ancak Askeri Yargıtay kadrolarında savcılık ve
tetkik hâkimliği ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kadrolarında savcılık ve raportörlük görevi yapan askeri hâkimler ile Millî Savunma
Bakanlığı kadrolarında görevli askeri hâkimler hakkında düzenlenen evrak
Genelkurmay Başkanlığının bulunduğu yerde kurulan askeri mahkemenin savcısına
gönderilir.
Askeri savcı
tarafından iddianame düzenlenmesi halinde iddianamenin kabulü ya da iadesi
konusunda karar verilmek üzere soruşturma evrakı ve düzenlenen iddianame Askeri
Yargıtaya gönderilir. Askeri Yargıtay Başkanlar
Kurulunun belirleyeceği daire, iddianamenin kabulüne veya iadesine karar verir.
İddianamenin iadesi
kararına karşı, iddianameyi düzenleyen askeri savcı tarafından Askeri Yargıtay
Daireler Kuruluna itiraz edilebilir.
Haklarında iddianamenin
kabulüne karar verilen askeri hâkimlerin kovuşturması iddianameyi değerlendiren
Askeri Yargıtay dairesinde yapılır. İddianamenin kabulünden itibaren Askeri
Yargıtay dairesinde yapılacak kovuşturmada savcılık görevini Askeri Yargıtay
Başsavcılığı yürütür.
Bir suçtan dolayı
yapılacak ceza soruşturması disiplin cezası uygulanmasına engel olmaz.”
23. 353 sayılı Kanun’un, Anayasa
Mahkemesinin 20/09/2012 tarih ve 2011/80 E. ve
2012/122 K. Sayılı kararı ile iptal edilen 12. maddesi şöyledir:
“Askeri mahkemelere
ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi
halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suç ise sanıkların
yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı
olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir.”
24. 26/09/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun, 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Bir kişiye karşı
insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine,
algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak
davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 25/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
7/3/2013 tarih ve 2013/1966 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucu, Kayseri 2. Ağır
Ceza Mahkemesince karar verildikten 43 gün sonra 357 sayılı Kanun’un 25.
maddesinin değiştirilerek askeri hâkimler ve savcıların görevleri sırasında
işledikleri suçlar nedeniyle kovuşturma yapma yetkisinin Askeri Yargıtayın Başkanlar Kurulu tarafından belirlenen Ceza
Dairesine verildiğini, görevsizlik kararı verilerek dosyanın Askeri Yargıtaya gönderilmesi gerekirken görevli olmayan Yargıtayda dosyasının görülmesinin kanuni hâkim
güvencesinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
27. Başvurucu, ayağının
kırılması ve yürüyememesi nedeniyle toplam 3 ay istirahat raporu aldığını ve bu
raporu mahkemeye bildirdiğini, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma
hazırlamak için süre istediğini ancak mahkemenin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
açık içtihatlarına rağmen mazeretini kabul etmediğini ve savunmasını
hazırlaması için süre vermediğini, bu sebeple savunma hakkının kısıtlandığını
ileri sürmüştür.
28. Başvurucu, müştekilerin
gözaltında bulundukları ve disiplin cezalarını çektikleri sırada hiçbir darp ve
kötü muamele görmediklerine, ilaç verilmediğine dair Kayseri Asker
Hastanesinden, GATA Askeri Hastanesinden, Ankara Adli Tıp Kurumundan verilen
toplam 34 adet raporun istenmesi; işkence suçunun işlendiği iddia edilen 3/3/2009 -17/3/2009 tarihleri arasında müştekileri bizzat
muayene eden 12 farklı doktor ile belirtilen tarihlerde müştekilerin
ifadelerinin alınması sırasında müdafiliğini yapan avukatların, müştekilerin
bulundukları yerde nöbet tutan askerlerin tanık olarak dinlenmesi ve
müştekilere yapıldığı iddia edilen hipnozun bilimsel olarak mümkün olup
olamayacağına dair bu alanda uzman bilim adamlarının dinlenmesi yönündeki
taleplerinin kabul edilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca doğrudan
davet usulü gereği 1000 TL’nin Mahkeme hesabına depo edilerek tanıkların
çağrılması taleplerinin reddedildiğini, müştekilerin tutuldukları yerin
tuvaleti ve lağım kanalının taşmış ve soğuk olduğu iddiaları karşısında
müştekilerin tutuldukları yerde keşif yapılma taleplerinin de kabul
edilmediğini belirtmiştir. Başvurucu, savunmasının bir parçası olan delillerin
toplanmaması ve taleplerinin makul olmayan gerekçelerle reddedilmesi nedeniyle
silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ve savunma hakkının
kısıtlandığını ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kanuni Hakim Güvencesi Yönünden
29. Başvurucu, derece
mahkemelerince görevsizlik kararı verilerek dosyanın Askeri Yargıtaya
gönderilmesi gerekirken görevli olmayan adli yargı kolunda yargılanmasının
kanuni hâkim güvencesinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
30. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir
unsuru olarak, yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini
isteme hakkından söz edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (B. No:
2013/1780, 20/3/2014, § 77; AYM, E. 2002/170, K.
2004/54, K.T. 5/5/2004), yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulması
gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir.
Ayrıca, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten
Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde
göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
31. Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37.
maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci
önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci
önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler
kurulamaz.”
32. Anayasa’nın “Mahkemelerin kuruluşu” kenar başlıklı 142.
maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
33. Kanuni hâkim güvencesi,
mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasayla
düzenlemesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini
gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi
mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal
hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (AYM, E. 2002/170, K.
2004/54, K.T. 5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166, K.T.
20/11/2008; B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 79; Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz.Zand/Avusturya, B. No. 7360/76, 16/5/1977; Crociani, Palmiotti, Tanassi, Lefebvre D’Ovidio/İtalya, B. No. 8603/79, 8722/79,
8723/79, 8729/79, 18/12/1980).
34. Kanuni hâkim güvencesi,
sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini
değil, her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin
belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm
düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve
anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır (B. No:
2013/1780, 20/3/2014, § 80).
35. Başvuruya konu olayda,
başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlık, ilgili kanun hükümleri çerçevesinde
kurulmuş olan mahkemelerde, yine daha önceden belirlenmiş usul kurallarına göre
yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Başvurucu askeri hâkimdir ve askeri
hâkimlerin yargılanma usullerine ilişkin olarak İlk Derece Mahkemesinde ve Yargıtaydaki yargılama sırasında bazı değişiklikler
yapılmış olmakla birlikte bu değişiklikler yargılama bitirilmeden önce
yürürlüğe girmemiştir.
36. Somut olayda, başvurucu
hakkında üç kez işkence suçundan cezalandırılması için 23/11/2010
tarihinde kamu davası açılmasından sonra Anayasa Mahkemesinin 16/6/2011 tarihli
kararı ile 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanunu’nun 25. maddesinin ikinci
fıkrasının (§ 20) Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
Başvurucunun, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı yürürlüğe girmemiş olsa bile
görevsizlik kararı verilmesi yönündeki talepleri 353 sayılı Kanun’un 12.
maddesi (§ 22) gerekçe gösterilerek İlk Derece Mahkemesince reddedilmiş ve
başvurucunun, 17/4/2012 tarihinde, işkence yapmak
suçundan üç kez cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu arada 357 sayılı
Kanun’un 25. maddesi değiştirilerek askeri hâkimlerin askeri mahkemede
yargılanacakları kuralı yeniden getirilmiş ve bu konuda hiçbir tereddüt
bırakmamıştır. Adı geçen kural 3/6/2012 tarihinde
Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bundan üç ay kadar sonra da İlk Derece Mahkemesinin kendisini görevli saymasına
dayanak yaptığı 353 sayılı Kanun’un 12. maddesi Anayasa Mahkemesinin 20/09/2012 tarihli kararı ile iptal edilmiştir. Ancak
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı 1/12/2012 tarihli
Resmî Gazete’de yayımlanmış ve 6 ay sonra yürürlüğe
girmiştir. Söz konusu iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce İlk Derece
Mahkemesinin kararını inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 13/12/2012
tarihli ilamı ile tüm temyiz itirazları ile birlikte görev itirazını da
reddetmiştir.
37. Mevcut başvuruda
çözümlenmesi gereken mesele bu değişikliklerin, 357 sayılı Kanun’un 25.
maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden sonra 357 sayılı Kanun’un
25. maddesinde 3/6/2012 tarihinde yapılan değişiklikle
askeri hâkimlerin askeri mahkemede yargılanacakları kuralı getirilmesine rağmen
başvurucunun adli yargı kolunda yargılanmaya devam etmesinin kanuni hâkim
güvencesine müdahale oluşturabilecek nitelikte olup olmadığıdır.
38. Anayasa Mahkemesinin 20/9/2012 tarihli kararı ile 357 sayılı Kanun’un 25. maddesinin
genel ve madde gerekçesi birlikte göz önüne alındığında bağımsız mahkemelerde
adil yargılanma bakımından, tüm hâkim ve savcılar aynı durumdadır ve aynı
anayasal yargı fonksiyonunu yerine getiren askeri hâkim ve savcıların da adli
ve idari yargı hâkim ve savcıları ile aynı teminatlara sahip olması
gerekmektedir. Bu itibarla askeri hâkim ve savcıların, asker kişi özellikleri
göz önünde bulundurulmaksızın görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında
işledikleri askeri yargıya tabi suçlardan dolayı soruşturma ve
kovuşturmalarının adli ve idari yargı hâkim ve savcılarının yargılandığı Yargıtayın muadili olan Askeri Yargıtayda
yapılması gerektiğinde bir duraksama yoktur.
39. Buna karşın Yargıtay 8. Ceza
Dairesinin İlk Derece Mahkemesinin kararını onadığı tarihte askeri mahkemelere
ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi
halinde sanıkların yargılanmalarının eğer suç Askeri Ceza Kanunu’nda yazılı olmayan
bir suç ise adliye mahkemelerine ait olduğuna ilişkin 353 sayılı Kanun’un 12.
maddesinin yürürlükte olduğu açıktır.
40. Her ne kadar, başvurucunun
yargılandığı ceza davasının İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay aşamalarında
başvurucunun yargılanacağı görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesinde esas
alınan kanun kuralları Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş ve yasa koyucu
tarafından bazı kanuni düzenlemeler yapılmış ise de Yargıtay 8. Ceza Dairesince
karar verildiği tarih itibarıyla yürürlükte bulunan kanuni düzenlemeler
gözetildiğinde, başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığın ilgili kanun hükümleri
çerçevesinde kurulmuş olan mahkemelerde yine daha önceden belirlenmiş usul
kurallarına göre yürütülmediği ve sonuçlandırılmadığı söylenemez.
41. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme… açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
42. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü yargılama
işlemlerinde bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.
Savunma Hazırlamak İçin Gerekli Zaman ve Kolaylıklara Sahip Olma Hakkı Yönünden
43. Başvurucu ayağının kırılması
ve yürüyememesi nedeniyle toplam 3 ay istirahat raporu aldığını ve mahkemeye
bildirdiğini, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma hazırlamak için süre
istediğini ancak mahkemenin mazeretini kabul etmediğini ve savunmasını
hazırlaması için süre vermediğini, bu sebeple de savunma hakkının
kısıtlandığını ileri sürmüştür.
44. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Bu hakkın kapsam ve içeriği,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. Maddesi de göz önünde bulundurularak belirlenmelidir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 38).
45. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
46. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) “hakkaniyete uygun
yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni
gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde
de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır.
Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması demokratik
toplumun temel ilkelerindendir. Bu sebeple AİHM’e
göre hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın
yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam
olarak kullanılması ile uyumlu olması (Bkz. Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992
§§ 49-50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde
yorumlanması gerekmektedir (Bkz. Artico/İtalya,
B. No: 6694/74, 13/5/1980 § 33).
47. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
…
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara
sahip olmak;
…”
48. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında yer alan “hakkaniyete
uygun yargılama” kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer
alan “suç isnat edilmiş kişi”nin asgari haklarıyla
doğrudan bağlantılıdır ve (1) numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun
yargılama ilkesinin somut görünümleridir. Hakkaniyete uygun yargılama
çerçevesindeki haklar ve ilkeler, (3) numaralı fıkradaki kapsamlı olmayan
listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. (3) numaralı fıkrada yer alan
asgari şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan
daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun
yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Bkz. Asadbeyli ve
Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05 14729/05
16519/06, 11/12/2012, § 130).
49. Bu nedenle AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan özel
güvencelerin, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete
uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmesi gerekir. Diğer
taraftan 6. maddenin (3) numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen
güvenceler arasında da bağ bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken
diğerleri de dikkate alınmalıdır (Bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:
25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54). Dolayısıyla yalnızca
(3) numaralı fıkrada sayılan haklara uygun olarak yapılan bir ceza
yargılamasının, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete
uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmeden, hakkaniyete
uygun ve dolayısıyla adil olduğu söylenemez (Bkz. Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980
§ 56).
50. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(b) bendinde yer alan “savunmasını
hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak” hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “adil
yargılanma” kavramı dışında, “meşru
vasıta ve yollardan yararlanmak” kavramının da kapsamındadır (AYM,
E.1992/8, K.1992/39, K.T.16/6/1992). Bu hak gereğince
sanığa ve müdafiine savunma için gerekli hazırlıkları
yapabilecekleri zamanın verilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde suçun hukuki
nitelendirmesinin değişmesi halinde de savunmanın yeniden hazırlanması için
gerekli zaman ve kolaylıklar sağlanmalıdır.
51. Diğer taraftan başvurucu,
ayağının kırılması ve yürüyememesi nedeniyle toplam 3 ay istirahat raporu
aldığı ve bunu mahkemeye bildirdiği halde, mahkemenin mazeretini kabul
etmediğini ve esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını hazırlaması için süre
vermediğini, bu sebeple de savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür.
Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması
ancak ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olup, Anayasa’nın 36.
maddesinde bir sınırlandırma sebebi öngörülmemiştir. Kanun koyucuya sınırlama
yetkisi verilmemiş haklar bakımından hakkın nesnel sınırları ve çatışan diğer
hak ve ilkeler dikkate alınmalı ve dengeleme yapılmalıdır (AYM, E.2000/48,
K.2002/36, K.T. 30/3/2002). Bu sebeple gerekli zaman
ve kolaylıklara sahip olma hakkı, makul sürede yargılanma hakkı ile birlikte
değerlendirilmek zorundadır. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma
hakkının diğer bir yönü olduğu gibi Anayasa’nın 141. maddesinin “Davaların… mümkün olan
süratle sonuçlanması, yargının görevidir.” biçimindeki dördüncü
fıkrasının da gereğidir. Bu durumda gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olma
hakkının makul sürede yargılanma hakkı ile dengelenmesi gerekmektedir.
52. 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 190. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre duruşmaya,
ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın
makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara
verilmesi mümkündür. Başka bir deyişle bir ceza davasında yargılamanın tek
celsede bitirilmesi esas olup ancak zorunlu hallerde birden çok celse yapılması
gerekmektedir. Somut olayda başvurucu hakkında, Kayseri Cumhuriyet
Başsavcılığının 23/11/2010 tarihli iddianamesiyle kamu
davası açılmıştır. Başvurucu hakkındaki ilk duruşma Kayseri 1. Ağır Ceza
Mahkemesinde 16/2/2011 tarihinde, diğer duruşmalar ise
sırasıyla 27/4/2011 ve 22/6/2011, 14/9/2011 ve 14/10/2011 tarihlerinde
yapılmıştır. 22/6/2011 ve 14/9/2011 tarihli
duruşmalarda başvurucunun müdafileri hazır bulunmuş, başvurucunun savunması
Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesince istinabe ile alınmıştır. Kayseri 1. Ağır Ceza
Mahkemesi, 14/10/2011 tarihli celsede birleştirme
kararı vererek dosyayı Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bu
mahkemede ilk duruşma 5/1/2012 tarihinde yapılmıştır.
Başvurucu müdafii 5/1/2012
ve 3/2/2012 tarihli duruşmalara mazeret göstererek katılmamıştır. O tarihte
Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2. Kolordu Özel Tip Askeri Ceza ve Tutukevinde
başka suçtan tutuklu bulunan başvurucu ise istirahat raporlu olması sebebiyle 3/2/2012 tarihli duruşmada hazır edilememiştir. Cumhuriyet
Savcısı esas hakkındaki mütalaasını 3/2/2012 tarihli
celsede okumuş ve başvurucu müdafii 2/3/2012 tarihli
celsede esas hakkındaki mütalaaya karşı yazılı savunmada bulunmuştur. 10/3/2012 ve 17/4/2012 tarihli celselerde de başvurucu
müdafileri bulunmuş ve esas hakkında mütalaaya karşı savunma yapma imkanı elde
etmişlerdir.
53. Her ne kadar başvurucu
Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesinde ve Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen
duruşmalara şahsen katılamamış ise de o tarihte İstanbul’da başka suçtan
tutuklu olarak bulunan başvurucunun talimatla savunması alınmış, başvurucu
yazılı olarak ayrıntılı savunmasını yapmış ve duruşmalarda müdafileri hazır
bulunarak savunma yapma imkânı elde etmişlerdir. Kaldı ki İlk derece
Mahkemeleri başvurucuyu iki kez duruşmaya getirtmek istemişlerse de
başvurucunun istirahat raporlu olması nedeniyle getirtememişlerdir.
54. Sonuç olarak somut olayda
başvurucunun suçlamanın nedenleri ve niteliği hakkında bilgilendirildiği,
talimat mahkemesinde savunmasını vermesinin sağlandığı, yazılı olarak ayrıntılı
savunmalarını verdiği, müdafilerinin iddialara karşı savunmalarını yaptıkları,
başvurucunun savunmasını hazırlaması için gerekli zaman ve kolaylıklardan
faydalandırıldığı anlaşılmaktadır. Dava dosyası ve yargılama süreci bir bütün
olarak incelendiğinde makul sürede yargılanma hakkı ile birlikte değerlendirildiğinde
başvurucunun savunma haklarından yararlandırılmadığını gösteren bir bulguya
rastlanılmamıştır.
55. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürdüğü yargılama
işlemlerinde bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c.
Tanık Dinletme Hakkına ve Silahların Eşitliği İlkesine İlişkin Şikâyetler
Yönünden
56. Açıkça dayanaktan yoksun
olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de görülmeyen başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
57. Başvurucu, müştekilerin
gözaltında bulundukları ve disiplin cezalarını çektikleri sırada haklarında
düzenlenen toplam 34 adet raporun istenmesi; müştekileri bizzat muayene eden 12
doktor ile müştekilerin işkence gördükleri iddia edilen tarihte ifadelerinin
alınması sırasında müdafiliğini yapan avukatların ve müştekilerin bulundukları
yerde nöbet tutan askerlerin tanık olarak dinlenmesi ve olay yerinde keşif
yapılması talepleri ile müştekilere yapıldığı iddia edilen hipnozun bilimsel
olarak mümkün olup olmayacağı konusunda uzman bilim adamlarının dinlenmesi
yönündeki talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
58. Anayasa Mahkemesi, derece
mahkemelerince verilen kararları, maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir
merci değildir. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut
olayda sağlanıp sağlanmadığını incelemektir. Bu demektir ki Anayasa Mahkemesi, Anayasa
ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında kalan hak ve özgürlüklere müdahale
edilmedikçe, derece mahkemelerinin maddi vakıaları değerlendirme ve hukuk
kurallarını uygulama sırasında yaptıkları hataları ele alamaz.
59. Bu kapsamda Anayasa
Mahkemesi adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetleri incelediği pek çok
kararında derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak
geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu, özellikle taraflarca ileri sürülen
kanıtların kabulü ve değerlendirilmesinin öncelikle derece mahkemelerinin
görevi olduğunu belirtmiştir. Bireysel başvuru yolunun istisnai ve ikincil
nitelikte bir kanun yolu olmasının bir gereği olarak derece mahkemeleri önünde
dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bununla birlikte, Anayasa
Mahkemesi, görevi gereği Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan
adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan usulî
güvencelerin asgari standartlarda sağlanıp sağlanmadığını denetlemek
zorundadır. Bu, salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapmak anlamına gelmez; aksine Anayasa ile verilen temel haklardan birinin
ihlal edilip edilmediğini incelemek görevinin yerine getirilmesi anlamına
gelir.
60. Dolayısıyla Anayasa
Mahkemesi, mevcut başvuruda adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden
başvurucunun şikâyetleriyle bağlantılı görülen “silahların eşitliği ilkesi”nin ve “savunma
tanıklarının davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanması hakkı”nın
gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini ve bir bütün olarak yargılamanın
adil olup olmadığını inceleyecektir. Böyle bir inceleme, Anayasa Mahkemesinin
kendisine getirilen sınırlandırmaları görmezden geldiği ve dördüncü derece
mahkemesi gibi hareket ettiği şeklinde değerlendirilemez.
61. Yargılama makamları,
yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri
gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Anayasa
Mahkemesinin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir
yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli yargılama”
ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların
sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini
sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu
anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da
yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
62. Silahların eşitliği ilkesi
davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı
koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir
duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde
dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Çelişmeli yargılama ilkesi ise, silahların
eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar
niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda,
davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır (B. No: 2013/4424, 6/3/2014, § 21).
63. Anayasa Mahkemesi de bir çok
kararında Anayasa’nın 36. maddesi hükmünü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer
alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 38).
64. Tanık, yargılamaya konu olay
ile ilgili karar vermeye yetkili mahkemenin kullandığı ispat vasıtalarındandır.
Tanık beyanı olayın tanığı olmuş bir kişinin söz konusu olay hakkında sahip
olduğu bilgileri, sübut konusunda karar verecek olan mahkeme ya da bu mahkeme
yerine duruşma yaparak tanık dinlemeye yetkili kılınmış bir mahkeme veya hâkim
huzurunda sözlü olarak açıklamasıdır.
65. Bir ceza yargılamasında
sanığın aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan
tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet
edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme’nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir.
66. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari
haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
67. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (d) bendi, hakkında suç isnadı olan kişiye, aleyhine olan
tanıkları çapraz sorgulama ve kendi tanıklarının da iddia tanıkları ile eşit
şartlar altında davet edilmesi, dinlenmesi ve böylece silahların eşitliğinin
sağlanması hakkı vermektedir. AİHM, Sözleşme’deki “tanık” kavramının iç hukuklardaki tanık
kavramından özerk bir şekilde yorumlandığını ve daha geniş bir anlama sahip
olduğunu kabul etmektedir (Bönisch/Avusturya, B. No: 8658/79, 6/5/1985, § 31-32). AİHM’e göre, ifadeleri ister duruşmada okunsun ister
okunmasın, ifadeleri mahkemenin önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate
alınan kişiler Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
bakımından tanık olarak görülmelidir (Kostovki/Hollanda, B. No: 11454/85, 20/11/1989,
§ 40).
68. Dolayısıyla somut başvuru
bakımından başvurucu tarafından dinlenilmesi talep edilen; müştekileri bizzat
muayene eden 12 farklı doktor ile işkence gördükleri iddia edilen tarihte
ifadelerinin alınması sırasında müştekilerin müdafiliğini yapan avukatlar ve
müştekilerin bulundukları yerde nöbet tutan askerlerin dinlenmesi taleplerinin İlk
Derece Mahkemesince reddedilmesine ilişkin şikayetlerinin
Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
69. Kovuşturma sırasında bütün
kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir
duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın
istisnaları olmakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirli ölçüde,
sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı
bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın
hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde
kısıtlanmış olur.
70. Ayrıca, AİHS’in
6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde sanığın, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı
koşullar altında” davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin
sağlanmasını isteme hakkı güvence altına alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence,
silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere
çağırılmasının uygun olup olmadığının değerlendirmesi, kural olarak, derece
mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir. AİHS’in
6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığın lehine olan bütün
tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas
amacı, sanığın “aynı koşullar altında”
ve “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık
dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla, bir sanığın
bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu
tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya
çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini
desteklemesi gerekmektedir (B. No: 2013/99, 20/3/2014,
§ 47).
71. Somut başvuruda, İlk Derece
Mahkemesinin gerekçesine göre, başvurucunun cezalandırılmasına dayanak yapılan
başlıca iki delil bulunmaktadır. Bunlardan ilki müştekilerin beyanları ve
ikincisi ise müştekilerden A.B’de atipik
psikotik reaksiyon tablosunun bulunduğunu tespit eden
adli tıp raporudur. Diğer iki müşteki yönünden ise Adli Tıp Kurumu “katılan İ.D. ve O.G’e
ilişkin de korku duyma, uykudan uyanma, kabus görme,
geleceğinin kalmadığını düşünme gibi ruhsal etkilenme bulgularının tespiti ile
ruhsal travmanın oluştuğunu” tespit etmiş ancak bunun kalıcı bir
rahatsızlığa neden olduğu yönünde bir bulgu tespit edememiştir. Bunlardan başka
başvurucu ile birlikte görev yapan askeri savcı Ö.T.’nin
beyanları da gerekçeli kararda yer almıştır. Başvuru dosyasından, Ö.T.’nin müştekilerin sorgusunda hazır bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Başvurucunun dilekçesinde gösterdiği üzere müştekilerin
gözaltında bulundukları süre içerisinde 12 ayrı farklı doktor tarafından
düzenlenmiş 34 adet adli, psikolojik ve farmakolojik rapor düzenlenmiştir.
Mahkemenin gerekçeli kararına göre ise bu raporlardan 27 adedi İlk Derece
Mahkemesinin dosyasına getirtilmiştir.
72. İlk Derece Mahkemesi söz
konusu raporlardan hiçbirinde müştekilerin darp edildiğini, müştekilere ilaç
verildiğini veya muayene sırasında psikopatolojik bir bulgu olduğunu tespit
etmiş değildir. Öte yandan müştekilerin hiçbiri yargılamanın herhangi bir
aşamasında kendilerini muayene eden doktorlara veya bu doktorlar tarafından
verilen raporlara yönelik herhangi bir şikâyette de bulunmamışlardır.
Müştekiler, detaylı muayene edilmediklerini ve şikâyetlerinin dikkate
alınmadığını da ileri sürmüş değillerdir.
73. İlk Derece Mahkemesi,
müştekilerin gözaltında bulundukları sırada sivil şahıslarca insan onuru ile
bağdaşmayacak şekilde küfür ve hakaret edip tartaklandıklarının, sanık G.D.
tarafından hipnoz yapılmakla tehdit edildiklerinin ve korkutulduklarının, aç ve
uykusuz bırakıldıklarının sübuta erdiğini kabul etmiştir. Müştekiler,
kendilerine söz konusu kötü muamelelerin yapıldığı kabul edilen tarihlerde
başvuru dosyasına yansıdığına göre 12 farklı doktor tarafından toplam 34 kez
fiziksel, psikolojik ve farmakolojik yönlerden muayene edilmişlerdir.
Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinde ve Yargıtayda
müştekilerin beyanlarının doğruluğunu sorgulamak için söz konusu raporları
düzenleyen doktorların dinlenmesini talep etmiş ise de dinlenilmesi istenilen
tanıkların düzenledikleri raporların dosyada bulunduğu ve tanıkların
dinlenmesinin sonuca etkili olmayacağı gerekçesiyle bu talebi reddedilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin 17/4/2012 tarihli duruşmada
verdiği ret kararının gerekçesi şöyledir:
“Sanık Ahmet Zeki
Üçok müdafileri, katılanları muayene eden doktorların tanık olarak
dinlenilmesini talep etmiş ise de; isimleri bildirilen doktorların adli
raporlarının dosyada bulunduğu ve tüm bu doktorlar tarafından verilen adli
raporlarda incelenmek suretiyle diğer tüm tıbbi bulgu ve belgelerle birlikte
katılanların ruhsal durumları ve mağruz kaldıkları
iddia olunan eylemlere ilişkin bulguların var olup olmadığına dair Adli Tıp
Kurumundan rapor alınmış olması ve yine katılanların olay sonrası gördükleri
tedavilere ilişkin rapor ve belgelerinde dosyada bulunması ve yine aradan geçen
zamana göre söz konusu doktorlara açıklattırılacak bir husus bulunmadığı
anlaşılmakla isimleri bildirilen doktorların tanık olarak dinlenilmesine
ilişkin talep ile yine aynı gerekçelerle katılanlara ilişkin GATA Profesörler
Kurulundan veya Adli Tıp Genel Kurulundan rapor aldırılmasına ilişkin
taleplerin reddine,..”
74. Başvuru dosyasında bulunan
adli raporlar incelendiğinde müştekilerin yalnızca fiziksel muayeneleri ile
yetinilmediği ayrıca şuurlarının yerinde olup olmadığı, psikotik
bir rahatsızlıklarının bulunup bulunmadığı yönünden de fiziksel ve ruhsal
muayenelerden geçirildikleri gözlenmektedir. Derece mahkemeleri söz konusu
doktor raporlarına itibar etmemişler buna karşın olaydan bir yıl sonra ve
müştekilerin uzun süre gözaltı ve tutuklu koşullarda kalmalarını müteakip
alınan ve müştekilerden yalnızca birinde atipik psikotik reaksiyon bulunduğuna diğer ikisinde ise herhangi
bir rahatsızlık bulunmadığına dair adli tıp raporlarına üstünlük tanımışlardır.
75. Başvurucu ayrıca
müştekilerin beyanlarının alındığı sırada müştekilerin avukatlıklarını yapan
N.K. ve Ş.Y.’nin dinlenilmesini istemiştir. İlk
Derece Mahkemesi 17/4/2012 tarihli ara kararında, adı
geçen tanıkların talimatla ifadelerinin alındığı gerekçesiyle bu talebi
reddetmiş ise de gerekçeli kararda söz konusu tanık beyanlarına yer verilmediği
gibi duruşma zabıtları ve dosya kapsamından tanıkların beyanlarının alındığı da
anlaşılamamaktadır.
76. İlk Derece Mahkemesi
gerekçeli kararında, Avukat Ş.Y ve N.K.’ın kanunlara
aykırı biçimde atandığını, avukat huzurunda ifadeler alınmış gibi katılan
mağdurların önceden yazdırılıp dikte ettirilen ifadelerinin çıktısının
alındığını, adı geçen avukatların avukatlık yasasına aykırı hareket ettiklerini
kabul etmiştir (§ 15). Başvurucu, Avukat Ş.Y ve N.K. hakkında söz konusu
soruşturmada kanunlara aykırı hareket ettikleri iddiasıyla herhangi bir adli
veya idari soruşturma açılmış ise bu soruşturmaların getirtilerek incelenmesini
talep etmiş; İlk Derece Mahkemesi 17/4/2012 tarihli
ara kararında, müştekilerin avukatları hakkında yürütülen idari veya adli
soruşturmaların dava dosyası yönünden etkili olmayacağı gerekçesiyle talebi
reddetmiştir.
77. Müştekilerin kendilerine
küfür ve hakaret edildiği ve tartaklandıkları iddiaları yönünden, bu kişilerin
bulundukları yerde nöbet tutan askeri personel ile soruşturma da görev alan
diğer personel de tanık olarak dinlenmemiştir.
78. Yukarıda zikredildiği gibi
yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve
gösterdikleri delilleri maddi gerçeğin ortaya çıkması için gereği gibi
incelemek zorundadır ve bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin görevi de başvuru
konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir
(B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27). Başvurucu,
müştekilerin işkence gördüklerini iddia ettikleri tarihlerde ifadelerinin
tespiti sırasında hazır bulunan avukatların, nöbet tutan kolluk personelinin,
müştekilerin soruşturması sırasında görev alan personelin, müştekileri muayene
eden doktorların tanık olarak dinlenmesi taleplerini 2/4/2012
tarihinde dilekçe ile İlk Derece Mahkemesinden talep etmiştir. Başvurucu,
doktor raporlarının dosyaya getirtilmesini de talep etmiş ise de 27 adet doktor
raporunun dosyada bulunduğu, bunlar dışında hangi raporların getirilmediği ve
getirilmesi gerektiğine ilişkin başvuru dilekçesinde ayrıntılı bilgi
vermemiştir. İlk Derece Mahkemesi, bu talepleri reddetmiştir. Mahkemenin
gerekçeli kararda yer alan gerekçesi şöyledir:
“…karar duruşmasının yapıldığı son celse sanık müdafilerinin
aşama aşama taleplerde bulunup, bu taleplerinin
reddedilmesi üzerine, daha evvel hazırlanmış başka taleplerini mahkememize
yazılı olarak iletmiş olmaları, talepleri önceden yazılı olarak hazır olmasına
rağmen bir seferde mahkememize iletilmemiş olmaları, mahkememizce daha evvel
beyanları tespit olunmuş bir kısım tanıkların yeniden dinlenilmelerini talep
etmeleri… yargılamayı sürüncemede bırakmaya yönelik olduğu kanaatine
varılmış ve bu nedenle taleplerine itibar edilmemiştir”
79. Oysa başvurucu, beyanları
dosyaya yansımayan müşteki avukatları ile doktorların İlk Derece Mahkemesi
önünde dinlenmesi talebini 17/5/2011, 22/6/2011,
14/9/2011 ve 2/4/2012 tarihlerinde yazılı ve sözlü olarak ve yargılama bitmeden
ileri sürmüştür. Öte yandan sanığın lehine veya aleyhine olan tanıkları çapraz
sorguya tabi tutabilmesi 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin
kilit unsurlarından biridir. Bu sebeple tanık çağırma ya da sorgulama hakkından
geri dönülmez bir biçimde ve kesin olarak feragat edilmesi ve bu feragatin
herhangi bir kamu yararına aykırılık taşımaması hali müstesna olmak üzere
taleplerini son duruşma iletmiş olsa bile başvurucunun bu hakka sahip olduğu
her türlü tartışmanın dışındadır.
80. Öte yandan başvurucu ve müdafii gerekçeli kararda zikredilmeyen, duruşma
zabıtlarında yer almayan ve varlığı konusunda şüphe uyanan müşteki
avukatlarının ifade tutanaklarını görme ve bu ifadelerin kanıt olarak kullanılmasını
isteme veya karşı çıkma imkanına sahip olmuş olsalar bile böyle bir imkan,
başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve sorgulatabileceği şekilde huzura
gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin yerini alamaz (benzer bir karar için
bkz. Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/9/2003, § 95).
Somut olayda tanıkları sorgulama imkanı yalnızca, başvurucu çok ağır bir ceza
aldığı için değil, fakat ayrıca tanık beyanlarının olayın aydınlatılması
açısından ağırlığı ciddi biçimde zorunlu olduğu için hayati önemdedir (bkz. Osmanağaoğlu/Türkiye, B. No: 12769/02, 21/7/2009, § 50).
81. Belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve mevcut başvurudakine benzer şekilde bazı
tanıkların dinlenmesi, keşif yapılması, bilirkişi dinlenmesi gibi gösterilmek
istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak
yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, somut olayda, Mahkemenin,
mahkûmiyet kararına gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden sadece
müşteki beyanlarını ve iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması,
buna karşılık başvurucunun aynı olguların aksini ispat için gösterdiği
tanıkları dinlememesi ve diğer delilleri toplamaması, onu, müştekiler ve iddia
makamı karşısında önemli ölçüde dezavantajlı duruma düşürmüştür. Bu durum, yargılamayı bir
bütün halinde adil olmaktan çıkarmıştır.
82. Açıklanan nedenlerle, adil
yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan “silahların eşitliği ilkesi” ve “savunma tanıklarının davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanması
hakkı” ihlal etmiştir.
83. Burhan ÜSTÜN ve Nuri NECİPOĞLU bu görüşe
katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı
Kanunun 50. Maddesi Yönünden
84. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi
yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm
altına alınmıştır.
85. Başvurucunun tanıklarının
dinlenmesi taleplerinin reddinin adil yargılama hakkını ihlal ettiği
gözetilerek başvurucu hakkında yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
görülmüştür. Adil Yargılanma hakkına ilişkin ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
86. Başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, 150.000,00-TL maddi
ve 50.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca,
avukatlık ücretlerini ve ödenen harç ile yapılan diğer masrafların ödenmesini
de talep etmiştir.
87. Adalet Bakanlığı, başvurucu
tarafından talep edilen tazminat miktarları konusunda herhangi bir beyanda
bulunmamıştır.
88. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
89. Başvurucunun adil yargılama
hakkına yönelik başvuru açısından ihlal tespitinin ve yeniden yargılamaya karar
verilmesinin yeterli tatmin sağladığı değerlendirildiğinden adil yargılama
hakkına yapılan müdahale nedeniyle manevi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
90. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Kanuni hâkim güvencesi ile
savunma hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma haklarına ilişkin
şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
2. Tanık dinlenmesi taleplerine
ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. “Silahların eşitliği ilkesi” ve “savunma tanıklarının davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanması hakkına”na
yönelik kısıtlama nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, Burhan
ÜSTÜN ve Nuri NECİPOĞLU’nun karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucunun tazminata ilişkin
taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL
harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben
başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
F. İhlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
25/3/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Başvurucu, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince
karar verildikten 43 gün sonra 357 sayılı Kanun’un 25. maddesinin
değiştirilerek askeri hakimler ve savcıların görevleri
sırasında işledikleri suçlar nedeniyle kovuşturma yapma yetkisinin Askeri Yargıtay’ın
Başkanlar Kurulu tarafından belirlenen Ceza Dairesine verildiğini, görevsizlik
kararı verilerek dosyanın, Askeri Yargıtay’a gönderilmesi gerekirken görevli
olmayan Yargıtay’da görülmesinin kanuni hakim güvencesinin ihlali niteliğinde
olduğunu, ayağının kırılması ve yürüyememesi nedeniyle toplam 3 ay rapor
aldığını, bu raporu mahkemeye bildirdiğini, esas hakkındaki mütalaya
karşı savunma hazırlamak için süre istediğini ancak mahkemenin mazeretini kabul
etmediğini, savunmasını hazırlaması için süre vermediğini, bu sebeple savunma
hakkının kısıtlandığını, müştekilerin gözaltında bulundukları ve disiplin
cezalarını çektikleri sırada hiçbir darp ve kötü muamele görmediklerine, ilaç
verilmediğine dair Kayseri Asker Hastanesinden, GATA Askeri Hastanesinden,
Ankara Adli Tıp Kurumundan verilen toplam 34 adet raporun istenmesi, işkence
suçunun işlendiği iddia edilen 03.03.2009 – 17.03.2009 tarihleri arasında
müştekileri bizzat muayene eden 12 farklı doktor ile, belirtilen tarihlerde
müştekilerin ifadelerinin alınması sırasında müdafiliğini yapan avukatların,
müştekilerin bulundukları yerde nöbet tutan askerlerin tanık olarak dinlenmesi
ve müştekilere yapıldığı iddia edilen hipnozun bilimsel olarak mümkün olup
olmadığına dair, bu anlamda uzman bilirkişilerin dinlenmesi yönündeki
taleplerinin kabul edilmeyerek, delillerin toplanmaması, taleplerinin makul
olmayan gerekçelerle reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal
edildiğini ve savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür.
Başvurucunun, kanuni hakim
güvencesi ile savunma hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma
haklarına ilişkin şikayetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna ilişkin çoğunluğun görüşüne aynen iştirak ediyoruz.
Silahların eşitliği ilkesi ve savunma
tanıklarının dinlenmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin görüşe katılmıyoruz.
Anayasanın 148/4. ve 6216 Sayılı Anayasa
Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49/6. maddesine
göre, bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapılamaz.
Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerince
verilen kararları, maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir merci değildir.
Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesi’nin görevi Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut olayda
sağlanıp sağlanmadığını incelemektir. Buna göre Anayasa Mahkemesi, Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanında kalan hak ve özgürlüklere müdahale
edilmedikçe, derece mahkemelerinin maddi vakıaları değerlendirme ve hukuk
kurallarını uygulama sırasında yaptıkları hataları ele alamaz.
İlke olarak, derece mahkemeleri önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tesbit ve sonuçlarının adaleti ve
sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve
bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri
ihlal etmiş olmasıdır. Bu bağlamda, kanun yolu şikayeti
niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesi’nce esas yönünden incelenemez.
Mahkeme, gerek ara kararlarında gerekse nihai
kararında, dosyada toplanan delillerin hüküm vermeye yeterli olduğunu,
başvurucunun aşama aşama taleplerde bulunduğunu, bu
taleplerin yargılamayı sürüncemede bırakmaya yönelik olduğunu ayrıntılı
gerekçelerle açıklamış ve mevcut delillerle kararını vermiştir. Yargıtay
mahkemenin takdirini yerinde bularak hükmü onamıştır.
Gerçekten, mahkemenin dosya içerisindeki
mevcut delillerin karar vermeye yeterli olduğunu kabul etmesi, başvurucunun
yeni delil toplanması taleplerini ayrıntılı gerekçelerle reddetmesi, tamamen
takdir yetkisi ile ilgili olup, bunlar kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlar olduğundan, gerekçe yetersizliği veya silahların eşitliği ilkesi ile
ilgisi bulunmamaktadır. Mahkeme’nin bariz takdir hatası yaptığı veya açık
keyfilikte bulunduğundan söz edilemez.
Çoğunluk görüşünde mahkemenin takdir yetkisi
“yerinde” görülmeyerek hüküm hakkında bozma (ihlal-yeniden yargılama) kararı
verilmiş, adeta dosya üzerinde ikinci kez temyiz incelemesi yapılmıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle çoğunluğun
silahların eşitliği ilkesi ve savunma tanıklarının dinlenmemesine yönelik adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|